AVCISINA KOŞAN AV

3136 Words
Elleri ceplerinde, önünde bilmem kaç dakika önce denk geldiği büyükçe bir çakıl taşını ayağının ucuyla tekmeleyerek kendisine eşlik etmeye zorlarken sokaklarda avare avare dolanan sarışın delikanlının belirli bir istikameti yoktu. Düşünceler içinde boğuluyor, o derin sulardan bu derin sulara dalıp dalıp çıkıyordu işte. Kaşları kafasının içindeki yoğunluğu olduğu gibi dışarı yansıtacak kadar çatılı, mavileri sanki bütün sorunlarının çözümü o çakıl taşının içindeymiş gibi her seferinde daha sert tekmelediği taşa dikili, tehdit eder gibi kısılıydı. Saatler sonra ya da belki de dakikalar; kendini Kaya'nın evinin önünde bulduğunda buraya ne amaçla geldiğini bilmiyormuş gibi boş boş dik sokakta gözlerini gezdirse de, biraz sonra kapının önüne park edilmiş arabasını görünce hatırladı. Doğru ya, iki gün önceki o malum kavganın olduğu gece arabasını yol ortasında bırakmış; yetim kalan arabasını Kaya götürmüştü, onu alacaktı. Belki sonra Uygarlara giderdi. Günlerden pazardı ve yarın sabahın köründe dersi vardı, babasının bir gözü eskisinden daha büyük bir dikkatle üzerindeydi lakin biraz dağıtmaya ihtiyacı olduğunu hissediyordu. Alkole de son yaşananlardan beri tövbeliydi ancak şu an son zamanlarda hiç olmadığı kadar beyninin bulanmasına ihtiyacı vardı. Sürekli kendini ve düşüncelerini zapt etmeye çalışmaktan iflahı kurumuştu. Belki beyni uyuşursa her şey daha kolay olurdu. Belki ona yakılan yeşil ışığı görmezden gelmeyi başarabilir, soluğu Arslan'ın yanında almak isteyen hücrelerini zapt edebilirdi. Sınırdaydı. Sınırın en sınırında hem de... Arslan'dan bir karşılık aldığının bilincinde olmak onu mutlu etmiyordu. İçten içe bütün o konuşmaların ve davranışların bir oyun olmasını bile istiyordu. Böylece bir karar vermesine gerek kalmazdı. Böylece ona koşmak isteyen bacaklarına dur diyebilirdi. Böylece içinde bir yerlerde inzivaya çekilen gururu kendini gösterme zahmetine girebilirdi. Dalgın mavilerini arabasının üzerinde bir süre dolaştırdıktan sonra içli bir nefes verip düşüncelerinden sıyrıldı. Kafasını tekrar apartmana çevirdi. Kapısı bir taşla açık bırakılmış demir kapıyı omzuyla ittirip içeri girdikten sonra, ellerini üzerindeki haki yeşili kapüşonlu hırkanın ceplerine yerleştirip basamakları ağır ağır çıktı. Çocukluğundan beri girip çıktığı evin kapısına ulaştığında yorgun bir nefes verdi. Şimdi on saat papara yiyecekti Kaya'dan biliyordu. Keşke ilk yumruğu Arslan'ın atmasını sağlamak için onu kışkırtsaydı. O zaman elinde sığınabileceği bir bahanesi olurdu en azından. Olmuşla ölmüşe çare yok diyerek zile bastı. Biraz sonra kapı, suratı sirke satan Kaya tarafından açılmıştı. Esmer delikanlının kaşları havalanırken, kahverengi gözleri suçlu bir çocuk gibi yerinde kıpırdanıp duran Gökmen'in bereli yüzünde dolandı. "Anahtarını vereyim." dedi mesafeli bir sesle. Gökmen onun tripli sesiyle omuzlarını çökertip, "Yapma oğlum ya, sinirlenince gözümün döndüğünü en iyi sen biliyorsun. " dedi sitemli bir şekilde. "Dönmeyecekti o gözün sarı. Bir söz verdiysen tutacaktın. Ulan kaç haftadır götümüzü yırtıyoruz iyi olun diye. Tüm çabamızı iki dakikada sikip attınız resmen." Gökmen'in dudakları itiraz etmek için aralanacağı vakit Kaya izin vermedi. "Bekle burada, anahtarını vereyim de siktir ol git. Belki yolda Arslan'ı görürsün de arabayı üzerine falan sürersin, iyi olur." diyerek içeri yönelince Gökmen gözlerini devirerek ayakkabılarından topuklarına basarak kurtulup hızla onun arkasından içeri girdi. Kapıyı arkasından savurarak kapadıktan sonra iki odalı küçük evin salonuna yöneldi. Kendini yıpranmış koltuğun üzerine bırakırken esmer delikanlının ona kadar gelen yüksek sesli homurtularıyla sırıttı. Biraz sonra yatak odasından çıkan adam, onu koltuğuna yayılmış halde görünce kaşlarını çattı. "Siktir git lan evimden dönek herif." diyerek araba anahtarını Gökmen'e doğru fırlattı. Gökmen yüzüne doğru uçan anahtarı havada yakalayıp, bir kez daha gözlerini devirdi. "Boş yapma amına koyayım, sikeceğim tribini. O gece düzelttik biz arayı o kara sıçanla, boşuna ağlıyorsun." Kaya'nın tek kaşı ona inanmıyormuş gibi havaya kalkınca bezgin bir nefes verdi. "Vallahi diyorum lan. Nezaret çıkışında abileri eve postalayıp, karşılıklı sigara bile içtik. Türkü falan söyledik, iyiyiz yani. Dün de abisinin dükkanındaydı hatta. Orada da bir sohbet bir muhabbet ettik, valla görsen aklın şaşardı. " dedi. Son iki günün anıları aklına doluşunca içi titredi. Yanağına yaslanan yanağın sıcaklığı, saçlarındaki okşayışın yumuşaklığı ve ensesini okşayan parmakların soğukluğunu sanki hala hissediyormuş gibi tüm o dokunuşları alan bölgeleri karıncalanınca bir eli ensesine gidip, o dokunuşu en yoğun hissettiği ense kökünü rahatsızca sıvazladı. Kaya bir süre onu irdeleyici gözlerle izledi. Sarışının cümlenin sonuna doğru dağılan umursamaz ifadesini yakalayınca doğruyu söylediğine kanaat getirdi. Sonunda pes etmiş bir şekilde omuzlarını düşürüp, ifadesini trip modundan çıkardı. "Bir daha sözünden dönersen ibreti alem olsun diye meydan dayağı atmazsam cümle alem siksin beni." diyerek ağır adımlarla Gökmen'in tepesine dikildi. Sarışın delikanlı onun gönülsüz affına alt dudağını diliyle yoklayıp sırıtarak karşılık verdi. Ardından havayı yumuşatmayı umarak, "Hobi olarak dövüşüyoruz biz oğlum, karışmayın ilişkimize." dedi. Kaya yüzünü ekşitip, "Sizin ilişkinize sıçayım." Diye homurdanıp, bedenini Gökmen'in yanına bıraktı. Televizyonun kumandasını alıp açarken, "Bir yarım saate 101'e gideceğiz bizimkilerle. Madem arayı düzelttiniz ağlamadan gelirsin artık. " diye devam etti. Gökmen huzursuzca ensesini kaşırken, "Uygar'a söz vermiştim. Arabayı alıp oraya geçecektim aslında." diye mırıldandı. Yalandı. Uygar'ın daha geleceğinden haberi bile yoktu. Lakin tüm yaşananlardan sonra esmerle yüz yüze gelmeye hazır hissetmiyordu kendini. Elaları ile bir kez denk gelirse parmak uçlarının değdiği sınır çizgisini tek bir adımla aşacakmış gibi hissediyordu. Kaya, "Bahaneni sevsinler. "diye homurdanınca, "Valla lan, inanmıyorsan mesajları göstereyim. Daha 10 dakika önce mesaj attı." diye devam etti yüzü kızarmadan yalan söylemeye devam ederek. "Ben anlamam aga, önce gel beni aranızın iyi olduğuna ikna et, sonra nereye gidiyorsan git." Gökmen huzursuzca saçlarını karıştırıp ofladı. Gitmeyi istemiyordu. Hiç istemiyordu. Direnememekten korkuyordu. Çok korkuyordu... Lakin bir yanı dayanılmaz bir istekle Arslan'ın görmek istiyor, ona bahaneler üretiyordu. Gitmezse ayıp olurdu şimdi. Hem gitmezse kesin Kaya'dan birkaç hafta bunun tribini yerdi. Hem Arslan da kaçtığı gibi salak salak fikirlere kapılabilirdi. Çok şükür kimseden korkusu yoktu. Hem yarım saat kalacaktı çok da değil. Uygar'a ondan sonra da gidebilirdi... "Tamam." dedi gergin bir sesle. "Geleyim ama fazla kalamam." Kaya zafer ifadesiyle kafasını sallamakla yetinince sarışın delikanlı hissettiği gerginlikle arkasına yaslanıp, elindeki araba anahtarını siyah kotunun cebine sıkıştırdıktan sonra aniden ter basan avuç içlerini kotunun kumaşına sürttü. Bu gerginlikten kurtulmanın yolunu Kaya'ya sataşmakta buldu. "O gün Vehbi komisere sen haber verdin dimi lan?" Kaya'nın anında şeytani bir sırıtışla bükülen dudaklarıyla, "Şerefsiz." Diye homurdanıp, onu omzundan sertçe ittirip, küfretti. Esmer delikanlı höykürerek gülerken, Gökmen iç geçirip homurdanmaya devam etti. İçten içe kızgın değildi. Birinin onları durdurmuş olmasından memnundu. ** Oturduğu sandalye kaba etine diken diken batarken, bir eli çenesinde, yüzünde sıkkın bir ifadeyle önündeki okey taşlarını bir sağa bir sola iteliyor, okeyin 3. Ve 4.oyuncularının masaya teşrif etmesini bekliyordu. Karşısında oturan Kaya, onun kadar sıkılmış değildi. Gökmen'i zorla buraya getirişinin keyfiyle çayını yudumluyor, etrafta tanıdık olan birkaç yüze hal hatır soruyordu. "Oğlum nerede kaldılar ya? Yarım saat oturup gidecektim sözde." diye homurdanan Gökmen'in sesiyle Kaya'nın bakışları onu buldu. "Gelirler şimdi." Dedi Kaya, çayından bir yudum daha alıp, gerginliği kırk kilometre öteden belli olan sarışına haince sırıttı. Gökmen çatılan kaşlarıyla ağzının içinde homurdanıp, sıkılmaya kaldığı yerden devam etti. Arslan'la birazdan yüz yüze gelecek olmanın gerginliğinin yanına bir de bekleme süresi eklenince iyice gerilmişti. Bir an önce gerçekleşip son bulmasını istiyordu. Birkaç dakika sonra istediği gerçekleşti. İçinde bulundukları kafenin cam kapısının ardında kafası arkasındaki Mahmut ve Ercüment'e dönük, yüzündeki sırıtmayla bir şeyler anlatan esmer delikanlıyı gördüğü an kalbinin ritmi bozuldu. İstemsizce sandalyesinde dikleşirken, yüzüne sakin bir ifade yerleştirmek için sertçe yutkunup derin bir nefes alarak arkasına yaslandı. Hislerindeki değişimi fark ettiğinden beri onu görmek Gökmen'e tatlı bir işkence verir olmuştu. Kanı kaynıyor, damarlarını fokurdatıyor, karnı heyecanla kasılıyor, kulakları uğulduyor ve bütün vücudu karıncalanıyordu. Bunlar bağımlılık yapacak kadar canlı hissettiren tepkilerdi lakin aynı anda göğsünü korkuya da buluyordu. Şimdi ise yalnızca korku vardı. Tüm bu tepkiler tatlı bir işkence değildi artık. Baştan aşağı ıstırap içindeydi. Asla sahip olmaması gereken bir şeyi istiyor oluşunun ıstırabı... Elini uzatsa tutabileceğini, kavuşabileceğini bilmenin ıstırabı... Bir çıkmazdan diğerine savrulmak mıydı onun sınavı? Kendiyle savaşmak, kendine direnmek miydi? İçine derin bir nefes çekip görmeyen gözlerini okey taşlarının üzerine indirdi. Bakma, görme, hissetme... diye hatırlattı kendine. Olmazdı. Yolu yoktu. Bunu biliyordu. Ailesine ihanet etmek değildi ki tek sorun. Nasıl olacaktı? Yıllarca düşman dediği adamı nasıl saracaktı kolları? Nasıl utanmadan sevgiyle bakacaktı ona? Nasıl gocunmadan koynuna alacaktı? Hadi hepsini yaptı diyelim. Dört duvarın dışına taşırmadan nasıl yaşanacaktı ki bu ilişki? Üniversitedeki arkadaşlarına söylemeye bile dili varmazdı. Tek özgür hissettiği yer onların yanıydı. Oraydı. Şimdi orada bile mi saklanacaktı? Yaşayabilir miydi ki böyle? "Ooo gençler nerede kaldınız ya?" diyerek neşeyle ayaklanan Kaya'yı, düşüncelerinden güçlükle sıyrılarak otomatik bir şekilde takip edip ayaklandı. "Mahmut'u alırken Semra teyze lafa tuttu baya ya." dedi Ercüment, önce Kaya ile ardından Gökmen ile tokalaştı. Sarışına sataşacak birkaç laf etti lakin kulakları uğuldayan Gökmen'in bütün dikkati o an Kaya ile tokalaşan Arslan'ın üzerinde olduğu için ona cevap veremedi. Sonra Ercüment önünden çekildi, yerini Mahmut aldı. Ona sorulan hal hatıra ağzının kenarıyla cevap verdi. Ve işte, geriye selamlaşmadığı bir Arslan kalmıştı. Mahmut önünden çekildiğinde gözleri Arslan'la buluştu. Anında içine sert bir nefes çekti. Parlayan ela hareler ağır ağır yüzünde turladı. Esmer delikanlı ona doğru bir adım attı. Gökmen kaçmak isteyen bütün hücrelerini zapt edip, kendini yerinde sabit durmaya zorladı. Şimdi yüz yüzelerdi. Önüne uzatılan ele kaydı gözleri. Soğuk ama sıcak, sert ama yumuşak, güzel olduğu kadar korkutucu elin içine tutuk bir hamleyle elini koydu. Arslan'ın eli elinin çevresine kapandı, onu hafifçe kendine çekti. Omzu onun omzuna yaslanırken, bir yanağını aynı önceki gün gibi yanağına yasladı. "Naber Gökkuş?" diye fısıldadı. Sesindeki bir şey Gökmen'in tüylerini ayaklandırdı. Teması tenini, kokusu ciğerlerini yaktı. Elinin yüzeyini hafifçe okşayan başparmakla olduğu yerde titrerken, kalbi zıvanadan çıkmıştı. Bir an için nefes bile alamadı ancak kendini çabuk toparladı. "İyi, senden?" diye istemsizce onun boğuk ses tonunu taklit ederek fısıldadı. Arslan'ın dili kıvrılan alt dudağını hafifçe yoklarken, "Seni gördük daha iyi olduk." Diye fısıldadı aynı ses tonuyla. Gökmen, bu ani gerileme daha fazla dayanamadı. Kısa devre yapmasına birkaç saniye kala önce elini sonra bedenini Arslan'ın çekim alanından uzaklaştırdı. Piç kurusu onunla flört ediyordu resmen! Hem de çok güzel ediyordu... Arslan'a bir daha bakmadan biraz önce kalktığı sandalyeye oturdu. Herkes tek tek sandalyelerine yerleşirken Gökmen hafifçe titreyen ellerini kimse görmesin diye masanın altına çekti. "Eşli mi oynuyoruz?" diye sordu Mahmut, ortadaki taşları iki eliyle karıştırmaya başladığında. "Eşli olsun. Kim kim?" Dedi Ercüment ona eşlik ederken. "Gökmen bir yarım saate kalkacak. Benle Arslan olsun siz de ikiniz olun işte." dedi Kaya. "Hayırdır sarı, yolculuk nereye?" dedi Ercüment, yanında oturan dalgın delikanlıyı dürterek. Gökmen neredeyse irkilerek kendine geldi. Kafasını sağında oturan kumral delikanlıya çevirip, bir süre aval aval suratına baktıktan sonra, "Üniversiteden arkadaşlara söz vermiştim, bu akşam takılırız diye." dedi donuk bir sesle. "Ben yancı olayım birinize şimdilik, kalkarım zaten birazdan." "Arslan'a ol." dedi anında Kaya eğlendiğini gösteren şerefsiz bir sırıtışı dudaklarında ağırlarken. Gökmen'in bakışları anında onu buldu. Nefret ile öfke arasında bir yerdeki bakışlarıyla onu uyarsa da arkadaşı takmadı. "Ne? Barıştık dememiş miydin? Otur yanında işte." Arslan, sarışının yüzündeki ifadeyle sırıttı. "Gel yamacıma Gökkuş, adam yemiyoruz ya, korkma." Dedi alaylı bir sesle. Gökmen'in bakışları bu sefer onu buldu. Tam karşısındaki esmere bakarken öfkeli ifadesini koruyamadı. "Senden korkan senin gibi olsun kara kedi." dedi sesine karışmış çekingen hırsla. Şartlar ne olursa olsun esmer ona meydan okuduğunda karşılık vermeden duramıyordu. Sandalyesinden kalkıp, masanın diğer tarafına geçerken içinden Kaya'ya küfür, yukarıdakine bir parça irade için dua ediyordu. Yan masadan boş bir sandalye kapıp, Arslan'ın sandalyesinin yanına çekti. Sandalyeye oturup, esmere yandan kaçamak bir bakış attı. Yüzündeki bıyık altı gülümsemenin sebebi neydi bilmiyordu ama onu sinir ediyordu. Dizini yavaşça onun dizine çarptı. "Yavşak yavşak sırıtmayı kes, sıçarım ağzına." dedi kısık, bir tek onun duyabileceği bir sesle. Arslan'ın sırıtışı genişledi. Gözleri taş dağıtımı yapan Kaya'nın ellerini takip ederken, "Onun için önce senin beni görünce dağılmayı bırakman gerekiyor Gökkuş. Kalbinin hızını ta buradan duyuyorum." diye mırıldandı. Gökmen'in telaşla büyüyen gözleri masanın çevresini konuşlanmış arkadaşlarını buldu. İkisi garsona sipariş ediyor, diğeri odaklı bir ifadeyle taşları yedişer yedişer grupladığından emin oluyordu. Farkında olmadan dikeldiği sandalyesinde rahat bir nefes vererek kaykılırken, "Az salla, yok öyle bir şey. " Diye mırıldandı. Yine kendini bile kandıramadı. Arslan'ın gözleri bacağına yaslanan, hafif hafif pantolonuna sürten dize kaydı önce. Sarışın farkında mıydı bilmiyordu lakin ona temas etmek için uğraşıyordu. İçli bir nefes verip, "Öyle mi? Kendi kalbimle karıştırdım demek ki." dedi bu sefer, biraz önceki flörtöz tonuyla. "İçeri girip de seni gördüğümden beri acayip hızlı atıyor da." Sözleri Gökmen'i hazırlıksız yakaladı. Karnında uçuşan kelebek sürüsü hızla kalbine tırmanırken, bu sefer kalp atışlarının dışarıdan duyulduğuna emindi. Elleri seğirdi. Sertçe yutkundu. Esmer delikanlı çok acımasızdı. Dili keskin bir kılıç gibi her seferinde Gökmen'i o an en hassas, en sakınılmaya muhtaç yerinden biçiyordu. Bu beklemediği atağa nasıl cevap vereceğini bilemedi. Gözleri kirpiklerinin altından Arslan'ın suratını buldu. Dudaklarında gördüğü küçük kıvrım içini okşadı. Onunla uğraşırken tatlı tatlı gülüşüne ilk defa kızamadı. Tek istediği o kıvrılan köşelere birer öpücük kondurmaktı ve bu istek onu şok etti. Ulan bu zamana kadar hayatından gelip geçen, aşkından ölüp bittiğini iddia ettiği insanlar için bile bir kere böyle düşüncelere kapılmamıştı. Yasağın çekiciliği falan mıydı bu? Ona bu kadar hızlı kapılmasının başka bir açıklaması olamazdı. "Dalganı sikeyim, salak salak konuşuyorsun yine." dedi sertçe yutkunmadan hemen önce. Arslan onun titrek sesiyle yaptığı itiraza sessiz bir gülüşle karşılık verdi. Ağzını yüzünü yiyecekti salağın. İki gündür öyle dağılmış bir haldeydi ki; adam akıllı ne itiraz edebiliyor, ne de eskisi gibi utandığı zaman öfke kusabiliyordu ve Arslan onun bu dağılmış halini çok sevmişti. Onu daha çok dağıtacaktı bundan sonra. Yumuşak karnına acımadan dişlerini geçirecek, onu darmadağın edecek, sonra dağıttığı parçaları şefkatle yine kendi toplayacaktı. Dili alt dudağında keyifle gezindi. Ela gözleri daha önce hiç hissetmediği bir açlıkla parladı. Sabrı tükeniyordu. Dün ona sabırla bekleyeceğini söylemişti ancak geçen her saniyede o sabır büyük bir hızla tükeniyordu. Sarışını kollarında istiyordu. Hemen. Bir an önce. "Hala gözünü açmamaya kararlısın anlaşılan." dedi kafasını yavaşça ona çevirirken. "İstemiyorsan söylemen yeterli sarı. Dedim sana, pişmanlığın olmaya niyetim yok." Gökmen sertçe yutkundu. Masaya tekrar temkinli bir bakış attı. Yavaş yavaş sessizleşmeye başlamış ortamla gerginlikle çenesini sıkıp, "Sonra... şimdi sırası değil bu muhabbetin." diye fısıldadı. "Ne konuşuyorsunuz lan siz fısır fısır?" diye soran Ercüment'in sesiyle Gökmen neredeyse yerinde sıçrayacaktı. Bu konuşmalardan bir bok çıkaramayacaklarını elbette biliyordu ancak yine de tedirgin olmuştu işte. "Sana ne lan yaprak, taşını diz sen." diyerek o gerginlikle yükselip, Ercüment'in sandalyesini hafifçe tekmeledi. "Oğlum senin bu gerginliğinin ceremesini son günlerde hep ben çekiyorum he! Arslan'a yükselemiyorsun diye gerilimini atamıyor oluşun benim suçum mu göt? Git başkasına yüksel." "Senin suçun tabii lan. Sen değil miydin, ateşkes yapalım diye ağlayan?" "Ulan yine bizim götümüzde patladı muhabbet iyi mi?" diye homurdandı Ercüment önüne konulan taşları ıstakasına dizerken. "Fikir babası Kaya'ydı amına koyayım, ben yardakçıydım sadece." "Fena mı oldu be sarı?" dedi Kaya gururlu bir sırıtışla. "Bak ne güzel anlaşıyorsunuz." "Ne demezsin amına koyayım, can ciğer kuzu sarması olduk." Diye homurdandı Gökmen, yüzündeki yaralara dikkat çekmek için işaret parmağıyla elmacık kemiğinin üzerindeki morluğu işaret ederken. "O da sevgimizin nişanı olsun be Gökkuş." dedi Arslan dudaklarında yan bir sırıtışla. "Biz de böyle seviyoruz birbirimizi ne yapalım." "Ula kimdi o ya? Bazı adamlar incitmeden sevemezdi bilmem ne diyen bir tane şair vardı?" dedi Mahmut, biraz önce önüne bırakılan çayını höpürdeterek içerken. "Atilla İlhan." dedi Ercüment, kendinden emin, özgüvenli bir sesle. "Siktir oradan. "dedi Gökmen alayla gülerken. "Allah'ın kara cahili. Bir de nasıl kendinden emin sıkıyor." "Sensin lan kara cahil. Atilla İlhan'ın oğlum o söz, daha geçen gün benim manite gönderdim." Gökmen gözlerini devirdi. "Cemal Süreya'nın o söz kardeşim, kıza da rezil olmuşsun, yazık sana." dedi keyifle sırıtırken. "Sen ne anlarsın edebiyattan allahın çakma Picasso'su seni. Sen git cin ali falan çiz." "Oğlum okey masasında oturup edebiyat mı tartışacaksınız? Kiminse kimin allah allah!" diye isyan eden Kaya'nın sesiyle Gökmen bir kez daha gözlerini devirdi. Sonra niye üniversite arkadaşlarıyla daha çok takıldığı sorgulanıyordu. "Manit demişken..." diyerek boğazını temizleyen Mahmut'un ciddi sesiyle herkes gibi Gökmen'in de bakışları ona döndü. Lakin herkesin aksine dikkati onda değil, küçük küçük dizine vuran bacaktaydı. Gözleri istemsizce esmere dönerken, biraz önceki boş muhabbet sırasında kaybettiği heyecanın olduğu gibi geri dönüşüyle yutkundu. Parmakları dizini döven kalın uyluğu sıkıştırma dürtüsüyle kasıldı. Siyah kotun tamamen sardığı uyluk çok sıkılası gözükmüştü bir an gözüne. Gözleri yavaşça kaymaması gereken yerlere kaymaya başladığında Mahmut dudaklarını araladı. "Seher yazdı bana geçen kardeşim." Dedi Mahmur çekingen bir sesle. Ve Gökmen aslan görmüş ceylan gibi kafasını hızla konuşan adama çevirdi. Yine nereden çıkmıştı lan bu kızın muhabbeti durup dururken? Ansızın yükselen öfkesiyle dişleri birbirine geçerken yüzü Arslan'ın yüzünü buldu. Esmer delikanlının mimiklerinde bir değişim aradı. Özlem ya da meraka benzeyen bir şeyler... Ancak esmerin yüzündeki tek değişim havalanan kaşlarıydı. "Hayırdır?" dedi Arslan. İlgisiz sesi, Gökmen'in fokurdamaya meyleden öfkesine bir kova su döktü. Mahmut'un ifadesi ise onun ilgisiz tavrıyla sıkıntıya evrildi. Uçlara doğru kıvrılan koyu renk kısa saçlarından elini geçirip, "Mesajlarına cevap vermiyormuşsun. Sen bir sebebini sor falan dedi de üstümde kalmasın. Aklıma gelmişken sorayım dedim. " dedi. Arslan'ın tepkisinden korkarak, zira hiç olmaması gereken bir ortamda soruyu sorduğunu biraz geç fark etmişti. Oysa Arslan'ın mahremine çok önem verdiğini, ilişkileri konusunda çok ketum olduğunu en iyi o biliyordu. Ama manita muhabbeti dönünce bir sazan gibi tam sırası diye düşünmüştü, " Bir yazsan mı acaba kıza? İstemiyorsan da ümidi olmasın..." diye mırıldanarak konuşmasını bitirdi. Gökmen, Mahmut'un kurduğu her cümleden sonra dilinin ucunda acı bir tat, karnında birbirine dolanan ve düğümlenen yılanlar ve yılanların kanına zehir çalışını an be an hissetti. Bakışları sertleşti. Biraz önce esmerin uyluğunu kavramak için kıvranan parmaklarını ikinci kez düşünmeden Arslan'ın uyluğuna sardı. Parmaklarının arasındaki eti acımadan tüm gücüyle sıkıştırırken, belirginleşen çene kemikleriyle sanki kızın mesaj atmasının suçlusu Mahmut'muş gibi ona öfkeyle baktı. Arslan'ın gözleri Mahmut'tan yavaşça uyluğunu sıkıştıran ele, ardından sarışının yüzüne kaydı. Kıvrılmaya çalışan dudaklarını diliyle yoklayarak engellerken, bir elini Gökmen'in elinin üzerine indirdi. Baş parmağıyla sarışının elinin üzerine ağır ağır, sakinleştirmeye çalışır gibi okşadığında sarışın hızla kafasını önüne eğdi. Gözleri elinin üzerini okşayan elde takılı kaldığında, gırtlağına kadar dayanan öfkesini gerisin geriye göndermeye çalıştı. O kız maziydi. Öyle canı isteyince dönüp alamazdı. Yoktu öyle bir dünya! Arslan'ın göğsündeki maviler, Gökmen'in mavileriydi, onun değil! Arslan ise masanın altında gerçekleşen ve tüm sınırları bir anda incelten dokunuşlara tezat bir sakinlikte kimsenin dikkatini çekmemek adına düşünceli bir sesle hımlayıp, diğer eliyle ıstakasına dizdiği taşlarla boş boş uğraştı. "Bana gelmesini beklediğim başka biri var kardeşim." dedi umursamaz bir sesle. "Şimdi ben yazarsam muhabbeti uzatır, sen iletirsin." Sözler, Gökmen'in gerilmiş omuzları bir anda rahatladı. Öyle ki az daha, "Oh be!" diye bağıracaktı. Hissettiği rahatlama sonucunda gevşeyen ve geri çekmeye hazırlandığı eli bileğinden yakalanıp, olduğu yerde kalmaya zorlayınca koyulaşmış mavileri Arslan'ın yüzünü buldu. Ne yaptığını yeni fark ediyormuş gibi vücudundaki kanın akış yönü değişip kulak kepçelerinde toplanırken Arslan'ın gözleri de ona döndü. Aldığı bakış, orada kalması yönünde bir uyarıydı. Ve Gökmen aksini yapabilecek kadar cesur hissetmiyordu kendini. Sanki elini çekerse, Arslan biraz önce söylediği sözleri geri alır gibi göğsü anlamsız bir telaşın esiriydi zira. "Hadi be? Kim lan?" diye heyecanla atılan Ercüment'in sesiyle Arslan kafasını yavaşça tekrar masaya çevirdi. "Orasını karıştırma Ercü. Neyse hadi, biz oyunumuza bakalım." dedi gülümseyerek. "Kimdeydi sıra?" Tavrını kimse yadırgamadı. Seher'i bile aylar sonra el ele okula geldikleri gün öğrenmişlerdi zira. O yüzden yeni ilişkisini de uzunca bir süre sır gibi saklayacağını biliyorlardı. Oysa gelmesini beklediği kişi tam yanında, göğsünde çıldırmış kalbiyle cebelleşiyor, elinin altındaki uyluğu kendine bile çaktırmamaya çalışarak parmak uçlarıyla okşuyor ve o saniyelerde ona koşuyordu. Arslan'a kalansa arkasına yaslanıp, gelmesini beklemekti. Varması yakındı. Bir an sonra dibinde bitecek, sıcak ve hızlı nefeslerini dudaklarının üzerine bırakacaktı. Karanlık çöktüğünde ve etrafta ikisinden başka kimse kalmadığında haftalardır kovaladığı avı dişlerinin arasında olacaktı. Tadını şimdiden dilinin ucunda hissediyordu bile.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD