KARAVANA ATMAK(1)

1620 Words
Parmak uçlarında eve giren sarışın delikanlı, yüzünü buruşturup dudaklarını ısırarak dış kapıyı yavaşça kapadı. Kilidin yuvaya sessizce oturmasıyla derin bir nefes alıp, ayağındaki ayakkabıları da aynı gerginlik ve dikkatle tek tek çıkarıp, kapının yanındaki portmantoya ağır çekimde bıraktı. Kapının birkaç metre ilerisindeki merdivenlere kalbi boğazında atarken özlemle bakıp, parmak uçlarında oraya doğru ilerlemeye başladığı sırada, "Anneanneeee dayım gelmiş!" diye böğüren yeğeninin sesiyle önce donup kaldı sonra havadaki ayağını yavaşça indirip, tırabzanların başında elindeki tabletten bir savaş oyununu oynayarak dikilen 9 yaşındaki ispikçi yeğenine öfkeyle baktı. "Ulan babası kılıklı zırtopoz, bu kaçıncı ispiyon?!" diye fısıltıyla bağırdı. Yeğeni Atakan, kafasını kaldırıp ona önemsiz bir bakış attı. Dayısının yüzündeki öfke ve korkuyla şeytanca sırıtıp, "Geçen gün istediğim oyunu alsaydın bu sefer ispiklemeyecektim." dedi omuzlarını silkerken. "Bu sefer sen kaşındın dayı, boşuna kızma. " Gökmen'in tüyleri çocuğun şeytani gülüşü karşısında diken diken olurken, "Ulan ben senin bacaklarını bir kırayım da gör sen asıl oyunu!" diyerek merdivenlerin başındaki çocuğa doğru atağa geçtiği sırada merdivenlerin sağ tarafında kalan mutfaktan elindeki bezle çıkan annesiyle adımları sekteye uğradı. Ellerini belinin iki yanına yerleştirip, ona kısılı gözleriyle bakan Mihriban Hanım'la, sertçe yutkundu. Sabah sabah bu kadar aksiyonun üzerine bir ton bağırtı ve nasihat dinleyecekti şimdi. "Eve yeni mi teşrif ediyorsun paşam?" dedi Mihriban Hanım, kaşlarını havaya kaldırırken. "Hayırlı sabahlar sultanım." dedi Gökmen, yüzüne sevimli bir gülümseme oturtup, parmaklarıyla dağılmış sarı saçlarını geriye taradı. "Allah seni ıslah etsin Gökmen, ne diyeyim ben sana artık?" dedi Mihriban Hanım bezmiş bir sesle. "Daha geçen gün uyardım seni, babanla beni papaz etme dedim. Demek ki şu kadarcık analık hakkım da yok üzerinde." "Yaa anacuğum vallahi bu sefer isteyerek olmadı. Akşam gelecektim eve ama-" "Ben karışmıyorum artık, git babana hesap ver. " dedi Mihriban Hanım, küskün ve sinirli bir sesle geldiği mutfağa geri dönerken. O kendi kendine yüksek sesli söylenmeye devam ederek işine geri dönünce, Gökmen omuzlarını düşürüp, yorgun bir nefes verdi. Merdivenin başında durmuş onun yediği azara kıs kıs gülen yeğenini fark edince, "Oğlum Atakan, bu sefer seni elimden feriştahı gelse alamaz lan!" diyerek merdivenlere fırladı. Atakan, "Anneeeeee dayım yine beni dövüyor!" diyerek gerisin geri iki-üç basamak çıkıp koşarak annesinin bulunduğu yatak odasına girerken, Gökmen de onu kovaladı. Odaya hızla girip, dağınık yatağı düzelten ablasının arkasına saklanmış sırıtarak ona bakan yeğenini görünce, öfkeden nefes nefese kapı eşiğinde durdu. "Ne oluyor yine, sabah sabah niye kudurdunuz?" diyerek şaşkınca doğrulan Gökçe ile, Gökmen, anasının arkasına saklanıp ona şeytani bir sırıtışla bakan yeğenine öfkeyle işaret edip, "Abla, yemin ederim şimdi çekilmezsen yeğen falan demem gece götürür dağ başına bırakırım bu çocuğu." diye bağırdı. Gökçe kaşlarını çatıp, arkasına saklanmış oğluna sert bir bakış attı. "Atakan, yine ne yaptın da çıldırttın dayını?" dedi bezmiş bir sesle. "Ya valla ben bir şey yapmadım!" dedi Atakan, dudaklarını büzerek. "Eve yeni gelmişti ben de hoş geldin dedim sadece." Annesi kafasını iki yana sallayarak, tek kaşını havaya kaldırdı. "Sen onu benim külahıma anlat." diyerek oğlunun kafasının üzerine yumuşak bir tokat geçirdi. Atakan kafasını tutarak sızlanırken, Gökmen, "Abla bir tane vurayım bak ne olursun, lafla uslanacağı yok bu çocuğun. Valla bak, iki dayak yese kendine gelecek." dedi onlara doğru adımlarken. "Ay Gökmen, çocukla çocuk olma." dedi Gökçe sitemle. Gökmen onu tınlamadan hala anasının arkasında saklanan yeğenini yakalamak için hamle yapınca, Gökçe homurdanarak kardeşinin kafasına da bir tane geçirdi. "Çocuklaşma da git bir duş falan al, leş gibi anason kokuyorsun hala. Rakı şişesinin içine düşmüşsün sanki." diye homurdandı yüzünü iğrentiyle buruşturarak. "Vallahi kahvaltıya böyle inersen, babam artık tüfekle kovalar seni. Adamı delirteceksin sonunda." Gökmen, ablasının sözlerini tınlamadan sonunda Atakan'ın kafasının üzerine sert bir şamar indirmeyi başardı. Anında kafasını tutarak ağlamaya başlayan çocukla keyiflenip, "Gireceğim şimdi." diyerek ona kötü kötü bakan ablasından sırıtarak birkaç adım uzaklaştı. Atakan, "Dedeme söyleyeceğim seni!" diyerek daha yüksek, bir nevi siren sesi çıkararak ağlarken, Gökmen sırıttı. "Selamımı da söyle puşt, çok da sikimde" dedi alayla. Zaten yiyeceği kadar fırça yiyecekti. Azıcık da torununu şamarladı diye yerdi. "Küfür etme çocuğa!" dedi Gökçe kaşlarını çatarak, onun omzuna minik bir tokat indirdi. "Senin yüzünden ağzı iyice bozuldu zaten. Her gün başka birinin velisi arıyor, oğlunuz çocuğuma küfür etmiş diye." "Ne benim yüzümden ya, babası olacak şerefsizden öğreniyordur şekilsiz. Al işte bak, gönderme çocuğu onun yanına diyorum sana." Ablası geçen sene eşinden boşanmış, iki çocuğuyla baba ocağına geri dönmüştü. Bu duruma en çok sevinen Atakan'a rağmen Gökmen olmuştu. Eniştesi olacak puşta ilk günden beri ısınamamış, "Bakın diyorum size, bu adamı hiç gözüm tutmadı. Sevemiyorum bir türlü. Ayrıca ablam daha 20 yaşında. 20 yaşında evlenilir mi?" diyerek önüne gelen bütün aile bireylerine yakınmıştı. Ancak herkes onun ablasını kıskandığını düşünerek sözlerine gülüp, onunla uğraşmakla yetinmişti. O zamanlar ablasının gözü aşktan kör olduğu için ne kadar dil dökerse döksün Gökçe'yi de ikna edememişti. Hoş, kendisi o zamanlar tüyü bitmemiş, daha 12'sinde bir ergen olduğu için kendisini kimsenin takmaması çok da şaşılacak bir durum değildi. Evliliğinin altıncı ayında Gökçe elinde bir valiz, gözü yaşlı kapılarına dayanmıştı. Ancak ortadaki iki çocuktan da anlaşılacağı gibi şerefsizin hammaddesi olan eniştesi kapılarına dayanıp, yalvar yakar ikna ederek onu geri götürmüştü. O günden sonra neredeyse iki ayda bir elinde bir valizle ailesinin kapısını çalar olmuştu. 8 yıllık çalkalantılı evlililkleri boyunca Gökmen kaç kere ablasını evlerinin kapısının önünde bitmiş bir halde bulduğunu bilmiyordu bile. İşin kötü tarafı, zamanla o kapı önünde; elindeki valizin yanına, ikinci sene bir erkek çocuğu, dördüncü senenin sonunda valiz ve erkek çocuğunun yanına eklenmiş kundakta bir kız çocuğuyla bulmuştu onu. Sonuç olarak artık rutine dönüşmüş o baba ocağına dönüşlerden biri son olmuş, ablası kendisi gitmek yerine avukatıyla boşanma kağıtlarını göndermeye karar vermişti. Gökmen'e göre ablasının son 9 yılda aldığı en mantıklı karar da buydu. Keşke Atakan'ı yapmadan önce dönseydi demekten çoğu zaman kendini alamasa da ablasının dönmüş olmasına seviniyordu. "Of Gökmen, adamın mahkeme izni var, kaç kere diyeceğim daha?" diye homurdanarak çocuklarının pijamalarını katlamaya girişmiş kadına kaşlarını çatarak baktığı sırada arkasından yükselen, "Dayıııı!" nidasıyla yüzünde güller açarak arkasına döndü. "Prensesimmm!" diyerek karşıladı dört yaşındaki, en sevdiği, hatta çoğu zaman tek sevdiği yeğeni Naz'a döndü. Kollarını açarak ona koşturan lüle lüle sarı saçları, masmavi gözleri, tombiş yanakları ile dünyanın en güzel varlığı saydığı kızı yere eğilip kollarını açarak karşıladı. Kız, dayısının kucağına tırmanıp, küçük kollarını sıkı sıkı boynuna dolayınca Gökmen uyandığından beri ilk defa gerçek bir gülümseme sundu. "Oh, oh!" dedi kızın saçlarının üzerine art arda öpücükler kondururken. "Mis gibi de kokarmış dayısının güzeli." Naz, kıkırdayıp dayısının yanaklarını iki yanından tutarak onu durdurdu. "Yerdeydin sen?" dedi kızgın çıkarmaya çalıştığı bir sesle. "Yarın hep seni bekyedim ama geymedin." "Yarın değil akılsız, dün o!" dedi anasının bacaklarının arkasından kafasına çıkaran, kimse onu takmayınca yalandan ağlamayı bırakan Atakan. Naz kafasını sallayıp, "Evet, dün bekyedim." diyerek kendini düzeltince Gökmen geniş bir gülümsemeyle kızın yanağına bir öpücük kondurdu. "Özür dilerim çiçeğim, dayın çok yaramaz son günlerde." dedi. "Yayamaz dayı!" diyerek kıkırdayınca Gökmen de onunla birlikte kıkırdadı. Ölüyordu bu kıza. Aynısından yapabileceğini bilse kapıdan döndürdüğü ilk kadına nikahı basar, çalışmalara başlardı. "Naz gel buraya, üstünü değiştirelim. Gökmen sen de git duşunu al hızlıca. Babam sofrada görsün seni." diyen Gökçe'nin sesiyle, Gökmen yeğenini yavaşça yere bıraktı. Naz'ın saçlarının üzerine şefkatli bir öpücük kondurup, göz göze geldikleri an ona dil çıkaran Atakan'a sabır çekerek baktı. "Seninle sonra görüşeceğiz." dedi ona parmak sallarken. Atakan, dayısının tehdidine dilini dışarı çıkararak tükürünce Gökmen sabır çekti. Akınallar yüzünden katil olmazsa, aha bu velet yüzünden kesin olacaktı. "Atakan terbiyesizlik yapma." diyen ablasına gözlerini devirip kendi odasına yaylandı. Atakan'ın varlığı dünyaya terbiyesizlikti onca. Atakan'ı sevmiyor değildi. Ne kadar babasının minyatürü de olsa, ne kadar içinde kuyruklu bir şeytan da yaşasa bir parça çocuktu sonuçta. İşte yalnızca arada harika bir dayı olarak masal anlatmak yerine masalları yaşatası geliyordu. Mesela Hansel ve Gratel masalı olabilirdi. Bir gece dağın başına bırakıp, eline de bir parça ekmek tutuşturası vardı. Odasına girip, kapıyı arkasından kapadığı sırada bunları düşünüyordu. Kapının arkasına asılı olan bornozunu ve saç havlusunu alıp üzeri hiç bozulmamış yatağına fırlattıktan sonra pantolonunun cebinden dünden beri hiç bakmadığı telefonunu çıkarıp, kendini balkonuna attı. Kahvaltıdan önce bir sigara içmezse kafayı yiyecekti. Çok nikotinsiz kalınca dünyayı flu görmeye başlıyordu. O yüzden yakalanma riskini göze alıyordu. Zaten birazdan dünyanın bağırtısını dinleyecekti. Bir eksik bir fazla çok da bir yerinde değildi. Kendini balkonunda sandalyelerden birine yığılır gibi bıraktıktan sonra, dudağının arasına bir dal yerleştirip kafasını telefonuna eğdi. Ailesinden gelen onlarca aramayı ve mesajı görünce sıkıntıyla iç çekti. Gerçekten son zamanlarda iyice bokunu çıkarmıştı. Bu gidişle ya evden atılacaktı ya da Akınallara kalmadan babası tarafından götüne bir şarjör kurşun yiyecekti. Arkadaş grubundan gelen onlarca bildirimi görünce homurdandı. Piçler, dün akşam o kafayla onu tek başına göndermişlerdi resmen. Dün ve bugün yaşadığı aksiyonunun mimarı sayıldıkları için gruba girip mesajları okumadan, "Hepinizin amına koyayım." yazıp gönderdikten sonra sigarasının ucunu tutuşturdu. İçine çektiği ilk dumanı verirken, "Oh ulan, dünya varmış!" diye söylendi. Sigara ile arasındaki bu hasret temelli ilişki onu çok yıpratıyordu. Sigarasının filtresini bir kez daha dudaklarına dayarken gözleri istemsizce karşısındaki evin, yalnızca 20 dakika önce bulunduğu balkonuna kaydı. Yıllardır bulunduğu noktadan bu manzarayı izliyordu ve bugün ilk defa o manzaranın içine dahil olmuş, karşı tarafın manzarasını deneyimlemişti. Orada olmak, tuhaf bir tecrübeydi... Esmerin balkonunu izlemeye devam ettiği birkaç dakikanın sonunda gözleri üzerindeki tişörte kaydı. Aklında bu tişörtü üzerine geçirirken Arslan'ın yüzünü kaplayan hoşnutsuzluk gelince sırıttı. Dün geceden tek kazancı o mutsuz ifadeydi. Dün gece... "Ha siktir ya!" diye homurdandı bir ayağının tabanıyla balkonunun mavi demirini tekmeleyerek. Ölmeden o evden kurtulmaya o kadar odaklanmıştı ki rezilliğini bir süre için unutmuştu. Hatırında yalnızca birkaç kare vardı ve onlar bile kendini bulduğu ilk tepeden aşağı yuvarlamasına yeterdi. Ulan o şerefsizi öpmeye çalışmıştı daha ne olsun! Sadece çalışmış olmakla kalmak tek avuntusuydu. Bu düşünceyle önce yüzünü ekşitti, sonra kendi kendine homurdandı. Sigarasından bir nefes daha çekerken, rezilliği yüzünden yüzünün ısındığını hissetti. En iyisi olmamış saymak, düşünmekten kaçınmaktı. Gerçi Arslan'ın iki de bir o geceyi yüzüne çarpacağına emindi. O yüzden bu kaçış planı bir bokuna yaramayacaktı ama olmuşla ölmüşe çare yoktu. Neyse ki, dün yediği hurmaların bugün götünü tırmalamasına alışıktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD