Bir elini çenesinin altına yerleştiren sarışın delikanlı önündeki lekesiz duvarda mavi kürelerini düşünceli gözlerle gezdirirken kendi kendine mırıldanıyor, nereden başlaması gerektiğine karar vermeye çalışıyordu.
Düşünceli gözlerle duvarı izlediği beşinci dakikanın sonunda, kendi içinde tutuştuğu fikir çatışmalarından galip gelenle yola devam etmeye karar verdi. Derin bir nefes verip üzerindeki koyu lacivert, her yanı boya lekeleriyle süslü tulumun ön cebinden kurşun kalemini çıkarıp, seçtiği endemik çiçeğin taslağını çıkarmaya başladı. Duvarın pürüzlü yüzeyinde güçlükle iz bırakan kurşun kalemiyle, çiçeğin ana hatlarını kabaca çizerek geçirdiği dakikaların sonunda, birkaç adım geriye gidip, tüm duvarı kaplayan devasa çizimini kontrol etti. Ayakucuna bıraktığı fotoğrafa kısa bir bakış atıp, hiçbir detayı atlamadığından emin olduktan sonra, tulumunun düşen askısını omuzuna geri çıkarıp, kendi kendine kafasını salladı.
Hocalarından biri kampüsteki duvarları tuval olarak kullanmalarını ve fakülte binalarının dış cephelerini güzelleştirmelerini istemişti. Sınıfça, kampüslerinin yemyeşil oluşu ancak çiçek bakımından pek de zengin olmayışı neticesinde fakülte binalarının yan duvarlarını endemik çiçeklerle süslemeye karar vermişlerdi. Sonuç olarak Gökmen'e ve duvarı astarlama işini hallettikten sonra tuvalete diye kaçıp, bir saattir dönmeyen kaypak sınıf arkadaşına Mimarlık Fakülte binasının duvarı düşmüştü.
Kalemle işi bitince, onu tulumunun göğüs kısmındaki büyük cebe atıp yere bıraktığı akrilik boya tüplerine eğildi. Plastik tabağa çiçeğin renklerini elde edeceği boyaları sıktıktan sonra boynundan sarkan kulaklıklarını kulağına oturtup, çalışırken dinlemeyi sevdiği playlistlerinden birini açıp zemin fırçasını eline alarak işe koyuldu. Her seferinde olduğu gibi fırçayı eline alır almaz algılarını dışa kapadı. Artık yalnızca önündeki duvar ve elindeki fırçadan ibaretti dünya.
Bu hayatta her insanın kendini ait hissettiği bir yeri olması gerektiğine inanırdı. Bir kitabın bir paragrafı, bir pencerenin köşesi, bir çiçeğin bucağı, bir sevgilinin göğsü ya da belki bir sevgilinin kucağı...
Onun ait olduğu yer ise burasıydı. Burnuna vuran boyanın keskin kokusu, parmaklarına bulaşan boyanın dokusu...
Eline ne zaman bir fırça ya da kalem alsa, tüm sıkıntılarını, tüm kederini dünyanın geri kalanıyla birlikte kapının dışına koyar, elleri kendine küçük bir dünya yaratırken transa geçerdi.
Ne kadar süre geçti bilmiyordu. Çiçeğin ana hatları ortaya çıkmış, detaylarına ufak ufak giriş yapmıştı. Bir sigara molası vermek için bir adım geri çekilip, kulaklığının tekini indirirken fark etti onu. Mavi gözleri, birkaç adım ötesinde, bir omzunu duvara yaslamış, elleri ceplerinde dikkatli bir şekilde onu izleyen ela gözlerle buluştuğunda irkildi.
"Ödümü kopardın röntgenci piç." diye homurdandı, elindeki fırçayı elindeki plastik tabağa, tabağı da yere bırakırken. Artık Arslan'ın oradan buradan çıkmasına alışmıştı. Herif asla ondan ayrı kalamıyordu. O yüzden ne işin var burada demeye tenezzül bile etmedi.
"Badanacılığa mı başladın Gökkuş?" dedi esmer delikanlı, dudaklarında yamuk bir sırıtışla.
Gökmen boyaların kurumaması için tabağın üzerini temiz başka bir tabakla kapatırken, çömeldiği yerden ona yan bir bakış attı.
"O kültür seviyesiyle, oradan bakınca badanacılık gibi görünüyor olabilir, sen de haklısın."
Arslan alaylı bir ıslık çalıp, "Off ne laf soktun be, helal!" deyince Gökmen ona gözlerini devirip, homurdanarak doğruldu.
"Aynen kara kedi, hadi şimdi git uslu uslu soktuklarımı başka köşede çıkar. Uğraşamayacağım seninle."
"Gökkuş, çok gergin adamsın lan sen, valla. Bak diyorum, bu yüksek gerilimle fazla yaşamazsın, kütedenek gidersin. Azıcık sal lan." dedi Arslan yüzündeki sırıtışı silmeden. Ateşkesten kaynaklı olarak bir haftadır Gökmen'le uğraşamıyordu. Bu sebeple aşırı dolmuştu. Sarışınla atışmanın onun için bir ihtiyaç olduğunu da o geçen bir haftada fark etmişti. Zira birbirlerini gördüklerinde gönülsüz bir kafa selamı vermek, Arslan'ın acayip bir şekilde moralini bozuyordu.
Gökmen onun kıçı kırık yorumuna bir kez daha göz devirdi. Gergin değildi aslında. Yalnızca Arslan'la nasıl normal iletişim kuracağını bilemiyordu. Laf sokmadan konuşursa bir şeyler eksik kalıyormuş gibi hissediyordu. Kendi düşüncelerine kaş çatarak,
"Nereden buldun lan sen yine beni? Üzerime çip mi yerleştirdin ne yaptın amına koyayım! Nereye gitsem oradasın." diye söylenerek tulumunun neredeyse göbeğine kadar inen derin cebinde sigara ve çakmak arayışına girişti.
"Sizinkiler bizim binanın duvarını boyuyordu, onlara sordum." dedi esmer, omuzlarını silkerken. Kendi binasının duvarını boyayan resim bölümü öğrencilerini görünce aklına bu sarışın düşmüş, fırsatı kaçırmak istememişti. Kendine uzun bir süre itiraf etmek de zorlandığı bir şekilde çocukluklarından beri Gökmen'i resim yaparken izlemeye bayılıyordu. Çevresinden tamamen soyutlanıp, mavilerinde üst düzey bir konsantrasyonun emareleriyle; aynı anda hem dünyayla dövüşür gibi bir hırsla, hem de anasının bacaklarına yatmış gibi bir huzurla tuvali kendi renkleriyle dolduruşunu izlemek Arslan'ı her seferinde büyülüyor, o da kendini bütün dünyadan soyutlayıp onu izlerken buluyordu.
Onu şu yaşına kadar böylesine büyülemeyi başaran tek kişi, 7 yaşındayken gittiği sirkte, incecik ipin üzerinde korkusuzca yürüyen ip cambazıydı. Bir de Gökmen'in resim yapışı... O yüzden Gökmen ne zaman eline bir kalem ya da bir fırça alsa, sirkin önünde elinde biletiyle içeri girmeyi bekleyen o 7 yaşındaki çocuğa dönüşüyor, içi kıpır kıpır bir halde onun transa geçmesini bekliyordu.
Arslan'ın cümlesiyle Gökmen'in tulumunun cebinde arayışına devam eden elleri duraksadı. Kafasını hafifçe kaldırıp, çaprazında kalan esmere kısa bir bakış attı. Ardından bir kez daha içinde bir tek kendisinin olmadığı cepteki arayışına devam ederken, "Niye?" diye sordu. "Yani niye sordun? Ne yapacaksın beni?" diye ekledi.
"Sigara arıyorsan, gel vereyim." dedi Arslan, onun sorusunu duymazdan gelerek. "Ben yoruldum amına koyayım, bacağına kadar ulaşıyor o delik herhalde."
Gökmen, onun homurtusuyla bezgin bir nefes verdi. "İstemez. Senin sikik sokuk eline verdim esprilerinle uğraşamam." dedi ters bir şekilde. "Nerede bu amına koduğumun paketi ya?" diye kendi kendine söylenerek, kaşlarını derince çattı. Cebi çeşit çeşit fırça, kalem, silgi, spatül gibi resim malzemeleriyle kaynıyordu. Sonunda eline gelen paketle içinden bir şükür çekip paketi cebinden çıkardı.
Aceleci hareketlerle paketten çıkardığı dalı dudaklarına yerleştirip, "Çakmak ver çakmak, onu da aramaya kalkarsam akşamı edeceğim." diye söylenerek, dudaklarının arasında sallanan dalla esmere yaklaştı.
Arslan, onun haline bıyık altından sırıtıp, omzunu yasladığı duvardan doğrularak cebinden çakmağını çıkarıp ona uzattı.
Parmaklarının arasından anında kapılan çakmakla sırıtışı genişledi. Gökmen tam bir bağımlıydı. Kendisi de sigara kullanıyordu ancak onun gibi birkaç saat içmeyince fıttırmıyordu.
Sarışın onun hemen yanından sırtını duvara yaslayıp, içine çektiği dumanı dudaklarından salarken, gözlerini istemsizce onun üzerinde dolandırdı. Eski ve yeni boya lekeleriyle kaplı lacivert tulumun sarı saçlarla uyumuyla sarının laciverte çok yakıştığını ilk defa fark etti. Alnında biriken ter damlaları ağır ağır şakağına inerken Arslan'ın gözleri de o damlaları takip etti. Gözleri dudaklarına yaslı sigarayı tutan parmaklarındaki kırmızı ağırlıklı boya lekelerinden çok sarışının sarf ettiği efordan olsa gerek pembeleşmiş dudaklarına kayınca sertçe yutkundu.
"Ne bakıyorsun lan aval aval?" diyen sorgulayıcı sesle, gözleri Gökmen'in mavilerine çıktı. Onun kaş çatmaya hazır ifadesiyle kendine gelip, "Her yerin boya olmuş ona bakıyorum. Nasıl çıkarıyorsun bu lekeleri?" diye saçmaladı.
"Su bazlı boya bu, ovalayınca çıkıyor." dedi Gökmen, neden açıklama yaptığını bilmeden. İfadesi sorunun anlamsızlığından çok, Arslan'ın elalarındaki ciddiyete duyduğu afallamayı taşıyordu.
Arslan, kafasını sallayıp kendi paketini çıkararak dudaklarının arasına bir dal koydu. Ardından çakmağının Gökmen'in elinde olduğu gerçeğiyle gözleri sarışının ondan tarafa olan eline kaydı. İstemek yerine, çünkü dudaklarının arasında sigara vardı, parmaklarını zarifçe onun gevşek bir şekilde duran boyalı parmaklarının arasına ilerletti. Dokunuşuyla irkilen çocuğu takmadan, nemli avuçtan kırmızı çakmağını aldı. Gökmen'in mavi kürelerini üzerinde hissederken, sigarasının ucunu tutuşturup ona yan bir bakış attı.
"Buzhaneden mi geliyorsun lan? Ellerin bu havada niye bu kadar soğuk?" dedi Gökmen, Arslan'ın parmaklarının dokunduğu elini istemsizce kendine doğru çekerken. Birbirlerine yalnızca yumruklaştıkları zaman temas etmeye o kadar alışmıştı ki, biraz önceki yumuşak dokunuş anlık olarak onu afallatmıştı.
"Genetik." dedi Arslan sadece. Son zamanlarda vücudunun verdiği absürt tepkiler, saçma sapan istekler canını sıkıyordu. Bu sebeple kendine olan kızgınlığı da istemsizce sesine yansımıştı.
"Senin genini sikeyim. Tohumunuz bozuk oğlum işte." dedi Gökmen, keyifle. Asisti Arslan yapmıştı, gole çevirmese ayıp olurdu.
Arslan yorgun bir nefes verdi. Gökmen'le didişme isteği içinden göçüp gideli birkaç saniye olmuştu. Zaten kökleri daha toprağa tam olarak tutunamamış ateşkesleri birinden biri dişini sıkmazsa kuruyup yok olacaktı. "Akşama planın var mı?" dedi konuyu değiştirme isteğiyle.
Gökmen, sinirini bozacak karşı bir atak beklerken yöneltilen alakasız soruyla bir an için dumur oldu. Yüzündeki keyifli gülümseme küçülüp yavaşça kaslarını terk ederken, yerini donuk bir ifadeye bıraktı. "Hayırdır kara kedi, randevulaşmaya da mı başladık?" dedi hoşnutsuz bir sesle. Resmen kursağında kalmıştı. Oysa normal hissetmek, Arslan'ı her gördüğünde bedenini saran şu gerginlikten kurtulmak için sözlü de olsa bir kavgaya ihtiyacı vardı.
"O da olur bir gün Gökkuş, sen hayal etmeye devam et." dedi Arslan, bir kenarı hafifçe kıvrılan dudaklarının arasına sigarasının sarı filtresini yerleştirip içine çektiği dumanı kafasını gökyüzüne çevirerek saldıktan sonra devam etti. "Sabah Ercüment aradı. Müsaitsek akşama bir şeyler yapalım diyor."
Gökmen gözlerini devirip, dudaklarının arasındaki dala rağmen, "İyi ki bir kabul ettik amına koyayım, düşmezler artık yakamızdan." diye homurdandı. Aslında aynı mesajı sabah o da almıştı. Ancak itinayla görmezden gelmişti.
"Adamlar yıllardır bugünü bekliyormuş, bırak heveslerini alsınlar biraz."
Gökmen yorgun bir nefes verip, bir kulağında hala takılı olan kulaklığı omzuna düşürüp, kafasının arkasını duvara yasladı. "İyi gelirim, haber verirsiniz çıkacağınız zaman." dedi memnuniyetsiz bir sesle, burnunu kırıştırırken.
Arslan onun sözleriyle kafasını hafifçe iki yana salladı. Ne zamana kadar bu mırın kırınlara devam edeceğini merak ediyordu doğrusu.
Birkaç saniyeyi aşan sessizlik, Gökmen'in içinde bulunduğu anı sorgulamasına sebebiyet verince, aralarında birkaç santim bulunan esmere kaçamak bir bakış attı. Harbiden şu anda yan yana durmuş, kardeş kardeş sigara mı içiyorlardı?
Bu gerçekle içi daraldı. Nasırlaşmış nefreti, bir çıban gibi zihnine battı. Tuhaf bir duyguydu hissettiği, tarif etmesi zordu. Hani böyle, bir hata yaparsınız ve içten içe hata yaptığınızı bilirsiniz ancak bir türlü gururunuza yedirip, geri adım atamazsınız ya. Heh! İşte tam olarak öyle hissediyordu. Gururuna yedirip, onunla böyle yan yana sakince durmayıbir türlü kabul edemiyordu.
Yerinde huzursuzca kıpırdandı. Sarı kaşları çatılırken, düşünceli gözleri eski; yalnızca boya yapacağı zaman ayağına geçirdiği bej rengi bez ayakkabıları bulurken, sigarasını bir kez daha dudaklarına dayayıp, içine derin bir nefes çekti. Dumanı ağır ağır dudaklarından salarken, üzerinde bir çift ela gözün ağırlığını hissedip, kafasını yavaşça soluna çevirdi. Göz göze geldiği ela gözler ifadesizdi ancak kendi mavilerindeki kaosun açık seçik ortada olduğunu biliyordu.
"Ateşkes imzaladık diye, sürekli göt göte gezmemize gerek yok Arslan. Siktir olup gitsen mi artık?" dedi soğuk bir sesle, kafasını sert bir hamleyle tekrar önüne çevirirken.
Arslan, onun tavrına ne şaşırdı, ne öfkelendi. Çok bile dayanmıştı sarışın. Zira onun için ne kadar zor olduğunu en başından beri biliyor, görüyordu. Neden zor olduğunu da anlıyordu. Öyle ya, onunla aynı uçurumun ucunda duruyordu. Aynı sivri kayalıklara bakıyor, aynı rüzgarı hissediyordu sırtında.
Kafasının arkasını duvara yaslayıp, derin bir nefes verdi. "Sana ait olmayan bir nefreti böyle sahiplenme sarı. Sana ait olmayan yük, sırtında kambur olur anca."
Kafasını sağına çevirip, Gökmen'in çatık kaşları ve sert mavilerine dikti elalarını. "Kaldır at o kamburu sırtından, boşuna kendini böyle yıpratma. "
Gökmen'in muhtemelen ya küfür ya da itiraz etmek için aralanan dudaklarına fırsat vermeden sırtını betondan ayırdı. Elinde pamuğuna dayanıp, kendi kendine sönmüş sigarayı yakınlarındaki çöp tenekesine doğru fırlatıp, "Akşama haberleşiriz." diyerek telaşsız adımlarla ona sırtını dönüp, geldiği yoldan gerisin geri fakültesine döndü.
Arkasında apışıp kalmış, kafası karışmış bir sarışın bırakmıştı. Zira Arslan'ın sözleri Gökmen'in zihninde tek bir soru cümlesi bırakmıştı. Neden kendi kamburunu çoktan fırlatıp atmış gibi konuşuyordu?
***
Nisanın serin rüzgarı, kendi halinde alnına dökülmesine izin verdiği sarı tutamlarının arasında dolanıp, tellerini sağa sola uçuşturuyorken, burnuna çalan bahar kokusunun akşam rengini derin derin içine çekti. Elleri, üzerine son anda annesinin ısrarları ile geçirdiği lacivert hırkanın cebinde, kalçasını arabasının kaputuna yaslamış bir şekilde Kaya'yı bekliyordu. Dört katlı apartmanın üçüncü camına hissetmesini umarak ısrarcı bakışlar gönderirken sabrının son demlerindeydi.
Asla, hiçbir konuda sabırlı bir adam olamamıştı zaten. Çocukluğundan beri ne isterse hemen olsun diye tutturanlardandı. Bir oyuncak görürdü, babasının paçasına yapışıp aldırana kadar bağırır çağırır, adamı illallah ettirirdi. İnternetten bir şey sipariş verdiğinde kargonun geciktiği her gün kargo şirketini arayıp, kargosu eline ulaşana kadar adamları taciz ederdi. Sabırsızlık karakterinin özüydü ve o an yeri hiddetle dövmeye başlamasının sebebi de bu özdü. Kaya birkaç dakikaya çıkmazsa basıp gidecekti.
Neyse ki basıp gitme kararı aldığı birinci dakikanın sonunda apartmanın demir kapısı açılmış, üzerindeki sweatin yakasını çekiştiren esmer delikanlı görünmüştü.
"Şükür amına koyayım! Bir daha asla seni almaya gelmem, bundan sonra yürü koduğumun çocuğu. " dedi kalçasını yasladığı kaputtan hızla kalkan Gökmen.
"Ana bacı yapma lan. Alt tarafı 5 dakika bekledin." dedi Kaya rahat bir ifadeyle ona doğru yürürken. "Ayrıca işten çıktım oğlum, leş gibi ter kokuyordum anasını satayım. Siz garibanların burnunun direğine acıdık, duş aldık, fena mı ettik?"
Gökmen, yanına ulaşmış adamı omzundan ittirip, "Ulan ne beşi ne onu, yarım saattir bekliyorum. Aha, 'geldim' diye attığım mesaj duruyor." diye homurdandı.
Kaya, ona gözlerini devirdi. Keşke gelip almasını Ercüment'ten isteseydi. Şimdi tüm yol vik vik konuşacaktı bu sarı. "Tamam kardeşim, çok özür, hadi bin gidelim." diyerek yolcu koltuğunun kapısını açarken, Gökmen de homurdana homurdana sürücü tarafına ilerledi.
Arabaya binip koltuğuna yerleştikten sonra kolundaki bileklikleri düzelten esmer delikanlıya sert bir bakış atıp, arabayı çalıştırdı. Sokağın çıkışına doğru direksiyonu kırarken, "Nereye gidiyoruz?" diye sordu, yine homurtuyla.
"Sahile gidelim dedik. Oradaki mekanlardan birine oturur azıcık demleniriz."
Gökmen kafasını sallayıp direksiyonu sahil yoluna çevirirken, alt dudağında dilini gezdirip, Kaya'ya kaçamak bir bakış attı. "Arslan geliyor muymuş kesin?" diye sordu ağzının kenarıyla. Evet sabah konuşmuşlardı ancak Gökmen bir mucize olmasını ve onun gelmemesini umuyordu. En son alkol aldığında adamın üzerine atlamıştı ve biraz önce gidecekleri yeri öğrendikten sonra bir tedirgin olmuştu. Üstelik daha o sabah gerçekleştirdiği kambur atmakla ilgili konuşma hala kafasını kurcalarken hiç onu göresi de yoktu.
Onun tedirgin ve bir miktar ümit barındıran sorusu Kaya'nın bıyık altından sırıtmasına sebebiyet verdi. Zaten daimi olarak patlamaya yer arayan sarışının dikkatini çekmemek için sakallarını sıvazlıyormuş gibi bir elini ağzının üzerine kapatırken, "Aynen. Mahmut'la birlikte sahile geçmişler çoktan." dedi.
Gökmen'in yüzü anında düştü, içli bir nefes alıp verdi. Bu gece ayarı kaçırmasa iyi olurdu. Kafası güzelken sağı solu belli olmuyor, içinde, çok derinlerde sakladığı başka bir Gökmen hortlayıveriyordu.
"Eee hazır konusu açılmışken... nedir durumlar?"
"Ne durumu?" dedi Gökmen, gözlerinde meraklı bakışlarla onu izleyen arkadaşına kısa bir bakış atıp, kafasını yola tekrar çevirirken.
"Arslan'la diyorum lan işte. Birbirinize girmeden geçirdiğiniz altıncı gün bugün. Buradan bakınca fena gitmiyor gibi gözüküyor da bir teyit etmek istedim."
Gökmen, dilini yanağının içinde gezdirip kaşlarını çattı. "Nasıl görünüyorsa öyle işte." diyerek kestirip attı. Aslında beklediğinden daha iyi gidiyordu. Neredeyse bir hafta olacak olmasına rağmen birbirlerine girmemiş, küfürleşmemiş ya da laf sokuşturmamışlardı. Bu durum karşısında nasıl hissetmesi gerektiğini bilmiyordu. Yani yıllarca düşman koltuğunu işgal etmiş esmer, bir anda o koltuktan kalkıp yanı başına geçince duyguları birbirine girmişti. Sanki hayatından bir şeyler eksilmiş gibi garip bir hissiyat içerisindeydi. Altı gündür hiçbir şeyden yeterince tat alamıyor gibiydi.
Kaya onun isteksiz cevabıyla bezgin bir nefes verdi. En iyisi bu konuyu şimdi kurcalamamaktı. Akışına bırakıp, ikilinin birbirinin varlığına iyice alışmasını beklemek en doğru tavır olacaktı. "İyi iyi." diyerek kafasını hafifçe sallayarak, konunun açıldığı hızla kapanışını kabul etti.
Yolun geri kalanında havadan sudan, daha çok Kaya'nın devam eden bir senelik iş hayatından konuştular.
Kaya, arkadaş gruplarının yaşça en büyüğüydü. Gökmen, Ercüment ve Oğuz'dan 2, Arslan, Kemal ve Mahmut'tan 1 yaş büyüktü. Bir nevi abileriydi ancak bu zamana kadar ne o abileri gibi davranmış, ne de arkadaşları öyle hissetmesini sağlamıştı. O sebeple adam üniversiteyi bitirip, bir şirkette işe başladığında hepsi uzun bir süre bu gerçeğe uyum sağlayamamıştı.
Sonunda yol bitip sahile vardıklarında Gökmen girecekleri mekanın arkasında kalan, yola bakan park alanına, Arslan'ın arabasının hemen yanına arabasını park etti. Esmerin arabasını görmek bile kaşlarının bir kez daha çatılıp, içinin sıkılmasına sebep olmuştu.
Kaya onu beklemeden arabadan inip mekanın açık tahta kapısından içeri girerken, Gökmen de hemen onun ardından arabadan inip kapıları kilitledi. Onu bekleyen zorlu akşama sinirlerini alıştırma umuduyla Arslan'ın siyah arabasına bir bakış daha atıp, derin bir nefes alıp verdi. Ardından isteksiz adımlarını yumuşak bir enstrüman sesinin yükseldiği mekana doğru sürüdü.
İçeri girince yükselen müziğin sesiyle birlikte refleksle bakışlarını önce orkestranın durduğu mini platforma çevirdi. Dört kişiden oluşan orkestranın bir kısmı hazırlık yapıyor, sazende ise hafif hafif sazını tıngırdatarak parmaklarını yaklaşan konser saatine hazırlıyordu. Bu görüntü Gökmen'in hoşuna gitti. Ne zamandır canlı müziğe gitmiyor, arkadaşlarıyla ya evde abidik gubidik müzikler eşliğinde demleniyor ya da kulüplerde cıstak cıstak müziğe kafasıyla ritim tutarken bardağında o an ne varsa onu yudumlayarak sıkılıyordu. Bar, kulüp gibi ortamlardansa bu tarz meyhane, fasıl ortamını tercih ediyordu. Ancak üniversitedeki arkadaş grubu onun hislerini paylaşmadığından uzak kalmıştı bu ortamlara.
Orkestraya yüzünde minik, keyifli bir gülümsemeyle bakıp bakışlarını tekrar tenha, 5-6 masanın dolu olduğu salaş mekana çevirdi. Gözleri arkadaşlarını bulana kadar alanı yavaşça turladı. Sonunda cam kenarına kurulmuş keyifle sohbet eden dostlarını görünce adımlarını onlara doğru ilerletti. Koyu bir sohbetin içinde olan gruba yaklaştığında onu ilk ela gözlü belalısı fark etti. Mavileri, yanındaki Ercüment'e doğru hafifçe kafasını eğmiş esmerin elalarıyla buluşunca kalbi anlamsızca tekledi. Hala onunla bir arada olmanın gerginliğine alışamamıştı.
Gözlerini elalardan çekip, her gerildiğinde yaptığı gibi olmayan sakallarını parmak uçlarıyla sıvazlarken masaya vardı. Ona arkası dönük oturan Kemal ve Oğuz'un omuzlarına ellerini koyup, "İyi akşamlar beyler, neşeniz bol olsun." diyerek ortamda dönen muhabbeti umursamadan giriş yaptı.
Kafalar ona dönüp, selamına yek ağızdan karşılık verilirken kendini Kemal'in hemen yanındaki boş sandalyeye attı. Üzerindeki hırkanın fermuarını indirirken, "Ee ne içiyoruz?" diyerek daha yalnızca çeşit çeşit mezenin ve ters çevrilmiş ince bardakların dizildiği masaya kısa bir bakış attı.
"Rakı söyledik sizi beklerken kardeşim ama farklı bir şey istersen ekletelim hemen." dedi cam kenarında, tam karşısında oturanın kara kedinin hemen solunda oturan Mahmut.
"İyidir iyidir." dedi Gökmen, kapalı bir gülümsemeyle başını sallayıp, üzerindeki hırkayı çıkarıp, arkasını dönerek sandalyesinin başına astı. Önüne döndüğünde, Mahmut'un hemen yanında oturan esmerin bakışlarını bir kez daha üzerinde hissedince gözlerini ona çevirdi. "Ne baktın?" dedi tek gözünü kırpıp, kafasını hafifçe sallarken.
"Acaba sana içirmesek mi diye düşünüyordum." dedi Arslan, düşünceli bir ifadeyle tek gözünü kısarken. "Malum, rakı seni çarpıyor biraz."
Gökmen'in kaşları anında çatılırken, diliyle yanağının içini yokladı. Esmerin elalarına çenesini kapamasını ifade eden buz gibi bir bakış gönderip, "Orası sana kalmadı kara kedi, kendi işine bak." dedi ters bir sesle.
Esmer, o bakıştan gram etkilenmediğini gösterir gibi yüzünde alaycı bir ifade, dudaklarında o ifadeyi destekleyen bir sırıtışla rahatça arkasına yaslandı. Masadaki paçanga böreklerinden birini alıp bir ısırık koparıp ağır ağır çiğnerken konuştu.
"Aslında bir nevi kendi işime bakıyorum Gökkuş. E sonuçta senden çok biz çekiyoruz kafasını. "
"Aha yine başladılar."
"Ne kaçırdık lan biz?" diyen Ercüment'in meraklı sesiyle, Gökmen dişlerini gıcırdattı. O rezil anlarının değil arkadaşları tarafından öğrenilmesi, kendi zihninde bile tekrar canlanmasına tahammülü yoktu. Elinde olsa Arslan'ın kafasını duvarlara vura vura, beynini dağıtmak suretiyle unuttururdu o anları ona ama işte...
"Kes sesini." dedi kaşlarını bir kez daha uyarıcı bir şekilde havaya kaldırırken. Bu, 'devam edersen ateşkes falan demem, kafa göz dalarım sana' demekti ve Arslan, Gökmen'in kavgaya niyetli mimiklerini yakinen tanıyordu.
Arslan, alaylı, sessiz bir gülüş bırakıp, alt dudağını keyifle yaladı. "Yok bir şey kardeşim. Kaç gündür kapışamıyoruz ya, ondan bulaşasım geldi." dedi gözlerini Gökmen'in çakmak çakmak olmuş mavilerinden çekmeden böreğinden bir ısırık daha aldı.
"Yemedik ama hadi neyse." diye mırıldandı Kaya, dudağının bir kenarı alayla havalanırken. İkilinin iyi kötü diyaloğa girmesi hoşuna gidiyordu. Oysa Kaya, uzunca bir süre ikisinin de ağzını bıçak açmayacağını düşünmüştü. Yanıldığı için memnundu.
Gökmen, Arslan'a dik bakışlar göndermeye, atağa geçmek için tek bir söz veya hareket beklemeye devam ederken Arslan kafasını hafifçe iki yana sallayıp, "Tamam demedik bir şey, çek gözlerini üzerimden atarlı kuş." dedi.
Gökmen sabır çeker gibi bir nefes verip, homurdanarak kafasını önüne eğince, Mahmut hafifçe gerilen havayı dağıtmak umuduyla, "Ee anlat bakalım sarı, ne var ne yok?" diyerek Gökmen'in dikkatini kendi üzerine çekmeye niyetlendi.
"Aynı be Mami, bir aksiyonumuz yok."
"Gökberk iti napıyor lan, görmüyorum bayadır şekilsizi." dedi Ercüment, masadaki mezeleri tırtıklarken.
Gökmen, Ercüment'in sorusuyla istemsizce sırıttı. Kardeşi eskiden gruplarının kuyruklu belasıydı. Gökberk yürümeyi öğrendiğinden beri, Gökmen ne zaman dışarı çıkacak olsa, annesi Gökberk'i eline tutuşturup, "Al kardeşini de götür, az hava alsın." diyerek Gökmen'in peşine takıyordu. O sebeple salak kardeşi annesinden çok arkadaşlarının ellerinde büyümüş sayılırdı. Zira bu peşine takma mevzusu Gökberk liseye başlayana kadar devam etmiş, ergenliğin vurmasıyla bir yerleri kalkan kardeşi abileriyle arayı açmıştı.
"Sınava girecek bu sene ama camış gibi yatıyor anca. "
"Ulan zaman ne hızlı geçiyor ya, ilkokulun kapısında saatlerce çıkmasını beklediğimiz günler dün gibi. Ne ara üniversite çağına geldi la bu çocuk?" dedi Kaya şaşkın bir sesle.
"Harbi lan. Gökberk deyince aklıma hala spiderman kostümüyle üzerime çuv çuv diye böğürerek ağ fırlatmaya çalışması geliyor benim. " diyerek ona katıldı Oğuz.
Gökmen keyifle güldü. "Siz onu bir de bana sorun kardeşim. Her gün banyoda otuz bir çekiyor pezevenk, hiç çocukluğu falan kalmadı benim gözümde."
Arslan'ın tayfa onun sözlerine gülerken, Gökmen'in tayfa evladının büyüdüğünü kabullenemeyen babalar gibi yüzlerini ekşittiler. Gökmen onların ifadeleriyle sırıttı. Arkadaşlarının Gökberk ile olan iletişimi her zaman hoşuna gitmişti. Sırtına yüklenmiş abilik sorumluluklarını, sağ olsunlar onlar sayesinde hissetmemişti bile. Gözleri sessizce onların sohbetini dinleyen Arslan'ın yüzündeki keyifli gülümsemeye takılınca dudaklarında ağırladığı sırıtışın çapı küçüldü. Onun samimi gülüşüne daha alışamamıştı. O yüzden ne zaman görse bir tuhaf hissediyordu. Arslan'ın elaları anında onu bulunca, o da aynı hızla gözlerini kaçırdı.
Arkadaşları kardeşi hakkında sahip oldukları anıları yâd etmeye devam ederken, o da biraz önce yakalanan bakışını kendine unutturmak adına birkaç dakika önce garson tarafından bırakılmış şişeye uzanıp gecenin açılışını yaptı.
Arkadaşlarının bardaklarını tek tek çevirip, bardakları çeyreğine kadar şeffaf sıvıyla doldururken, üzerinde gezinen bir çift elanın farkındaydı. Ancak farkında değilmiş gibi davranıyordu. Bu gece o ela gözlerle olabildiğince az haşır neşir olmak istiyordu. Onun önündeki ince, silindir şeklindeki bardağı da diğerlerinden kayırmadan doldururken, üzerindeki bakışlara daha fazla kayıtsız kalamayıp elalara kısa bir bakış atıp, "Dur de." diye mırıldandı. Herkesin alkol toleransını, rakıyı nasıl içtiğini biliyordu ancak Arslan'ın alışkanlıklarını bilmiyordu. Bardağın çeyreğini aşıp, yarısına yaklaşırken, "Yeterli." dedi Arslan.
Gökmen şişeyi çekip, gri kapağını ağır ağır döndürerek kaparken, onun başladığı işi Arslan devralıp bardaklara su ve buz ekledi. Gökmen, sesini çıkarmadan şalgam suyu şişesine yönelip, bu sefer yanlarına bırakılan ikinci bardakları şalgam suyuyla doldururken,
"Ooo şuna bak, ne güzel kardeş kardeş iş bölümü yapıyorlar ya, yerim sizi." diyen Ercüment'in memnun sesiyle ona kısa ama etkili bir bakış attı.
"Ercü, seni yerim sıçmam kardeşim. Keyfimi kaçırma akşam akşam."
Ercüment onun tepkisiyle gözlerini devirip, yanındaki Kaya'ya yakındı. "Bu çocuğun sevgiye alerjisi var abi bak, valla."
"Yok kardeşim, onun boş kafaya alerjisi var. Tepkisi sevgiye değil, boş kafana." dedi Mahmut sırıtarak.
"Laf sokacağın hiçbir fırsatı tepmiyorsun Mamutum artık, aferin lan, kapmışsın sonunda bir şeyler." diyerek bu sefer ona bulaştı Ercüment sırıtarak.
"Tamam bırakın atışmayı. Hadi bakalım, bu gece Akınal-Pakdemir savaşına indirdiğimiz ağır darbeye içiyoruz." diyerek kadehini havaya kaldıran Kaya ile birlikte Gökmen gözlerini devirse de hafifçe kıvrılan dudaklarına engel olamadı. Cidden, bir Pakdemir ve Akınal'ı aynı masaya oturtmak her baba yiğidin harcı değildi. Bildiği kadarıyla yarım asırlık düşmanlıkları boyunca kimse bunu başaramamıştı. Kısacası harbi bu ağır bir darbeydi. Belki bundan yıllar sonra, bu masada tokuşturdukları kadeh hatırına Gökmen ve Arslan, hala karşılıklı evlerde oturup kendi çocuklarını büyütürken, onların yüreğine ekilen nefreti kendi çocuklarının yüreğine ekmeyeceklerdi. Belki Akınal ve Pakdemir nefreti, bu darbe sayesinde gün gelecek onlarla birlikte bitecekti. Bu düşünce Gökmen'i memnun etti. Kendi yaşadığı iç bunalımları, sorguları ya da bu düşmanlığın bedeninde bıraktığı hatıraları çocuğuna miras bırakmak istemiyordu.
Arkadaşları kadehlerini havaya kaldırıp birbiriyle yumuşakça tokuşturduktan sonra ilk yudumlarını alırken, Gökmen'in gözleri önce önüne doğru uzatılan kadehe, ardından Arslan'ın elalarına değdi. Alt dudağını ağzının içinde yuvarlayıp, kadehini eline aldı. Yavaşça Arslan'ın bardağına vururken, "Sağlığına kara kedi." dedi, kimsenin ondan beklemediği kadar normal bir sesle. Sesinde ne iğneleme, ne öfke, ne de nefrete dair bir iz yoktu. Hatta bir miktar dostane bile sayılırdı.
Arslan'ın tek kaşı havaya kalksa da, bir kenarı kıvrılan dudağına engel olmadan, "Eyvallah Gökkuş." dedi.
Yanı başlarındaki dostları bu sahnenin yaşanmasına vesile oldukları için oturdukları yerlerde kabarıp sırıtırken, ikili bardaklarından ilk yudumlarını almış ve gece, herkesin umduğundan çok daha olumlu bir şekilde başlamıştı. Başladığı gibi devam etmesi herkesin o gece için tek temennisiydi.