Beş, altı yaşlarındayken yine duygularını yönetmeyi başaramadığı ve bir anaokulu günü arkadaşlarından birinin kafasında oyuncak parçaladığı anın ardından; öğretmeni eline bir parça pastel boya ve müsvedde bir kağıt tutuşturup, "Bundan sonra kendini kötü hissettiğinde, o duygudan kurtulana kadar önündeki kağıdı karalamanı istiyorum. " demişti.
Başta, öğretmenine kaş çatarak bakıp, neyden bahsettiğini anlayamasa da bir sonraki sinir harbinde yine aynı öğretmenin eline tutuşturduğu kağıt ve boyalarla ona söylenileni yapmış; öfkesi bitene, hıncı geçene kadar kağıdı hırsla karalamıştı. Bir süre sonra küçücük bedenine fazla gelen, göğsünü sıkan o kötücül duygular attığı her boya darbesiyle bedenini terk etmiş, sert yüz ifadesi yumuşamış, elindeki pastel boya kağıda daha yumuşak hareketlerle sürtünmeye başlamıştı.
Artık öfkeli hissetmediğini fark ettiğine kafasını tereddütle kaldırıp, bir köşede meraklı bir ifadeyle onu izleyen anaokulu öğretmeniyle göz göze geldiğinde kadının yüzüne yerleşen gururlu ifadeyle yanakları kızarmış, mavi gözleri mutlulukla parlamıştı. İlk defa öfkelendiğinde birine zarar vermeden sakinleşebilmişti. Arkadaşları artık ondan nefret etmeyecek, onu dışlamayacak, onu da oyunlarına alacaktı. O da artık iyi bir çocuk olabilecekti.
Tabii, hiçbir şey umduğu gibi olmamıştı. Ne arkadaşları onunla oynamaya başlamıştı ne de Gökmen iyi bir çocuk olmayı başarabilmişti. Çocuklar acımasız, Gökmen onlardan daha acımasızdı. Ama önemli olan o değildi.
Öğretmeni bilinçli bir düşünceyle mi onu boyalara yönlendirmişti bugün bile emin değildi. Belki kadının tek derdi; sürekli ona sorun çıkartan ve başını ağrıtan o hiddetli çocuğu oyalamaktı. Lakin bilinçli ya da bilinçsiz; o gün hem Gökmen'e duygularını yönlendirmeyi öğretmiş, hem de yeni bir dünyanın kapılarını aralamıştı.
O günden beri dünyasının merkezi boyalarıydı. Parmaklarına bulaşan kırmızı bedeninde gezinen kontrolsüz öfkeyi çekip alıyor, sarılar ruhunu huzura buluyor, maviler göğsünü gökyüzünün özgürlüğüne boyuyor, turuncular içini ısıtıyor ve Gökmen daha iyi bir adam oluyordu.
Şimdi göğsündeki karmaşayla bir kez daha sığınmıştı o boyalara. Bu sefer ne kontrol edemediği bir öfke vardı göğsünde, ne de huzura ihtiyacı vardı. Buradaydı çünkü yüzündeki sırıtışı bir türlü silemiyordu. Ne yaparsa yapsın, ne göğsünü sarmış heyecana ne de o heyecanın garip bir şekilde yüzünde bir sırıtış peyda eden etkilerine engel olamıyordu. Bu sefer kontrol edemediği şey, Arslan'a karşı hissettiği duygulardı. Tüm o hisleri sisteminden söküp atmak isterken onunla geçirdiği her andan sonra duyguları ayarsız bir hızla katlanıyordu ve Gökmen bununla baş edemiyordu.
Sıkı sıkıya tuttuğu fırçayla önündeki tuvali renklendirmeye devam ederken bir kez daha dünyanın geri kalanından soyutlanmış haldeydi. Evren; yalnızca o, önündeki tuval, elindeki fırça ve zihnindeki karmaşık manzaradan ibaretti. Tam da bu sebepten, ne içinde bulunduğu atölyenin uzun zaman önce boşaldığının farkındaydı ne de açlıktan gurul gurul guruldayarak imdat çığlıkları atan midesinin...
Kan şekeri düşmeye başlayıp, fırçayı tutan parmakları titremeye, gözünün önü hafif hafif kararmaya başlayınca tuvaline son bir fırça darbesi bırakıp geriye çekildi. Kulağındaki kulaklıkları omuzlarına düşürüp, bir adım daha geriye çekilerek çıkardığı işe bir bakış attı. Birbirine girmiş, adeta birbirleriyle savaşan renklerden ibaret soyut bir resimdi. Her bakan farklı bir şey görebilirdi. Gökmen baktığında ise gördüğü tek şey o renklerin tam ortasına gizlenmiş, diğer renkler tarafından baskılanmaya çalışan ela gözlerdi.
Resmine bakarken iç geçirdi. Son zamanlarda, yaptığı bütün serbest çalışmalarda esmerin bir parçasını görmekten yorulmuştu. Tuvallerini oturup da bir araya getirmeye kalksa ortaya Arslan'ın suratı çıkacaktı resmen ve bu gerçek ilk fark ettiğinde olduğu kadar canını sıkıyordu. Neyse, en azından fark ettiği gerçekle yüzündeki sırıtış sonunda ömrünü doldurmuş, Arslan'ın ona en azından bir yıldır farkında olmadan tutuk olduğu gerçeğinin göğsünde yarattığı pembe duyguların hükmü son bulmuştu.
Ağzının içinde homurdanarak tuvali kuruması için şövaleden alıp kenara istiflenmiş sınıf arkadaşlarının çalışmalarının arasına koyduktan sonra güçlükle sebep olduğu dağınıklığı toparlayıp, açlıktan titreyen ellerini atölyenin içindeki lavaboda ovalayarak çıkardı. Tulumunun cebinden telefonunu çıkarıp, kulaklığını büyük cebe tıktıktan sonra, telefonunu saatler önce rahatsız edilmemek için aldığı uçak modundan çıkardı. Zavallı telefonu bir anda onlarca bildirimin istilasına uğrayınca göz devirdi. Her seferinde bu sahneyle karşılaştığı için alışmıştı. Mesajlaşma uygulamasına girip arkadaşlarından gelen onlarca bildirimle yüzleşmeden önce proje çantasını omzuna asıp atölyeden çıkmak için hareketlendi.
"Bildirimlerimin ırzına geçtiler yine göt oğlanları." diye homurdanarak uygulamanın simgesine tıkladığında, en üstteki grup mesajlarının bir altında kalan isimle kalbi tekledi. Arslan'dan gelmiş 8 mesajı vardı. Ve sonuncusu ekranında gözüktüğü kadarıyla baya giderliydi.
Arslan:
Gökkuş, öğle yemeğini birlikte yiyelim. Bir şey konuşacağım seninle.
Arslan:
Sarı?
Arslan:
Engelledin mi lan, niye tek tik oluyor bu mesajlar?
Arslan:
Yoo profil resmin yerinde duruyor.
Arslan:
Oğlum üç saat oldu lan endişelendirme beni.
Arslan:
Neredesin amına koduğumun kuşu, bir ses ver.
Arslan:
Gökkuş, aradım telefonun da kapalı. Bak harbi meraklanıyorum.
Arslan:
Mesajları görünce ara beni, belanı sikeceğim.
Son mesaj yaklaşık olarak yarım saat önce atılmıştı. Esmerin mesajları kaşlarının çatılmasına, kanının köpürmesine sebep olsa da, göğsünde görmezden geldiği ufak bir telaş da vardı. Tereddütlü, hatta tutuk bir hamleyle rehberine girip esmerin numarasına tıklarken kendini sakin olmaya zorladı. Merak etmiş olabilirdi. Sonuçta saatlerdir telefonuna ulaşılamıyordu. Kim olsa merak ederdi.
Onunla daha önce hiç araşmadıkları için atölyeye girince telefonunu kapadığını bilmiyor oluşu normaldi.
Dudağının içini kemirerek esmerin telefonu açmasını beklerken atölyeden çıkıp merdivenleri ağır ağır inmeye başladı. Telefon, "Senin belanı sikerim." diye açıldığında, "Hop, ağır ol aslanım, ona senin çapın yetmez." diye karşılık verirken, yüzü onun sesini duymanın getirdiği karmaşayla sarılıydı. Kaşları çatılı ama mavileri ışıl ışıl, dudakları kıvrılmaya yüz tutmuş, nefesleri dengesiz...
Esmerin alaylı gülüşü hemen ardından gelecek zehirli ve yüksek ihtimal sinirlerini hoplatacak kelimelerin gelişinin habercisi olduğu için onun konuşmasına fırsat tanımadan, "Atölyedeydim. Telefonu uçak moduna almıştım. Resme kendimi kaptırınca iletişim kanallarını kapatıyorum, biliyorsun." diyerek kendini açıkladı. Kendi sesindeki mahcup tonla yüzünü ekşitirken, binanın cam kapısını ittirip dışarı çıktı. Dudakları minik bir özür için kıpırdansa da izin vermedi. O kadar da değildi. Bu zamana kadar ne ondan özür dilemişti ne de teşekkür etmişti. Bundan sonra da yapmayacaktı.
Hattın diğer ucundan yükselen homurtuları dinlerken bahar meltemiyle uçuşan, dipleri terden ıslanmış saçlarını huzursuzca karıştırdı. Esmer derin bir nefes verip, "Senin iletişim kanallarının içinden geçeyim Gökmen. Ulan aklım çıktı aklım! " dediğinde göz devirdi.
"Abartma, aklının çıkası varmış. Okuldayız amına koyayım, ne olabilir en fazla ya?"
"Mevzu sensen her sikim olabilir. Götünde kurt var senin, durduğun yerde bela çekiyorsun. Elin dursa gözün, gözün dursa dilin rahat durmaz amına koyayım, bilmiyor muyum ben seni." diye homurdandığında istemsizce sırıttı.
"Benim belam sendin lan it. Boşluktayım zaten yarama tuz basma. " dedi kotunun cebini tek eliyle yoklayıp, sigara paketini bulmaya çalışırken. "Ulan resmen yirmi yıllık düşman koltuğum boş kaldı ya!"
Sözleri esmerin hoşuna gitmiş olacak ki sessiz bir gülüş bıraktı. Onun gülüşü de Gökmen'in hoşuna gitmiş, dudaklarındaki sırıtış genişlemiş gözlerine varmıştı.
"Ayıp ediyorsun yavrum. Özlediğinde söylersin iki üç şamarlarım ben seni."
O sırada paketten dudaklarıyla bir dal çıkarmaya çalışan sarışın yavrum kelimesiyle bir saniye için dondu kaldı. Kasılan karnının aksine yüzünü ekşitip, kaşlarını çattı. Herifin hızı bin beş yüzdü ve Gökmen asla onu yakalayamıyordu. Telefonu kulağıyla omzu arasına sıkıştırıp dalın ucunu tutuştururken, dalı sıkıştıran dudakları yüzünden boğuk çıkan sesiyle, "Siktir oradan." diye homurdandı. Etmek istediği daha çok küfür vardı ama kendini tuttu. Uzun süre boyalarıyla vakit geçirdikten sonra bünyesinde gereğinden fazla ılım birikmiş olmalıydı.
Arslan onun homurtusuna yine sessiz bir gülüşle karşılık verince ağırlaşan göğsüyle bakışlarını ayaklarına indirip, dudaklarının arasındaki dalı parmaklarıyla döndürdü. İçten olan bu gülüş, ilk duyduğu andan beri içini gıdıklıyordu. Bu zamana kadar onun alaylı, öfkeli, hırslı, intikamcı onlarca farklı gülüşüyle karşılaşmış, hepsine alışmıştı. Ancak içten gülüşleri, en az sevgiyle parlayan irisleri kadar Gökmen'e yabancıydı. O yüzden Arslan ne zaman böyle gülse bocalıyordu.
Onun aniden sessizleşmesiyle esmer delikanlı da bir süre hattın diğer ucundaki sessizliğe eşlik etti. Ardından içli bir nefes alıp verip, "Şimdi neredesin?" diye sordu.
Ses tonu Gökmen'e onu görmek istediğini söylüyordu. O yüzden sarışın delikanlı hızlanan kalp atışlarıyla sertçe yutkundu. Bilinçsizce adımladığı yolun sonuna kısa bir bakış atarken, "Kafeteryaya gidiyorum. Kahvaltıyla duruyorum. Tansiyonum, kan şekerim neyim varsa düştü. Bir şeyler yiyecektim. " derken sesindeki beklentiye engel olamadı.
"A kapısına doğru gelsene. Dışarıda yiyelim." diyen esmer, planına hiç sormadan dahil olduğunda, sarışın delikanlı bir anda, "Olur." diyen dudaklarına engel olamamış, böylece en az Arslan kadar onu görmek istediğinin farkına varmıştı.
"Güvenliğin orada bekliyorum o zaman."
"Tamam, geliyorum." diyerek telefonu kapadığında hissettiği heyecanla şirazesi kayan kalbi yüzünden birkaç saniye için yolun ortasında öylece kalakaldı. Sarı tutamlarından parmaklarını geçirip, rüzgara içirdiği sigarayı dudaklarına yaslayıp derin bir nefes yudumladıktan sonra "Hay sıçayım ya." diye kendi kendine söylenip, içemediği dalı yere atıp hışımla ayağıyla ezdi.
Onu her göreceğinde kalbi göğüs kafesini hırpalıyor, vücudunda ılık ama yakıcı bir sıvı dolanıyor ve karnı kelebeklerin istilasına uğruyordu ve Gökmen hala böyle hissediyor olmaktan nefret ediyordu. Bu histen ölene kadar da nefret edecekti. Zira o his, esmere duyduğu duyguların çapını sorgulatıyordu. Gökmen, ona duyduğu şeye daha büyük isimler vermek istemiyordu. Birlikte bir geleceği olmadığı, olamayacağı bir adama etkilenmeden öte bir şey hissetme iznini kendisine veremezdi. Ne bile bile ateşe yürüyecek kadar salaktı, ne de o ateşte yanmaya gönüllü... Sadece yaşayacaktı işte; sorgulamadan, daha fazla kurcalamadan yaşayacaktı. Sisteminden silinip gidene, aralarındaki sürtüşmelerle, çatışmalarla içindeki o boktan duygu her neyse zayıflayıp, göğsünden dökülene kadar yaşayacaktı.
Yolun ortasında dikilip kendiyle kavga ettiği birinci dakikanın sonunda guruldayan midesinin de katkılarıyla yola devam etti. Aç ayı oynamıyordu. Hele karışık duygularıyla hiç uğraşamıyordu. Ellerini ceplerine sokup, kafasını yere eğerek yürüdü. Arkadaşlarının attığı mesajlardan onların da peşinde olduğunu biliyordu. Şimdi birine denk gelirse hayatta yakasını kurtaramazdı. Daha hiçbirine Arslan'dan bahsetmemişti. Bahsetmeyi de düşünmüyordu. O kadar rezilliği bünyesi kaldıramazdı.
Okulun çıkış kapısına kimseye rast gelmeden ulaşmayı başardığında kafasını kaldırıp onu aradı. Düşmanın yerini tespit etmeye alışık irisleri onu kolayca buldu. Sırtını okul güvenliğinin kulübesine yaslamıştı. Parmakları elindeki telefonun ekranında hızla gezerken kaşları çatılı, ifadesi bıkkındı. Dudaklarından homurtuya benzer birkaç şey çıkarken, bir eliyle sakallarını kaşıyıp bir kez daha parmaklarını klavye üzerinde gezdirdi.
Gökmen orada öylece durdu. Aralarında birkaç metre vardı. Orada öylece durdu ve o gün bir kez daha onu merakla izledi. Neydi? Farklı hissettiren şey neydi? Neden bir anda göğsü onu görünce sıkışmaya başlamıştı? Neden şimdi bile düşünebildiği tek şey o sinirle yaladığı, ara ara homurdanarak büktüğü dudaklarını ağzının içine almaktı? Neden onu gördüğünde tıpkı boyalarına sığındığında olduğu gibi dünyanın geri kalanı yok olup gidiyordu? Neden onu bu kadar çok hayatında istiyordu? Ailesine rağmen... Kendine rağmen... Neden? Onca yıl sonra neden şimdi?
Esmer izlendiğini fark etmiş gibi kafasını kaldırıp çevresine önemsiz bir bakış attığında gözleri buluştu. Gökmen titreyen gözbebekleriyle onun parlayan elalarında sıra sıra turlarken adem elması boğazını turladı. Kafasını tutuk bir hamleyle önüne eğip, ellerinden birini sarı saçlarına atıp karıştırdı. Ardından omuzlarını yenilgiyle düşürüp bir kez daha aralarındaki mesafeyi aştı. Adımları Arslan'ın önünde son bulduğunda kafasını kaldırıp kirpiklerinin altından onun keskin elalarıyla buluştuğunda nabzı yine hızlanmış, karnında doğan kelebekler bütün bedenine akın etmişti.
"Nereye gidiyoruz?" diye mırıldandı, kafasını yere eğip, ellerini kotunun cebine sıkıştırırken ayaklarının üzerinde huzursuzca yaylandı.
Arslan'ın elalarının sıcaklığı yüzünü uyuştursa da dönüp ona bakmak yerine çevresine boş bakışlar atmakla yetindi.
Esmer dolu dolu bir nefes verip, "Sakin bir yere." diye mırıldandığında kafasını sallamaya hazırlandı lakin yüzüne yaslanan parmaklarla dondu kaldı. Buz gibi parmakları yanağının üzerindeki bir noktayı sertçe sıvazlayınca bedeni titredi, bakışları onu buldu.
Ela gözlerdeki yoğunlukla titrek bir soluk çektiğinde esmerin dudaklarının uçları kıvrılmış, dili o kıvrımı gizlemeye çalışır gibi hafifçe dudaklarını yoklamıştı.
"Yanağında boya lekesi kalmış Gökkuş. Yeşil yeşil gelmişsin buraya. "
Gökmen refleksle yüzünü geriye çekip, eliyle okşanan yanağının üzerine yokladı. Çoktan kurumuş, dökülmeye yüz tutmuş boyanın pürüzlü yüzeyi parmaklarına değdiğinde, "Acele çıkmıştım. "dedi yutkunmadan hemen önce. "Gittiğimiz yerde hallederim."
Arslan havada kalan elini indirirken, gözleri sarışının gergin ifadesinde kısa bir tur attı. Sabah yanına ilk geldiği andaki modunda olduğunu fark etmek iç geçirmesine sebep oldu. "Tamam. Gidelim o zaman. Yürüyerek gideceğiz ama, yakın zaten."
Sarışın onu kafasıyla onaylayıp onu beklemeden yürümeye başlayınca ellerini kapüşonlusunun ceplerine sokup onu takip etti.
Üniversitenin çevresi her zamanki gibi hareketliydi. Kampüsün önüne pusu kurmuş, ellerinde broşür ya da satmaya çalıştıkları bilmem ne dergisi bulunan ısrarcı tipleri sert ifadelerle atlatıp caddeye çıktıklarında Gökmen iyiden iyiye gerilmişti. Tanıdık biri tarafından görülmekten ödü kopuyordu. Zira bütün arkadaş çevresi Arslan'la kanlı bıçaklı olduğunu biliyor, esmeri uzaktan da olsa tanıyordu. O yüzden adımları nereye gittiklerini bilmemesine rağmen hızlı, başı yere eğikti. Mavileri kirpiklerinin altından çevresine temkinli bakışlar atarken, alt dudağını dişleriyle hırpalayıp duruyordu.
Esmer ise onun adımlarının hızını yakalamaya çalışırken, onun gergin beden dilini rahatsızca süzüyor, öfkelenmemek için kendiyle cebelleşiyordu. Sonunda girmeleri gereken ara sokağı kaçırmak üzereyken öfkesinin de getirisiyle sarışının bileğini sertçe yakaladı. Gökmen hızından dolayı sarsılarak dururken, tedirgin gözleri şaşkınca onu buldu.
"Buradan gireceğiz Gökmen. Ebenin nikahına doğru koşturmayı bırak. " dedi ters bir ifadeyle. Onun ters ifadesi Gökmen'in önce afallamasına sonra onun gibi kaş çatmasına neden olunca, diliyle alt dudağını yoklayıp ağzının içinde homurdanarak parmaklarının arasındaki bileği savurarak bıraktı.
O sarışını arkasında bırakıp seri adımlarla ara sokağa girerken, sarışının kaşları havalanmış tutuk bir adımla onun arkasından sokağa girmişti. Aralarında açılan üç dört adımlık mesafeyi büyük adımlarla aşarken, "Hayırdır, niye atar gider yapıyorsun?" dedi kavgaya meyilli bir ses tonuyla.
Arslan onu duymazdan geldi. Aç karnına sarışınla kapışmak istemiyordu.
"Şiştt! Sana diyorum."
Esmer onu yine duymazdan gelip girdikleri tenha sokakta ne tarafa gideceklerine karar vermeye çalışıyor gibi sağına soluna bakarak ilerlemeye devam etti.
"Ulan, sikerim tribini! Baksana lan bana!" diye atarlanan adamın kavgaya meyilli öfkeli sesiyle hızla ona dönüp, onu göğsünden ittirdiği gibi en yakınındaki bina duvarına yasladı. Afallayan, neye uğradığını şaşıran adamın dudaklarına sert, kısa ama etkili bir öpücük kondurdu. Gökmen'in bıraktığı şaşkın inleme, anında omuzlarına tutunan, heyecanla titreyen elleri aklını uyuşturunca geri çekilemedi. Neye öfkelendiğini bir an için unutup biraz daha öptü onu. Daha yumuşak ama aynı istekle dudaklarını dudaklarının üzerinde gezdirip, kavradığı alt lobu çekiştirdi.
Sarışın ise aniden gelen öpücükle, sırtındaki acıyı bile hissetmemiş, dudaklarını kavrayan dudakları refleksle kavramaktan öte anlamlı bir tepki verememişti. Arslan ellerini iki yanından duvara yaslayıp, bedenini ve dudaklarını biraz geriye çekince dağılan ifadesiyle ona öylece gözlerini kırpıştırarak baktı.
