FIRTINA SONRASI

4758 Words
Bölüm Şarkısı: Model- Mey Oturduğu çalışma sandalyesinden boş gözlerle gece lambasının sarı ışığıyla hafifçe aydınlanan yabancı odayı süzen sarışın delikanlı gergindi. Öyle ki, bir bacağını stresle sallayıp duruyor, öpülmekten şişmiş ve kızarmış durumda olan hassaslaşmış dudaklarına dişleriyle işkence ediyor, sık sık derin nefesler alıp veriyordu. Gözbebekleri büyümüş, gözünün mavisi koyulaşmış, yanakları allaşmıştı. Bu kadar gergin oluşunun sebebi ise ne birilerinin onu bu evde görme ihtimaliydi ne de bir ağaçtan tırmandığı bu odadan nasıl tüyeceği sorunsalıydı. Zira o kısımları güneşin doğuşuna yakın bir vakitte düşünmeyi planlıyordu. Şu an ilgilenmesi gereken asıl problem Arslan'ın ta kendisiydi. Dakikalar önce, tam ağzını açıp artık gideyim diyeceği vakit, "Ben bize içecek bir şeyler getireyim, otur sen." diyerek odadan tüyen esmer delikanlı ile Gökmen kendiyle baş başa kalmıştı. Birkaç saniye öpücükten arta kalmış, beynini uyuşturan sis ile oturtulduğu masanın üzerinde öyle boş gözlerle çevresine bakınmış, ardından beynindeki sisin ağır ağır aralanması ile koca bir ha siktir çekmişti. Gerçekten bunu yapmış mıydı? O ağacı tırmanmış, baş düşmanının dudaklarına yapışmış ve üstü kapalı da olsa bir aşk itirafı mı yapmıştı? O yapmıştı dimi tüm bunları? Ha siktir, gerçekten o yapmıştı... İlk şoku atlattıktan sonra temiz havanın onu ayıltmasını umarak kendini balkona atmış, birkaç saniye deli dana gibi bir sağa bir sola dolanıp durmuş, sonunda kabullenmiş bir nefesle kendini plastik sandalyelerden birine bırakmıştı. Gözleri kendi evinin karanlık siluetine değince ise göğsünü saran vicdan azabıyla gerisin geriye odanın içine kaçmıştı. Bir süre odanın içinde sağa sola bakınıp durmuştu. Esmerin odası kaotikti. Gri duvarların insanın enerjisini söktüğü yetmiyormuş gibi bir de her yerde bir şeyler vardı. Çift kişilik yatağın bir yanında biri klasik diğeri elektronik iki gitar, diğer yanında yere saçılmış kitaplar, büyük boy LCD televizyonun tam karşısında iki adet armut puf, pufla televizyon arasında oyun konsolları ve birbirine dolanmış kablolar, dakikalar önce üzerine oturtulduğu çalışma masası bile darmadağınıktı. Gökmen karakterinin aksine titiz ve düzenli bir adam olduğundan mütevellit odaya baktıkça iyiden iyiye gerilmişti. Önce gitmiş yatağın üzerine oturmuş sonra bunun biraz önceki öpüşme düşünülürse yanlış bir mesaj vereceği endişesine kapılıp puflara yönelmişti. Lakin götünün altından kayıp duran rahatsız puftan kalkıp homurdanarak zavallı pufu tekmelemesi bir olunca son çare çalışma masasının sandalyesine oturmuştu. O zamandan beri de bacağını titretiyor, dudaklarını kemiriyor ve endişeyle içini sıkan odayı süzüp duruyordu. Acayip gergindi. Arslan'a nasıl yaklaşması gerektiğini bilmiyordu. Aralarındaki yükselmiş tansiyon olmadığında onunla iletişim kurmak Gökmen için çok zordu. Ona nasıl yaklaşmalıydı? Kendini bildiği günden beri adama gerçek, samimi bir gülümseme bahşettiği anlar bile bir elinin beş parmağını geçmezken, onunla nasıl romantik bir ilişki kuracaktı? Ne yapacaktı şimdi? Ne konuşacaktı onunla? Nelerden hoşlanırdı, hangi tarz müzik dinlerdi, en sevdiği renk neydi, neye gülerdi, neye sevinirdi, neye kırılırdı hiç bilmiyordu. Tek bildiği yumuşak noktalarıydı. Onu nasıl sinirlendireceğini, nasıl çıldırtacağını, hatta canını nasıl yakacağını çok iyi biliyordu mesela... Bir de küfür etmek. Çok güzel küfür ederdi Gökmen. Hayatının yarısı adama ana bacı düz gitmekle geçmişti. Şimdi bu adama romantik cümleler mi kuracaktı? Yok ebesinin nikahı! "Senin ben içine düşeceğin ilişkiyi sikeyim Gökmen! Ulan başka adam mı kalmadı dünyada cibilliyetsiz pezevenk!" diye kendi kendine yükseldi. "Yine neyi sikiyorsun sarı?" diyen alaylı sesle yerinde sıçradı. Gözleri odanın kapılı kapısı ile kapıya sırtını yaslamış elindeki şişelerle parlayan gözlerle onu izleyen Arslan arasında gitti geldi. Öylesine kendi düşüncelerinde ve endişelerinde kaybolmuş durumdaydı ki ne odanın kapısının açıldığını, ne de kapandığını fark etmişti. Esmerin kapıya yaslanmış haline bakarsa geleli en azından birkaç dakika olmuş olmalıydı. Onu görür görmez hızlanan kalp atışlarıyla gözlerini kaçırdı. Sanki biraz önce adamın dudaklarını yememiş, ayaküstü ön sevişme yaşamamış gibi bir heyecanla kasılan bedenine içinden küfür etti. Rahatsızca boğazını temizleyip, hissettiği gergin ruh halini çaktırmamaya çalışarak, "Yok bir şey, öyle kendi kendime konuşuyorum deli deli." Diye homurdandı, bir eliyle sarı tutamlarını karıştırarak. Arslan'ın sessiz gülüşüyle bakışları tekrar ona döndü. "Deli olduğunu kabul etmek için seni öpmeme ihtiyacın olduğunu bilseydim, elimi daha çabuk tutardım." dedi Arslan, sırtını yasladığı kapıdan ayrılmış acelesiz adımlarla ona doğru ilerliyordu. Kafasını geriye atıp, koyulaşmış mavilerini onun ela harelerine dikerken sertçe yutkundu. Gece lambasının yetersiz ışığının yüzünde yarattığı gölgelerde ve çukurlarda dolanırken sertçe yutkundu. İçi gidiyordu resmen adama. Öyle ki, biraz önce sokulan lafı bile tam olarak idrak edememişti. Esmer tam önüne gelince durdu. Dudakları ağır ağır kıvrılırken, gözleri Gökmen'in yüzünde turladı. Bakışları bir başka parladı. Elindeki şişelerden birini ona uzatırken, "O da güzelmiş..." diye mırıldandı. "Neymiş güzel olan?" dedi Gökmen, ona uzatılan şişeyi alırken. İçinin titremesine sebep olan şey soğuk cam mıydı, yoksa parmaklarına değen esmerin teni miydi, emin değildi. "Bu yeni bakışların." dedi esmer koyu bir sesle, çenesiyle Gökmen'in mavilerini işaret ederken. Sözleri Gökmen'in bocalamasına sebep oldu. Zira neyi kastettiğini bilecek kadar kendinin farkındaydı. Gözlerini hızla Arslan'dan kaçırıp, elindeki soğuk bira şişesinin üzerine dikerken, alt dudağını dişleriyle hırpaladı. "Evinizde hazırda biranın ne işi var amına koyayım?" diye homurdanarak kaçak dövüşmeyi seçti. Arslan onun telaşlı sesiyle gülmek istedi ama kendini tuttu. Sarışının kaçıp gitmesinden bir miktar çekiniyordu. Sağı solu belli olmayan bir deliyle bir ilişkiye başlamıştı. Bundan sonra atacağı her adıma, ağzından çıkacak her sözü dikkat etse iyi olacak gibiydi. Birkaç adım geriye gidip bedenini sertçe yatağına bıraktı. Sırtını yatak başlığına yaslayıp, bir kolunu dirseğinden bükerek başının arkasına koyarken, "Ev nüfusunun yarısı alkolik sayılır. Bazen içmeye su bulamayınca bira açıyorum kendime." diyerek onun konu değiştirme çabasına ayak uydurdu. Sarışın delikanlı hissettiği rahatlamayla anladığına dair bir mırıltı çıkarıp, elindeki buz gibi acı sıvıdan bir yudum aldı. Arslan'ın babasının çok içtiğini eşten dosttan duymuştu daha önce ama yine de şaşırmıştı. Onun için evde alkol bulunması çok absürt bir olaydı. Zira kendi evlerine alkolün kokusu bile giremezdi. Dolapta duracak herhangi bir alkol çeşidi ev ahali için küfür sayılıyordu. O yüzden kafası ne zaman güzel olsa eve yusuf yusuf giriyordu ya. Onun mırıltısının üzerine bir süre ikisi de konuşmadı. Odayı sarmış gerginliğin bütün sorumlusu sarışındı. Kaskatı oturuşu, gözünü dikmiş onu izleyen esmere attığı kaçamak bakışlar, sık sık sakallarını rahatsızca sıvazlayışı... Sessizlik uzadıkça uzadı, dallanıp budaklandı. En sonunda sessizliği bozan, bu gerilime daha fazla dayanamayan Gökmen oldu. "Ne zaman oldu bu?" diye sordu. Soru onun kontrolü içerisinde dökülmemişti dudaklarından. Öyle çat diye çıkmıştı işte. Arslan onun sabırsız çıkan sesiyle keyiflendi. Ne zaman patlayacağını merak ederek daha uzun dakikalar geçireceğini düşünmüştü lakin sarışın düşündüğünden erken pes etmişti. "Ne ne zaman oldu?" dedi kaşlarını havaya kaldırıp, elindeki şişeden bir yudum aldı. Gökmen'in bakışları anında onu buldu. Kaşları çatılırken, "Biz işte..." dedi. Arslan bu sefer dudaklarının kıvrılmasına engel olamadı. Onunla uğraşma dürtüsüne bir türlü engel olamıyordu. Resmen kanına işlemiş bir huydu bu. "Biraz önce olduk ya Gökkuş, kafa gitmiş senin. " "Onu mu diyoruz göt! Sen bana ne zaman şey oldun yani, onu soruyorum." "Şey derken?" dedi Arslan, içeceğinden bir yudum daha alıp yüzüne anlamaz bir ifade oturttu. Komodinin üzerindeki sigara paketine uzanırken, onunla uğraşmanın keyfiyle dudaklarının kıvrılmasına engel olamadı. Gökmen derin bir nefes alıp vererek içinden üçe kadar saydı. Sakin ol Gökmen, diye hatırlattı kendine. Bak bu adamla biraz önce öpüştün, olmaz öyle şey. Biraz önce yumulduğun dudaklara yumruk atmak ayıp olur, nankörlük yapma. "Arslan oyun mu oynayacağız kardeşim?" Esmer dudaklarına yerleştirdiği dalın ucunu tutuşturmadan önce gözlerini sarışına çevirdi. "Kardeşim derken?" dedi dudaklarındaki dal yüzünden boğuk çıkan sesiyle. Gökmen aldığı tehditkar bakışla sertçe yutkunup, istemsizce gözlerini kaçırdı. Böyle bir ifadenin onu azdırması ne kadar mantıklıydı? Ona göre bu büsbütün delilikti. Daha önce bir adamın ya da kadının tek bakışıyla azmışlığı yoktu. Üstelik o bakışın baştan çıkarma gibi bir derdi yoktu. Bildiğin tehditkar bakıyordu herif ve Gökmen o bakışa azıyordu. Vücudunun libido merkezine kadar çıldırmıştı. "Lafın gelişi dedim öyle." diye mırıldanırken, rahatsızca dudağının kenarını kaşıdı. Yatağında oturan ve ucunu tutuşturduğu sigarasını tutan parmaklarını ağır ağır şişenin camına vuran delikanlıya kaçamak bir bakış attı. Ela hareler anlamını çözemediği ve çözmeye de çekindiği bir yoğunlukla ona bakarken bir kez daha yutkunup, gözlerini yalnızca iki yudum aldığı şişeye indirdi. Üzerindeki jelatini tırnaklarıyla kazırken, "Söyle hadi." diye mırıldandı. "Sarhoş olup kapıma dayandığın geceyi hatırlıyor musun?" Gökmen, kirpiklerinin altından ona bakarken, "Bölük pörçük." diye fısıldadı. O geceye dair anıları hala bulanıktı. Bazı anlar vardı lakin bazıları yoktu. Bölük pörçüktü. Kapıya yaslanmış bir bedenin boynundan çektiği soluğu hatırlıyordu. Sıcaklığını, kokusunu, hızlı kalp atışlarını... Onu öpmeye çalıştığı rezil anı da hatırlıyordu. Tişörtünün üstünden sıyrılışını ve Arslan'ın karanlıkta parlayan ela gözlerinin keskinliğini... Arslan onun rahatsız ifadesiyle kıvrılan dudaklarına engel olamadı. Onun için ne kadar rezil bir anıysa Arslan için o kadar hatırladıkça güldüğü keyifli bir anıydı. "Ne olduysa o gün oldu ya da ben o gün fark ettim." dedi dudaklarına dayadığı nikotini içine çekti, ağır ağır verdi. "Sen burnunu boynuma dayayıp bahar gibi kokuyorsun dediğinde kalbimin şirazesi kaydı sarı." diye devam etti gözleri sarışının dikkatle onu izleyen mavilerini bulurken. "O gün bugündür de düzeltemiyorum." Sözleri Gökmen'i beklemediği bir şekilde etkiledi. Kalp atışları hızlandı. Parmak uçları karıncalandı. Karnı kelebek istilasına uğradı. Yüzünde nasıl bir ifade vardı bilmiyordu lakin esmer delikanlının dudaklarındaki sırıtış önce genişledi sonra kısık bir gülüşe evrildi. "Dürüstlüğünü sikeyim senin." diye ağzının içinde homurdandı kaşlarını çatıp, kafasını balkon kapısına doğru çevirerek birasından büyük bir yudum aldı. Keşke sormasaydı. Pişman olmuştu. Arslan'ın ona kurduğu her böyle abudik gubidik cümle dengesini bozuyor, nabzının hızıyla oynuyordu. Ağzının kenarını işaret parmağının tersiyle silip, "Hani erkeklere ilgin yoktu?" dedi hafif kinayeli bir sesle. Doğru ya, bundan haftalar önce burun buruna geldikleri an öyle demişti. Erkeklerden hoşlanmıyorum ve seni öpmek istesem öperdim derken ki inandırıcılığını düşününce kaşları çatıldı. Demek o zaman yalan söylüyordu pezevenk. O da istemişti Gökmen'i öpmeyi ama boku Gökmen'e atmak kolayına gelmişti. Aklında minik bir hesaplama yapınca o meyhanenin arkasında, küçük bir alanda kısılı kaldıkları günün de sarhoş olup yanlışlıkla Arslan'ın kapısına dayandığı günden önce olduğunu şaşkınlıkla fark etti. Kaşları yaşadığı aydınlanmayla havalanıp, dudakları aralanırken Arslan onun ha siktir diyen ifadesiyle dertli bir nefes verdi. Bu çocuk gerçekten çok salaktı. Resmen gidip bir salağa tutulmuştu. "O konuda bende şaşkınım." dedi onun dikkatini bulundukları alana çekmek için. Zira Gökmen'in bir şeyleri irdelemesine karşıydı. Sarışın aptaldı. Saçma sapan çıkarımlar yapabilirdi. Dudaklarına Gökmen'in aşina olduğu yavşak sırıtışını oturturken, "Küfürleşerek sevişeceğim ilk insan olacaksın, merak içindeyim." Dedi. Tam o sırada birasından koca bir yudum almış sarışın bu sözler üzerine ağzındaki birayı püskürttü. Esmerin kıkırtısı kulaklarını doldururken bir elinin tersiyle ağzını ve çenesini silip ona ters bir bakış attı. Bir kez daha dürüstlüğünü sikmek istediğini söylemedi. "Ağzının ayarı yok mu lan senin?" dedi sert bir sesle. Herif resmen bilerek üzerine oynuyordu ve bokunu çıkarmıştı artık. Hislerini yeni kabul etmiş bir adamın üzerine bu kadar gidilmezdi ulan! "Haydaaaaa sen böyle her boka utanacak mısın?" dedi esmer kaşlarını kaldırıp, dudaklarından bir türlü silemediği geniş sırıtışı saklamadan. Onun bu utangaç halleri hem hoşuna gidiyordu hem de acayip garipsiyordu. Utangaçlık Gökmen'le bağdaştırabildiği bir kavram değildi. "Ne utanması amına koyayım, yarrak kürek konuşma!" diye yükseldi anında sarışın. Çatılı kaşlarıyla elindeki şişeyi arkasındaki masaya sertçe bıraktı. "Yıllarca düşmanlık yaptığım heriften böyle laflar duyunca ne bok yiyeceğimi şaşırıyorum sadece." diye homurdandı. "Ayrıca sıkıntı bende değil sen de. Ulan insan bir garipser, bir çekinir. Onca yıl yumruk yumruğa olduğun adamla öpüşüp koklaşmayı nasıl bu kadar hızlı sindirebilirsin?" Arslan bıkkın bir nefes verdi. Çok kasıyordu. Anlaşılan sarışının rahatlamak ve kendisini salmak için birkaç öpücüğe daha ihtiyacı vardı. Arslan seve seve ona ihtiyacı olanı verirdi. Pamuğuna dayanmış sigarayı komodinin üzerindeki küllüğe söndürürken, "Buraya gel." dedi. Sesindeki otoriter tını Gökmen'in sinirini bozdu. Neden çağırdığını gram umursamadı. Derdi neyse kendi gelsindi. "Babanın eşeği yok, kendin gel." dedi oturduğu sandalyeye iyice yerleşirken. "Buraya gel Gökmen." Dedi Arslan kaşlarını çatıp, başıyla yanını gösterdi. Sarışın dudaklarını birbirine bastırdı. Kaşının biri seğirdi. Bir kez daha Arslan'a neden yumruk atmaması gerektiğini kendine hatırlattı. Kollarını sandalyenin kolçaklarına yerleştirip bacaklarını aralayarak yayvan bir pozisyona geçerken ona ters bir bakış attı. Arslan, kendine sabır diledi. Anlaşılan bundan sonra daha çoğuna ihtiyacı olacaktı. "Oraya gelir, seni sürükleyerek getiririm sarı, deli etme beni." dedi tek kaşını havaya kaldırırken. Onunla çocukça inatlaşmak da eski bir huydu. Ne yalan söylesindi, Arslan Gökmen'le inatlaşmaya bayılırdı. Meydan okumaya çalışan ifadesini ve mavilerindeki o hırslı karartıları hep sevmişti. Lakin şimdi farklı tür bir ilişkinin içerisindeyken bu inatlaşmaların başını ağrıtacağını öngörebiliyordu. Gökmen sürekli böyle savunmacı davranırsa yıllarca öpüşüp koklaşsalar da bir batman yol alamazlardı. Ancak Arslan'ın istediği sürekli birbirlerine meydan okudukları giderli bir ilişki değildi. O Gökmen'in yumuşak karnını da görmek istiyordu. Dikenleriyle sevmişti seveceği kadar, biraz da yumuşak karnına sokulsundu. "Hadi ya, sıkıyorsa yapsana." dedi Gökmen alayla sırıtırken. Onu taklit ederek kaşlarını havaya kaldırmıştı. Sikerlerdi öyle işi, isterse aşkından ölüyor olsundu Arslan'ın ona patronluk taslamasına hayatta izin vermezdi. Esmer diliyle yanağının içini yoklayıp bıkkın bir nefes verdi. Ani bir hamleyle ayaklandı. Onun ayaklanışı ile zaferle sırıtan sarışına doğru sakince adımladı. Yanına varınca, kafasını geriye atıp, "Bak ne güzel paşa paşa geldin." diyen sarışına ifadesiz bir yüzle baktı. Bir eli ağır ağır havalanınca sarışın kasıldı. Yüzündeki sırıtış kavgacı bir ifadeye yerini bıraktı ama beklediğini alamadı. Arslan'ın parmakları yanağını buldu. Parmaklarının tersiyle elmacık kemiğinin üzerinde iki gün önceden kalma morluğu hafifçe okşarken, gözlerini diktiği morluktan yavaşça afallayan mavilere çıkardı. "Artık düşman değiliz Gökmen, farkındasın değil mi?" diye fısıldadı. Gökmen'in dağılan ifadesi, gözlerinden ağır ağır silinen o hırs dolu bakışla derin bir nefes verdi. "Yanımda kaskatı durman gerekmiyor artık Gökkuş. Laf sokman gerekmiyor. Kavga çıkarmak için fırsat kollaman gerekmiyor. Sürekli benimle mücadele etmek zorunda değilsin artık. Yanıma gelsen incilerin dökülmez, küçük düşmezsin ya da bana yenilmiş olmazsın. Sadece gelmiş olursun işte. İçinden gelmiyorsa yine eyvallah ama kendini bana diklenmek için zorlama be oğlum. " Okşadığı yanaktan elini çekip afallayan mavilere dikti elalarını.. "Savaşma benimle lan artık, bırak adam akıllı yaşayalım birbirimizi." Gökmen boğazına oturan yumruyla sertçe yutkundu. Dudakları aralandı ama birkaç saniye bir şey diyemedi. Gergin omuzları yavaşça gevşedi. Sonunda bir eliyle sakallarını sıvazlayıp, derin bir nefes vererek göz kontaklarını bozdu. "Geç yatağa, geleyim." diye mırıldandı. "Ne?" Kafasını kaldırıp tepesinde dikilen cümlesini anlamlandıramamış gibi gözüken esmere ters bir bakış attı. "Yatağa geç yatağa." diye tekrar etti kendini sert bir sesle. Kaşları havalanan esmer, isteğin saçmalığına takılmadan tutuk bir hamleyle eski yerine döndü. Kalçası yatağına değdiği anda ayaklanan sarışınla gülse mi ağlasa mı bilemedi. Bu ne salak bir muhabbeti lan? Sarışın delikanlı biraz sonra tepesinde dikilip, yüzünde elinden şekeri alınmış bir çocuğun somurtkanlığıyla, "Al geldim." deyince kafasını bir tarafa eğip omuzlarını sarsan sessiz bir gülüş bıraktı. "Oğlum sen harbi sorunlusun." Gökmen kaşlarını çatıp, "Ulan sana da ne yapsak yaranamıyoruz! Gel dedin geldik işte alla alla!" diye söylenince biraz daha güldü. Sinirleri bozulmuştu. Gökmen her geçen saniye biraz daha kızaran suratı ve git gide yükselen iç ısısı sebebiyle harlanan öfkesi sonucunda hala kıkırdayan adamı omzundan sertçe ittirerek sırt üstü yatağa düşürdü. Bir dizini onun bacaklarının arasından yatağa yaslayıp anlık olarak afalladığından kıkırdamayı bırakmış esmerin çenesini sıkı sıkı kavradı. Kaskatı olmuş yüzünü onun yüzüne eğip, keyifle parlayan elalara sert bir bakış attıktan sonra ani bir hamleyle bir sırıtışla kıvrılmış dudakları dudaklarının arasına aldı. İlk öpücükten pek bir farkı yoktu. Yalnızca daha sert, daha istekli, daha tereddütsüzdü. Gökmen kavradığı dudakları dişleriyle çekiştirerek emerken, Arslan sonunda gülümsemeyi bırakmış elleri Gökmen'in ensesini bulmuş, o öpücüğe aynı şevkle karşılık vermişti. Sonunda sarışın nefes nefese dudaklarını bırakınca ne ara kapadığını bilmediği gözlerini araladı. Üzerinde yükselmiş, çakmak çakmak olmuş mavileriyle elaları arasında turlayan sarışına aynı arzuyla bakıp, alt dudağını ağzının içine çekti. Karnında aynı anda havalanıp uçuşa geçen kelebek sürüleriyle bir kez daha sessiz bir gülüş bıraktı. O kelebekleri orada hissetmeyeli yıllar olmuştu ve ne yalan söylesindi, varlıklarını fena özlemişti. O gülünce Gökmen'in koyulaşmış mavileri dudaklarına indi. Bir eli yatağı terk edip esmerin kıvrık dudaklarının kenarını buldu. Kendisinin sebep olduğu ıslaklığı başparmağıyla kurularken, "Sen güldükçe dengem bozuluyor kara kedi, böyle güzel gülme." diye fısıldadı. Arslan sertçe yutkundu. Gökmen yalın bir adamdı. Katakulli çevirmeyi bilmezdi mesela. Öfkeliyken sakinmiş gibi rol kesemezdi. Mutsuzken dudakları bir gülümseme için kıvrılmazdı. İçinde ne ise dışında da oydu. Belki de o sebeple gözlerindeki bakış, dudaklarından çıkan sözler Arslan'ı böyle tarumar ediyordu. Alt dudağını diliyle yokladı. Bir eli sarışının belini kavrarken bir an sonra yerlerini değiştirdi. Şimdi Gökmen altında boylu boyunca uzanıyor, aynı aç bakışla gözleri ve dudakları arasında mekik dokuyordu. Yüzünü yavaşça onun yüzünü yaklaştırdı. Dudaklarındaki kıvrım varlığını korurken burnunu ucunu ağır ağır sarışının burnunun ucuna sürttü. "Gökkuş..." diye fısıldadı. Gökmen'in bir eli ensesindeki diken diken saçların arasına girip başparmağının ucuyla bir kulağının altını sıvazlarken sertçe yutkunup devam etti. "Sen bana çok yakışacaksın lan." dedi. Sarışının tüyleri diken diken oldu, kalbi tekledi. Esmerin sesindeki bir şey onu fena etkiledi. Ya da belki de kısılı elalarına yüklenmiş yumuşaklıktı onu böyle etkileyen. Bu sefer sertçe yutkunan oydu. "Yine salak salak konuşuyorsun." diye fısıldadı. Esmer sözlerine güldü. Ne zaman utansa salak salak konuştuğunu söylemesine şimdiden alışmıştı. Dürüst sözcükleri onu böyle utandıracaksa, Arslan bundan sonra en dürüst sözcüklerini ona ayıracaktı. Sarışın ise bir kez daha ona gülen esmeri yeni silahıyla susturmayı huy edinmiş gibi bir kez daha yasladı dudaklarını kıvrık dudaklara. Zira bu dudaklar dudaklarının üzerinde olduğu sürece en büyük düşmanına tutulduğu gerçeğini sindirmek o kadar da zor değildi. ** O sabah gözlerini bir farklı aralamıştı güne. Ne kabını çatlatan bir öfke, ne uykusuzluğun getirdiği huysuzluk ne de okula geç kaldığı gerçeğinin getirdiği telaş yoktu üzerinde. Fırtına sonrası durulmuş bir deniz gibiydi; sakin ve dingin. Tüm o içsel çatışma, tüm o öfke, ümitsizlik ve çaresizlik, tüm o yıkılmış o fırtına ile parçalara ayrılıp dört bir yana saçılmıştı ama önemi yoktu. Hepsini tek tek, acele etmeden kıyıya bırakacak, onlardan da kurtulacaktı. Gözlerini ilk araladığında önce birkaç saniye boş boş tavanına bakmıştı. Haftalardır gözünü açar açmaz onu bulan ağrının orada olmadığını fark edince ise dudakları ağır ağır kıvrılmış, uyku sersemi mavileri dün gecenin hatıraları ile neşeyle kısılmıştı. Bir süre yatağında bir sağa bir sola dönerek dün geceyi zihninde tekrar oynattıktan sonra gerine gerine yataktan kalkmıştı. Camı açıp, "Bu nece güzel bir gündür ulan!" diye dağa taşa haykırmak isteyen benliğini zar zor zapt etmişti. Yine de balkonuna çıkıp, saatler önce bulunduğu odanın balkonuna bakmaktan kendini alamamıştı. Baktıkça yüreği ısınmış, heyecanla kasılmış, nefesleri ağırlaşmıştı. Sabaha karşı o balkondan çıkışı aklına gelince gülmeden edemedi. Yatakta ara ara öpüşerek, neredeyse hiç konuşmadan geçirdikleri dakikaların sonunda evin içinden gelen tıkırtılarla ikisi de telaşa kapılmıştı. Gökmen ayakkabılarını ne ara ayağına giydi ne ara kendini balkona attı bilmiyordu bile. Arslan aceleyle dudaklarına bir öpücük kondurup, "Dikkatli in. Ben bir bakayım, biri uyandıysa oyalarım." diye fısıldadığında yalnızca kafasını sallayabilmişti. Esmer, son bir öpücük de şakağına kondurup onu afallatarak odasının çıkışına ilerlerken Gökmen öpücük aldığı şakağını parmak uçlarıyla sıvazlayıp kıvrılan dudaklarını diliyle yoklayarak önündeki zorlu engelle yüzleşmek adına yüzünü ağaca dönmüştü. Ağaçla bu kadar haşır neşir olmak onu geriyordu ancak alışsa iyi ederdi. Zira daha çok inip çıkacaktı bu ağaçtan. Ağaçtan başarıyla inip, sessiz ve temkinli adımlarla kendini önce bahçenin dışına sonra caddenin karşısına attığında salak gibiydi. Çok şükür yine aksiyona doymuştu. Odasının kapısının tıklatılmasıyla karşı evi dikizlemeyi bırakıp omzunun üzerinden arkasına baktı. Kapısı açılıp, Atakan'ın yüzü aralık kapının küçük boşluğundan göründü. "Dayı, dedem kahvaltıya çağırıyor. Uyansın artık tembel herif." dedi, dedesinin ses tonunu taklit ederek. "Geliyorum, in sen." dedi Gökmen, dudaklarından sökemediği gülümsemeyle. Atakan, dayısının onu ilk defa terslememiş olması gerçeğiyle birkaç saniye afalladı. Genelde sabahları ekstra sinirli olan dayısı ne zaman bu şekilde kapısını çalsa kafasına doğru bir şeyler fırlatıp, "Ben sana odamın kapısının önünden bile geçmeyeceksin demedim mi lan zırtopoz!" diyerek gürlerdi. O gözlerini kırpıştırıp öylece durmaya devam edince, dolabına yönelen Gökmen ona bir bakış atıp üzerindeki tişörtü ense kısmından tutup öne doğru çekerek çıkartırken, "Ne bekliyorsun şam şeytanı, insene aşağı." dedi sakin bir sesle. "Kafama bir şey fırlatmayacak mısın?" diye sordu Atakan, tereddütlü bir sesle. Gökmen'in gözleri bu sene on yaşına basacak olan şeytan dölüne döndü. Dudakları yayvan bir sırıtışla kıvrılırken, "Dayak bağımlılık yaptı sende herhalde?" dedi. Ardından elindeki kirli tişörtü buruşturup ona doğru fırlattı. "Bas git lan babası kılıklı, geliyoruz dedik." Atakan geriye doğru bir adım kaçarak, "İniyoruz be!" diye söylenince Gökmen sessiz bir gülüş bıraktı. Bazen, nadir de olsa seviyordu bu çocuğu. Birkaç dakika içinde hazırlanıp, banyodaki işlerini de hallettikten merdivenlere yöneldi. Yolda karşılaştığı ev ahalisini neşeyle selamladı. Koridorda yakaladığı Naz'ı kucaklayıp mıncırdı. Sakallarını yanağına sürttükçe kıkırdayan küçük kız neşeli başlayan gününü daha da güzelleştirirken, kucağında onunla merdivenleri seke seke indi. Elinde peynir tabağıyla salona yönelen annesini boştaki koluyla sarıp eşarbının üzerinden öpünce kadın neye uğradığını şaşırdı. Oğlunun sabah modu genellikle terörizm olduğundandı bu şaşkınlık. O anasının şaşkınlığını umursamadan boynuna sıkı sıkı sarılmış yeğeninin saçlarına öpücük kondura kondura salona girdi. Salona kurulmuş kahvaltı masasına, "Sabah şerifleriniz hayırlı olsun canım ailem!" diye giriş yapınca masada oturan ev ahalisi dolu ağızlarıyla ona tuhaf bir bakış attı. "Canım ailem mi dedi o?" dedi Gökberk, yanındaki ablasına doğru. "Öyle dedi valla." dedi Gökçe, aynı şaşkın ifade ile oğlunun tabağına bir parça yumurta koyarken. Ağzı tıka basa dolu olan Göktuğ, "Hayırdır abim, yatağın sağ tarafını bulabildin mi sonunda?" dedi alayla. Gökmen, Naz'ı ablasının kucağına bırakırken abisine gözlerini devirdi. "Ulan iyi olsak suç, kötü olsak suç he." diye homurdandı. Gazetesini okuyan babası ona ters bir bakış atıp, "Laf yetiştirmeyi bırak da kahvaltını et. Abinle dükkâna gideceksin." dedi. Gökmen'in bakışları babasına döndü. Yüzündeki tüm neşe anında sönerken, donuklaşan suratı ve düşen omuzlarıyla çatalını eline aldı. Doğru ya, bundan sonra her boşluğunu abisinin dükkânında amelelik yaparak geçirecekti. Off o ayrıntıyı ne güzel unutmuştu. "Baba, dersim var ama benim bugün." dedi içine kaçmış sesiyle. Tibet Bey, oğlunun somurtuk yüzüne bir bakış attı. "İyi, bitince dükkana geçersin o zaman." Gökmen uysalca başını salladı. Babasının gözüne bir kere batmıştı ve bir süre nefes aldırmayacağını biliyordu. Zira babası Tibet, sert mizaçlı bir adamdı. Ağzından çıkan söz kanun niteliğindeydi. Bir kere çıktı mı dönüşü yoktu. Gençliği ve genç yetişkinliği kabadayıların, serserilerin ve it kopuğun arasında geçtiğinden belki de evlatları aynı yolun yolcusu olmasın diye çoğu zaman gereğinden fazla otoriter olmuştu. Gökmen de diğer tüm kardeşleri gibi büyürken babasının nefesini bir Azrail gibi hep ensesinde hissetmişti. Attığı her adımda, kullandığı her sözcükte Tibet Pakdemir'in oğlu olmanın ağırlığını taşımıştı. 14-15 yaşlarındaki bir çocuk okuldan kaçtığında ailesinden alabileceği en sert tepki belki esaslı bir dayak olabilirdi. Belki ev hapsi ya da harçlığının kesilmesi... Gökmen, o hataya yalnızca bir kez lise 1'e giderken düşmüştü. Arkadaşlarının gazına gelip, internet kafeye gitmek için okuldan kaçmıştı. Yalnızca bir ders saati sonunda hala nasıl yaptığını anlamadığı bir şekilde babası onu bulmuştu. Arkasında bağladığı elleriyle tepesinde dikilmiş, Gökmen utanç ve korkuyla karşısında ezilip bükülürken onu kibirli bakışlarla izlemiş, ardından, "Madem okumaya niyetin yok, o zaman elin iş tutsun." demişti. Gökmen, ağzını açıp itiraz bile edememişti. Ertesi gün babası onu sabahın beşinde yataktan kaldırıp şantiyeye götürdüğünde ve şantiye şefine, "Eti senin kemiği benim." dediğinde başına gelecekleri anlamış ama itiraz etmek için geç kalmıştı. Bir hafta boyunca her gün sabahın beşinde kalkıp şantiyeye gitmiş; gün boyu sırtında kilolarca ağırlıkta olan çuvalları, tuğlaları taşımıştı. Kürekle geçirdiği saatler sonucunda parmakları açılıp kapanamayacak duruma gelene kadar kasılmıştı. İşkencesi bununla da sınırlı kalmamıştı. Babası şantiyede amelelik yapmanın yeterli olmadığını düşünmüş olacak ki; orada mesaisi biter bitmez kolundan tuttuğu gibi konfeksiyona götürülmüştü. Eve döndüğünde yemek yiyemeyecek kadar uykulu, uyuyamayacak kadar yorgundu. Bir haftalık işkencesinin sonunda ağlaya ağlaya, bir daha yapmayacağına dair yeminler ederek okula geri dönüş biletini almıştı. Babasının sertçe boğazını temizlemesiyle daldığı anısından yüzünü ekşiterek sıyrıldı. Gözleri masanın başında duran sarışın, yaşına rağmen heybetini koruyan adamı bulduğunda sandalyesinde yavaşça dikeldi. "Gece kaçta geldin?" dedi Tibet Bey, çay bardağını karısına doğru uzatırken. Gökmen, soruyla anında gerildi. Masanın ortasındaki zeytin tabağına uzanırken, "Bir gibi geldim baba." diye sıktı. Sabaha karşı geldiğini söylese bir sürü tatava dinleyecekti ve o hakaretleri işitmeye gram isteği yoktu. Hala içinde bir yerlerde dolanan neşeyi muhafaza etmek istiyordu. "Yalan söylüyor dede. Ben gördüm saat üçtü geldiğinde." diyen Atakan'ın sesiyle Gökmen'in ateş saçan mavileri çatalına taktığı sosisi kemiren Atakan'ı buldu. "Sallama lan şam şeytanı. Ayrıca o saatte sen horul horul uyuyordun." diyerek anında savunmaya geçti. Yalancı it. Gökmen eve girdiğinde sabahın beşiydi bir kere. "Yooo uyanmıştım ki ben. Gördüm seni." Gökçe oğluna sert bir bakış atıp, "Atakan büyüklerin sohbetine karışma, kahvaltını et." Dedi uyarıcı bir sesle. Tibet Bey'in sert gözleri oğlunu buldu. Onu baştan ayağı süzdü. Gökmen, rahatsızca yerinde kıpırdanıp, "Giriş çıkışıma dikkat ediyorum artık, biliyorsun." dedi kaşlarını çatarak. "Öyle olsa iyi olur. Serserilik yapacak yaşı geçtin artık Gökmen." diyen adamla Gökmen içinden göz devirdi. Babasının gençliğini bilmese inanacaktı. Adam, kırk yaşına kadar sokaklarda cirit atmıştı. Anasının sabahlara kadar pencere kenarında yol gözleyişini dün gibi hatırlıyordu. Aynı özgürlüğü, bekar ve kimsenin yolunu gözlemediği Gökmen'e tanımıyor oluşu onu ne kadar öfkelendirirse öfkelendirsin sesini çıkarmadı. Bir kez daha uysalca kafasını salladı. Tüm neşesi kaçmış bir şekilde kahvaltısını ederken Göktuğ'un bakışlarını üzerinde hissetti. Kafasını kaldırıp masanın karşısındaki abisine bir bakış attı. Moralinin bozulduğunu hisseden Göktuğ, ona hallederiz der gibi göz kırpınca yarım ağız tebessüm etti. Abisi iyi ki vardı. O olmasa, şimdiye çoktan babasının ağırlığı altında ezilir giderdi. Çoğu zaman arkasını toplayan, açıklarını kapayan hep o olmuştu. Önünde siperdi. Çocukluklarında kendisinin yerine az tokat yememişti babasından. Kahvaltı faslını kısa kesip, "Ben çıkıyorum, derse yetişmem lazım." diyerek ayaklandı. Yanı başında oturan yeğeninin yanağına sulu bir öpücük kondurup, "Hadi hayırlı günler herkese." Diyerek kapıya yöneldi. Göktuğ, ağzına son bir lokma atıp, "Bekle, beni de dükkana at." diyerek ayaklanınca, "Arabana ne oldu yine?" diye sordu. Sandalyenin başına asılı ceketini alan Göktuğ'un sert bakışları yüzünü tabağına sokmaya çalışan Gökberk'i buldu. "Tamponu düşmüş. Dün akşam servise bıraktım." dedi imalı bir sesle. "Kaza mı yaptın?" dedi Gökmen kaşlarını havaya kaldırarak. Göktuğ, ağzının içinde homurdanıp, "He abim he." deyince Gökmen'in bakışları abisinin sert bakışlarını takip edip Gökberk'i buldu. Bıkmış bir nefes verdi. Anlaşılan kardeşi yine arabayı kaçırmış, yine kaza yapmıştı. O da abisine eşlik edip eğilip bükülen ve üzerindeki bakışlardan kaçınmaya çalışan kardeşine ters bir bakış attı. Akşama şu bebeyi bir tokatlasa iyi olacaktı. Abisi ayda bir kere onun yüzünden arabasız kalıyordu resmen. İç geçirip, "İyi hadi, çıkalım geç kalmayayım." Dedi. Abi kardeş salondan çıkınca bakıştı. "Birine mi çarpmış?" diye mırıldandı Gökmen, portmantodan ayakkabılarını alırken. Göktuğ, kafasını sallayıp, "Yok, dönemeci dönerken kaldırıma girmiş mal." diye homurdanınca Gökmen şükür çekti. En azından başkasının malına canına zarar gelmemişti. "Neyse sen onu boş ver de, neredeydin sabaha kadar onu söyle." Dedi Göktuğ, çatılı kaşlarıyla kerata ile ayakkabılarını giyerken. Gökmen, salonun kapısına kısa, temkinli bir bakış attı. "Bir arkadaştaydım." diye mırıldandı. Sesindeki suçluluk kendi kulaklarına ağır geldi. Sertçe yutkunurken, abisine kaçamak bir bakış attı. Resmen düşmanla yatıp kalkıyordu ve ne kadar içten içe bu düşmanlığın saçmalık olduğunu kabullense de sızlayan vicdanına söz geçiremiyordu. Abisi duysa, bir erkekle birlikte olmasından ziyade o erkeğin Arslan oluşuna tepki göstereceğini biliyordu. Bu düşünce onu rahatsız edince iç geçirip, konuyu saptırma isteğiyle "Harbi dersim bitince dükkana mı gelmem lazım şimdi benim?" dedi acıklı bir sesle. Göktuğ, kardeşinin ekşiyen yüzüne sırıtıp, ensesine yumuşak bir tokat geçirdikten sonra kapıyı açtı. "Yok abim, arada uğrarsın sadece. Babam gelirse idare ederim durumu, ağlama hemen." dedi alayla. Gökmen bu sözler üzerine sırıttı. "Aslansın Göktuğ reis." dedi iki eliyle önünden ilerleyen adamın omuzlarını tutup sarsarken. Abisini çok sevdiğini daha önce söylemiş miydik? Abisi onun tepkisine çarpık bir sırıtışla karşılık verirken, "Eyvallah." dedi alayla. Kapıyı arkalarından çekip gülüşerek bahçeyi aştıkları vakit, "Günaydın kuş familyasının nadide sarışınları, neşeniz bol olsun." diyen alaylı sesle, Göktuğ'un suratındaki gülümseme önce donmuş sonra yüzünü ekşiterek caddenin karşısında sırtını arabasına yaslamış, bir parmağında çevirdiği araba anahtarıyla sırıtarak onlara bakan esmeri bulmuştu. "Yine çıkmış meydana amına koduğum." diye homurdandı. Haftalardır kapıyı açar açmaz onun suratını görmediklerinden sonunda her sabah Gökmen'i beklemeyi bıraktığını düşünmüş, şükür çekmişti lakin anlaşılan şükür çekmek için erken davranmıştı. Piç oğlu piç yine karşılama merasimlerine başlamıştı. Gökmen ise onu görür görmez yüzüne yerleşen gülümsemeye ve gözlerinin keyifle parlamasına engel olamamıştı. Dün onun tarafından tarumar edilen dudakları sızlayınca alt dudağını dişleriyle çekiştirdi. Abisi, "Şuna bulaşıp yüz verme, sabah sabah keyfimizi sikmesin." diye homurdanarak arabaya doğru ilerlerken, Gökmen Arslan'la göz göze gelmişti. Mavileri elalara değdiği anda esmer delikanlının dudaklarındaki samimiyetsiz sırıtış yerini gerçek bir gülümsemeye bırakmış, elaları ışıldamıştı. Gökmen göğsünde deli gibi çırpınan organı sakinleştirmek ve yüzündeki sevgi kırıntılarını silebilmek için kafasını hızla yere eğip sertçe yutkundu. Minik adımlarla acele etmeden arabasına doğru ilerlerken, "Obaa bir günaydın yok mu be Gökkuş? Ayıp ediyorsun bak." diyen oyuncu sesle bir kez daha kafasını kaldırıp ona baktı. Onun yüzündeki keyifli ifade Gökmen'in aksine içinde bulundukları bu durumdan keyif aldığını açık ettiğinden gözlerini devirdi. Arabanın anahtarını çıkarıp, kilit düğmesine basarak kapılarını açarken, "Ayan gün sana girsin kara kedi, bak işine." dedi sert çıkarmak için uğraştığı sesiyle. Arslan onun sözlerini kafasını yere eğerek kıkırdayınca içi gitti. Dün gece o aynı böyle kıkırdarken dudaklarına yapıştığı an gelince karıncalanan dudaklarını bir kez daha ısırdı. Kafayı yiyecekti ya! Resmen zulümdü bu! Sürekli böyle uzaktan görecek, canı çekecek ama anca ıssızda öpebilecekti. Homurdanarak arabaya binen abisine kısa bir bakış atıp, diliyle alt dudağının içini yokladıktan sonra bakışlarını tekrar ona çevirdi. Gözleri buluştuğunda esmerin dudakları kapalı bir gülümsemeyle kıvrıldı. Ona nasıl baktığını bilmiyordu lakin bakışı esmerin hoşuna gitmiş olacak ki elalarındaki bakış koyulaştı. "O da güzelmiş be Gökkuş." dedi kaşlarını imayla havaya kaldırarak. Gökmen'in karnı kasıldı. Elindeki anahtarı sıkıştırarak bir elini sürücü kapısının tutacağına atarken, gözlerini esmerin gözlerinden çekmeden, "Okulda görüşeceğiz seninle." dedi koyulaşan sert sesiyle. Görüşmeleri şarttı. Görüşmezlerse kafayı yerdi. Kesin görüşmelilerdi. Arslan ellerini kotunun cebine yerleştirip, "Görüşelim sarı, ben dünden hazırım." diyerek göz kırpınca Gökmen yalandan homurdanarak kapıyı açtı. Sürücü koltuğuna kurulup kemerini takarken hareketleri aceleciydi. Gözleri onun gibi seri hareketlerle arabasının sürücü kapısına yönelen esmere son kez kayınca sabırsızca iç çekti. Bir an önce okula varsa iyi olacaktı. Zira öpüşmesi gereken bir mevzu vardı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD