"Oğlum ne maçı amına koyayım ya? Gelmem ben kahveye falan." diye homurdandı sarışın, telefonu kulağıyla omzu arasına sıkıştırmış, dolabından akşama doğru bir miktar serinlemiş havaya uygun yarım kollu bir tişört ararken.
"La oğlum derbi diyorum lan derbi!" dedi çocukluk arkadaşı Kaya.
"Derbine sokayım." diye homurdandı Gökmen, dolabından çıkardığı siyah beyaz tişörte alıcı gözle bakarken. "Lan ne cinconlusun ne sekiztaşlı, izleyip ne yapacaksın?" diye devam etti. Hem kendisinin hem de Kaya'nın Fenerbahçeli olmasının yanında bir de futbola gram ilgi duymuyordu.
"Kardeşim lig sıralaması için hayat-memat meselesi bu maç. Hadi be oğlum ya! Gidelim işte. Hem salak salak kafede takılmaktan iyidir." dedi Kaya.
Gökmen gözlerini devirip bezgin bir nefes verdi. Mahalledeki arkadaşlarıyla uzun zamandır adam akıllı vakit geçiremiyordu. Zira tüm vaktini üniversitede ve üniversite arkadaşlarıyla orada burada sürterek geçiriyordu. Kahvaltıda babasının çektiği bol bol tehdit barındıran azarın ardından birkaç gün evde ve evin çevresinde vakit geçirmesinin iyi olacağını düşünerek Kaya'yı aramış, bir ton küfür de ondan yemişti. Bu sebeplerden ötürü duyduğu mahcubiyetin de etkisiyle istemeye istemeye de olsa, "İyi tamam lan, ağlama gideriz." dedi.
"Nazını seveyim senin." diye homurdandı Kaya. Ardından, "7'de kahvede ol bak, sonra yer tutuyorum diye bir sürü laf yiyorum milletten."
"Tamam tamam, bir şeyler atıştırıp çıkacağım. Hadi görüşürüz birazdan." dedikten sonra telefonu omzuyla boynu arasında tutmaktan dolayı kramp giren boynunu azat etmek için telefonu eline alıp, görüşmeyi sonlandırdı.
Üzerine değiştirip, ayna karşısında birkaç dakika saçıyla uğraştıktan sonra, komodinine adımladı. Bej rengi, iki çekmeceden oluşan komodinin üzerindeki onlarca ıvır zıvırın arasından parfüm şişesini alıp, boynunun iki yanına sıktı. Bir tur da şişeyi çevresinde döndüre döndüre üzerine sıktıktan sonra şişeyi aldığı yere bırakıp, kendini yatağının üzerine attı. Çekmecesini açıp, üzerindeki siyah üzerine beyaz baskılı tişörte uygun birkaç deri kayışlı bileklik çıkarıp koluna geçirirken ağzının içinde homurdanmaya devam ediyordu. Kahvehane ortamını gram sevmiyordu ancak mahallelerinde takılabilecekleri nadir yerlerden biri olduğu için sık sık yolu oraya düşüyordu. Sevmemesinin en büyük sebebi çocukluğundan beri yakasından bir türlü düşmeyen, sebebini bir türlü anlayamadığı bir şekilde ona takılmayı seven bütün geveze orta yaşlı ve yaşlı tayfanın orada takılıyor olmasıydı. Dudaklarının arasına sıkıştırdıkları sigaralarla, pişpirik oynarken sürekli ona laf atmaları Gökmen'i deli ediyor, yine de saygıyı elden bırakmadan zoraki bir gülümsemeyle onları dinliyor, çat pat cevap veriyordu.
Bilekliklerinin klipslerini oturttuktan sonra ayaklandı. Aynanın karşısına geçip, son bir kez aynadaki aksine baktıktan sonra, sigara paketini, cüzdanını ve telefonunu siyah kotunun ceplerine yerleştirip odasını terk etti.
Merdivenleri üçer beşer inip, evin en geniş yeri olan salona girdi. Gözleri koltuğa yayılmış, elindeki telefonla oynayan erkek kardeşi Gökberk'i bulunca, "Herkes nerede lan?" diye sordu, ona doğru ilerleyerek.
"Annem yemek yapıyor, ablam çocukları parka götürdü, babam daha gelmedi ve abim de daha dükkanı kapatmamıştır." dedi monoton bir sesle, abisine bakmadan.
"Bir işsiz sensin yani." dedi Gökmen, tek kaşını havaya kaldırarak.
"Bir de sen abi."
Gökmen, koltuğun üzerinden uzanıp kardeşinin kafasına minik bir şamar geçirdi. "Bana laf yetiştireceğine, kalk git test çöz hıyar! O üniversite bu sene kazanılmasın, götünden kan alırım senin!"
Gökberk, kafasını tutup, abisine kaşlarını çatarak kötü bir bakış attı. "Daha yeni kalktım başından ulan, arada nefes almayayım mı anasını satayım? Robot muyum lan ben?" diye yükseldi. Evdeki herkes onu ne zaman otururken görse benzer cümleler kurduğundan artık canından bezmişti.
"O dershaneye 20 bin lira saydırdıktan sonra gerekirse robot olacaksın aslanım." dedi Gökmen, bir elini ona kötü kötü bakan kardeşinin yüzüne kapayıp sertçe kafasından ittirdi.
"O 20 bin lira senin harcadığın boya, fırça, tuval parasının yanından geçmez." diye ağzının içinde sessizce homurdandı Gökberk.
"Ne dedin?" dedi Gökmen, tek kaşını tehditkar bir şekilde havaya kaldırırken.
"Of, uğraşma benimle abi ya!" dedi Gökberk, hışımla ayaklanıp odayı küfrede küfrede terk ederken.
Gökmen onun arkasından sırıtarak baktı. Kardeşine mobing uygulamayı çok seviyordu. Yanlış olmasın, böyle davranmasının tek sebebi Gökberk'in iyiliğini istediği içindi. Zira kardeşi, biri onu iteklemedikçe, söylenmedikçe dersin başına oturmuyordu. Ne kadar çok küfür yerse, o kadar soru çözüyordu ve Gökmen onun bu huyunu çok iyi biliyordu.
Sonunda Gökberk'i de kaçırdığı için boşalan salona üstün körü bir bakış atıp, yavaş adımlarla mutfağa ilerledi. Annesinin ocağın başında durmuş, altı yanan tencereyi ağır ağır karıştırırken, telefonda ahiretliği Nurdan teyzeyle yine dedikodunun dibine vurduğunu görünce sırıttı.
"Ay deme kız, kime kaçmış? Ben biliyordum ama, o kızın rahat durmayacağı bakışından belliydi. Ay, Keriman'a çok üzüldüm şimdi. Kadıncağız kahrolmuştur. " Karıştırdığı yemekten kaşığın ucuyla alıp tuzunu kontrol ederken kafasını sanki onu dinleyen görüyormuş gibi hızlı hızlı sallayıp, "Aynen öyle valla bacım. İnşallah iki güne dönüp, anasını babasını kahretmez, mutlu olur, ne diyelim." diye devam etti.
Gökmen, annesinin bütün dikkatinin yaptığı telefon görüşmesinde olduğuna emin olunca sessizce buzdolabına ilerleyip, kapağını açtı. Dizlerini kırılıp eğilirken, kafasını neredeyse dolabın içine sokup, çıkmadan ağzına tıkıştırabileceği bir şeyler aradı. Sonunda plastik mavi kapta sabah kahvaltısından kalma kıymalı börekleri görünce, altın bulmuş gibi bir sevinçle kabı kaptı. Buzdolabının kapağını kapayıp, bir omzunu kapadığı kapağa yaslarken, elindeki kabın ağzını açtı. Aldığı büyük bir dilimi ağzına tıkarken, anasının dedikodusunu dinlemeye devam ediyor, boş gözlerle onu izliyordu.
Sonunda annesi onu fark edip yerinde zıplayarak, bir elinin başparmağını damağına yaslayıp kafasını ittirince, sessizce güldü.
"Ay Gökmen allah iyiliğini versin, ödümü kopardın!" dedi kadın sitemle. "Ne öyle zebellah gibi dikilmişsin tepemde? İnsan bir ses verir oğlum!"
"Dedikoduya çok kaptırmıştın anacuğum, bölmeyeyim dedim." dedi böreğinden büyük bir ısırık daha alırken.
"Aa üstüme iyilik sağlık, ne dedikodusu oğlum? Kaç zamandır mahalleye çıkmıyorum diye Nurdan teyzen haberleri iletiyor sadece." dedi alınmış bir sesle.
Gökmen, dudaklarını büküp, "Tabii canım." diyerek annesine takılınca, Mihriban Hanım kaşlarını çatıp söylendi.
"Neyse Mihriban hatun, ben kahveye gidiyorum, yemekte yokum." dedi sonunda içindeki bütün börekleri silip süpürdüğü kabı tezgaha bırakıp, yağlı parmaklarını dudaklarıyla temizlerken.
"Gökmen, oğlum sen babanı katil mi edeceksin bu yaştan sonra he? O soysuzları öldürmeyip, 60'ına kadar direndi adam, bu yaştan sonra evlat katili edip hapislere mi düşüreceksin?"
"Ya kahveye çıkıyorum diyorum kadın, maç var maç, allah allah!" diyerek homurdandı. Ardından söylenerek mutfaktan çıktı.
"Geç gelme bari! 12'den önce evde ol!" diye arkasından bağıran annesine bir kez daha göz devirip portmantodan beyaz spor ayakkabılarını aldı. Yere atıp, homurdana homurdana giyindikten sonra arabasının anahtarlarını da alıp, kendini dışarı attı.
Kapının önündeki park halindeki siyah arabasına binip, kontağı çalıştırdı. Gözleri harekete geçmeden önce esmerin evinin önündeki hareketliliğe kaydı. Arslan'ın annesiyle, en büyük ablası Aysima'nın ellerinde poşetlerle bahçeye girdiklerini görünce kaşları çatıldı. Yalnızca 6 saat önce o bahçeden kaçışı aklına gelince ürperdi. Vallahi bu sefer ucuz yırtmıştı.
Sonunda el frenini indirip arabayı harekete geçirdi. Mahallenin kahvesine giden yürümeyle 15 dakika süren yolu, arabayla 2-3 dakikada kat etti. Bulduğu ilk boşluğu arabasını park edip, çıktı. Kapıyı uzaktan kumandayla kilitlerken gözleri kahvenin önündeki kalabalığa kaydı. Siyah-beyaz ve sarı-kırmızıdan oluşan bir renk cümbüşünün içinde kalabalığın üzerinden yükselen sigara dumanlarıyla homurdandı. Bu kadar testesteron demek, onun için eşittir ter kokusu demekti. Bu düşüncüyle şimdiden burnunun direğinin kırıldığını hissedip yüzünü ekşitti.
Adımlarını kalabalığa doğru atıp, tanıdığı yüzlere başıyla selam verdikten sonra, maç için düzenlenmiş, oyun masalları kaldırılıp, yerine dip dibe beyaz plastik sandalyelerin sıralandığı alana girip gözlerini kalabalıkta Kaya'yı bulmak umuduyla gezdirdi. Ancak Kaya'nın kahverengi gözleri yerine, Arslan'ın elalarıyla çarpıştı. Kaşları refleksle çatılırken, ağzının içinde homurdandı. Geçirdikleri aksiyon dolu gece ve sabahtan sonra onu görmeyi her zamankinden daha çok istemiyordu ancak istemediğin ot dibinde biter misali, ne zaman böyle hissetse onu daha sık görür oluyordu.
Bir an için, Kaya'dan yiyeceği tribi göze alarak basıp gitmeyi düşünse de, gözleri esmerin üzerindeki sarı-kırmızı formaya dokundu. Yüzü anında şeytani bir gülümsemeyle kıvrılırken, Kaya'yı aramayı bırakıp onu görünce alayla sırıtan esmerin hemen arkasındaki boş sandalyeye doğru ilerledi. Oturan birkaç kişinin bacakları üzerinden atlayarak oturmak istediği sandalyeye ulaştıktan sonra, plastik sandalyeye bedenini yüzündeki şeytani sırıtmayı bozmadan bıraktı.
"N'aber kedi?" dedi yerinde iyice yayılıp, bir ayağıyla esmerin sandalyesini hafifçe tekmelerken. "Oğlum zaten tipsizsin üzerindeki renklerle iyice göz kanatır olmuşsun."
Arslan, yüzünü ona dönmeden dilini alt dudağında gezdirip sırıtışını genişletti. "O tipsizi dün az daha ayakta götürüyordun sarı. Ulaşamadığı ciğere mundar diyen kuş seni."
Gökmen'in yüzündeki sırıtış anında bozulup, yüzü asılırken, içinden kendine saydırdı. Al işte, on yıl çarpacaktı yüzüne!
"Düşün işte, bir kafam kıyakken giderin var." dedi bozuntuya vermeden.
Arslan, onun doksana çakılan golü kurtarmak için çırpınışına omuzları sarsılarak sessizce gülerken, "Kesin öyledir Gökkuş. Hadi, hatırın için ben bunu yemiş gibi yapayım." dedi alayla.
"La Gökmen! Gelsene buraya, ne yapıyorsun orada?" diye böğüren Kaya'nın sesiyle ona cevap vermekten kurtulup kafasını sesin geldiği yöne çevirdi. Kahvenin bir duvarına indirilmiş stor beyaz perdenin neredeyse tam önünde oturan arkadaşına, "Siz gelin, buradan daha iyi görünür oğlum, bakış açısı geniş. Kör mü edeceksin bizi amına koyayım?" diye geri bağırdı.
Kaya ağzını açıp itiraz edecekken, Gökmen'in önünde oturan esmeri görüp gözlerini devirdi. İki maç keyifleri vardı, o da bu şerefsizlerin atışması yüzünden bok olacaktı, biliyordu. Tecrübeyle sabitti. Yine de Gökmen'i oradan hiçbir kuvvetin kaldıramayacağını bildiği için homurdanarak yanındaki Ercüment ve Oğuz'u da dürterek ayaklandı.
Onlar Gökmen'in yanına doğru ilerlerken, Arslan'ın da arkadaşları gelip iki yanındaki boş koltuklara Gökmen'e selam vererek oturmuştu.
"Naber lan Mamut?" diyerek, önündeki kara kuru çocuğun ensesini hafifçe tokatlayarak kendini Gökmen'in yanındaki sandalyeye atan Ercüment'le, Gökmen'in bakışları Arslan'ın ensesinden onlara döndü.
"Eline koluna sahip çık Ercü, sikerim belanı." diye homurdandı Mahmut, kafasını geri çekip omzunun üzerinden ona ters bir bakış atarken.
"Sus lan Mamut." dedi Ercüment sırıtarak, bir daha aynı enseye hafif bir tokat indirdi.
Mahmut, onun eline vurup, "Oğlum el şakasından hoşlanmıyorum diye kaç kere diyeceğim ya! Kemal, yer değiştirelim abi! Bu göt maç boyu rahat bırakmaz beni." diyerek, Arslan'ın diğer yanında oturan Kemal'le yer değiştirmek için ayaklandı.
Ercüment höykürerek gülerken, Gökmen de ona sırıtarak eşlik etti. Arslan'ın arkadaş tayfası ile Gökmen'in arkadaş tayfası birbiriyle acayip iyi geçiniyordu. Eh, hepsi aynı mahallenin birlikte büyümüş delikanlılarıydı. Ancak Gökmen ile Arslan'ın birbirlerine güttükleri düşmanlıktan ötürü, zaman içerisinde bir taraf seçmek zorunda kalmışlardı. Gökmen ve Arslan'dan herhangi birinin olmadığı ortamlarda yine birlikte takılıyorlardı ancak ikisi de aynı ortamdaysa onlar da mecburen kendi cephelerine dönmek durumunda kalıyordu. Çocukluklarından beri Ercüment, Kaya ve Oğuz, Gökmen'in cephesindeyken; Mahmut ve Kemal Arslan'ın cephesindeydi. Mahallenin geri kalanı gibi onlarda bu ayrılıktan bezmiş durumdaydı. İnsanlar düğün, davet, yemek gibi etkinliklere
Akınallar ve Pakdemirleri aynı anda çağıramadıkları için bütün organizasyon planlamalarında kan ter içinde kalıyor, kara kara günlerce hangi aileyi çağırmaları gerektiğine dair ince hesaplar yapıyorlardı. Zira, iki aile ne zaman aynı mekanda bir araya gelse mutlaka kavga çıkıyor, tüm eğlence zehir zıkkım oluyordu.
"N'aber lan kaçak sarı?" dedi Ercüment, ondan kaçan Mahmut'a gülmeyi bırakır bırakmaz, Gökmen'in ensesinden yakalayıp sarstı.
"Hatırına gelmişiz çok şükür."
"İyidir Ercüm de, bırak kafam bedenimde kalsın amına koyayım." dedi Gökmen, ensesindeki eli tokatlarken.
"Oğlum harbi neredesin lan sen kaç zamandır?" diye atıldı, hemen yanındaki Kaya'nın diğer yanında oturan Oğuz.
"İş güç kardeşim ya, kusura bakmayın." dedi Gökmen ona dönerken.
Arslan alayla güldü. "İş güç dediği götü başı dağıtana kadar içmek bu arada." dedi önden lafa karışarak.
Gökmen, onun ensesine sert bir bakış atıp, kafasını yana eğerek sabır çekerken, ortamdaki kalan herkes çıtını çıkarmadan her an çıkabilecek kavgayı tetikte bekledi.
"Sen kendi işine bak lan kara göt!" dedi, esmerin sandalyesini bir kez daha sertçe, düşürebilmeyi umarak tekmelerken.
Arslan ise istifini bozmadan, sırıtarak stor perdeye yansıtılmış karede, sahaya çıkmış ısınan futbolcuları izlemeye devam etti.
"Abi yemin ederim maç bitmeden dövüşürseniz, bir kamyon sopa da ben atarım size. "diye homurdandı Kemal, kollarını göğsünde bağlarken. Kendisi fanatik bir Galatasaraylıydı ve derbi bu iki salak yüzünden piç olursa, kardeş, dost demeden ikisini de döverek silkelerdi.
Çok şükür etraflarının kalabalıklaşmaya başlamasıyla ikili susmak zorunda kaldı. Biraz sonra maçın başlama düdüğüyle birlikte de herkesin dikkati ekrana kilitlenmişti.
Gökmen'in eğlencesi ise asıl şimdi başlıyordu. Biraz sonra, maç ısınıp, iki takım da pozisyonlar yakalamaya, çevrelerinden, "Hadi oğlum, yürü, pas versene lan..." gibi nidalar yükselmeye başlayınca Gökmen, olduğu yere iyice yayılıp boğazını temizledi.
"Oğlum, bu cinconun futbolcularında da hiç iş yok. Topu ayağında tutmayı bile beceremiyorlar." dedi kıs kıs gülerek, yanındaki Kaya'ya doğru. Ancak sözlerinin hedefi önündeki esmerdi. Arslan, Gökmen'in aksine fanatik bir Galatasaray taraftarıydı ve en az kıyafetleri kadar gönül verdiği takımına karşı çok hassastı.
Kaya'nın ekrandaki gözleri yavaşça yanındaki sarışına döndü. Onun bir kenarı havalanmış dudakları ve gözlerindeki hain ışıltıyı anında yakaladı. "Ağzına sıçarım Gökmen. Buradan dayak yemeden çıkmak istiyorum." diye homurdandı.
Gökmen, onu takmadı. Galatasaray futbolcusunun ceza sahasına girer girmez kaybettiği topla, yüksek sesli güldü. "Yürüüü be Vida!" dedi dudaklarını büzüp, topu çalmış Beşiktaşlı futbolcuyu kafasını sallayarak memnuniyetle alkışlarken.
Yüksek sesi yüzünden birkaç kafa dönüp ona bakarken, Arslan omzunun üzerinden ona kısa bir bakış atıp önüne döndü.
"Geliyor geliyor, bak şimdi nasıl yiyorlar ilk golü! Beşiktaşım gömecek cinconu bugün sahaya! Kendi evleri mezar olacak mezar!"
Fıkra bu ya, Gökmen bunu söyledikten iki saniye sonra gerçekten de Beşiktaşlı futbolcunun çektiği şut ağlarla buluştu.
Kalabalığın bir kısmı, "Goooooool!" diyerek sevinçle ayaklanıp, yanlarındakileri sevinçle sarsarken Gökmen de onlara eşlik etti. Yanındaki Kaya'yı ve Ercüment'i zorla kollarından tutup ayağa kaldırdıktan sonra, kollarını onların omuzlarına atıp, "Kartal gol gol gol! Kartal gol gol gol!" diye tezahürat ederek yerinde zıplarken, Arslan'ın kafası yavaşça bir kez daha omzunun üzerinden ona döndü. Bu sefer kaşları çatılı, çenesi sıkılı, bakışları sertti. Gözleri o arkasına döner dönmez buluşurken, Gökmen genişçe sırıtıp bir kez daha aynı tezahüratı yaparak yanında ona gözlerini devirerek boş boş ekrana bakan arkadaşlarını umursamayarak zıplamaya devam etti.
"Tamam lan otur, bokunu çıkarma!" diyerek kolunun altından çıkarak omzuna bastıran Ercüment ile sırıtışını bozmadan yerine geri oturdu.
Arslan, düz bir çizgi halindeki dudağının kenarında dilini gezdirip, kafasını bir yana eğerek sabır çektikten sonra önüne dönünce Gökmen sessiz bir gülüş bıraktı. Çıldırtacaktı piçi çıldırtacaktı!
Gökmen gözlerini ekrana dikip, sesli bir şekilde maçı yorumlamaya, Galatasaray'ı gömüp, Beşiktaş'ı yüceltmeye devam ederken, Arslan bir bacağını ritmik bir şekilde sallıyor, geride olmalarının getirisiyle iyice yükselen sinirini yerinde tutmaya çalışıyordu.
Kaya ne kadar Gökmen'in etini cimcirip susması için gözleriyle baskı yapmaya çalışsa da Gökmen asla susmuyor, yalnızca Arslan'ın değil, çevrelerindeki tüm sarı-kırmızının taraftarlarının sert bakışlarını ve öfkesini üzerine çekiyordu. Ama olsundu. Bir kamyon dayak yiyecek olmak, Arslan'ı çıldırtmaya değerdi.
Neyse ki, devre arasına doğru Galatasaray bir gol atıp skoru eşitlemişti de Gökmen yemesine az kaldığı dayaktan kıl payı kurtulmuştu.
Arslan, sırf Gökmen'le muhatap olup sinirini bozmamak için ortadan kaybolunca, Gökmen dışarı çıkıp bir keyif sigarası yakmıştı.
"Oğlum bu andaval dövdürtecek bizi, çayımızı içip gidelim ya." dedi Kaya, ağzındaki dalın aşağı yukarı oynamasına neden olacak şekilde, avuç içine yasladığı çay tabağının üzerindeki ince belli bardaktaki çayını karıştırırken.
"Bırakın bırakın, ben çok eğleniyorum." dedi Oğuz höykürerek gülerken. Kendisi Beşiktaşlıydı ve Gökmen tüm rakiplerini çıldırtırken izlemek onun için fazlasıyla keyifliydi.
"Kardeşim benim be! Kaya siktir git, devre arasından sonra Oğuz'la yer değiş." dedi bir yumruğunu Oğuz'a uzatırken. Oğuz höykürmeye devam ederek, yumruğunu ona uzatılan yumruğa vurdu.
"Abi yemin ederim Beşiktaşlı olsa, gıkımı çıkarmam. Ama adam tutmadığı takım için başımızı yakacak ya!" diye homurdandı Kaya.
"Ben anne tarafından Beşiktaşlıyım kardeşim, çok kafanı yorma sen." dedi Gökmen, içine çektiği dumanı salarken. Gözleri içeriden çıkıp, onların durduğu köşenin tam zıttı köşesinde sigara içen arkadaşlarının yanına ilerleyen Arslan'ı bulunca, dudaklarının arasındaki dala rağmen sırıttı.
Arslan üzerindeki bakışları hissetmiş gibi dudaklarının arasına bir dal koyarken, kafasını kaldırıp Gökmen'in olduğu tarafa baktı. Ela gözlerle maviler buluşunca Gökmen'in sırıtışı genişledi.
Oğuz'u kolundan tutup yanına çekip, bir kolunu aşağı yukarı onunla aynı boyda olan adamın omzuna atıp, "Kanka takip et beni, sikerim." deyip, bir elini havaya kaldırıp sallarken, yalnızca tabanlarını kaldırarak zıplamaya ve bildiği nadir Beşiktaş tezahüratlarından birini bağıra bağıra söylemeye başladı.
"Daracık kırmızı mini eteğiiiii..."
Oğuz çevresine tedirgin bir bakış atıp, ağzının kenarıyla tezahürata eşlik etmeye başlarken, Ercüment ve Kaya pes etmiş bir nefes verip, birazdan yaşanacakları ön görerek onlardan birkaç adım uzaklaştılar.
"Prensesler kıskansın bu güzelliğiiiii "
Arslan'ın çenesi kasılırken, ona doğru bir adım atmış ancak kolu Mahmut tarafından yakalanmıştı.
"Bu endam bu kalça başka kimde vaaaaaaar."
Çevrelerinden yükselen homurtular ve üzerlerine dikilen ters bakışlara aldırmadan, kalın sesini daha da yükselterek, gözünü esmerin gözlerinden çekmeden devam etti.
"Folloşların folloşusun Galatasaray!"
"Ulan ben bunu sikerim!" diyerek elindeki yeni yakılmış dalı fırlatan Arslan, onu tutan elden kurtulduğu gibi Gökmen'e doğru fırladı.
Gökmen beklediği atakla sırıtıp, Oğuz'un omzunu bıraktı. Arslan'ın yumruğu yüzüyle buluştuğu an, o da tekmesini esmerin baldırının dış kısmına indirmişti.
İkili küfürleşerek, allah ne verdiyse mantalitesiyle birbirinin üzerinde yuvarlanıp, yumruk, tekme, kafa darbeleriyle birbirini yıpratmaya başladığı sırada, "Yine mi amına koyayım ya!" diye bağırarak isyan eden Kemal ve Mahmut sigaralarını fırlatıp, olay yerine intikal ettiler. Diğerleri ise ciddi ciddi durmuş sigaralarını içmeye devam ederken, düşünceli gözlerle, onları ayırsalar mı yoksa hırslarını alana kadar kendi hallerine mi bıraksalar, diye tartışıyorlardı.
Mahalle halkı bir Akınal ve Pakdemir'in kavgalarına öyle alışmışlardı ki, yanlarından geçerken onlara öylesine bir bakış atmakla yetiniyor, biraz önce Gökmen'in tahrik dolu marşına rağmen umursamaz bir edayla sigaralarını içmeye devam ediyorlardı. Zira orada bulunan herkes, şimdi ikiliyi ayırsalar da bir faydası olmayacağını biliyordu. Nasıl olsa en iyi ihtimalle bir gün, en kötü ihtimalle birkaç saat sonra bir Akınal ve Pakdemir'i aynı pozisyonda bulacaklardı. Kısacası yılmışlardı.
Gökmen, elmacık kemiğinin üzerine yediği yumruktan sonra, onu yakalarından kavrayıp bir dizini esmerin karnına gömdü. Arslan iki büklüm olurken, denk gelen ilk yere, Gökmen'in çenesine kafasını gömüp sırıttı. Gökmen bir inlemeyle geriye kaçıp çenesini tutarken, "Gençler durmazsanız polisi arayacağım!" diyen kahvehane sahibini ikisi de bir yerlerine takmadan, bir kez daha birbirlerinin üstlerine atlayacakları sırada arkadaşları sonunda kahvecinin uyarısını ciddiye alarak, onları durdular. Kimsenin o geceyi nezarette geçirme gibi bir isteği yoktu. Mahalleye bakan karakolun polisleri, nedenini bir türlü anlamadıkları biçimde ikili ne zaman kavga etse, kollarından tutup arkadaşlarını da tıkıyordu içeri.
Ercüment, Gökmen'i belinden yakalayıp asılırken, Mahmut da aynı şekilde Arslan'ı tutmuş, Kaya bir yumruk yeme riskini göze alarak ikilinin arasına girip, avuç içlerini Gökmen'in göğsüne bastırarak Ercüment'e destek olmuştu.
"Yeter lan! Bokunu çıkarmayın artık!" diye bağırdı Kaya.
"Ulan sabahtan beri resmen tahrik ediyor herif beni! O zaman neredeydin piç?" dedi Arslan, omuzlarına bastıran Oğuz'dan kurtulmaya çalışırken, bir elini onlara doğru savurdu.
"Ne alakası var lan kara göt?" dedi Gökmen tükürür gibi. "Desteklediğimiz takıma tezahüratta mı yapamayacağız?"
"Ha siktir oradan! Desteklediği takımmış! Fenerlisin sen puşt, kimi yiyorsun?!"
"Anne tarafından Beşiktaşlıyım amına koduğum, sana ne! Sana hesap mı vereceğim?" diye bağırdı Gökmen, ulaşamayacağını bilse de bir bacağını kaldırıp Arslan'a doğru bir tekme savurdu ancak havayı tekmelemiş olmakla yetindi.
"Ercüment, oğlum götürün şu iki deliyi!" dedi kahveci Tarık, çatılı kaşları ve burnundan soluyan ifadesiyle. "Bak milletin de tansiyonunu yükseltiyorlar, ortalık karışırsa hasarımı sizden isterim." diye tehdit etti.
"Tamam abi, kusura bakma valla ya." dedi Ercüment, ardından hala Gökmen'in beline sarılmış vaziyette olduğu için yüzünün önündeki enseye sert bir şamar geçirdi. "Sus lan artık sen de! Bile bile adamı tahrik ettin işte. Götünü de yırtsan kimseyi inandıramazsın aksine." diye homurdandı.
"Mahmut, abi alın götürün Arslan'ı sizin bahçeye, biz de geleceğiz arkanızdan." dedi Kaya, hala arkadaşlarının elinden kurtulmaya çalışan, bol bol da küfreden Arslan'a kaşlarını çatarak bakarken.
"Biz ne lan? Biz kim?" dedi Gökmen, kaşlarını çatarak.
"Oğlum maç bitince gitseydik ya!" dedi Oğuz hayıflanmayla omuzlarını düşürerek.
"Başlatma maçına lan. Zaten Tarık abi bir daha hayatta almaz bizi içeri." dedi Kemal. "Biz gidiyoruz, siz de konuşun şununla, gelin sonra. Bekliyoruz."
"Ulan bir de bize fikrimizi sorsanıza! Gelmiyorum ben hiçbir yere!" dedi Arslan, nefes nefese bir halde. Ela gözleri karaya çalmış, burun delikleri genişleyip dururken, acıyan elmacık kemiğini eliyle yokluyordu.
"Paşa paşa geliyorsun kardeşim. Konuşacağız. Yettiniz artık siz." dedi Mahmut sert bir sesle.
Arslan'ın dudakları aralanıp, muhtemelen küfür edeceği sırada araya bu sefer Kemal girdi. "Yürü lan, konuşma." diyerek onu göğsünden ittirdi. Onlar Arslan'ı neredeyse sürükleyerek yola çekelerken, esmer delikanlı bir süre sonra direnmeyi bırakıp, öfkeli bir ifadeyle söverek onları takip etmeye başladı.
Onların gidişiyle Gökmen, "Ercüment, sevişeceksek söyle kardeşim psikolojimi hazırlayayım." dedi, hala bir kolu beline sarılı olan Ercüment'e doğru kafasını döndürüp ters bir bakış atarken.
Ercüment yayvan bir sırıtışla, "Olur gülüm, nereye geçelim?" deyince, Gökmen homurdanarak dirseğini onun böğrüne geçirdi.
Ercüment dirsek yediği karın boşluğunu tutup höykürerek gülerken, Gökmen de homurdanarak dağılmış üstünü başını ve yüzüne dağılmış saçlarını düzeltti.
"Ne çeviriyorsunuz lan siz?" dedi avuç içiyle ağrıyan çenesini ovuşturmaya başladığı sırada, birbirleriyle kaş-göz yaparak iletişim kuran arkadaşlarına sert bir bakış atarken.
Kaya boğazını temizleyip, "Arabayla mı geldin sen?" dedi tedirgin bir sesle.
Gökmen'in kaşları derince çatılırken, "Evet." dedi, gözlerini üçlü arasında döndürerek.
"İyi, arabaya geçelim, orada konuşuruz." dedi Kaya, kafasıyla yolu işaret ederken.
Gökmen iyiden iyiye işkillense de, "İyi bakalım." diyerek, onları beklemeden arabasını park ettiği yere yöneldi.
Arkadaşları arkasında mırıl mırıl bir şeyler konuşarak onu takip ederken, o kaşlarını daha da çattı. Bir oyunlar çevriliyordu, üstelik anlaşılan o ki, o oyunun hazırlığı bugünden önce yapılmıştı. Kendini sakin kalmaya zorlayarak dilini üst dişlerine değdirip, adımlarını hızlandırdı. Yüzünün her yanı yediği yumruklar yüzünden acıdığından yaptığı her mimik canını yaktığından ara ara sızlanıyor, elinin ayasını acıyan yere bastırarak hasarı anlamaya çalışıyordu.
Arabasına ulaşınca, cebinden anahtarını çıkarıp kapıları açtı. Hala fısır fısır konuşan arkadaşlarına ters bir bakış atıp, "Tövbe tövbe." diyerek kapıyı açıp, kendini sürücü koltuğuna bıraktı.
Arkadaşları da onun ardından ağır ağır arabaya yerleştiler. Kaya yanındaki koltuğa, diğer ikisi ise arka koltuğa kurulduktan sonra bir süre cırcır böceklerinin senfonisi eşliğinde bakıştılar.
"Bugün konuşacak mısınız allahın izniyle?" dedi Gökmen, sonunda dayanamayarak.
Kaya, arkadaki arkadaşlarına kaçamak bir bakış atıp, kalın dudaklarını bir tur yaladıktan sonra, "Konuşacağım ama hemen cellanlenmek yok, önce adam akıllı dinleyeceksin." dedi.
Gökmen'in kaşları iyiden iyiye çatılırken, "Sen önce o ağzındaki bir baklayı çıkar da orasına sonra bakarız." dedi. Duyacağı
şeylerden hoşlanmayacağını en başından anlamıştı da bekledikçe, daha o cümleleri işitmeden kanı köpürmeye başlıyordu.
Kaya, bıkkın bir nefes verip, ne olacaksa olsun diyerek ağzını açtı. "Abi bak, biliyoruz Arslan'ın ailesi ile kan davalısınız, siz de Arslan ile aynı hislerle büyütüldünüz falan ama yeter be oğlum!" dedi sitemli bir sesle. "Ailenizin çocukluktan beri kanınıza işlediği şu anlamsız nefretle birbirinizi hırpalamanızdan, sizin yüzünüzden haftada bir kere karakolda sabahlamaktan, girdiğimiz her ortamda gerilmekten çok yorulduk biz."
Gökmen'i şaşkınlıkla aralanan dudakları ve ağır ağır kırpıştırdığı mavi gözleriyle, onun anlık şaşkınlığından yararlanmak isteyen Ercüment söze girdi.
"Kardeşim, kusura bakmayın ama sizin yüzünüzden biz de yıpranıyoruz. Bir yerde denk gelip birbirinize girmeyin, gerilmeyelim diye Mahmutlarla haberleşerek plan yapar olduk. Tak etti lan canımıza artık!"
"Yani? Ne diyorsunuz amına koyayım? " diye yükseldi Gökmen, sesinde hala bir miktar afallama ama çokça kırgınlık vardı. Bu beklediği bir şey değildi. Kendini bir anda tercih edilmeyen kişi gibi hissetmişti. "İyi bundan sonra gelmem o zaman yanınıza." diyerek, araba anahtarını sertçe yuvasına oturttu.
"Lan onu mu diyoruz biz salak herif?" diye yükseldi Ercüment.
"Ne diyorsunuz lan ne? Vaziyetimizi biliyorsunuz, gelmiş bıktık diyorsunuz. Ben bu laftan ne çıkarayım başka?"
Üçlü birbiriyle bakıştı. En sonunda Kaya sazı tekrardan eline aldı. "Gökmen, abi bak, eskiden çocuktunuz, aklınız ermiyordu. Ailenizin size aşıladığı nefret mirasını üzerine aldınız, şu zamana kadar da hakkıyla taşıdınız. Ama yeter oğlum artık ya, eşek kadar adam oldunuz. Bu anlamsız nefreti gütmeyin artık. Bu zamana kadar Arslan'ın sana kişisel olarak bir gram zararı dokunmamıştır; kavgalarınızı saymıyorum çünkü hiçbir kavganızın temelinde siz yoksunuz abi, aile yadigarınız var. Senin Arslan'dan nefret etmek için tek bir sebebin yok. Onun da senden nefret etmek için tek bir sebebi yok."
Gökmen, Kaya'yı mimiksiz bir surat, boş bakışlarla dinledi. "Ne anlatıyorsun oğlum sen?" dedi onun konuşmasına devam etmek için aralanan dudaklarına izin vermeyerek.
"Bir sonuna kadar dinle be sarı!" dedi Oğuz homurdanarak. "Bölüp durma!"
"Lan neyini dinleyeyim bunun?" dedi Gökmen, iki eliyle Kaya'yı gösterip, bağırarak. "Gelmiş salak salak yok o nefret size ait değil zırvası çekiyorsunuz. Oğlum ben bu konuşmayı en son lisede rehberlikçiden dinledim zaten, hala aklımda boşuna yormayın çenenizi."
"Aklındaysa kullansana o zaman puşt!" dedi Ercüment sinirle. "Ya oğlum, el kadar bebeyken bize gelip; annem Arslan'la oynama dedi ama o bana bir şey yapmadı ki, niye ona küseyim diye ağlıyordun. O yaşta algıladığın gerçeği bu yaşta nasıl algılayamıyorsun aklım almıyor!"
"Çünkü o zaman ailemin sebeplerini ve o sebeplerin haklılığını anlayamıyordum!"
"Hayır amına koyayım, o zaman düşüncelerin ve kalbin zehirlenmemişti!" diyerek karşıladı onu Ercüment.
"Lan ne zehrinden bahsediyorsun?"
"Tamam abi, sesinizi yükseltmeyin. Adam gibi konuşalım." diyerek her geçen saniye yüzleri öfkeden kızaran ikilinin tansiyonunu düşürmek için araya girdi.
Kaya yüzünü sıvazlayıp, homurdanarak kendi tarafındaki pencereyi açtıktan sonra tekrar söze girdi. Zira Ercüment konuşmaya devam ederse, neredeyse yıllardır konuşmak için doğru anı kolladıkları bu fırsat bir yerlerinde patlayacaktı.
"Gökmen, bana Arslan'ın sana yaptığı tek bir yanlışı söyle." dedi Kaya, sırtını kapıya yaslayıp, yüzünü tamamen öfkeden titreyen sarışına döndü. Mevzuya ilk girdiği yer, ona göre Gökmen'i ikna etmenin tek yoluydu. "Ama tekrar ediyorum bak, kavgalarınızı, atışmalarınızı saymıyorum. Onların dışında abi, de ki; beni şuna ispiyonlamıştı, yok arkamdan şöyle şöyle kuyumu kazmıştı. Vallahi bak, ondan nefret etmene sebep olacak tek bir şey söyle, susacağız. "
Gökmen, arkadaşına dişlerini sıkarak, soğuk bir bakış atıp, sabır çekerek önüne döndü. Ağzına ne gelirse saymamak için çenesini o kadar sıkıyordu ki, bütün çene kasları ortaya çıkmış, yüzünü olduğundan daha kemikli göstermişti. Bir süre tek bacağını sallayarak öfkeyle kısılmış gözleriyle önlerindeki sokağı izledikten sonra, derin bir nefes verip, üzerindeki ısrarlı bakışların etkisiyle zihnini zorlamaya, Arslan'ın ona yaptığı adam akıllı bir yanlışı hatırlamaya çalıştı.
Arkadaşları onun kırışan alnı ve alt dudağını iki parmağıyla çekiştirmesi neticesinde hatırlamaya çalıştığını düşünüp, sessizliğini korurken o, cebinden bir sigara çıkıp dudaklarının arasına yerleştirdi. Aynı zamanda anılarda derin bir yolculuğa çıkmıştı.
Anaokulundan başlayarak düşündü. Yumruk yumruğa birbirlerine girdiği anları atlayınca elinde dişe dokunur bir şey kalmadığını görünce dilini memnuniyetsiz bir ifadeyle şaklatıp, sigarasından bir nefes çekti. Adam geçen sene biseksüel olduğunu öğrendiğinde bile, sonunu getirebilecek bu bilgiyi kendine saklamıştı. Şimdi düşününce Arslan'ın ona kötülüğünden çok iyiliği dokunmuştu bu zamana kadar. Bu gerçek Gökmen'i hazırlıksız yakaladı. Harbi niye öyle olmuştu? Birbirinden nefret eden iki insan olarak bu zamana kadar birbirlerine dayaktan başka kazık atmamışlardı. İnsan, birbirine böylesine uzun süre bilenen iki kişinin sürekli birbirinin kuyusunu kazmasını bekliyordu. Bu haklı da bir beklentiydi ancak Gökmen de Arslan da bu zamana kadar bu beklentiyi karşılayamamıştı. Arkadaşlarına bu konuşmayı yapma cesareti veren de buydu.
"Bulamadın bir şey değil mi?" dedi yüzünde yamuk bir sırıtış, gözlerinde ben söylemiştim bakışı vardı.
Gökmen ona kısa bir bakış atıp, homurdanarak tekrar önüne döndü. Dirseklerini direksiyonun kenarlarına yaslarken, derin bir nefes verip, "Bu neyi değiştirir ki?" diye söylendi. "Düşmanız oğlum biz. Öyle de düşmanız böyle de düşmanız."
"Birbirinden nefret edecek sebebi olmayan düşman mı olurmuş beyinsiz herif?" dedi Ercüment, göğsünde bağladığı kollarıyla suratını asmış, arkasına yaslanmış bir halde.
Gökmen, omzunun üzerinden ona ters bir bakış atıp önüne döndü. "Oluyormuş işte." diye homurdanıp, yarısını havaya içerdiği sigarasını açık olan camından bir fiskeyle fırlattı.
"Gökmen bak kardeşim, senden Arslan'la canciğer kuzu sarması olmanı hiçbirimiz beklemiyoruz. Tek istediğimiz, birbirinizi yumruklamadan, iki medeni insan gibi karşılıklı oturabilmeniz lan. Öyle sürekli olmasa da olur, haftada bir kereyle başlarız. Isındıra ısındıra gideriz." dedi Kaya, bir çocuğu kandırır gibiydi sesi.
Gökmen ona da ters bir bakış attı. Bezgin bir nefes verip, bir elini saçlarının arasına atıp, sertçe karıştırdı. Onları anlamaya çalışıyordu Arada kalmış olmaktan yorulmuş olmaları normaldi. Hatta bu yaşa kadar ikili arasında hayatta kalabilmiş oldukları için hepsine birer plaket taktim edilmeliydi. Düşününce istekleri makuldü. Makuldü de, Gökmen Arslan'a üç dakikadan fazla dayanamıyordu ki! Adamın suratına bakınca bile tepesi atıyordu. Aynı masada oturup da, o masayı onun kafasına geçirmeden kalkması neredeyse imkansızdı.
"Oğlum tamam, vallahi anlıyorum sizi. Arada kalmaktan yorulmuşsunuz onu da görüyorum. Ama biz yapamayız oğlum yan yana. Ulan birbirimize laf sokmadan üç saniyeyi yan yana geçiremiyoruz bile!"
"Ya sen bir he de, orasını sonra düşünürüz. En kötü bir süre ikinizin de ağzını falan bantlarız." dedi Oğuz, hevesle. Gökmen'in cümlelerinin fazlasıyla ılımlı, hatta duyabilecekleri en ılımlı cümleler olduğunu düşünüyordu.
Ercüment, Oğuz'un cümlesinin son kısmını hayal etme gafletine düşünce puflayarak güldü. "Amına koyayım Oğuz senin!" dedi höykürmeye devam ederken. "Hayal ettim piç!"
Onun sözleriyle Oğuz da katılarak gülmeye başlayınca Gökmen onlara dikiz aynasından sert bir bakış attı. "Kahkaha şöleni resmen! Mizahınıza sokayım sizin." diye homurdandı.
"Neyse eee, ne diyorsun?" dedi Kaya, arkada hala gülen ikiliyi umursamadan.
Gökmen, arabadaki tek aklı selim insan olduğunu düşündüğü Kaya'ya bakıp, düşünceli gözlerle alt dudağını çiğnedi. "Abi çok gereksiz bir atılım bu ya, valla. Boş verin, birlikte takılmak istediğiniz de beni es geçersiniz işte." dedi sıkıntılı bir sesle.
"Kardeşim bizim asıl yorulduğumuz şey de bu; ikinizin arasında seçim yapmak." dedi Kaya, yorgun bir sesle.
Gökmen onun yorgun sesiyle bir kez daha sıkıntıyla saçlarını karıştırdı. İçi şişmişti resmen! Bir yanı bu fikri ateşli bir şekilde reddediyor, diğer yanı arkadaşlarını daha fazla yıpratmak istemiyor; en azından denemesi gerektiğini söylüyordu.
"Lan, her şeyden önce bizimkilerden veya Arslan'ınkilerden birileri bizi yan yana görürse kıyamet kopar. İkimizin de ağzına sıçarlar." dedi Gökmen, aklına gelen diğer sorunla.
"Sen he de, her şey hallolur koçum. Dikkatli oluruz, ne bileyim abilerinizin takılmadığı yerlerde takılırız." dedi Kaya, bir elini Gökmen'in omzuna atıp dostane bir şekilde sıkarken.
"Yalnız bu bildiğin yasak aşk." dedi Ercüment, daha yeni sakinleşmişti ancak kendi cümlesiyle tekrar gülmeye başladı. Oğuz da ona eşlik etti. Zaten genelde gülmek için yer arıyordu.
"Oğlum ben bunları döveceğim artık he!" diye şikayetlendi Gökmen, yanındaki Kaya'ya.
"Susun lan siz de!" diye yükseldi Kaya, cam ile kendi koltuğunun arasındaki boşluktan kolunu uzatıp, Oğuz'u şamarladı. "Biz adamı ikna etmek için götümüzü yırtıyoruz, sizin tek derdiniz goy goy."
"İkna oldu bu mal." dedi Ercüment, yüzünde yayvan bir sırıtmayla. "Kendini naza çekiyor sadece."
Gökmen onun sözleriyle gözlerini kaçırdı, çünkü haklıydı. Biraz önce ikna olmuştu. En azından 15-16 yıllık dostları için bir kez olsun denemeliydi. Onunla dost falan olacak değildi. Sadece arkadaşları için en azından birkaç saat dişini sıkıp, katlanacaktı.
Gökmen'in Ercüment'in sözlerine itiraz etmeyişi ile üç arkadaşta rahat bir nefes aldı. "E o zaman, çalıştır şu arabayı da siftahımızı atalım." dedi Kaya, yüzünde neşeli bir sırıtmayla bir eliyle arabanın ön panelini avuç içiyle iki kez pat patlayarak.
"Arslan'ın kabul edeceği ne malum?" dedi Gökmen son bir umutla, yerinde huzursuzca kıpırdanırken.
Oğuz elindeki telefonu iki yana sallayıp, "Biraz önce haber geldi kardeşim, ikinci cephede de savaş kazanılmış." dedi keyifle.
Gökmen ağzının içinde homurdanıp, "Ağzına sıçtığımın kedisi, bir kere faydan dokunsaydı lan!" diyerek arabayı çalıştırdı. Arslan'ın kabul etmeyip, onu bu vicdan yükünden kurtarmasını ummuştu ancak payına düşen yine karavanaydı.