DERİNLERE İNMEK

3964 Words
İnsanın, tanıdığını sandığı birini yeni baştan tanımaya çalışması fazlasıyla sarsıcı bir tecrübeydi. Zira beynin eski bilgiyi çoktan alışkanlık haline getirmişken, eski bilgiyi silip yerine yeniyi koymaya çalışmak yıpratıcıydı. Düz vites araba kullanmayı öğrenen bir sürücünün, otomatik vites bir araba kullanmaya başladığında ayağının olmayan debriyaj pedalına, elinin olmayan vites koluna gidişi gibi bir şeydi. Artık farklı bir araçta olduğunu biliyordun ama yine de eski bilgiyi uygulamaya çalışıyordun. Bu, yalnızca davranışlar için de geçerli değildi. Bir insanı tam olarak tanımak zaten mümkün değildi. İnsan derinliği belli olmayan bir deniz gibiydi. O denizin en dibine ulaşma, kimsenin ulaşamadığı yerlere varma gayesiyle gittikçe derinlere doğru kulaç atıyordun. İşte şimdi kuma değeceğim dediğin anda ise aslında daha yüzeyde olduğunu fark ediyordun. Gökmen Arslan'la neredeyse günün yarısını birlikte geçirdiği üç uzun günün sonunda tamamen sarsılmış bir haldeydi. Bildiğini sandığı birçok şeyi aslında hiç bilmediğini fark ediyor, esmerin denizinde kayboluyordu. Dibe doğru yüzmeye korkuyor, göreceklerinden çekiniyordu lakin merak etmeden de duramıyordu. Şimdilik o merak ettiği derin sulara dalacak özgüveni yoktu. Saplanıp kalmaktan korktuğundan yüzeyde takılıyordu. Zira zihni daha yeni konumlarını özümseyememişti. Yüreği artık konumlarının farklı olduğu konusunda ısrar etse de, onu düşman olarak kodlayan zihnine bu gerçeği kabul ettirmekte hala zorlanıyordu. Tam da bu sebepten her sabah gözünü açtığında esmerin adını telefonun bildirim panelinde görmek kaşlarının çatılmasına sebep oluyordu. Aldığı günaydın mesajına yarı açık gözleri ve çatık kaşlarıyla bakarken birkaç saniye, "Bu koduğumun piçi bana niye günaydın mesajı atıyor lan?" diyerek yükseliyor; birkaç saniye sonra, "Ha siktir biz bununla çıkıyorduk dimi lan?" diyerek kafasını yastığına sertçe geri bırakıyordu. Çok tuhaftı. Her sabah aynı aydınlanmayı yaşamak zorunda kalmaktan artık yorulmuştu. Zihninin de, yüreği ve bedeni gibi çabucak bu gerçeğe uyum sağlamasını bekliyordu ama istediği hızı yakalayamıyordu. Direncinin kırılması, beyninin yüreğinin hızını yakalayabilmesi için ihtiyacı olan şeyin seks olduğu konusunda emindi. Lakin esmer onunla aynı fikirde değildi. Günlerdir o hızlanmaya çalıştıkça Arslan frene abanıyordu. Ne zaman kapalı bir alanda yalnız kalsalar Gökmen istisnasız her seferinde onu sıkıştırıyordu, Arslan ise her seferinde dokunuşlarına karşılık veriyor ancak asla sınırı aşmasına izin vermiyordu. Onları bir sevişmeye taşıyacak ateşli ve kontrolsüz öpücüklerini Gökmen daha farkına varmadan tüylerini ürperten derin ancak ağır bir öpücüğe dönüştürüyordu. Gökmen'in parmakları erkekliğini şehvetle avuçluyor, Arslan nazikçe bileğinin içini okşayarak ona engel oluyordu. Gökmen, Arslan'ı neredeyse çarparak bir duvara ya da yakınında ne varsa oraya yapıştırıyor, dudaklarını arzuyla sömürürken kasıklarını ona itiyordu ve esmer delikanlı onun haşin tavrına zıt bir sevecenlikle; heyecanlanan köpeğini başına okşayarak sakinleştirmeye çalışıyormuş gibi bir tavırla saçlarını okşuyordu. Ve Gökmen'in kafayı yemesine çok az kalmıştı. Dün gece ağır bir yenilgi hissiyle tavanını izlerken Arslan'ın onunla oynadığını bile düşünmüştü. Şerefsiz, onunla uğraşmanın yine bir yolunu bulmuştu. Düşman da olsalar, sevgili de olsalar bazı şeyler hiç değişmiyordu. Arslan yine onu deli ediyordu. O gün, havanın fazlasıyla güzel olmasından dolayı kendine kapalı bir alanda tıkılma haksızlığını yapmak yerine kendini kampüsün tenha bir alanındaki çimlere atmıştı. Sırtını bir ağaç kavuğuna dayamış, yüzünü okşayan bahar rüzgarının tadını çıkarırken bir yandan lattesini yudumluyor, diğer yandan tam bir mimari harikası olduğunu düşündüğü tarihi dekanlık binasını eksiz defterine resmederken hem taze sevgilisinden hem de şerefsiz arkadaşlarından itinayla kaçıyordu. Kendine huzurdan bir balon yaratarak hayatın günlük sıkıntılarından bir süre de olsun uzaklaşmaya çalışıyordu. Geveze arkadaşlarının taze sevgilisi hakkındaki şakalarından sıkılmıştı. Dayakla uslanmıyorlardı. Lafla adam olmuyorlardı. O da vazgeçmiş, hepsini telefonundan engellemişti. Kampüste gördüğünde de yolunu çeviriyordu. Belki böylece bir şeylerin bokunu çıkardıklarının farkına varırlardı. Bölüm arkadaşlarının ise neredeyse hiçbirinden haz etmiyordu. Sanatı kendileri icat etmiş gibi triplere giren entellerin sohbeti anca kafasını ütülüyordu. Sonuç olarak yalnızdı ve yalnızlığını kimse bozmasın diye kaçıyordu. Zira arkadaşlarını katletmesine de, taze sevgilisinin abanıp durduğu frenlerin balatalarını götüne sokmasına da çok az kalmıştı. Lakin herkesten kaçmayı bir şekilde başarsa da bir kişiden kaçmayı asla başaramıyordu. Arslan iki gündür insanlarla iletişim kurmayı reddeden sarışını her seferinde eliyle koymuş gibi saklandığı yerde buluyordu. O yüzden Gökmen biraz sonra dizlerine yaslanan ve defteriyle arasına giren esmer kafayla şaşırmadı. Yalnızca onu düşman olarak kodlayan beyninin hala yeni hallerini sindirememiş oluşuyla birkaç saniye gözlerini kırpıştırarak dudaklarında tatlı bir gülümsemeyle aşağıdan ona bakan taze sevgilisine boş boş baktı. "Selam sarışınım." diyen adamın sıcak sesi içini gıdıkladığında kendine geldi. Mavileri ela harelerle buluştuğunda ritmi şaşan nabzıyla yutkunma ihtiyacı hissetti. Bu adama hissettiği şeylerin her saniye büyüyüşü onu korkutuyordu. Belki de o denizin içine dalmaktan bu kadar çekinmesinin sebebi de buydu. Bu hisler, ne kadar derine inerse o kadar büyüyecekti. Ve Gökmen sonunda onun kumlarına saplanıp kalacaktı. Kaşlarını hafifçe çatarken, havada kalan elindeki kalemin arkasını esmerin iki kaşının ortasına vurup, "Resmimin üzerine yattın, kalk." dedi. Birkaç günde Arslan'ın bu ani temaslarına alıştığından bacaklarına uzanmış oluşuna başka tepki vermedi. Zira esmer delikanlı fazlasıyla sırnaşık bir adamdı ve birlikte geçirdikleri uzun üç günün sonunda Gökmen, onun tarafından gelen her atakta irkilmeyi bırakmıştı. Bir anda saçlarının arasında uyuşukça gezinen ellerine, yoktan var olup çenesini omzuna yaslayışına ya da yolda yürürken hiç beklemediği bir anda onu yanında, elini de onun parmaklarının arasında bulmaya artık alışmıştı. Arslan'ın onu selamlama şekli buydu. Arkasından falan seslenmiyordu. Geliyordu; elini tutuyordu, sarılıyordu, kolunu omzuna atıyordu ya da şimdiki gibi bacaklarına yaslanabiliyordu. Arslan'ın dudakları daha geniş bir gülümsemeyi sahiplenirken, başının altında kalmış defteri kafasını hafifçe kaldırarak çekip aldı. Defterdeki taslak çizime alıcı gözlerle bakarken, "Kâğıdı senin elinden kurtarayım dedim. Biraz daha zorlasan zavallım dile gelip, imdat diye çığıracaktı." dedi. Gökmen'in gözleri esmerin izlediği çizimin üzerinde dolanırken, harbiden kağıdın anasını bellediğini fark etti. Kalem darbeleri bir ressama yakışmayacak kadar sertti. "Yine neye sinirlendin atarlı kuş?" diyerek eksiz defterinin kapağını kapatarak yanına bırakan adamın keyifli sesiyle bakışları onu buldu. Arslan'ın elaları da ona dönünce bir süre zar zor edindiği huzurunu kaçırdığı için ona sert bakışlar attı. Lakin esmer o kadar yumuşak bakıyordu ki, uzun süre sert ifadesini koruyamadı. Burnundan pes etmiş bir nefes vererek, "Sinirli değilim. Sadece kendimi kaptırmışım." diyerek elindeki kalemi çimenliğin üzerine bıraktığı metal kalemliğe fırlattı. "Derman öyle demiyor ama." Dedi Arslan, kaşlarını havaya kaldırıp sırıtarak. "Hepsini engellemişsin." Gökmen'in kaşları bir kez daha çatıldı. "Ne ara numara alışverişi yaptınız siz lan?" diye homurdandı. Arslan omuzlarını silkip, Gökmen'in iki yanında boş boş duran ellerinden birini tutup göğsünün üzerinde parmaklarını birleştirirken, "Bir ara işte. Sen hepsini engellediğinden bana yazdı. Susacağız, engelimizi açsın, ağlamasın diyor." dedi sırıtışını bozmadan. Gökmen'in gözleri birleşen parmaklarına kayarken alt dudağının içini dişleriyle hırpaladı. Nasıl düne kadar düşman olduğu bir adamla bu kadar kısa sürede böylesine doğal bir şekilde samimiyet kurabiliyordu, asla anlayamayacaktı. O, Arslan'ı yalnızca öpeceği zaman kendini kasmıyordu. Onun dışında esmerin tişörtünün ucuna dokunacak bile olsa geriliyor, tereddüt ediyordu. Soğuk parmaklar elinin sırtını okşarken gözlerini birleşik ellerindeyken, "Biraz burunları sürtsün puştların." dedi dalgın bir şekilde. Soğuk parmakların her dokunuşu yüreğinde bir yangına neden olurken başka bir şeye odaklanmak çok zordu. Dalgın sesi esmerin dikkatini çekmiş olacak ki, parmaklarında gezinen gözleri yavaşça kendisine döndü. Gökmen de yüzünde gezinen gözlerin farkındalığıyla gözlerini ağır ağır bacaklarında uzanan adamın yüzüne çevirdi. "Çok rahatsın." dedi düşüncelerinin diline yanaşmasına engel olamayarak. Çenesiyle birleşik ellerini işaret etti. " Arkadaşların görür falan diye hiç çekinmiyor musun?" "Kiminle ne yaşadığım kimseyi ilgilendirmez." dedi esmer bir dizini kırıp, sarışının kucağına biraz daha yerleşirken. "Ben kimseye açıklama yapmam yavrum, huyum değil. İsteyen istediğini düşünsün, istediği tepkiyi versin. İlişkiyi ben yaşıyorum, izleyicilerin homurtuları sikimde değil." diye devam etti. Gökmen, "Artist." diye mırıldandı huysuzca. Huysuz sesi esmerin dudaklarının bir kez daha kıvrılmasına neden olunca iç geçirdi. Sabahtan beri aradığı ancak bir türlü bulamadığı huzur şimdi bacaklarının üzerinde uzanıyor, ona gülümsüyordu. İlk defa iki kişilik bir yalnızlığın nasıl hissettirdiğini tecrübelediğinden belki de, garip hissediyor; yine de o huzurlu balonun içine çekilmekten kendini alamıyordu. Arslan ona cevap vermeyince o da konuşmayı gereksiz yere uzatmadı. Zira dikkati uyluklarına dağılmış kara tutamlardaydı. Çimlere yaslı parmakları o saçları okşamak için karıncalanıp seğirince sertçe yutkundu. Göğsü ağırlaştı, kalp atışları anlamsızca hızlandı. Bir eli onun ellerinin arasındaydı ama ona rağmen saçlarını okşamaya çekiniyordu. Birinin saçlarını okşamak fazla samimi, fazla şefkat yüklü bir hareket gibi geliyordu. Şefkat göstermeye de görmeye de pek alışık değildi. Bu zamana kadar ne kimsenin ondan böyle bir beklentisi olmuştu ne de Gökmen birine saçlarını okşayacak kadar şefkat beslemişti. Yine de içindeki dayanılmaz isteğe engel olamadan tereddütle elini çimlerden çekip yumuşak kara tutamların üzerine bıraktı. Lakin beceremedi. O şefkatli okşayışlar parmaklarına yabancı geldi. İki üç dokunuştan sonra vazgeçip, elini tekrar çimene bıraktı. Gözleri sessizce onu izleyen ela gözlerle kesişince kulakları utançla allaştı. Bakışlarını ondan kaçırıp çevresine özensiz bakışlar atarken kafasını ağaç kavuğuna yasladı. Esmer delikanlı içli bir nefesle, "Kaç gündür adam akıllı uyumuyoruz diye mi ne, acayip mayıştım." diye mırıldanınca bakışları ona döndü. Gözlerini kapattığını görünce istemsizce gerilen bedeni rahatladı. "Maymun gibi ağacıma tırmanıp durmayı bırak o zaman." diye homurdandı. "Her sabah yataktan sürünerek çıkmaktan yoruldum amına koyayım." "Senin kafa düzgün çalışmıyor Gökkuş. Bir saat boş bıraksam salak salak triplere giriyorsun, ne yapayım?" dedi Arslan, birbirine dolanmış parmaklarını sıkıştırarak. Gökmen onun sözlerine göz devirip, "Bir saat boş bıraktığın var sanki amına koyayım. Senin kadar sırnaşık bir herif görmedim." diye homurdandı. Aslında haksız sayılmadı. Arslan'ı ne kadar uzun süre görmezse gördüğünde o kadar ters davranıyordu. Ne kadar uzun süre yanında kalırsa da o kadar hızlı varlığına alışıyor ve o kadar hissettiği gibi davranıyordu. Bir gün ayrı kalsalar, ikinci gün bir yabancıya dönüşmesi muhtemeldi. Esmer gözlerini açmadan güler gibi bir nefes verdi. "Ben sırnaşmasam senin sırnaşacağın yok. Birinin buzları çözmesi gerekiyor." Gökmen uğradığı iftirayla kaşlarını çatıp ağzının içinde, "Sırnaşınca bırakıyorsun sanki." diye homurdandı. Üç gündür kalkıştığı bütün ataklar elinde patlamıştı. "Senin derdini ikimiz de biliyoruz yavrum." diye mırıldandı esmer dudaklarında geniş bir sırıtışla. Gökmen'in sevişme başlatmak için kalkıştığı atakların elinde patlayışıyla içten içe eğleniyordu. İstediğine ulaşamayınca takındığı elinden şekeri alınmış çocuk somurtkanlığını görmek iradesini diri tutan tek şeydi. "Yavrunu sikeyim." diye homurdandı Gökmen sessizce. Esmer homurtusuna kıkırdayınca gözlerini devirip içinden sabır çekmekle yetindi. En iyisi bu konuyu kapatmaktı. Zira patlamasına ramak kalmıştı. Seks bağımlısı falan değildi ama adamı bu kadar çok arzularken ve o adam bu kadar yakınındayken istediğine ulaşamıyor olmak moralini bozuyordu. Yakında bir ergen gibi ıslak rüya görmeye başlayacağından korkuyordu. Bir süre ikisi de konuşmadı. O sessizlikte elinin sırtını ağır ağır okşayan soğuk parmakların da katkısıyla Gökmen'in damarlarında dolanan hezimetin sebep olduğu öfke yatışmaya yüz tuttu. Gözlerinin gölgesi esmerin huzurlu bir ifadeyle sarmalanmış yüzünde dolandıkça çatılı kaşları formunu yitirip, yerini onun ifadesinin yansıması olan bir dinginliğe bıraktı. Aynı anda hem huzurlu hissediyordu hem de yüreğinde anlamsız bir sıkışıklık vardı. Kabına sığamıyormuş gibi kaburgalarına baskı yapan kalbiyle ne yapacağını hiç bilmiyordu. Gözleri esmerin şakağının biraz üzerinde parmak ucundan biraz küçük dikiş izlerini seçince parmaklarını tereddütle yara izine taşıdı. İşaret parmağıyla yaranın üzerini nazikçe okşarken, "Benim yaptığım yara mı bu?" diye mırıldandı. Esmer, "Evet." diye uyuşukça mırıldandığında iç geçirdi. O anı pek hatırlamıyordu. Sinirden gözünün döndüğü anlardan yalnızca bir diğeriydi. Onu tutmaya çalışan arkadaşlarının bağırtılarıyla kendine geldiğinde kafasını tutan, alnından süzülen kan yüzünden bir gözünü kapamış şaşkınca ona bakan esmerle göz göze gelmişti. Anında pişman olmuştu ama yiğitliğe bok sürdürmemek için onu tutan ellerden silkelenerek kurtulup onu arkasında bırakmıştı. 5 sene öncesinin olayının şimdi içini acıtıyor oluşu çok garipti. Gökmen ağzını açıp da ona yanıt vermeyince Arslan gözlerini aralayıp, hala nazikçe dikiş izinde parmaklarını gezdiren sarışının dalgın yüzünde gezindi. "Gecikmiş özürleri kabul ediyorum bu arada." Dedi bir gülümsemeyle. Gökmen'in gözleri ona döndü. Alnını hafifçe tokatlarken, "Ha siktir lan oradan." dedi kendini toplayarak. "Kesin hak etmişsindir. Durduk yere kafanı yarmamışımdır." Esmer beklediği tepkiyle sessizce güldü. "Sebebini bile hatırlamıyorsun Gökkuş, kafamı yarma sebebin ne kadar önemli olabilir?" dedi kaşlarını kaldırarak. "Eski defterleri açarsak bir haftamızı doldurmadan ayrılırız kedi, zorlama." dedi Gökmen de aynı meydan okuyucu tavırla kaşlarını kaldırarak. "Benden o kadar kolay kurtulabileceğini mi zannediyorsun harbiden?" dedi esmer alaycı ama aynı anda flörtöz bir sesle. "Ne?" dedi Gökmen istemsizce o ses tonunu taklit ederek. "Yoksa ayrılmak istesem bana yapışacak mısın?" Esmerin dudaklarının uçları kıvrıldı. Bir elini kaldırıp Gökmen'in çenesinin ucunu okşadı. "Hayır, gitmek isteyene kal demek benim olayım değil." diye mırıldandı. Ela harelerini mavilere dikip, "Ama gitmek istesen bile gidemeyecek kadar bana yapışmanı sağlayacağımdan emin olabilirsin." diyerek özgüvenli bir fısıltıyla devam etti. Gökmen ürperen tüyleriyle sertçe yutkundu. Bir an için kendini bir pusunun tam ortasına çekilmiş, adım adım avcısının keskin dişlerinin arasına yürümekte olan ürkek bir ceylan gibi hissetti. Mavi gözleri avcısının keskin ela hareleri arasında dolanırken, "Dikkat et de, ava giderken avlanma aslan parçası." dedi sert bir sesle. Bağlanmaktan bahsediyordu esmer. Vazgeçemeyecek kadar derin ve çaresiz hissettirecek bir bağ, Gökmen'in hayal edebileceği bir şey değildi. Şimdiye kadar kimseye saplanıp kalmamış, kimseye derin bir bağlılık hissetmemişti. Bundan sonrası için de öyle bir planı yoktu. Esmer onun ciddiyetle kurduğu, içinde gizli bir 'asla' barındıran sözleriyle alaylı bir nefes verdi. Gökmen, kendisine nasıl baktığının farkında değildi. Bakışlarındaki yoğunluğun, ona dokunurken hafifçe titreyen ellerinin, kollarının arasında her seferinde nasıl dağıldığının ya da onu öperken nasıl kendinden geçtiğinin farkında değildi. Ancak Arslan farkındaydı. Kendi duyguları kadar onun duygularını da çözümleyebiliyordu. Sarışın yalındı. Hissettiği duyguları şehvet ya da öfkenin altına saklamaya çalışsa da ona kapılıyordu ve Arslan'ın Gökmen ona saplanıp kalana kadar da durmaya niyeti yoktu. Yavaşça yaslandığı bacaklardan kalkıp, oturur pozisyona geçti. Tek kolunu Gökmen'in bacaklarının üzerinden atıp yere yaslarken onu bir nevi kıskaca alırken, kafasını arkasındaki ağaca bastırarak çatılı kaşlarıyla, öfkeye dönüşmeye hazır bir gerginlikle ona bakan sarışına yaklaştı. Yüzlerinin arasında birkaç santim varken savunmacı maviler arasında birkaç saniye mekik dokudu. Sözlerini iyice anlasın istiyordu zira, o yüzden acele etmiyordu. "Benim avlanmaktan yana bir korkum yok Gökkuş. Beni mahvedesin diye geldim sana. Ezilmek için, yanmak için gönüllüyüm oğlum ben." diye fısıldadı. Gökmen'in gözlerindeki savunmacı bakış anında dağılırken, Arslan yavaşça dudaklarını onun dudaklarının köşesine bastırdı. Sarışın sertçe yutkunup, içine titrek bir nefes çekerek bir elini refleksle omzuna yaslayınca alnını onun alnına yaslayıp, "Kendini teslim etmekten hala korkan da kaçan da tek kişi sensin." diye devam etti. Gökmen elinin altındaki omuzu sıkıştırırken bir kez daha yenilmiş hissetti. Her seferinde... istisnasız her seferinde Arslan tarafından yerle bir ediliyordu. Dürüst cümleleri ya da içten dokunuşları, bazen yumuşak bir bakışı ya da tatlı bir gülümsemesi... Katilinin cinayet aracı hep farklıydı lakin öyle de böyle de yere çalınıyordu işte. Bakışları hala birleşik olan ellerine inerken, onun sözlerine verebildiği tek cevap parmaklarının tutuşunu sıkılaştırmak oldu. Onun gibi afili cümleler kuramıyordu. Onun kadar dürüst olamıyordu. Onun gibi tereddütsüz saramıyordu. İçten içe istiyordu ama beceremiyordu bir türlü. Zamanla olur muydu, ondan da emin değildi. Olmasını istiyor muydu, onu da bilmiyordu. Hissettiği her şeye acemiydi. Arslan'a çok acemiydi... Esmer onun savunmasız gözüken ifadesiyle derin bir nefes verdi. Alnını geriye çekip fazla uzaklaşmadan, "Akşama bizimkiler mangal yapacakmış, gidelim mi? " diyerek ansızın konuyu değiştirdi. Gökmen'in mavileri onu bulunca alt dudağını diliyle yoklayıp çarpık bir tebessüm takındı. "Biraz da kanki kanki takılalım." dedi. Sözleri Gökmen'in dudaklarının kıvrılmasına neden oldu. Dudaklarından sessiz bir gülüş kaçınca Arslan da onunla birlikte güldü. O kadar absürt bir durumun içindeydiler ki, ellerinden gülmekten ötesi gelmiyordu. Zira her sabah evden çıkıp karşılaştıklarında birbirlerine küfürleşerek laf sokuyorlardı. Gökmen ona hareket çekerek atışmayı sonlandırıp arabasına biniyordu. Sonra okulun otoparkında buluşup bir günaydın öpücüğünü paylaşıyorlardı. Görünen o ki akşam da kardeşim ayağı çekeceklerdi. Yani böyle boktan bir duruma gülmekten başka yapacak bir şey yoktu. İzahı olmayan şeyleri mizahı oluyordu işte. ** Arabasının kapısını kapayıp kilitleyen sarışın delikanlı önünde durduğu iki katlı evin bahçe kapısına bakarken sıkıntıyla iç geçirip, sarı saçlarını rahatsızca kaşıdı. Her ne kadar öğlen Arslan'la içinde bulundukları durumla dalga geçseler de saatlerce onunla yan yana durup da kimseye bir şey çaktırmadan nasıl arkadaş ayağı yapacaklardı gram fikri yoktu. Şimdiden gergin ve huzursuz hissediyordu. Zira o Arslan kadar ifadelerine hakim olabilen bir insan değildi. Sinirliyse kaşları çatılırdı. Üzgünse surat asardı. Mutluysa gülerdi. Neyse oydu işte. Bu zamana kadar mahalleden ya da mahalleyle ilişiği olabilecek hiçbir hemcinsiyle flört etmeyişinin nedeni de buydu. Daha önce sinyal aldığı birkaç adam olmuştu ama açık vermemek adına hepsini tersleyerek sinyallerine karşılık vermişti. Bir elini ensesine sarıp, birkaç dakika boyunca önünde dikildiği binayı çatılı kaşlarıyla süzmeye devam etti. Evin arka tarafındaki bahçede olan arkadaşlarının gülüşmelerinin ve konuşmalarının gürültüsü bulunduğu kapı önüne taştıkça gerisin geri evine dönmek istiyordu. Lakin kaçışı yoktu. Bugün kaçsa bile birkaç gün sonra tekrar aynı gerginliği yaşayacaktı. Bir an önce alışması en iyisiydi. Derin bir nefes verip omuzlarını pes etmiş gibi düşürürken bahçe kapısına doğru ilerledi. Demir kapının mengenesini açıp içeri girdikten sonra ayaklarını yeni sulanmış kısa çimlerin üzerinde sürüyüp binayı dolanarak arka bahçeye ilerledi. Arka bahçeye ulaştığında önce kulağının arkasına sıkıştırdığı sigarayla mangalın önüne çökmüş sıkılmış bir ifadeyle hızlı hızlı yelleyen Kemal'i gördü. Onun başında dikilmiş elindeki demir mazgalı döndürerek durmaksızın konuşan Oğuz'da fazla oyalanmadan elindeki tepsiden dikdörtgen masaya tabak, çanak ve meze dizen Mahmut'a ve ona yardım eden Kaya'ya da kısa bir bakış attı. Sonunda çekingen gözlerini masanın en ucunda oturan esmere çevirdi. Ercüment'le kart oyunu oynayan delikanlıyı gördüğü an kalp atışları hızlandı. Boğazı kurudu. Karnı heyecanla kasıldı. Bu iş hayatta olmayacaktı. Herkes bir gariplik olduğunu anlayacaktı kesin. Mümkünü yoktu. En iyisi Gökmen geri dönsündü. Kaya'yı arayıp Arslan'la kavga ettiklerini, bu dost oyununun bittiğini söyleyebilirdi. "Göko, ne dikiliyorsun orada lan? Gelsene." diyerek ona bağıran Mahmut'un sesiyle irkildi. Arslan'da diğerleri gibi gözlerini masadaki kağıtlardan kaldırıp ona bakınca telaşı arttı. Titreyen elleri yumruk olurken sertçe yutkundu. Birkaç saniye durduğu yerde ne yapacağını bilemeyerek dikildi. Onun tavrı arkadaş grubunun hepsinin afallamasına neden olurken, Arslan'ın kaşları havalandı. Sarışının yüzünde dolanan gözleri gizleyemediği telaşı seçtiğinde iç geçirdi. Elindeki kartlardan rastgele birini masaya fırlatırken, "Hazırlıkların bitmediğini görünce inme indi beleşçiye." dedi alaylı bir sesle. Sözleriyle arkadaşlarından birkaçı kıkırdarken, Gökmen'in gözleri ona döndü. Gözleri buluşunca uyarıcı bir ifade takındı. "Gel lan korkma, iş kalmadı sana." diye devam etti. Gökmen, yüz kaslarını zorlayarak kaşlarını çattı. "Hazıra konmayı siz seversiniz Akınal, biz yediğimiz ekmeğin hakkını veririz." diye diklendi ezbere bir şekilde. Arslan sonunda onun kendine gelişiyle sırıtırken, "Aha ilk dakikadan başladılar." dedi Ercüment sırıtarak. "Oğlum vallahi bugün çok keyifliyim. Keyfimi kaçırırsanız ikinizi de sopalarım ha." dedi Kaya, gözlerini birbirine dikmiş ikilinin arasına girip bakışmalarını bozarak. "Göko gel biraz sen yelle lan o zaman, yiyeceğin ekmeğin hakkını vermeye başla." diyen Kemal'in hevesli sesiyle Gökmen gözlerini devirdi. "Siktir oradan fırsatçı puşt." dedi Gökmen, sonunda durduğu yerde dikilmeyi bırakıp bahçenin içine ilerlerken. Kemal'in yanından geçerken ensesine bir tane geçirmeyi de ihmal etmedi. Masaya doğru ilerleyip, "Et mi köfte mi aldınız?" dedi Kaya'ya doğru. En iyisi ortama ısınana kadar Arslan'la çok fazla diyaloğa girmemekti. Gerginliği hafifleyene kadar bir süre varlığını yok sayarsa bu işi kıvırabilirdi. "İkisini de aldık." dedi Kaya, Mahmut'un elindeki geniş tepsiden litrelik rakı şişesini ve bardakları da alıp masaya yerleştirirken. "Var mı yapılacak bir şey?" "Yok, otur keyfine bak kardeşim. Cümleten on saattir Kemal'in mangalı yakmasını bekliyoruz." diye homurdandı Mahmut. Gökmen kafasını sallayıp üzerindeki ela gözleri görmezden gelerek Ercüment'in yanındaki sandalyeyi çekip otururken, "Çok biliyorsun gel kendin yak göt lalesi. Almışsın nemli çıraları, sonra tutuşmasını bekliyorsun." diye homurdandı Kemal. "Kömür ekle kömür." Dedi Ercüment, onlara bakmadan. "Oğlum sokacağım senin şansına ha, bu kaçıncı pişti? Elimi mi görüyorsun lan?" Arslan kıkırdayıp, "Aşkta kazanacaksın sen kardeşim, boş ver." dedi. Gökmen cebinden sigara paketini çıkarırken Arslan'ın önündeki yığılmış kart yığınına kısa bir bakış attı. Şerefsiz kedi her konuda dört ayağının üzerine düşüyordu yine. "Oynamıyorum amına koyayım." Dedi Ercüment elindeki iki kağıdı masanın ortasına fırlatırken. Sonra gözleri yan tarafında masum masum sigarasını yakmaya çalışan, gözlerini itinayla esmerin olduğu noktadan kaçıran Gökmen'i buldu. "Gökmen gel lan, al şunun boyunun ölçüsünü." dedi bir elini onun ensesine atıp sarsarken. Gökmen dudaklarındaki dalla ona ters bir bakış atıp, "Elini sikerim Ercü, rahat dur." derken, Arslan, "Tavla yok mu lan? Şu sarıyı tavlada bir çiğneyip tüküreyim." dedi hin bir sırıtışla arkasına yaslanırken. Gökmen'i idare etmenin yolunun sinirini bozmak olduğunu görüyordu. Gökmen'in mavileri ona döndü. Sigarasını eline alıp çektiği ilk dumanı salarken, gözleri esmerin dudaklarındaki hin sırıtışta dolanıp, elalarına tırmandı. "Numaracı şerefsiz. Rahatını sikeyim senin." diye ağzının içinde kendi kendine homurdandı. "Ne dedin?" diyen Ercüment'in sesiyle, Arslan'ın keyifle parıldayan elalarından gözlerini kaçırıp derin bir nefes verdi. "Yavaş çiğne diyorum. Götünü kaldırmışsın iki dakikada puştun. Git tavla getir, boyunun ölçüsünü alayım şu dalyarağın." dedi. "Bana ne lan. Ev sahibinden isteyin." dedi Ercüment omuzlarını silkerken. Ev sahibi biraz önce Kaya ile kalan malzemeleri taşımak için içeri dönmüştü. "Kalk lan, sen saldın bu kediyi üstüme." dedi onu kafasından ittirirken. Ercüment biraz daha kendini naza çekse de Gökmen'in ittirişleri her geçen saniye sertleştiğinden kalkıp söylenerek evin içine yöneldi. O gidince Gökmen'in gözleri masanın karşısındaki esmere döndü. Bakışları buluşunca dudağının köşesini diliyle yoklayıp biraz önce Ercüment'in oturduğu sandalyeye kaydırdı bedenini. Sigarasının külünü silkip, arkasına yaslanırken, "Çok kolay uyum sağladın." diye mırıldandı. "Sen fazla kasıyorsun." dedi Arslan, o da paketinden bir dal çıkarıp dudaklarının arasına yerleştirirken. "Kırk yıl düşünseler, gözlerinin önünde birbirimizi yesek yine de akıllarından ucundan geçmez." "O kadar emin olma." dedi Gökmen, temkinli bakışlarını Kemal ile Oğuz'un durduğu köşeye çevirirken. "Hiçbiri aptal ya da kör değil Arslan, bir bakışımızdan anlayacak kadar çakallar." Arslan içine çektiği dumanı dudağının kenarıyla üflerken, "Beni öpsen, dilini koparmaya çalışıyor herhalde derler. Benden öyle güzel nefret ettin zamanında sen sarı, korkma." dedi. Gökmen'in gözleri ona döndü. Sözlerinde herhangi bir ima yoktu ama yine de mahcup hissetti. "Abartma lan, o kadar da değildi." diye mırıldandı, parmaklarının sırtıyla şakağını kaşırken. "O kadardı." dedi Arslan sırıtarak. "O yüzden öyle de güzel seveceksin beni." Gökmen midesinde aniden havalanan kelebek sürüsüyle yutkunup gözlerini kaçırdı. Masanın altından esmerin bir ayağını ayaklarının arasında kıstırıp, "Severiz." diye mırıldandı. Kendi sözleri yüzünden kulak kepçesi pembeleşirken Arslan'ın yüzüne yerleşen memnun ifadeyi göz ucuyla süzdü. Masanın üzerine sertçe bırakılan tavlayla yerinde sıçradı. Bacaklarını hızla kendine çekerken, telaşlı gözleri tepelerinde dikilen kaşları çatılı Ercüment'i buldu. Kalbi boğazında atıyordu. Duymuş muydu? Bir şey mi görmüştü? Anlamış mıydı? "Bulana kadar canım çıktı amına koyayım, ta dolabın tepesine kaldırmışlar. Koltuğunun altına vermezsen adam değilsin." diye homurdanarak ortalarındaki sandalyeye kendini bırakan adamla rahat bir nefes aldı. Sertçe yutkunup gözlerini gülmemek için dudaklarını ısıran esmere çevirdi. Şerefsiz, o gerildikçe eğleniyordu resmen. Ona sert bir bakış atıp, "Koltuğun altına değil kardeşim, pulları direkt götüne sokacağım." diye homurdanarak tavlayı sertçe açtı. "E bu kadar iddialıysan ortaya bir şey koyalım sarı. Kuru kuru keyfi çıkmaz." dedi Arslan, sigarasını dudaklarıyla kıstırıp siyah pulları hızlı hızlı toplarken. "Neyine lan?" dedi Gökmen anında gaza gelerek. Onunla kapışmak ezelden gelen bir huydu. Bunca aylık ateşkesten sonra bu düello iyi gelecekti. Arslan onun hevesli sessiyle sessiz bir gülüş bıraktı. "Neyine istersen." dedi sevgiyle kısılan elalarını onun mavileri arasında dolandırırken. Sarışının bu hırs küpü halini özlemişti. "100lük viskisine olsun kanka." dedi Ercüment. "Zam gelmiş, acayip pahalı amına koyayım. Kaybeden birkaç hafta aç gezer." "Derdin gücün alkol amına koyayım. Vizyonsuz pezevenk." dedi o sırada masaya elinde iki meze tabağıyla gelmiş olan Kaya. Ercüment, Kaya ile küfürleşmeye başlarken Gökmen'in gözleri Arslan'daydı. "Neyine olduğuna sonra karar verelim." dedi. İsteyeceği herhangi bir şeyi bu kalabalıkta dillendiremezdi. Zira iddia deyince aklına gelenleri duymak arkadaşlarının kalbine indirirdi. "Kucak dansı istesem bile yapacaksın o zaman." dedi Arslan sırıtarak. Tek eliyle taşlarını dizmeye başlamış Gökmen onun sözleriyle dumur oldu. Gözleri büyürken kafasını yavaşça kaldırdı. Ne diyordu lan bu manyak ulu orta? Göğsünde büyüyen korku yüzünden kafasını çevirip de iki yanındaki arkadaşlarına bakamadan ona kilitlenip kaldı. Titreyen ellerinden yere düşmek üzere olan sigarayı parmaklarının arasında sıkıştırıp, sertçe yutkundu. "Ananı sikeyim, hayal ettim!" dedi Ercüment höykürerek gülerken. "Allahını seversen kazanırsan bunu iste kardeşim. Videoya alıp üç yıl bakıp bakıp gülerim ben buna." Kaya da onunla birlikte gülüp, "Gökmen de iyi kıvırtır he!" deyince Gökmen'in kaskatı kesen omuzları yavaşça çözüldü. Çaktırmadan derin bir nefes alıp verdi. Dudakları seğirirken yüzüne tam olarak oturmayan bir sinirle, masanın altından Arslan'ın bacağını tekmeleyip, "Ben üçünüzü üst üste koyup kucağımda hoplatmadan kesin sesinizi." dedi sert bir sesle. Arslan bacağını geriye çekip ahlarken, aynı anda Ercüment onun ensesine bir tane geçirip, "Errrrkek be!" dedi aynı dalgacı tavırla. Gökmen ona sert bir bakış atıp, kafasını bir yana eğerek sabır çekti. Karşısındaki dangalakla ayrı, yanındakilerle ayrı uğraşıyordu. Neyse ki, yardım isteyen Oğuz'un sesiyle Ercüment ayaklanmış, daha çekilebilir bir adam olan Kaya, onun sandalyesine çökmüştü. O gidince sert bakışlarının hedefi karşısındaki adam oldu. Onun her şeyi fazla hafife alıyor oluşu Gökmen'in sinirini bozuyordu. Ona sorun olmadığını, çok kastığını göstermek için böyle davrandığını düşünse de yine siniri bozulmuştu. "At zarı hadi, etler pişmeden bitirelim." dedi gözlerini tavlaya çevirip, zarlardan birini eline alırken. "Küsme be Gökkuş, takılıyoruz öyle." dedi Arslan zarlardan birini alırken. Gökmen'in öfkeli gözleri bir kez daha ona döndü. "Senin gibi gevşek herifleri ciddiye almıyorum kardeşim, merak etme." dedi ters bir şekilde. Kaya, Gökmen'in tavrıyla yorgun bir nefes verirken, Arslan da onu taklit etti. Ne yapsa yaranamıyordu bu çocuğa.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD