Bölüm Şarkısı: Cem Adrian- Bu Yollar Hep Sana Çıkar
Duştan çıkan sarışın delikanlı, banyo dolabından hışımla aldığı havluyu çatılı kaşlarıyla beline dolarken, öfkeyle koyulaşmış mavi gözlerini kapağını kapattığı klozetin üzerine bıraktığı dakikalardır susmak bilmeyen telefonunu dikmişti. Sanki daha sert bakmayı becerebilirse art arda gelen bildirim seslerine bir son verebilirmiş gibi duşa girdiğinden beri telefonuyla dikleşiyordu lakin telefon susmak bilmiyordu. Elbette bu sinirinde susmak bilmeyen bildirimlerin sahibi olan arkadaş grubunun gündem konusunun kendi taze ilişkisi olduğunu bilmesinin de bir getirisi vardı. Zira duşa girmeden hemen önce bildirim panelinde Uygar'ın attığı gülme emojili mesajı görmüş, gözlerini devirmekle yetinmişti. Eğer onları takmazsa susacaklarını düşünerek mesajları görmezden gelmeye karar vermişti lakin aradan geçen 30 dakika gösteriyordu ki; susmayacaklardı. Ulan saat neredeyse sabahın birine varmıştı. Bildiği kadarıyla hepsinin sabahın köründe dersi vardı ama Gökmen'i deli etmek için uykularından bile feragat ediyordu piçler.
Ağzının içinde homurdanarak havlu dolabından aldığı baş havlusunu saçlarının üzerine bırakıp telefonunu eline aldı. Bir eliyle havluyu saçına sürterken banyodan çıkıp odasına doğru arkasında ıslak ayak izleri bırakarak ilerledi. İsteksizce grup mesajlarını açıp ana teması Gökmen'in sinirini nasıl hoplatırız olan mesajları çatılı kaşlarıyla okuyarak odasına girdikten sonra hissettiği sinirle kapıyı neredeyse çarparak kapayıp, "Siktiğimin gevşekleri ya, eğlence çıktı bunlara da." diye homurdandı. Dolabına doğru ilerlerken yalnızca küfürden ibaret olan altı satırlık bir mesaj yazmaya koyuldu. Kendini yaratıcı küfürler yazmaya o kadar kaptırmıştı ki; arkasındaki adamın varlığını nefesleri ensesine vurduğunda hissetti.
Ensesine vuran nefesle yerinde sıçrayıp hızla arkasına döndüğünde, büyümüş mavileri odasındaki loş ışık yüzünden simsiyah gözüken elalarla buluştu. Çıplak sırtı gürültüyle dolabına çarparken, başındaki havlu yerle bulmuş, telefonu tutan eli korkuyla hızlanmış kalbinin üzerine yaslanmış ve Gökmen karşısındaki adama şokla bakakalmıştı.
Esmer delikanlı onun tepkisiyle hin bir şekilde kıvrılan dudaklarıyla bir elini onun yanından dolaba yaslayıp, yüzüne doğru eğilirken, "Korkuttum mu?" diye fısıldadı.
Gökmen hala yavaşlamayan kalp atışlarını düzenleyemediğinden, zira kafasını çevirirken karşısında doğaüstü bir varlık ya da bir seri katil görmeyi bekliyordu, ona bir süre büyümüş mavileriyle bakmaya devam etti. Esmerin dudaklarındaki kıvrım büyüyüp bir sırıtışa evrilirken kaşlarını çatarak kendini toparladı." Ödümü kopardın göt!" dedi fısıltıyla.
Sert sözlerinin aksine biraz önce korkuyla göğsünü döven kalbi şimdi hissettiği saçma heyecanla aynı hiddetle göğüs kafesini hırpalıyordu. Oysa daha bir saat önce onunla yan yanaydı. Arkadaş grubuyla gerçekleştirdiği Gökmen'e göre felaket ötesi tanışmadan ve hızlı kaynaşmadan sonra mekandan birlikte çıkmışlardı. Gece çökünce iyice hareketlenmiş sokaktan güçlükle çıkıp kendilerini arabalarını park ettikleri sokak arasına attıklarında bir süre öylece sokağın girişinde dikilmiş, sırtlarını bir binanın duvarına yaslayıp birer sigara yakmışlardı. Zira buraya ayrı ayrı geldikleri için ayrı ayrı dönmeleri gerekiyordu ve ikisi de o an içinde bulundukları pembe balonun patlayacağı mahalleye dönüp, acımasız gerçekliğe adım atmaya hazır hissetmiyordu. Lakin o acımasız gerçekliğin soğuk nefesini şimdiden enselerinde hissediyor olacaklar ki, ikisi de konuşmaktan çekiniyordu.
Esmerin soğuk parmakları sinsice parmaklarına dolanana kadar Gökmen o boğucu sessizlik yüzünden aralarındaki atmosferin çok tuhaf olduğunu düşünüyordu. Lakin o soğuk ten sıcak tenini ürperttiğinde bütün o tuhaflık silinivermiş; yerini göğsünü ısıtan bir huzura bırakmıştı. Belki de o yüzden tatlı bir gülümsemeyle kıvrılan dudaklarından da, Arslan'ın elinin sırtını ağır ağır okşayan parmaklarından da utanmamıştı.
Sonunda sigaraları bitip, izmaritleri ayaklarının altlarında ezdiklerinde de hareketlenmek yerine bulundukları yerde öylece el ele dikilip hareketli sokağı izlemişlerdi.
"Sevdin mi?" demişti Gökmen. "Arkadaşlarımı yani..."
Arslan'ın dudakları kıvrılmıştı. "Sevdim." demişti. Bakışları müzik ve insan seslerinin yükseldiği sokaktan sarışına dönmüş, "Bu arada beni insanlara psikopatmışım gibi anlatman hakkında söyleyecek bir şeyin var mı?" diye devam etmişti oyuncu bir sesle.
Gökmen sessiz bir gülüş bırakmış, o da mavilerini Arslan'a çevirmişti. "Söylediklerimde en ufak bir abartı ya da yalan yoktu." demişti sırıtarak. "Düşmanken tam bir şerefsizsin."
"Sana asla düşman olmadım ben Gökkuş." demişti Arslan, soğuk parmakları tenini ağır ağır sıvazlarken. Bakışları birleşik ellerine inmiş, "Asla kin gütmedim. Asla nefret etmedim. Canını yakmaktan hiçbir zaman keyif almadım. Sen karşında bir düşman görmek istiyordun, bana da biçtiğin rolü oynamaktan başka bir seçenek bırakmıyordun." diyerek devam etmişti.
Sarışının o anki afallayışı büyüktü. Arslan daha önceki mesajlaşmalarının birinde de benzer bir cümle kurmuştu lakin o zaman böyle ciddiye almamıştı onu. Belki de o an yüzünü göremediğinden cümlelerinin içtenliğini kavrayamamıştı.
"Neden?" diyebilmişti tutuk bir şekilde. Çünkü o etmişti. Ondan tüm hücreleriyle nefret ettiği zamanlar olmuştu. Yüzünü gördüğü her seferde göğsünün öfkeyle ve nefretle karardığını hissettiği onlarca an. Dişlerini birbirine geçirip yüzünü parçalama isteğini bastırmak için uğraştığı onlarca farklı anı...
Esmer olan başının arkasını duvara yaslayıp, içli bir nefes vermişti. "Bilmem." Demişti omuzlarını silkerken. "Benden başka herkese gösterdiğin iyi adamı gördüm herhalde."
"Ben miymişim iyi adam?" demişti Gökmen alayla. Her şey olabilirdi lakin kesinlikle iyi bir adam değildi.
"Yapma sarı, çevrendeki kalabalığı görmüyor musun? O kadar insan senin gibi gergin bir adamı niye bu kadar seviyor sanıyorsun? Ulan bizim grupta bile kime sorsak favori çocukluk arkadaşı sensin." demişti gülerek. "Çünkü olduğun gibisin. Kimse için kötülük düşünmezsin. İyisin oğlum işte. Düşman saydığın adamın bile defalarca arkasını kollayacak kadar iyisin hem de."
Gökmen bir süre ne tepki vereceğini bilememişti. Kulak kepçeleri hafifçe pembeleşirken, "Ne zaman arkanı kolladım lan ben senin?" diye mırıldanmıştı.
Arslan bir kez daha gülmüştü. Birbirine geçmiş parmaklarını ayırmadan bedenini ona doğru döndürmüştü. "Seni övmemi istiyorsan söylemen yeterli, salağa yatmana gerek yok." demişti kaşlarını kaldırarak.
Gökmen'in mavileri onu bulmuştu. Ela harelerde gördüğü sevgiyle bedeni ürperirken sertçe yutkunup gözlerini kaçırmıştı. "Amma gevezeymişsin sen de." diye homurdanarak onu birleşik ellerinden çekerek öne doğru savurmuştu. "Yürü hadi, eve gidelim artık. Babamla papaz olacağım yine." diye devam etmişti.
Arslan omuzlarını sarsan sessiz bir gülüşle uzatmadan ona söylenileni yapmıştı. Birleşik parmaklarını iki adım geriye gidererek yavaşça ayırırken, "Mahallede görüşürüz." demişti.
Gökmen onu kafasıyla onaylayıp ayrılan ellerini ceplerine sokuşturarak, "Önden git sen." demişti. "Aynı anda girmeyelim sokağa, ne olur ne olmaz."
Bu sözlerle içine düştükleri o pembe balon ağır ağır patlamış, birbirlerinden gözlerini kaçırırken gönülsüz bir iyi gecelerle ayrılmışlardı.
O iyi gecelerin üzerinden yalnızca bir saat geçmişti ve esmer delikanlı tekrar karşısındaydı. Üstelik odasındaydı ve Gökmen haklı olarak şok olmuştu.
Bir elini dibine girmiş adamın göğsüne koyup onu sertçe ittirirken, "Ne işin var burada lan senin? Nasıl girdin içeri?" dedi kaşları derince çatılırken.
Arslan göğsündeki elin itişine direnmeden bir adım geriye çekildi. Ellerini üzerindeki gri eşofman altının ceplerine sokarken omuz silkip, "Geleceğim demiştim. Sözde kalmasın dedim. Bir de ağaca tırmanmayı becerebilecek miyim diye test edesim vardı." dedi ela hareleri ağır ağır üzerinde dolanırken. Gözleri Gökmen'in çenesinden süzülüp boynu boyunca ilerleyip çıplak göğsünden kasıklarına doğru ağır ağır ilerleyen bir damlayı takip ederken adem elması yavaşça boğazını turladı.
Ağaca tırmanırken böyle bir görüntüyle karşılaşmayı beklemiyordu. Daha önce sarışını defalarca yarı çıplak görmüştü. Lakin o zamanlar bu görüntü ne bu kadar yakınındaydı ne de o beyaz ten Arslan'ın bu kadar ilgisini çekiyordu. Çıplak bir erkekti işte.
Kollarında, göğsünde ve karnında belirgin ama ince kas kütleleri olan, yer yer koyulaşan sarı tüyleri olan bir erkek... Lakin şimdi göbeğinin altından kasıklarına doğru koyulaşan ince tüy tabakası bile kasıklarının seğirmesine sebep oluyordu.
Gökmen üzerinde gezindikçe koyulaşan ela harelerden habersiz, zira o an çok gergindi, "Kendi bahçendeki ağaçta yapsaydın testini o zaman allahın delisi." diye homurdandı eğilip yere düşürdüğü baş havlusunu alırken. "Yakalanırsan cesedin çıkar bu evden biliyorsun değil mi?" diye devam etti gergin bir şekilde, elindeki telefonu dolabının bitişindeki aynalı komodinin üzerine sertçe bırakırken.
İhtimali bile üç buçuk attırıyor, göğsünün korkuyla sıkışmasına sebep oluyordu. Öyle bir durumda Arslan'ı ailesinin elinden nasıl alırdı bilmiyordu. Hoş, onu babasının elinden kim alacaktı onu da bilmiyordu. O an bakarız derken sadece dalga geçiyor, onun da dalga geçtiğini düşünüyordu. Arslan'ın gerçekten de ağaçtan odasına gireceğini düşünmemişti.
Arslan gözlerini yavaşça onun loş ışığın altında ıslak oluşunun da getirisiyle parlayan beyaz tenden güçlükle çekip gözlerini odanın içinde amaçsızca dolandırdı. Dudaklarının uçları kıvrılırken, "Kurtarsın sen beni, sana güveniyorum. " dedi oyuncu bir tonda.
Gökmen'in sert mavileri birkaç saniye onun üzerine dikildi. Elindeki havluyu silah olarak kullanıp esmerin koluna vurdu. "Bok kurtarırım. Beni uykumda boğmaya gelmiş, zor kurtuldum elinden demezsem adam değilim." diye homurdanınca, Arslan yalancı bir şaşkınlıkla ona dönüp , "Vay şerefsiz." diyerek sessizce güldü.
Onun gülüşü kaş çatan sarışının yüzündeki ifadenin istemsizce dağılmasına neden oldu. Ellerini ıslak saçlarından geçirip gözlerini o gülümsemeden kaçırırken, "Balkon tarafına çok yanaşma. Bizdeki bu şansla birilerini uyku tutmaz falan, başımıza iş almayalım gece gece." dedi kabullenmiş bir sesle.
"Tamam, çıkmayız." dedi Arslan, gözleri istemsizce Gökmen'in o an havluyla saçlarını kurulamaya başladığından gerilen kol kaslarına ve göğsüne kaydı. Ulan kaynaşmaya geldiği odadan bu gidişle daha o gecenin sabahında ettiği bütün lafları yuta yuta çıkacaktı resmen. Herife daha o sabah, 'Seninle sen gönlünü bana açmadan sevişmeyeceğim.' demişti lakin o an düşünebildiği tek şey Gökmen'i hırpalaya hırpalaya bir güzel... neyse, düşünceleri iyi yerlere gitmiyordu. Dilini alt dudağında gezdirip, "Üzerini giyin." dedi koyulaşmış sesiyle.
Onun tok sesi, elindeki havluyu saçlarına sürtmeye başlamış sarışının dikkatini çekti. Elleri dururken gözleri ona bakmayan esmeri buldu. Gerilmiş boynu, belirginleşmiş çene kasları ve boğazında oynayıp duran çıkık adem elmasında dolandı mavileri. Esmer delikanlı üzerindeki bakışları hissedip yavaşça kafasını ona çevirince iki kehribar tanesine dönmüş ela gözlerle kalp atışları bir kez daha hızlandı. Tam o an çıplak bedeninin farkına vardı. Doğru ya altında bir havludan başka bir şey yoktu. O iki kehribar kürenin ona bakışındaki bir şeyler kasıklarını karıncalandırırken, kanında sinsi bir arzu dolanmaya başladı.
Bu zamana kadarki neredeyse bütün ilişkilerinde karşı tarafla arasındaki ten uyumunu anlamak için ilk günden, en kötü üçüncü günden sevişmiş ya da sevişmeden hallice bir ön sevişme yaşamıştı. Zira sağlıklı bir ilişkinin temellerinin iyi bir ten uyumuna dayandığını düşünüyordu. Lakin Arslan'la bunu ölçmek için ona dokunmasına gerek yoktu. Ela harelerin tek bir bakışı ya da soluk renkli dudaklarının tek bir hareketi bile Gökmen'in güney bölgelerini hareketlendiriyordu. Ona karşı hissetmeye başladığı o duygular her neyse; tetikleyicisi de aralarındaki ten uyumuydu zaten.
Kalp atışlarının hızlanışıyla solukları düzensizleşirken bir anda sertleşen ifadesiyle başındaki havluyu yere savurup tek eliyle esmerin tişörtünün yakasını kavrayıp kendine çekti. Afallayan delikanlının elleri başının yanından refleksle dolaba yaslandığında Gökmen başını bir yana eğip aralık dudakları sertçe kavradı.
Arslan'ın afallayışı kısa sürdü. Bir adım atıp bedenini Gökmen'in ıslak bedenine yaslayıp bir bacağını onun bacaklarının arasına sokarken, o hırçın öpücüğe aynı şekilde karşılık verdi. Derin, alacaklı gibi bir öpücüktü. Dilleri ilk saniyeden birbirinin ağzının içine yoklamaya başlamış, nefesleri ayarsızlaşmış, dudakları sırılsıklam kalmıştı. Esmerin bir eli boynunu çenesiyle birlikte sertçe kavrayıp, dişleri dilini kıstırınca Gökmen boğuk bir inilti bırakıp, bir elini onun kalçasına atıp, bedenini daha yakınına çekti. Şişmeye yüz tutmuş kasıkları birbirinin bacağına yaslanınca Arslan nefes nefese öpücüğü bozdu, lakin geri çekilmedi. Zira öpücüğü devam ettirirse daha o sabah söylediği her cümleyi afiyetle yutacaktı. Geri çekilmeye ise gücü yetmiyordu.
Sarışının kapalı gözkapakları aralanıp cam gibi parlayan mavileri elalarına tutununca sertçe yutkundu. Onun kızarık, aralık bir halde hızlı hızlı soluklar alıp veren alt dudağını bir kez daha kavrayıp ağzının içine çekti. Sertçe emip, dişleriyle kıstırarak geri bıraktıktan sonra, bir öpücük de dudağının kenarına bırakıp, dudaklarını teninden çekmeden, "Üzerini giyin sarı, ayar etme beni." dedi sert bir ses ve ifadeyle.
"Nazını sikeyim senin." dedi Gökmen sertçe yutkunurken. Onu kendine çekerken sonlarının böyle olacağını biliyordu. Kendisi ne kadar anı yaşayan bir adamsa Arslan da ertesi günü o kadar düşünen bir adamdı. İlk günden sevişmelerinin ilişkilerini seks temelli bir birlikteliğe dönüştüreceğini düşünüyor olmalıydı. Eh, haksız da sayılmazdı. Aralarında böyle bir tensel çekim varken Gökmen yalnız kaldıkları her an onu yatağa çekmekten kendini alamayacaktı. O an bile aklından geçen tek şey yorgunluktan bayılana kadar onunla sokuşmaktı.
Arslan onun homurtusuna yan ağız sırıtıp bir adım geriye çekildi. Çenesini bırakırken, gevşemiş havlusunun kasıklarının hemen üzerinden büzüştürerek içeri soktuğu ucunu buldu. Havlunun düşmesine izin vermeden büzgüyü açtı. Sarışının açılan kasıklarına gözlerini dikip elindeki havlunun ucunu bir kez daha büzerken, "Yemeğin en lezzetli olduğu an, en aç olduğun andır." Dedi.
Gözlerini nefesleri iyiden iyiye ayarsızlaşan sarışının mavilerine dikerken büzdüğü parçayı içe doğru kıvırıp, havluyu sağlamlaştırırken, "Biraz daha acıkalım." diye fısıldadı.
Bakışları arzuyla kararan Gökmen, alt dudağını ağzının içine çekip esmerin elalarına vahşi bir bakış attı. "Acıkalım bakalım." dedi.
Arslan'ın tüyleri o bakış karşısında ürperdi. Zira sarışını biraz daha kışkırtırsa avcıyken av durumuna düşecekti. Adem elması sertçe oynarken, "Giy üstünü hadi." dedi kafasını çevirirken.
Gökmen derin bir nefes verip onun tarafından ikinci kez yarı yolda bırakılmış yarı ereksiyon halindeki erkekliğine kısa bir bakış atıp arkasını döndü. Dolabının kapağını hışımla açıp ağzının içinde küfrede küfrede giyecek eşofman takımı ararken, Arslan onun söylenmesine yan ağız sırıtıp ilk defa geldiği odaya döndü yüzünü. Yapı olarak kendi odasının aynısı olan odada gözlerini merakla gezdirdi. Kendi odasındaki büyük ekran televizyonun yerinde büyük bir kitaplık vardı. Kitaplığın büyük bir kısmı kitaplar yerine boya tüpleri ve içi çeşit çeşit fırça dolu kalem kutusuyla kaplıydı. Kitaplığın sağ tarafında üç adet üzeri örtülü şövale, şövalelerin arkasında üst üste istiflenmiş tuvaller göze çarpıyordu.
Duvarlar Gökmen tarafından yapılan grafiti ve küçüklü büyüklü resimlerle doluydu. Resimlere dikkatli bakınca Gökmen'in zihninden muhtemelen onun için önemli olan anlardan birkaç kare göze çarpıyordu. Zira karikatür şeklinde çizilmiş resimlerin kenarları sanki bir fotoğraf karesiymiş gibi siyah boyayla kontur çekilerek sınırlandırılmıştı ve çoğunda sarışın mavi gözlü bir oğlan çocuğu dikkat çekiyordu. Kimisinde küçücük, yanakları al al bir çocuktu. Kimisinde bedeni gelişmiş, sakallı bir adamdı.
Bu görüntü Arslan'ın dudaklarının kıvrılmasına neden oldu. O resimlerden lise mezuniyeti olduğunu fark ettiği bir resmin önünde durdu. Gözlerini ağır ağır; bir kolunu Arslan'ın Oğuz olduğunu düşündüğü minyon bir çocuğun, diğerini Ercüment olduğunu düşündüğü elleri ceplerinde, genişçe sırıtan bir çocuğun omzuna atmış gözleri kaybolana kadar gülümseyen sarışının üzerinde gezdirdi. Karikatür şeklinde çizildiğinden midir bilmiyordu, önünde durduğu resim çok hoşuna gitmişti. Dudakları yumuşak bir kıvrım kazanırken bir elini resmin üzerine koyup, gülümseyen sarışın çocuğun yanağını okşadı. "Duvarların çok güzel..." diye mırıldandı istemsizce.
Uzaktan bakınca kaotik bir görüntü ortaya çıksa da detaylara girdiğinde her parça kendi içinde çok özel ve çok güzeldi. Sarışının iç dünyasının yansıması gibiydi duvar. Güzel ama hırçın...
Üzerini giyinmeyi neredeyse bitirmiş, yan gözlerle Arslan'ı izleyen Gökmen bu sözlerle istemsizce rengarenk duvarlarına kısa bir bakış attı. "Sen gel bir de anneme sor." dedi kollarından geçirdiği bol tişörtü aşağı doğru çekiştirirken. "İstisnasız her gün fırça yiyorum amına koyayım. Ne alakaysa; odayı dağınık gösteriyormuş. Bir gün eve geldiğimde badana yapılmış olarak bulursam şaşırmam."
Arslan gözlerini başka bir çerçevelenmiş resme çevirirken, "Yazık olur." diye mırıldandı. Detaylara baktıkça daha çok hayran oluyordu önündeki duvara. Sonra gözleri kolunun altına sıkıştırdığı kırmızı plastik topla karşısına küskün küskün bakan kara bir oğlan çocuğunu seçti. Kaşları şaşkınlıkla havaya kalkarken, "Bu ben miyim?" dedi afallayarak. Gökmen'in anı duvarında kendi çocukluğunu görmeyi beklemiyordu. Kendisinin olduğuna emindi. Zira o kırmızı top ilkokulu bitirene kadar elinden hiç düşmemişti.
Üstelik çocuğun üzerine çizilen kıyafetler de bir o kadar tanıdıktı.
Gökmen, Arslan'ın şaşkınca elini gezdirdiği resme kısa, utangaç bir bakış attı. Nemli olan saçlarını bir eliyle karıştırırken, "Niye o kadar şaşırdın ki?" diye mırıldandı. "Burası benim anı duvarım. Düşman da olsak anılarımın büyük çoğunluğunda varsın."
Esmerin bakışları yavaşça ona dönerken, parmaklarını son kez resmin üzerinde gezdirdi. "Başka var mı?" diye mırıldandı sesindeki heyecana engel olamadan.
Gökmen'in dudakları konuşacakmış gibi aralandı lakin geri kapandı. Sonunda utana sıkıla, "Vardı." diye mırıldandı. Gözlerini ela harelerden kaçırıp derin bir nefes verdi. "Abim görüp sen olduğunu anlayıp sinirlenince, dırdırını çekmemek için üzerlerine boya atıp grafiti yaptım." dedi.
Arslan'ın gözleri bu sefer duvardaki grafitilerde dolandı. O eğri büğrü yazıların altında kendisinden bir parça olduğunu bilmek tuhaf bir şekilde göğsünü ısıttı. Dudakları kıvrılırken, çenesiyle küçüklüğünün resmedildiği kareyi gösterip, "Bu niye duruyor? Bunun ben olduğumu anlamadı mı?" dedi.
Gökmen gözlerini devirip, "Ne sorguladın anasını satayım." diye homurdanarak ona doğru ilerledi.
"Söyle Gökkuş, merak ettim işte." dedi esmer onun homurtusunu takmadan. Sarışın onu kolundan tutup balkonun önüne doğru çekiştirirken, "Ne bileyim, onu silmeye elim varmamıştı. Neyse gel şuraya bir sigara içelim, sonra gidip bize içecek bir şeyler bulayım." diye sessizce cevap verince esmerin dudakları bir kez daha, bu sefer öncekilerden daha büyük bir gülümsemeyle kıvrılmış, ela hareleri keyifle parlamıştı.
"Başka var mı?" dedi hevesle onu çekiştiren kolu yakalayıp Gökmen'i durdururken. "Beni çizdiğin başka resmin var mı?"
Sarışın ela harelere bakarken pes etmiş bir nefes alıp verdi. Arslan'ın sesindeki hevese bakılırsa, tek kaldığı an bütün odayı kurcalayacaktı ve Gökmen'in yapma demek bile içinden gelmiyordu. Zira onun hevesli sesi ve parıldayan ela gözleri beynini de kalbini de uyuşturuyor, öfkeyle onu geçiştirmek isteyen iç sesini eritiyordu.
"Ne yapacaksın?" dedi kızarmaya yüz tutan kulak kepçeleriyle.
"Varsa görmek istiyorum."
"Görüp ne yapacaksın?"
Arslan, tereddütlü maviler arasında dolandı. "Senin gözünden nasıl gözüktüğümü görmek istiyorum. Var mı, söyle hadi."
Gökmen sertçe yutkundu. Tüm gün Arslan'a maruz kaldığından belki de ona karşı direnci kırılmıştı. Gözlerindeki şu çocuksu heyecanın onu bu kadar etkilemesinin başka açıklaması yoktu. Diliyle alt dudağını yoklayıp, gözlerini elalardan kaçırdı. Bu itiraf onu feci halde utandıracaktı ama dudaklarının hakimiyetini biraz önce kaybetmişti.
"Son günlerde senden başka bir şey çizemiyorum." dedi neredeyse duyulmayacak bir sesle. Bir elini rahatsızca saçlarından geçip ensesini parmaklarıyla sıkıştırdı. "Çizdiğim her şeyde... senden bir şeyler var."
Esmerin tutuşu sıkılaşınca, bakışlarını bir kez daha ona çevirdi. Ela harelerdeki yoğunlukla bir kez daha yutkunup, kolunu onun tutuşundan kurtardı. Felaket utanmıştı ve biraz daha utanırsa köpürecekti. "Ama göstermeyeceğim. Sanatçının özeline biraz saygı amına koyayım." diye homurdandı.
Arslan'ın anında itiraz etmek için aralanan dudaklarını umursamadan, onu omzundan ittirdi. "Geç otur şuraya, ben bize içecek bir şeyler alıp geliyorum." dedi ve onun tepki vermesine izin vermeden neredeyse kaçar gibi hızlı adımlarla odasının kapısına adımladı.
"Bu saatte kimse uyanık değildir ama olur da kapıya paldır küldür ayak sesleri gelirse saklan bir yere." diye devam edip tüydü.
Arslan açılıp kapanan kapıya bir süre afallamayla baktı. Öyle hızlı kaçmıştı ki tepki bile verememişti. Afallayışını atlatınca dudaklarından sesli kıkırtılar döküldü. Öyle ki omuzları o gülüşle sarsıldı. "Ulan Gökkuş..." dedi sırtını arkasındaki duvara yaslarken. "Sen benim harbiden sonum olacaksın."
**
Gökmen elindeki iki soda şişesiyle merdivenleri parmak uçlarında tırmanıp odasının kapalı kapısının önüne geldiğinde arkasındaki karanlık koridora kısa bir bakış attı. Anne-babasının ve abisinin yatak odası alt kattaydı. Bu katta yalnızca ablasının çocuklarla kaldığı geniş oda, kendi odası, Gökberk'in odası ve ortak kullanılan banyo vardı. Ablası on dedin mi yatardı lakin Gökberk tam bir gece kuşuydu. Bu sene sınava hazırlandığı için düzenli yaşamaya çalışıyordu ama bazen oyuna dalıp, geç yattığı oluyordu. Bu gecenin o gecelerden biri olmamasını umarak erkek kardeşinin koridorun sonundaki odasına kısa bir bakış attı.
Yakalanmaması gereken kişilerin başında kardeşi ilk sıralardaydı. Gençlik ateşinden olsa gerek Akınal nefretini en uç noktada yaşıyordu. Ablasını ise bir şekilde yumuşatabileceğini biliyordu. Zira Akınallardan ailenin diğer fertleri gibi nefret etmiyordu. Hiçbirinden hoşlanmıyordu ama nefret de etmiyordu.
Gökmen'in eve Arslan tarafından yamultulmuş bir halde geldiği birçok sefer, onu karşısına alıp, "Sen yapma bari ablacım. Okumuş etmiş adamsın, bu gereksiz düşmanlık için yüzünü şu hale getirmeye değer mi? Ne kazanıyorsun Arslan'la dövüşünce?" diyerek onu azarlamıştı. Ayrıca ev içinde onun cinsel yönelimini bilen tek kişi de Gökçe'ydi. Söylediğine göre ergenliğe girdiği ilk günden beri erkeklere de ilgi duyduğunun farkındaydı. Gökmen'i 17 yaşındayken, kocasının yeğeniyle öpüşürken yakalayınca da farkında olduğu gerçeği tasdiklemişti. Gökmen o günkü korkusunu hayatı boyunca unutamazdı.
Eski eniştesinin ondan birkaç yaş büyük yeğeniyle tüm düğün arifesi boyunca bakışmış, alttan alta flörtleşmişti. Ardından ablasını her ziyarete gidişinde yan binada oturan çocukla fırsatını bulduğu her an elleşmişti. O günlerden birinde apartmanın yangın merdiveninde kıstırdığı çocuğun dudaklarını deli gibi sömürürken, eniştesinden gizli sigara içmek için o merdiveni kullanan ablasına yakalanmıştı. Tam bir sıçış anıydı. Çocuk kıpkırmızı kesip apar topar kaçarken Gökmen'i şok içindeki Gökçe'yle baş başa bırakmıştı.
Kan ter içinde, korkuyla ablasının ağzına sıçmasını bekleyen Gökmen, önüne uzatılan sigara paketiyle tepki verememiş, ardından ablasının derin bir nefes verip, "Muhtemelen ben senden önce fark etmişimdir yönelimini, tırsma bu kadar." demesiyle ikinci şokunu yaşamıştı. "Ama kardeşimsin diye demiyorum cillop gibi çocuksun ablacım, Bülent'le mi fingirdiyorsun harbiden? Başka birini mi bulamadın?" diye homurdanana kadar da o şok sürmüştü.
Aklına gelen anılarla dudakları istemsizce kıvrıldı. Şişeleri tek eliyle tutup odasının kapısını açarken kafasını iki yana sallayıp, dudaklarından bir kıkırtı çıkmasına izin verdi. Ablası müthiş bir kadındı ve Gökmen abisine olduğu kadar ablasına da bir o kadar düşkündü. Aynı şekilde Gökberk'in de ona düşkün olduğunu biliyordu. Büyürken, kalabalık bir aile oldukları için büyük olan bir küçüğünün sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalmıştı. Muhtemelen bu kendinden büyük olana düşkün oluşlarının sebebi buydu. Zihnindeki düşüncelerle kapıyı arkasından kapatıp kilitledikten sonra gözleri cam kenarına çökmüş elindeki eskiz defterini karıştıran ama onun kıkırtısıyla merakla kafasını gizli gizli kurcaladığı defterden kaldıran esmerle buluştu.
"Harbiden mi?" dedi kaşlarını havaya kaldırırken. "Aradığını buldun mu bari?"
Arslan elindeki defterin kapağını kapatıp pişkin pişkin sırıttı. "Bulamadım. Tam konum vererek işimi kolaylaştırabilirsin aslında."
Gökmen ona gözlerini devirip, bıkkınca oflayarak ona doğru ilerleyince güldü. Önüne uzatılan cam şişeyi alırken, "Sen neye kıkırdıyordun öyle?" dedi.
Gökmen, komodinin üzerinden sigara paketini ve cam küllüğü alıp onun karşısındaki mindere kendini bıraktıktan sonra, "Aklıma komik bir anı gelmişti." dedi.
"Anlat da biz de gülelim o zaman sarı." Dedi Arslan, şişeden bir yudum alarak.
Gökmen sırıttı. Arslan'ın bu kadar meraklı bir herif olduğunu daha önce fark etmemişti. Aslında şimdi düşününce değildi de. Gözlemlediği kadarıyla kendi hayatı konusunda ne kadar ketumsa, başkalarının hayatları konusunda da bir o kadar umursuzdu. Lakin bu geceki tavrına bakarsa çok da doğru bir çıkarım değil gibi duruyordu.
"Ne zamandan beri bu kadar meraklı bir herifsin sen lan? Nerede o sikimden aşağı Kasımpaşa hallerin?" dedi dudaklarının arasına bir dal koyup, paketi hemen karşısında oturan adamın göğsüne attı.
Arslan göğsüne çarpan paketi tutup, içinden bir dal çıkarırken sarışının sorusuna güler gibi bir nefes bıraktı. "Adamına göre değişiyor. Konu sensen fazlasıyla meraklıyım diyelim." diye mırıldandı.
Gökmen esmerin sözleriyle artık alışık olduğu şekilde karıncalanan karnıyla bakışlarını ondan kaçırıp, dudaklarının arasındaki dalın ucunu tutuşturdu. Çakmağı esmere doğru uzatırken, "Ablamın beni eski kocasının yeğeninin ağzını hayvan gibi sömürürken
yakalayışı aklıma gelmişti." diye mırıldandı.
Esmerin çakmağa uzanan elleri bu sözlerle duraksadı. Gözlerini çakmaktan kaldırıp sarışına kısa bir bakış attı. "Güleceğimiz kısım neresi?" dedi çakmağı alırken. Anında Gökmen'in dudaklarını başkasının dudaklarının üzerinde hayal eden zihni yüzünden içi sıkılınca kaşlarını çattı. Kıskançlık törpülemeye çalıştığı bir yönüydü. Adamın gidip geçmişini kıskanacak kadar hastalıklı değildi.
Pekala, o kadar hastalıklıydı ama tepki vermediği sürece sorun yoktu. İçeriden çıldırmasının kimseye bir zararı dokunmazdı sonuçta.
Gökmen bağdaş kurarak daha rahat bir pozisyona geçerken onun çatılan kaşlarına sırıtarak baktı. Zira esmerin bu noktada kafasının içini görüyordu. Elindeki dalı dudaklarına dayayıp, "Yeğen erkekti." dedi içine bir nefes çekmeden önce.
Arslan'ın ela hareleri ona döndü. Hala gülmediğini söylemeye tenezzül etmeden, "Ablan yönelimini biliyor mu yani?" dedi dudaklarıyla kıstırdığı dal yüzünden boğuk çıkan sesiyle.
Gökmen kafasını sallayarak onu onaylayınca, "Tepki vermedi mi?" diye devam etti. Gökmen'in ailesi fazlasıyla tutucuydu. Akınal ve Pakdemir ailesi olarak iki zıt kutuplardı resmen. Arslan bazen iki taraftan birinin sırf diğerine benzememek için bu kadar zıt kafalarda olduğunu bile düşünüyordu. Misal kendi babası alemcinin tekiydi. Gökmen'in babası ise tam tersi işinde gücünde, namazında niyazında bir adamdı. O yüzden Gökçe'nin Gökmen'in yönelimini bilip de tepki vermemiş olması garibine gitmişti.
"Verdi." dedi Gökmen yamuk bir sırıtışla. " Cillop gibi çocuksun bula bula bu sivilceli tipsizi mi buldun, dedi."
Arslan içine çektiği dumanı gülerek verdiğinden öksürürken, Gökmen de sessiz sessiz gülerek ona eşlik etti.
Esmer öksürüklerini güçlükle dizginleyip sodasından bir yudum aldıktan sonra, "Sizin ailede ezelden beri bir Gökçe'yi severim zaten." dedi sırıtarak.
"Hadi lan oradan." dedi Gökmen alayla.
"Tamam tamam." dedi esmer ela harelerini flörtöz bir ifadeyle mavilere dikerek. "Doğrusu; en sevdiğim Pakdemir sensin. Gökçe'nin tahtı sallanalı çok oluyor."
Gökmen'in yüzündeki sırıtış bu sözlerle dağıldı. Zira kalbi göğüs kafesine ani bir vuruş yapmış, dengesini anlık olarak bozmuştu. Alaylı cümlelerden bu kadar etkilenmemesi gerekiyordu lakin sevmek kelimesi onun için sarf edilince Arslan'ın ağzından çok güzel çıkmıştı sanki. Elindeki sodanın kağıdını tırnaklarıyla kazırken, "Çok tuhaf lan." diye mırıldandı.
"Neymiş tuhaf olan?" dedi Arslan, başını arkasındaki duvara yaslayıp, dudaklarındaki minik tebessümle Gökmen'in utangaç ifadesini keyifle süzdü. Konuyu ansızın değiştirişini ise umursamadı. Birbirlerine güzel cümleler kurmaya da duymaya da beklediğinden çok daha hızlı alışıyorlardı zaten.
Gökmen tek omzunu silkti. "Burada olman... Biz... Her şey..." dedi takıla takıla. "Kırk yıl düşünsem bu odada olabileceğine ihtimal vermezdim."
Esmer derin bir nefes alıp verdi. "Bana o kadar tuhaf gelmiyor niyeyse." dedi elindeki sigaradan son bir nefes çekip, ortalarındaki küllüğe söndürdü. Gökmen'in gözleri ona dönünce dudaklarına yarım bir tebessüm kondurup, "Bizim yollarımız ezelden beri birbirine çıkıp duruyor Gökkuş. O yüzden şimdi..." Omzunu sakince silkti. "Sadece başından beri varmam gereken yere sonunda varmışım gibi hissediyorum."
Gökmen bir kez daha karıncalanan azalarıyla sertçe yutkunup ağır ağır dolandı elalarda. Baktıkça karıncalanan bütün azaları uyuştu. Söyleyecek tek bir cümlesi yoktu o yüzden elindeki sigarayı sertçe küllüğe söndürüp, bir elini esmerin ensesine atıp onu kendine çekti. Dudaklarını o gece bir kez daha esmerin dudaklarına kapadı. Ama bu sefer hissettiği fakat bir türlü tam olarak kabullenemediği duyguların hepsini dudaklarıyla aktarmak istiyormuş gibi ağır ağır, içli içli öptü onu.