Dikdörtgen mutfak masasının üzerine serilmiş çirkin bir turuncu olan muşambaya aylar önce bizzat kendisi tarafından, sarhoş kafayla küllüğü tutturamayınca açılmış kenarları yanık deliği parmağıyla genişleten sarışın delikanlı, bulunduğu ortamdan tamamen soyutlanmıştı. Sanki hayatının amacı o deliğin içindeymiş gibi düşünceli gözlerle delikle uğraşıp duruyor, yanı başında oturan sessiz sessiz birbiriyle bakışan arkadaşlarını her saniye biraz daha endişelendiriyordu.
Uygar'ın tatlı bir kahve olan gözleri asık suratlı sarışından yavaşça Derman'a kaydı. Çenesiyle Gökmen'i işaret edip, "Derdi ne yine bunun?" dedi. Tamamen kendi dünyasına göçmüş Gökmen'in onu duymayacağından o kadar emindi ki sorusunu yüksek sesle sormakta bir sakınca görmemişti. Zira dakikalar önce onunla konuştuğunu sanıp bir dizi olay anlatmış çok sonradan Gökmen'in onu tınlamadığını fark edip susmuştu.
Derman hoşnutsuzca dudaklarını büküp, omuzlarını silkti.
"Bilmiyorum valla abi. Kaçtır soruyorum anlatmıyor pezevenk, geçiştirip duruyor."
Çayından bir yudum alıp, masada ev ahalisiyle ortak kullandıkları sigara paketine uzanan Ufuk, "Yüzü gözü de yine dağılmış, belalısıyla mı kapıştı dersiniz?" diye düşünceli bir sesle sorunca Uygar'ın kaşları çatıldı.
"Sikeceğim sonunda o herifi de ha! Bir değil iki değil, bu ne lan?"
Derman, Uygar'ın yükselişine alayla güldü. "Gökmen'in içinden geçen adam seni ters yatırıp düz siker kardeşim, boşuna artistlenme."
Uygar, ağzının içinde bir küfür mırıldanarak Derman'ın kafasının üzerine bir şamar yerleştirse de haklılığı sebebiyle sustu. Ara sıra kampüste denk geldikleri esmer delikanlıya kafa tutacak olursa yol üstünden kemiklerini toplaya toplaya kampüsü terk edeceğini bittabi kendisi de biliyordu. Bir kez Gökmen'le kavgalarına şahit olmuştu ve adamın utanmasa yumruklarıyla duvar deleceğini görmüştü. Gökmen'in o yumrukların altından nasıl sağ çıktığı kendisi için hala merak konusuydu. Öyle ki, o günden beri ota boka yükselen arkadaşına alttan almaya çalışıyordu. Esmerle başa baş kapışabilen Gökmen'e diklenmenin akıl karı olmadığına kanaat getirmişti.
Ufuk, karşılıklı küfürleşerek çocuk gibi birbirini şamarlamaya başlamış iki ev arkadaşına iç geçirerek bakıp, bakışlarını tepesinde süren hararetli dalaşın bile farkında olmayan sarışına çevirdi. Bazen ortamdaki tek aklı başındaki insan olmak çok yorucu olabiliyordu.
"Gökmen..." diye sesini yükselterek sarışının dikkatini çekmeye çalıştı. Olmayınca masanın karşısından uzanıp onu omzundan dürttü. Sonunda sarışının kan çanağına dönmüş bitap mavileri ağır ağır kırpışarak onu bulup, boğuşan ikili de durulunca yorgun bir nefes verdi.
"Ne oluyor lan sana?" dedi kaşlarını çatarak. Durumun düşündüğünden vahim olduğunda mavi harelerde dolanıp duran çaresizlikten anlamıştı.
Gökmen, parmağıyla genişletip durduğu delikten elini uzaklaştırıp, sürekli maruz kaldığı sorudan bir süre daha kaçınmak için önüne konulduğundan beri bir yudum almadığı soğumuş çayına uzandı. Buz gibi çaydan bir yudum alıp yüzünü ekşiterek masaya bıraktıktan sonra üzerindeki bakışların eksilmeyen ağırlığıyla boğazını rahatsızca temizleyip, "Yok bir şey." diye mırıldandı. "Öyle kafam dolu yalnızca."
Üç arkadaşı da ona inanmadıklarını ifade eden sert bakışlarla yüzünü süzmeye devam edince yerinde huzursuzca kıpırdandı. Kafası, bilmem kaç saat önce ayrıldığı okey masasındaydı hala. Parmaklarının kavradığı uyluğun sıcaklığı hala avuçlarında misafirdi.
Esmerin bakışları, sözleri ve ifadeleri ise zihnindeki doluluğun sebebi... Ne yapacağını bilememekti derdi. Öyle bir durumun içindeydi ki, neresinden tutsa elinde kalacağını hissediyordu. Bir labirentin içinde aynı noktada dönüp duruyordu sanki. Karşısına çıkan sapaklar hep aynıydı. Lakin Gökmen bilinmezin verdiği korkuyla hep bir önce saptığı yola sapıyor, böylece aynı yerde dönüp duruyordu.
"Yemezler biladerim, dökeceksin o kafandakileri artık." Dedi Uygar kaşlarını çatarak. "Kaç haftadır bir haller var sende. Soruyoruz, geçiştirip duruyorsun ama bu sefer yemezler. Modumuzu sikip durduğun yeter. Anlat, sıkıntı neyse bakalım hal çaresine."
Gökmen'in sert bakışları onu bulsa da, yükselemeyecek kadar yorgundu. "Yok bir şey dediysek yoktur bir şey, darlamayın." dedi soğumuş çaydan bir yudum daha alarak.
Uygar, bezgin bir ifadeyle omuzlarını çökertip arkasına yaslanıp, sarışının sıkkın ifadesini düşünceli gözlerle süzdü. Gökmen'in sessizliğiyle ilk tanışıklığı olduğu için ne yapacağını, ona nasıl yaklaşacağını bilmiyordu. Sarışın, normalde derdi neyse sorulmaya gerek duymadan pata küte dökerdi önlerine. Ağzı gevşekti. En azından Uygar'a karşı öyleydi. Cinsel yönelimini bile daha tanıştıkları üçüncü hafta, ders arasında sigara içerken öylesine bir şeymiş gibi gevşekçe söylemişti. Hoş, onun kadar gevşek olan Uygar'ın tepkisi de, "He iyiymiş kanka, üstte misin altta mısın?" olmuştu. Gökmen içine çektiği dumanı yan ağızla üfleyip üstte olduğunu söyleyince de, "Taşağına kurban be!" diyerek çocuğun ensesini tokatlamıştı. Böylesine gamsız bir adamın, şimdi dünyanın bütün dertlerini sırtında taşıyormuş da of demeye mecali yokmuş gibi kendi içine göçüşünü yadırgıyor, lal olan diline bir anlam yükleyemiyordu.
Çenesiyle yüzündeki yaraları işaret edip, "Şu kan davalın mı sorun?" dedi pes etmeyi reddederek.
Sorusu Gökmen'in dalgın bakışlarının bir anda cam gibi parlamasına neden olunca kaşları havalandı. Anlaşılan hedefi on ikiden vurmuştu.
Gökmen huzursuzca yerinde kıpırdanıp, burnunu kırıştırarak gözlerini Uygar'dan kaçırırken, "Ne alaka amına koyayım?" diyerek hezimetle sonuçlanacağı kesin olan bir yalan girişiminde bulundu. "Onunla her zamanki halimiz, haftada bir kere dalaşmasak rahat etmiyoruz biliyorsunuz. Zaten niye onunla ilgili olsun ki? Dertleneceğim kadar önemli bir insan değil o şekilsiz herif. O kim ki onun için modumu düşüreyim lan? Saçma sapan konuşma." diye devam ederek bir de üzerine tüy dikince üç ev arkadaşı birbirine hafif aydınlanmış bakışlar attılar.
"Yani diyorsun ki, derdinin bu herifle yakından uzaktan hiç alakası yok?" dedi Uygar, kollarını göğsünde bağlayıp, dudaklarında alaylı bir sırıtışla arkasına yaslandı.
"Yok tabii, niye olsun?" diyen Gökmen'in savunmacı tonu Derman'ı güldürdü. Masanın üzerinde sabahtan beri her fırsatta tırtıkladığı ortasından yırtılarak masaya serilmiş cips paketinden aldığı üçgen parçayı Gökmen'in kafasına doğru fırlatırken, "Üç yıldan sonra yalanların bize sökmüyor Göko, sen git babana sık bu palavraları." dedi sırıtarak.
Gökmen'in köpürmek için aralanan dudakları arkadaşlarının yüzlerinde seçtiği bilmiş ifadelerle gerisin geriye kapandı. Kulak kepçeleri yavaşça kızıla çalarken, bir elini ensesine götürüp sıkıntılı bir nefesle ovuşturdu. Yüzündeki bozulmuş ifade üçlüyü güldürürken Gökmen suçüstü yakalanmış bir çocuğun pasif agresif tavrıyla ayaklandı. "Palavralarım götüne girsin Derman. Oğlum götüm ağrıdı amına koyduğum sandalyesinde, ne diye mutfakta oturuyoruz lan biz? Salonun boku mu çıktı?" diyerek başarısız bir konu değiştirme çabasına girişse de, Uygar'ın kolunu yakalayıp onu sertçe kalktığı yere geri oturtmasıyla bu girişimi de elinde patladı.
"Ya sen o eteğindeki taşları dökersin ya da ben gider o piçin dişlerini dökerim Gökmen, sıktı artık." dedi kolay kolay bürünmediği sert bir ses ve ifadeyle.
Lakin kurduğu tehditkar cümle kimse tarafından ciddiye alınmadı. Hatta Gökmen onun cümlesine müsait bir yeri gülmek istiyormuş gibi alayla kaşlarını kaldırınca ağzının içinde homurdandı.
"Adam toplayıp döveceğim amına koduklarım, teke tek girecek kadar canımıza susamadık herhalde."
Sözleriyle masadaki hafif gerginlik dağılıp üçlü höykürerek gülünce Uygar gözlerini devirip, "Nasıl komik nasıl komik! " diyerek bozulmuş bir sesle söylendi.
Bir süre mutfak masası kıvırcık delikanlının daha önce yediği dayakları da içeren bir gırgırın esiri olsa da bir yerden sonra Uygar'ın müdahalesiyle ana konuya geri dönüldü.
Gökmen konunun tekrar ona ve gizli derdine dönmesiyle tekrar huysuzlandı.
"Abi valla salın beni ya, anlatsam da sizin çare olabileceğiniz bir durum yok ortada. Kendi içimde yaşayıp çözüme kavuşturmam gereken bir durum var. Az kaldı zaten, tünelin sonundaki ışıktayım."
Söyleyemiyordu. Kelimeler dilinin ucuna yanaşıyor, ancak dudaklarından çıkmıyordu. Oysa biliyordu ki, bu üç adam, çevresinde onu anlayabilecek, yargılamadan dinleyecek tek insanlardı. Ne bir erkeğe yanmasına ne de o erkeğin baş düşmanı olmasına takılmazlardı. En fazla yıllardır tükürdüklerini afiyetle yalayışıyla az biraz dalga geçerlerdi. Yine de söyleyemiyordu işte. Tuhaf, anlamsız ve gereksiz bir gurur mevzusuydu bu. Zira senelerdir onlara Arslan'ı gömüp duruyor, ondan ne kadar nefret ettiğini her fırsatta anlatıp duruyordu. Şu an bile yüzünde onun yumruklarının izini taşırken, ona abayı yaktığını itiraf edecek gücü bulamıyordu kendinde. Zaten anlatsa eline ne geçecekti ki? Koca bir hiç! Zira ne arkadaşları ona dur ya da git diyebilirdi ne de o, ona söyleneni yapardı. O yüzden derdi kendisine kalsındı.
Sonunda arkadaşları onu konuşturamayacaklarına ikna olmuş gibi homurdanarak pes edince yarım bir zafer gülümsemesi takındı. Sıkıntısını bu kadar önemseyen insanlara sahip olduğu için bir kez daha kendisini değerli hissetti. Böyle çekilmez bir adam olmasına karşın seveninin bu kadar çok oluşuna ara ara, özeleştiri yaptığı nadir anlarda, şaşırıp kalıyordu.
"Neyse hadi geç oldu ben ufaktan kaçayım." diyerek ansızın ayaklanarak homurdanmaya devam eden arkadaşlarını afallattı.
"Lan oğlum daha yeni geldin sayılır. Tabakhaneye bok mu yetiştireceksin ne bu acele?" dedi Derman.
"Bırak bırak, aklınca kaçıyor pezevenk. Kaçsın bakalım nereye kadar kaçacak?" diye homurdandı Uygar, dudaklarının arasına yerleştirdiği dalı yakarken kaşlarını çatarak. Bozulmuştu. Gökmen'in bu zamana kadar ondan sakladığı tek bir şey olmamıştı. Sarışın delikanlı sıçtığı boku bile gelip ilk ona anlatırdı. Şimdi bu kadar hayatını etkileyen ve sürekli bulunduğu alandan soyutlanmasına sebep veren sıkıntısını ona anlatmıyor oluşu canını sıkmıştı.
Gökmen'in sıkıntılı mavileri ona döndü. Kalın kaşları birbirine yaklaşmış, kahve gözleri sert bakan kıvırcık delikanlıya bakarken gözlerini devirdi. Avuç içiyle ensesine bir şamar geçirip, "Triplenme lan Allahın kıvrık merinosu! " diyerek sırıttı.
Uygar, yediği şamarı iade etmek için atağa geçince geriye doğru hızla birkaç adım kaçıp sırıtışını genişletti.
"Hadi kaçtım ben." diyerek mutfakla iç içe olan salonu aşıp dış kapıya yöneldi. Arkadaşlarının içeriden gelen küfürle harmanlanmış veda cümleleriyle gülerek ayakkabılarına ayağına geçirip orayı terk etti. Dört katlı, yalnızca öğrencilerin ikamet ettiği eski binadan çıkıp, kendisini dışarı attığında yüzünü yalayıp geçen akşam meltemiyle gözkapakları mavilerinin üzerini örttü. İçine derin, göğsünü şişiren bir nefes çekti. Dağınık zihnini yatıştırmayı umarak birkaç saniye öylece durdu. Lakin zihnini yatıştırmak için birkaç nefesten fazlasına ihtiyacı vardı.