Esmerin gözleri yüzünde ağır ağır gezinip, dudağında kendisinin sebep olduğu ıslaklığı işaret parmağının eklem bölgesiyle yumuşakça kurulurken, "Döner mi kokoreç mi?" diye sordu.
Gökmen sertçe yutkunup, dengesizleşmiş nefesleriyle, "Ne?" diye sorduğunda kıvrılmak için çırpınan dudaklarına izin vermedi.
"Seç birini."
Gökmen ebleh bir ifadeyle durup ona bakmaya devam edince, "Seç birini sarı, yoksa açlıktan dudaklarını yiyeceğim." dedi sert bir sesle.
Onun sert sesi Gökmen'in kendine gelmesine neden oldu. Kaşları şaşkınlıkla havalanırken, "Döner." diye mırıldandı.
Arslan, geriye çekilip, "İyi, sağdan gidiyoruz o zaman." Diyerek hiçbir şey olmamış, sanki bir anda sokağın ortasında dudaklarına yapışmamış gibi bir gevşeklikle yürümeye başlayınca Gökmen onun arkasından bir süre öylece bakakaldı. Herif harbi manyaktı. Bu zamana kadar onun kafadan kontak olduğunu düşündüğü çok sefer olmuştu ama bu kez emin olmuştu.
Ağzının içinde homurdanıp, omzundan dirseğinde doğru düşmüş proje çantasını çekiştirerek tekrar omzuna oturttuktan sonra uzaklaşan adamı söylenerek takip etti. Hayatında eksik olan tek şey zırdeli bir yavukluydu zaten.
Arslan'ın yönlendirmesiyle daha işlek bir sokağa girince Gökmen biraz önce tedirginliğine anında geri kavuşmuş, öpücüğün sebep olduğu bedeninde dolaşan kelebekler ve benzeri hayvansı yaratıklar gerginliğinin etkisiyle toz olmuştu.
Arslan'ın gözleri yanında bir kez daha kasım kasım kasılan adama değince biraz önce kaybettiği öfke tekrar can bulmuştu.
"Şurası, gel." dedi sinirli bir sesle, çenesiyle dükkanlardan birini gösterirken. Gökmen'in gözleri onu buldu. Onun gerçek bir öfkeyle sarılı ifadesini tanıyordu. Arslan harbiden sinirliydi. Omuzları refleksle dikleşirken kaşlarını çattı. Esmerin neye sinirlendiğini anlayamamıştı ama karşı tarafın tavrını taklit etmeye alışıktı.
Arslan onu beklemeden tek katlı, derme çatma dükkana girince o da peşi sıra sabır çekerek ilerledi. Dükkanın ön tarafındaki üç dört masayı aşan esmeri takip ederken çevresine önemsiz bir bakış attı. Dükkan dışarıdan göründüğü kadar küçük değildi. Ön tarafı kıç kadardı ama arka tarafı geniş bir bahçeye açılıyordu. Esmer delikanlı, hoş geldiniz diyen garsonlara kafa selamı vererek bahçe kısmına ilerleyince onu taklit etti. Sonunda karşı karşıya hasır sandalyelere oturduklarında Gökmen, omzundaki proje çantasını yanındaki boş sandalyeye yaslayıp, yine bir tanıdığa rast gelme korkusuyla üç beş kişinin anca olduğu alanı temkinli bir ifadeyle süzüp sandalyesinde rahatsızca kıpırdanmış, Arslan'ın bir kaşının seğirmesine sebep olmuştu. Yanağının içini diliyle yoklayarak sabır çekerken, uzaktaki bir garsona eliyle işaret verdi.
"Hoş geldiniz kardeşim, ne vereyim size?" diyen kendi yaşlarında, muhtemelen üniversite öğrencisi olan gence kafasıyla selam verip, "Hoş bulduk birader. Bana iki dürüm, bir açık ayran yaz." dedi.
Onun sert sesiyle Gökmen de başında dikilen gence dönüp, "Aynısından. Bir de sana zahmet masaya küllük bırakabilecek misin?" dedi.
Adam onu kafasıyla onaylayıp, elindeki adisyona siparişleri karaladıktan sonra, "Hemen getiriyorum kardeşim." dedi. Adisyonu koparıp, masanın üzerindeki kırmızı kapaklı biber kavanozunun altına sıkıştırdıktan sonra uzaklaşınca ikili baş başa kalmıştı.
Bir süre gergin bir sessizlik içerisinde boş boş etraflarını izlediler. Gökmen biraz önce emilmiş alt dudağını dişleriyle çekiştirip arada Arslan'a kaçamak bakışlar attı. Bakışları birbirine değdiğinde esmerin hala aynı sinirle ona baktığını görüp göz devirdi. Ne oluyordu durup dururken bu kediye ulan? Hayır, resmen rol çalıyordu piç. Durup dururken sinirlenmek Gökmen'in olayıydı.
Garson masaya demir bir küllük bırakıp geldiği gibi giderken, Gökmen ağzının içinde bir teşekkür mırıldanmış sonunda pes etmiş bir nefes vermişti. "Neye gerildin sen durup dururken amına koduğum?" dedi cebinden sigara paketini ve çakmağını çıkarıp masaya neredeyse çarparak bırakırken.
Arslan bir kolunu yanındaki boş sandalyenin başına atıp, yerinde yayılarak otururken sert elalarını onun mavilerine dikti.
"Sen niye gerginsin sarı? Kampüsten çıktığımızdan beri diken üstündesin. Hayırdır? Sizinkiler bu tarafta mesken tutmaya başladı da haberimiz mi yok?"
Gökmen onun bilmiş ifadesiyle bir an için afalladı. Beden dilinin duygu ve düşüncelerini bu kadar açık ettiğinin bilincinde değildi. Bakışlarını Arslan'ın öfkeyle parlayan elalarından kaçırırken, masanın üzerindeki ıslak mendil paketlerinden birini aldı. Ağzını yırtarken, "Gergin değilim, sana öyle gelmiş." diye inkar etti.
Esmerin verdiği alaylı nefesle ona kısa bir bakış attı.
"Yeme beni Gökmen. Seni düşündüğünden daha iyi tanıyorum." diyen esmerin git gide daha sert hissettiren sesiyle kaşlarını çattı. O kimdi ki Gökmen'e hesap soruyordu? O kimdi ki Gökmen'i tanıdığını iddia ediyordu?
"Ne biliyorsun lan hakkımda? Tanıyormuşmuş! Ulan sen suratına yediğin yumruklarımdan öte ne biliyor olabilirsin benim hakkımda?"
Esmer onun ani yükselişini bekliyormuş gibiydi. Zira yüzünde yaprak kıpırdamamıştı. "Sen benim hakkımda yumruklarımdan öte bir şey bilmiyor musun?" derken sesi sakindi. "Yokla bakalım zihnini."
Gökmen, onun sakin sesi ve yine o ukala ifadesiyle dişlerini sıktı. Zihnini yoklasa, Arslan hakkında en ufak şeyleri bile bildiğini bulacağını biliyordu. Bu zamana kadar sürekli onun açıklarını aradığından, bir gözü hep onun üzerinde olduğundan bilmek istemediği onlarca şeyi biliyordu. Neye sinirlenir, neye tedirgin olur, neye üzülür, ne gözlerinin parlayacak kadar mutlu olmasına neden olur, hangi gülüşleri gerçek hangileri sahte, en sevdiği yemek nedir, rutinleri nelerdir... hepsini biliyordu. Ulan adamın ilk aşkını, ilk öpücüğünü, ilk kıskançlığını, ilk kavgasını, ilk yarasını, ilk çıkmazını bile biliyordu. Patlayan topuna ağladığında da oradaydı, babasından tokat yediğinde de... Birine yıllarca kanlı bıçaklı düşman olmanın dost olmaktan bir farkı yoktu. Ters tarafta duruyordun ama oradaydın işte.
Bu gerçek canını sıkmalıydı ama hissettiği tek şey hoşnutluktu. Onu tanımak, herkesten iyi tanımak, herkesten daha iyi bilmek isteyen bir yanı olduğunu o an keşfetti. Yüzündeki sert, kavgaya meyilli ifade ağır ağır dağılırken Arslan onu izledi.
"Buldun mu beni zihninde?"
Sesi sarışının bakışlarının ona dönmesine sebep oldu. Gözleri buluştuğunda sertçe yutkundu. Ela gözlerdeki gölgelerde dolanırken, dudakları derin bir soluk için aralandı. "Buldum." diye fısıldadı.
Esmerin dudaklarına yerleşen çarpık tebessümle karnı kasılınca bakışlarını elindeki ıslak mendile çevirdi. Bozguna uğramış bir ifadeyle yanağındaki boya lekesini mendille kazıyarak kendini oyaladı.
"Güzel. Şimdi söyle, niye benimle dolanırken bu kadar tedirginsin? Kimin görmesinden çekiniyorsun?" diyen esmerin bir kez daha sertleşen sesiyle diliyle alt dudağını gergince yoklayıp, derin bir nefes verdi.
"Arkadaşlarının mı? Yoksa sikiştiğin herifin mi?" diyerek devam eden soğuk fısıltıyla bakışları hızla ona döndü. İfadesi demir gibi sertti. Çene kemiklerinin belirginleşeceği kadar çenesi sıkılı, elaları alev alevdi. Ve bu ifade anlamsızca Gökmen'in kalp atışlarını hızlandırmış, bedenini ürpertmişti. Bir an ne tepki vermesi gerektiğini bilemedi. Cenk, unuttuğu, önemsiz bir ayrıntıydı. Eli refleksle birkaç hafta önce Arslan'ın görüp de telefonda onu yerden yere çalmasına sebep olan öpücük izinin olduğu yere gidip, şu an pürüzsüz olan alanı sıvazlarken," Saçma sapan konuşma." diye mırıldandı. "Kimseden çekincem yok benim."
"Gökmen." dedi Arslan, uyarıcı bir sesle. Sarışının gözleri ona dönünce kaşları havaya kalktı. O bakış Gökmen'in içindeki diklenme isteğini körüklese de kendine engel oldu. Kavga etmek değil, güzel güzel karnını doyurmak istiyordu.
Gökmen, sertçe yutkunup kafasını mekanın iç tarafına çevirerek bakışlarını kaçırdı. "Arkadaşlarıma yıllardır seni gömüyorum ben Arslan. Senden ne kadar nefret ettiğimi, elimde olsa bir kaşık suda boğacağımı..." dedi elindeki mendili amaçsızca çekiştirirken.
"Şimdi seni yanımda görseler öğrenene kadar düşmezler yakamdan. Tükürdüğümü şapır şupur yaladığımı itiraf etmek o kadar kolay değil oğlum. Seni bilmem, ama benim için değil..."
Esmerin dikkatle onun üzerinde gezinen gözleriyle ona kesik bir bakış atıp, verdiği bıkkın nefesle saçlarını karıştırdı. "Daha iki gün önce attığın yumruğun izi duruyor yüzümde lan. Nasıl açıklayayım ben şimdi adamlara bizi."
"Yani sikiştiğin herifle bir ilgisi yok?" dedi Arslan. Aklına ilk gelen şey buydu. Arkadaşları sonradan dahil olmuştu zihnindeki tabloya. O yüzden dakikalardır Gökmen'e bileniyordu. Zira boynundaki o morluğu görmesinin üzerinden yalnızca birkaç hafta geçmişti. O herifin hala Gökmen'in hayatının bir yerinde olduğu düşüncesi sarışının canına okumak istemesine sebep oluyordu. Onu mahvetmek, o güzel boynunun her yerini kendi izleriyle doldurmak, sahipli olduğunu herkese duyurmak gibi ilkel dürtülerle dolmasına sebep oluyordu.
Sarışının karnı kasılıp, kanı kasıklarına doğru aktığında o baskın sesin hoşuna gittiğine emin oldu. Esmerin hastalık derecesinde kıskanç olduğunu biliyordu. Daha önceki bütün ilişkilerine ucundan kenarından şahitti ve o kıskançlık kavgalarını çoğu zaman keyifle, dalga geçe geçe izlemişti. Hatta onu çıldırtmak için birkaç kez flörtlerine yanaştığı ve Arslan'dan esaslı dayaklar yemişliği de vardı. Şimdi o kıskançlığın muhatabı olmak tuhaf hissettiriyordu ama hoş bir tuhaflıktı.
Hoşuna gittiğini saklamak için yüz ifadelerini kontrol etmek için kendini kasarken, "Yok ulan yok, salak salak kurma kafanda." dedi yerinde kıpırdanırken. "Öyle çekinmeme sebep olacak bir ilişki değildi zaten, arada takılıyorduk sadece, ihtiyaç hesabı... Dün itibariyle de bitti." diye devam etti.
Arslan'ın bakışları bir gram yumuşamayınca bir eliyle rahatsızca saçlarını karıştırıp, "Senden başkasını aklımın ucundan geçirecek hal mi bıraktın amına koyayım? Salak salak konuşuyorsun." deyip sertçe yutkundu. Esmerin düz bir çizgi halindeki dudakları seğirip, elaları koyulaşınca alt dudağını dişleriyle kıstırdı. Kasıkları karıncalanıyordu. Dudakları karıncalanıyordu. Çok fena... onu çok fena öpmek istiyordu.
Yüzündeki ifade, kızaran kulak kepçeleri ve sözleriyle Arslan'ın göğsündeki irinler ağır ağır söndü. Dudakları onun ısırdığı dudaklarını tekrar kavramak için karıncalanırken, yumruklarını sıktı. "Kalmasın zaten sarı. Kalırsa bu sefer harbi aklını alırım."
Gökmen'in kaşları çatılıp, ona ters bir bakış atınca dudaklarına çarpık bir sırıtış kondurdu. Sarışın içine sert bir nefes çekip, atarlanmak için dudaklarını aralayacağı vakit, dolu elleriyle masalarına yanaşan garsonla sustu.
Adam afiyet olsun diyerek tabaklarını önlerine bırakınca, Arslan ona son bir keyifli bakış atıp, adama döndü.
"Eyvallah kardeşim, iki de ayran vardı."
"Geliyor abi."
Garsonun gidişiyle masalarına bir sessizlik çöktü. Gökmen, "Senin kıskanç götünü sikeyim." diyerek içinde kalan cümleyi kurunca esmer minik bir kıkırtı bırakıp, "O da olur sarı. Neyse önce yumul, sonra konuşalım." dediğinde Gökmen homurdanarak çekiştire çekiştire parçaladığı mendili masaya fırlatıp dürümünü eline aldı. Adam onu o kadar germişti ki açlığını unutmuştu. Oysa biraz daha midesine bir şey göndermezse şuraya düşüp bayılacak haldeydi. Şükür ki sonunda yemek faslına geçebilmişlerdi.
Bir süre sessizce ara ara bakışarak dürümlerini yediler. İkisi de kalabalık aile çocuğu olmalarının getirisi olarak hızlı yemek yiyenlerden olduğundan birkaç dakika içinde ikinci dürümü yarılamış, biber kavanozunun yarısını sömürmüşlerdi.
Dürümünün sonlarına yaklaşınca kağıdını yırtmak için duraklayan Gökmen, "Sık gelir misin buraya?" diye konuşmak için konuştuğunda sonunda sessizlik bozulmuştu.
Arslan ayranından bir yudum alıp, ona kısa bir bakış attıktan sonra, "Ara sıra. İleride bir tane mahalle kahvesi var. Uzun ders aralarında önce buralarda yemek yiyip sonra bizimkilerle batak atıyoruz orada." dedi.
"Ulan ne vizyonsuz adamlarsınız be! İnsan ders arasında kahveye batak atamaya mı gider amına koyayım, bu nasıl kafa?"
Arslan onun yorumuna sırıtıp, bitirdiği dürümün kağıdını avucunda buruştururken, "Siz burjuvalar mahalle kahvesinin verdiği keyfi, o bulanık çayın lezzetini anlayamazsınız, yorma kafanı boşuna." dedi alayla.
Gökmen onun sözlerine gözlerini devirdi. Kesinlikle burjuvaziliğin kenarından köşesinden geçmiyordu ama Arslan'ın mahalle kahvelerine duyduğu aşkı asla anlayamayacağı konusunda hem fikirdi. Adamı ergenliğinden beri en sık gördüğü yer kahveydi.
"Ben anlayamamaktan çok memnunum amına koyayım, inşallah ömrüm boyunca da anlamam. Kahvehane bağımlılığınla sana mutluluklar." deyip dönerinin son lokmasını ağzına attı.
Tepkisi esmerin sessiz bir gülüş bırakmasına neden olunca bir kez daha göz devirdi. Tabakları biter bitmez tepelerine dikilen garson boşları toplayıp, "Afiyet olsun. Birer çay vereyim mi?" deyince Gökmen kafasıyla onaylayıp, "Gönder iki tane." dedi.
Garson boşlarla uzaklaşınca masalarına bir kez daha çöken sessizlikte birer sigara yaktılar. Sessizlik uzadıkça uzadı. Çaylar önlerine konulduğunda hala daha ikisinden de bir ses çıkmamıştı. Gökmen'in her hareketlilikte mekanın kapısına dönen gözleriyle esmer iç geçirdi.
"Gökkuş..." dedi, öncesinden çok daha yumuşak bir sesle. Gökmen'in mavileri yüzüne dönünce dudaklarını ıslatıp derin bir nefes vererek devam etti. "Yarın sabah okulda yanına geleceğim. Yanında kim olursa olsun seni görünce geleceğim. Arkadaşlarına bir açıklama yapman şartsa, al karşısına yap diye söylüyorum."
Gökmen'in anında çatılan kaşları ve sertleşen ifadesiyle masaya doğru eğilip ciddi bakan ela gözlerini onun mavilerine dikti.
"Mahallede düşman, Kayaların yanında dost, burada iki yabancı, dört duvarın arasında iki sevgili olamayız. Aynı anda bu kadar sıfatı yüklenemeyiz, kandırma kendini. Böyle yaparsan bir yerde patlarız."
Her şeyin çok yeni olduğunu biliyordu. Belki acele ediyordu. Ama Gökmen'in tavrı ona başka şans tanımıyordu. Baştan önlemini almazsa o kalıpların içine sıkışacaklardı. Yalnızca dört duvarın arasında onu sevmeye Arslan'ın gönlü yoktu. İstese de yapamazdı zaten. Çapı bu kadar yalanı sırtlanmaya yetmezdi. O yüzden sarışın istese de, istemese de, gururuna yedirse yedirmese de arkadaşlarına söylemek zorundaydı.
Gökmen esmerin sözlerinin ağırlığıyla sertçe yutkunup kafasını yere eğdi. Gözlerini sigarasının turuncu ateşine dikerken zihninde oynayan ön gösterimle içi git gide sıkıldı. O ağaca tırmanmadan önce bu kadar detaylı düşünmemişti. Şimdi Arslan'ın söylediklerini dinleyince daha yaşamadan yorulmuştu. Elindeki dalı düşünceli bir ifadeyle parmaklarının arasında döndürürken, "Öyle de böyle de patlamayacak mıyız zaten?" diye mırıldandı. Derin bir nefes verip, yerinde doğularak bir eliyle saçlarını geriye yatırırken, "Hangi akılla geldim sana ulan ben?" diye ağzının içinde söylenerek devam etti.
Esmer onun sözlerine kızmadı. Zira sarışının akıl edemediği gerçeklerle o haftalardır kendini ikna etmeye çalışıyordu. Olmaz diyordu. Bak bu kalıplara sığamazsınız, içinde ezilir kalırsınız. Hala da aynı şeyleri kendine ara ara fısıldıyordu. Yine de ona duyduğu isteğe direnemiyordu işte. Onu kollarının arasında tutma isteği tüm korkularından daha güçlüydü.
"Hangi akılla geldin Gökkuş? Sen söyle..."
Gökmen'in gözleri şefkatle kısılan ela irislere tutundu. Onun yumuşak bakışıyla sertçe yutkundu. Ela hareleri böyle görmeye daha alışamamıştı. O yüzden Arslan ne zaman böyle baksa sudan çıkmış balığa dönüyor, gözlerini nereye koyacağını şaşırıyordu.
Kaşlarını çatıp, "Başka şansım mı vardı? Kara belamsın amına koyayım, öyle de böyle de kanıma giriyorsun. " diye homurdanınca esmerin dudakları o tanıdık çarpık gülüşle kıvrılmış Gökmen'in karnını istekle sıkıştırmıştı. Yine dudakları onu öpme isteğiyle sızlıyordu işte!
Dudağının içini kemirirken sigarasından bir nefes çekip, aldığı zehri pes etmiş bir ifadeyle saldıktan sonra sigarayı küllüğe söndürüp bir anda ayaklandı. Esmer haklıydı. Üniversite özgür olabilecekleri, korkmadan yan yana durabilecekleri tek yerdi.
"Kalk, benimkilerin yanına gidelim o zaman. Göstermek anlatmaktan daha kolay olur." diye homurdandı, biberliğin altında duran yarısı ıslanmış haldeki adisyonu alırken.
Arslan'ın afallayan ifadesine alayla bakıp, proje çantasını da omzuna atarken, "Kalk hadi." diye tekrar etti.
"Ulan dengesiz misin? Durup dururken milletin karşısına çıkıp ne yapacağız?"
Gökmen tek omzunu silkip, "Ne bileyim amına koyayım, öpüşürüz en kötü." dediğinde Arslan, büyüyen gözleriyle çevresini kolaçan etti.
"Ne oldu? Hani yarın yanıma geliyordun aslan parçası? Bir ürktün bakıyorum." derken dudakları da alayla kıvrılmıştı.
Arslan birkaç saniye ne tepki vereceğini bilemiyormuş gibi suratına baktıktan sonra sigarasını küllüğe sertçe bastırıp homurdanarak ayaklandı. "Sen bilirsin amına koyayım, senin arkadaşların sonuçta." diye söylenip, Gökmen'in elindeki adisyonu çekip aldıktan sonra kasaya yönlendi.
Gökmen onun arkasından sırıtarak baksa da içi yusuf yusuftu. Uygar ağzına sıçacak, diğerlerinin ömür boyu dalga konusu olacaktı. Tek temennisi Arslan'ın yanında çenelerini kapalı tutup, onu rezil etmemeleriydi.