DUVARLARDA OLUŞAN ÇATLAKLAR

4427 Words
BÖLÜM ŞARKISI: HiraiZerdüş- İçime Sevda Kaçar Önünde yürüyen arkadaş topluluğunun hevesli adımlarına tezat bir şekilde sanki ayaklarına kilo kilo kurşun bağlamışlar gibi bir hızla ilerliyordu sarışın delikanlı. Her adımı bir öncekinden daha yavaş, her adımı bir öncekinden daha isteksizdi. Esmerin onu beklediği geniş bahçeye ulaşmasına en fazla birkaç metre vardı ve hedefe varış yolu kısaldıkça Gökmen'in bütün hücrelerini bir acayip gerginlik sarmıştı. Kalbi kasılıyor, elleri titriyor, boğazı kuruyordu. Vücudu gerildikçe içini bir sıkıntı kaplıyor, ona gerisin geriye dönmesini söyleyen iç sesi her geçen saniyede biraz daha sesini yükseltiyordu. Onun için Arslan'la normal bir iletişim kurmak imkansızdı. Buna emindi. Hem eski düşmandan dost olmazdı ki! Birbirlerini döverek geçirdikleri onca yılı nasıl sineye çekecekti? Hadi sineye çekti diyelim; bu resmen ailesine ihanet etmekti. Herhangi bir aile ferdi Arslan'la arkadaşmış gibi takıldığını duysa yüzüne tükürürdü. Yüzüne tükürmekle de kalmaz, pılısını pırtısını eline tutuşturup, aynı saniye kapıya koyarlardı. Tamam, biraz abartmıştı. Lakin kapıya koymasalar da uzun süre kimsenin yüzüne bakmayacağına emindi. Açıkçası Gökmen'in bir tarafı, o tarafı aklıselim olan tarafıydı, bunun normal olmadığını biliyordu. Bu nefretin çok anlamsız olduğunu ve nesiller boyu sürdürülmesinin tam bir ahmaklık olduğunu biliyordu. Ama anlamsız da olsa, ahmaklıkta olsa o nefret; iki ailenin evlerinin arasına konuşlanmış, nefes alan, yarım asırdır varlığını koruyan canlı bir organizma gibi apaçık oraydı işte ve onu inkar etmek, yok saymak mümkün değildi. Derin bir nefes alıp kuruyan boğazını ıslatma umuduyla birkaç kez yutkunup, yediği yumruklar yüzünden hala sızlayan dudaklarını diliyle ıslattı. Birkaç adım önünde gülüşerek yürüyen üçlüye kaçamak bir bakış atıp derin bir nefes verdi. Deneyeceğine dair söz vermişti, şimdi sözünden dönemezdi. Kaya'nın, Mahmut'un evinin bahçe kapısını açmasıyla birlikte çıkan gıcırtı kulaklarında çınladı. Kalp atışları hissettiği gerginliğin artmasıyla daha da hızlandı. Dudaklarını kemirerek kaçamak bakışlarla onu izleyen dostlarını takip ederek kapıdan girdi. Yeni biçilmiş çimlerin kokusu burnunu gıdıklarken, yavaşça kafasını kaldırıp bahçeyi kaçamak bakışlarla taradı. Aradığı bedeni anında buldu. Geniş bahçenin tam ortasına atılmış ahşap masanın bir köşesine oturmuş esmer beden, onun aksine fazlasıyla rahat görünüyordu. Ve bu rahat görünüş Gökmen'in daha o saniye sinirini bozdu. Esmer, oturduğu sandalyeye yayılmış, dudaklarının arasına sıkıştırdığı sigara dalına rağmen Kemal'in söylediği bir şeyi kapalı bir sırıtışla dinliyor, bir yandan da ceplerini yokluyor; muhtemelen çakmak arıyordu. Yüzündeki yaralara pansuman yapılmış olmalıydı ki; kaşının üzerinde bir yara bandı vardı. Al işte, o yara bandının sebebi bile kendisiydi! Daha biraz önce birbirlerinin yüzlerini yamultmuşlardı. Şimdi nasıl hiçbir şey olmamış gibi karşı karşıya oturup muhabbet edebilirlerdi ki? Yok yok, bu iş olmazdı! Onun kaçmayı düşündüğü o bir saniyelik anda Mahmut onları fark etti. "Sonunda! Nerede kaldınız lan?" dedi esmer delikanlı, yüzünde geniş bir gülümsemeyle ellerini iki yana açarak ayaklanırken. Ercüment, kafasını yere eğmiş kaçamak bakışlarla Arslan'a bakan Gökmen'e imalı bir bakış atıp, "Bizimkinin kendini naza çekesi tuttu Mamut'um, anca ikna ettik. Eee kız evi naz evidir sonuçta." dedi alayla. Gökmen ona yumruğunu kumral delikanlının yüzüne geçirme isteğini güçlükle bastırarak ona ters bir bakıl atmakla yetindi. O bakış Ercüment'in sırıtışını genişletince, "Ercü, dalganı sikerim." dedi dişlerinin arasından. "Ulan yemin ederim pimi çekilmiş bomba gibisin. Sürekli patlamaya yer arıyorsun." diye homurdandı Oğuz, Ercüment'in yerine. Gökmen, ona da ters bir bakış atmakla yetindi. İki günlük kirli sakalını uyuşukça kaşırken, derin bir nefes verip gözlerini bir kez daha Arslan'a çevirdi. Dudaklarındaki dalı tutuşturmuş olan esmer, bir bacağını diğerinin üzerine atmış, kolunu yanındaki sandalyenin baş kısmına yaslamış, gözlerinde ne düşündüğü okunamayan bir bakışla onu izliyordu. Ela gözlerle mavileri çakışınca kaşları refleksle çatıldı. Yüreğinde hissettiği minik öfke kıvılcımlarının kanını tutuşturmasını engellemek için gözlerini elalardan kaçıracaktı ki, esmerin dudağının kenarına yerleşen alaylı kıvrımı gördü. Dili yanağının içini yoklarken, bakışlarını bir kez daha elalara çevirdi. Şimdi mavileri nefretini de, memnuniyetsizliğini de, öfkesini de saklamıyordu. Daha o an, bu işin olmayacağına tamamen emin oldu. Ancak kimse denemedi diyemesin diye, geriye dönüp gitmek yerine adımlarını esmere doğru attı. Çevrelerine hakim olan gergin sessizlik içerisinde, esmerin tam karşısındaki boş sandalyeye bedenini gürültüyle bıraktı. Arkasına yaslanıp, bir ayağının bileğini aynı onun gibi diğer bacağının dizine yaslayarak rahat bir imaj çizmeye çalışırken, meydan okuyan gözlerini esmerin elalarına dikti. Arslan onun meydan okuyan bakışlarıyla kıvrılmış alt dudağını alaylı bir ifade ile yalayıp, sigarasını dudaklarının arasına yerleştirdi. İçine çektiği zehri burnundan verdikten sonra, "N'aber sarı?" dedi. Gökmen'in bir kaşı seğirdi. Yine de onun alayını yansıtmaya alışmış dudakları refleksle kıvrılırken, kaşlarını havaya kaldırıp, "İyidir kara göt, sen de iyisin maşallah. Yüzüne renk gelmiş." dedi çenesiyle elmacık kemiğinin üzerindeki pembeliği işaret ederken. Yanlarına minik homurtular bırakarak yerleşen arkadaşlarının farkında olmadan bakışmaya devam ederken Arslan sessiz, alaylı bir gülüş bıraktı. "Söylemekten hiç bıkmayacağım sanırım, sana da mor çok yakışıyor Gökkuş. Yarın bir yanıma uğra da eserimin son halini şöyle bir gündüz gözüyle göreyim." dedi. Gökmen'in dili yanağının içini yoklayıp, öfkeyle bulutlanan mavileri onun elalarına bir kez daha nefretle tutunurken Arslan istifini bozmadan sigarasını bir kez daha dudaklarının arasına koyup, yanaklarının içeri göçmesine neden olan derin bir nefes çekti. Kaya, ikilinin yüzlerindeki kavgaya susamış ifadeyle bezgin bir nefes vererek ipi baştan sıkı tutmak amacıyla dudaklarını araladı. "Biz karşılıklı oturun konuşun derken bunu kastetmiyorduk biraderlerim." dedi kaşlarını çatarak. "Bu konuşma sizin birbirinize dalmadan önce yaptığınız rutin konuşma koduğumun saykoları, daha rahat kavga edin diye getirmedik sizi buraya. İnsan gibi konuşun konuşacaksanız, laf sokma yarışına girişmeyin." diye homurdanarak ona destek çıktı Kemal. Maçın ikinci yarısını izleyemediği için sinirliydi. Elindeki telefonun küçücük ekranından internete düşen pozisyonları takip ederken, kaşları çatılı, suratı asıktı. "Kardeşim, ben insan olanla zaten insan gibi konuşuyorum. Ama hayvanla iletişim kuracakken onun dilinden konuşuyoruz mecbur." dedi Gökmen, gözleri hala elalardayken. "Oğlum senin bu ilkokul bebesi laflarına hasta oluyorum he! Valla çocukluğuma döndürüyorsun beni." dedi Arslan sırıtışı biraz daha genişlerken. Her geçen saniye Gökmen'in yüzü daha çok kasılırken, onun da aynı oranda sırıtışı genişliyordu. "Şu ağız bantlama işini bir düşünsek mi acaba?" dedi Oğuz, bir dirseğini masaya, çenesini de eline yaslamış bezgin bir ifadeyle ikiliyi izliyordu. "Bence Mamut bize çay getirsin, ağızları dolunca sesleri kesilir belki." diye homurdandı Ercüment. "Harika bir fikir. Hadi gidip çay koyalım." dedi Mahmut, yanındaki Kemal ve Oğuz'u kollarından tutup zorla ayaklandırıp, Kaya ve Ercüment'e kafasıyla evi işaret ederken. Herkesin şaşkın bakışları onu dönünce, kaşlarını çatıp, daha sert bir kafa hareketiyle evi gösterdi. Gökmen, kaşlarını kaldırıp, "Çay koymaya 5 kişi mi gidiyorsunuz Mahmut kardeşim?" dedi alaylı ancak her an öfkeden kudurmaya hazır bir ses tonuyla. Amacının elbette onları yalnız bırakmak olduğunu anlamıştı. Çok şükür beyin gelişimini tamamlamıştı. Ancak bu amaçtan pek de hoşnut olduğu söylenemezdi. Arslan'la yalnız kalmak istemiyordu. Zira yalnız kaldıklarında sözünü tutması çok daha zor olacaktı biliyordu. Adamın suratına bakmak bile sinirlerini hoplatıyordu. "Ben demliği bulacağım. Kaya suyu koyacak. Ercüment ocağı yakacak. Oğuz çayı demleyecek. Kemal de çayı bardaklara dökecek. İş bölümü kardeşim, herkes çalışacak. Amele miyim lan ben?" Gökmen, gözlerini devirip, "Senin bahaneni siksinler." diye homurdandı. "Çok haklısın kardeşim, yalnızca sen çalışsan benim de içim hiç rahat etmezdi zaten." dedi Ercüment, onun kimsenin yemediği oyununa ortak olup, bacaklarına vurup ayaklanırken. "Ee, iyi madem, siz oturun azıcık konuşun biz gelene kadar o zaman." diyerek Kaya da ayaklandı. Gökmen'in ters bakışları onu bulunca gözlerini kaçırıp rahatsızca boğazını temizleyerek en önden eve doğru topukladı. Sarışının öfkesinin hedefi olmaya hiç niyeti yoktu. Arkadaşları fısır fısır konuşarak, arada arkalarına dönüp onlara endişeli bakışlar atarak eve doğru ilerlerken, Gökmen onları gözleriyle dövmeyi bırakıp bezgin bir nefes vererek yüzünü Arslan'a döndü. Ona da ters bir bakış atıp, yerinde yayılarak siyah kotunun cebinden sigara paketini çıkarmak için birkaç saniye cebelleşti. Şu an Arslan'a tahammül edebilmesi için ciğerlerini nikotine boğması şarttı. Sonunda çıkarmayı başardığı paketten bir dal alıp, dudaklarının arasına yerleştirirken paketi sallayıp içine sıkıştırdığına emin olduğu çakmağı aradı ancak orada olmayan çakmakla kaşlarını çattı. Kesin Ercüment piçi ceplemişti. Şerefsiz, çakmak gördü mü affetmiyor, anında arazi ediyordu. Paketi fırlatır gibi masaya bırakıp, homurdanarak bir kez de ceplerini yokladığı sırada, önüne uzatılan çakmakla sinirli hareketlerle yaptığı arayışı bırakıp kafasını kaldırdı. Gözleri önündeki çakmakla, yüzüne dikilmiş ifadesiz ela gözler arasında gidip geldi bir süre. Nedense önüne uzatılan nesnenin yalnızca bir çakmak değil aynı zamanda bir barış çubuğu olduğunu düşünmüştü o an. O ne yapması gerektiğine karar veremiyormuş gibi çakmağa bakmaya devam edince, Arslan bezgin bir nefes verip, "Kırmızı hap mı, mavi hap mı diye soruyormuşum gibi bakmayı bırak ve al şu çakmağı." dedi ciddi bir sesle. Gökmen, gözlerini kırmızı çakmaktan çekip Arslan'ın yüzüne kısa bir bakış attı. Görmeyi beklediği alaylı ifadeyi orada göremeyince, tutuk bir hamleyle çakmağa uzandı. Mavilerini elalardan çekmeden esmerin iki parmağı arasındaki çakmağı alırken, bunun bir zeytin dalı olduğuna emin oldu. Aldığı çakmağı parmaklarının arasında bir tur döndürdükten sonra dudaklarının arasında ıslanmış filtrenin ucunu tutuşturdu. İçine çektiği zehri yavaşça dudaklarından salarken, elindeki çakmağı bir tur daha parmaklarının arasında döndürüp arkasına yaslanmış boş bir ifadeyle onu izleyen esmere kısa bir bakış attı. Çakmağı masanın üzerine koyup işaret parmağıyla attığı fiskeyle Arslan'ın önüne doğru kaymasına neden olduktan sonra, arkasına yaslanıp, "Neden kabul ettin?" diye sordu. Arslan'ın gözleri onun ifadesinde dolandı. Önüne itilmiş çakmağı eline alıp taşıyla oynamaya başladığı sırada, alaylı bir nefes verip, "Kabul etmememi umuyordun değil mi?" dedi. Gökmen, damağını şaklatıp parmaklarının arasındaki zehri dudaklarına yanaştırırken, "Öyle..." dedi soğuk bir sesle. Arslan, gözlerini çakmağın taşından ağır ağır kaldırıp, ela gözlerini Gökmen'in mavilerine çevirdi. "Sen niye kabul ettin?" "Ağızları çok iyi iş yapıyor şerefsizlerin." dedi Gökmen, suratını asıp homurtuyla. "Söyleyeceğim her şeye bir karşılık hazırlamışlardı resmen." Arslan onun içten şikayetlenmesine sessiz bir gülüş bırakınca, Gökmen gözlerini o samimi hissettiren gülüşten kaçırıp, kafasını eve doğru çevirdi. Alt dudağının içini kemirdiği birkaç saniyenin sonunda üzerinde hissettiğin gözlerin ağırlığıyla bir kez daha yüzünü esmere döndü. "Neden..." dedi dudaklarını tereddütle aralarken. Arabada zihninde dönen sorular ansızın diline yanaşmıştı. Neden bu zamana kadar bana tek bir kötülük bile yapmadın? Neden eline onca fırsat geçmesine rağmen, elindeki bilgilerle sonumu getirebilecek olmana rağmen bana hiç kazık atmadın?... Zihninde birçok soru dolanıyordu. Ancak cümlesini devam ettiremedi. Alacağı cevaplardan değil de, alacağı cevapların onu Arslan'a karşı yumuşatmasından korktu. Esmerin bakışları onu buldu. Bir süre Gökmen'in rahatsız ifadesini süzüp, sorusunun devamını dillendirmesini bekledi ancak sessizlik uzadıkça uzayınca, "Ne neden?" diye sordu. Gökmen, zaman kazanmak için rüzgara içirdiği sigarasını dudaklarının arasına koyup, boş bakan gözlerini iki katlı evin camlarında gezdirdi. İçine çektiği dumanı dudaklarından ağır ağır saldıktan sonra, "Yok bir şey." diyerek alt dudağını ağzının içine çekip serbest bıraktı. Arslan'ın hafifçe çatılan kaşları onun ifadesinde dolansa da üstelemedi. Onun yerine aralarında her geçen saniye ağırlaşan havadan kurtulmak için yüzüne yan bir sırıtış oturtup, "Eee ne diyorsun Gökkuş efendi?" dedi oyuncu bir sesle. "Bizden dost olur mu dersen?" "Bizden olsa olsa post olur kara kedi, boşuna ümitlenme." "Ümidim yok zaten, merak etme. Hatır için çiğ tavuk yiyenlerdeniz sadece." dedi yüzünde yarım bir tebessümle. Gerçekten ümidi yoktu. Teklif geldiğinde Gökmen gibi esip gürlememiş, onun yerine düşünceli gözlerini şu an oturdukları piknik masasının, üzerindeki pötikareli kırmızı örtünün üzerine dikip bir sigara yakmıştı. Gökmen gibi arkadaşlarının sözleriyle aydınlanma yaşamışlığı falan da yoktu. Sarışının aksine o eylemlerinin de, içinde bulunduğu gerçekliğinde fazlasıyla farkındaydı. Ancak kökleri çok derinlerde olan bu nefretin ne yaparlarsa yapsınlar bitmeyeceğini, iki aile arasındaki öfke denizinin kaç yıl geçerse geçsin kurumayacağına inanıyordu. Nefret zinciri onlarla başlamamıştı, onlarla da kırılmayacaktı. Şimdi Gökmen'le birbirlerine ne kadar dostane adımlar atarlarsa atsınlar bir yerde ayaklarının o zincire takılacağını biliyordu. Yine de hayır demek içinden gelmemiş, sakince, "Sizin için bir deneyelim bakalım." diyerek teklifi kabul etmişti. Gökmen'in gözleri kaçamak bakışlarla onun yüzündeki yarım tebessümde dolandı. O tebessümde bir şeyler vardı. Adını koyamıyordu ama, o tebessümde saklı olan o duygu her neyse Gökmen'in canını sıkmıştı. Pamuğa dayanan sigarasını masanın ortasındaki küllüğe bastırırken, "Bana sataşma yeter." dedi kısık bir sesle. "Ben verdiğim sözleri tutarım Arslan. Sen bana sataşmadığın, yerli yersiz laf sokmadığın sürece de sözümü bozmamaya gayret edeceğim. Bırakalım da, biraz gönülleri olsun." dedi kafasıyla bir kez daha evi gösterirken. Arslan, oturduğu plastik sandalyeye daha çok yayılırken, gözleri istemsizce eve kaydı. Elinde bir tepsiyle evin bahçeye açılan kapısından çıkan Oğuz'u görünce gözlerini bir kez daha ağır ağır Gökmen'e çevirdi. "Anlaştık sarı kafa. Bindik bir alamete, sonumuz kıyamet olmasın bana da o yeter." Bir süre bakıştılar. Bakışlarında ilk defa meydan okuma yoktu. Karşısındaki rakibini ölçüp biçen bir yırtıcı edasında, sakin ve temkinliydiler. "Semra teyze döktürmüş yine gençler, hadi yine iyisiniz." dedi Oğuz, yüzünde zoraki, gergin gülümsemeyle elindeki tepsiyi masaya bırakırken. İkilinin vaziyetini kontrol etmek adına kurban olarak seçilmiş, neredeyse dövülerek eline tutuşturulan tepsiyle bahçeye postalanmıştı. Aralarında süre gelen bakışmayı bozan Gökmen oldu. Gözlerini yavaşça Arslan'ın elalarından çekip, önlerine konan tepsiye baktı. Gördüğü böreklerle yüzünü ekşitti. Evden çıkmadan önce bir kap börek yediği için hala midesi yanıyordu. "Oğlum ne böreği ya, tatlı bir şeyler yok muymuş?" diye homurdandı. "Sabah, akşam, yatsı börek yiye yiye içim dışım börek oldu bugün." "Misafir umduğunu değil bulduğunu yer sarı, restorana geldin sanıyorsun herhalde. Gerçi sana da kızmamak lazım, sizin ailede yüzsüzlük genetik." dedi Arslan, tepsideki iki tabaktan birini önüne alıp, beklemeden yumuldu. Gökmen ona ters bir bakış attı. Ulan, daha biraz önce laf sokmama konusunda anlaşmışlardı. Dakika bir gol bir muhabbetiydi bu. Arslan üzerindeki bakışın etkisiyle kafasını kaldırıp, lokmasını çiğnerken Gökmen'le göz göze geldi. Onun sıkılı çenesiyle sırıttı. "Pardon ya, alışkanlık." Gökmen'in dudakları aralanacağı vakit, Oğuz aceleyle dudaklarını araladı. "Sorayım ben hemen, vardır mutlaka. Sabah altın günü mü ne varmış Semra teyzenin, dolap hamur işi kaynıyordu valla." dedi, rahatsızca kafasını kaşırken. O, eve doğru topuk yaparken Gökmen alt dudağını sinirle yalayıp, "Alıştıra alıştıra içinden geçerim senin, o diline sahip çıkacaksın Arslan efendi." dedi sert bir sesle. Arslan, iki ısırıkta bitirdiği böreğin son lokmasını ağzına atıp, yağlanan başparmağını dudağıyla temizledikten sonra, "Oğlum aşağı yukarı on yıldır aynı tehditleri savuruyorsun. Şu tehdit dağarcığını biraz tazele, cevap vermeye bile üşeniyorum artık." dedi sakin bir şekilde, arkasına yaslanıp lokmasını ağır ağır çiğnerken. Gökmen deniyordu. Cidden deniyordu ancak Arslan daha ikinci saniye sözünü bozarken onun da denemesinin bir anlamı kalmıyordu. "Sabrıma mı oynuyorsun?" dedi dişleri birbirine geçip, kaşları havaya kalkarken. "Kotasına bir güncelleme gelmiş mi test edeyim dedim." dedi esmer, dudaklarında alaycı bir sırıtışla, Gökmen'in yüz ifadesini taklit edip kaşlarını kaldırdı. Gökmen seve seve onun merakını giderecekti. Bir hışımla yerinde doğrulup, bir elinin avuç içini sertçe masaya vururken, diğeriyle masanın üzerinden uzanıp esmerin yakasını kavrayıp, kendine doğru çekti. Arslan refleksle iki eliyle masaya tutunup yerinde mecburi olarak hafifçe doğrulurken, yüzleri arasında milimler kalmış, bünyelerine tanıdık olan nefret ve öfke, gelip gözlerine kurulmuştu. "Ya adam gibi sözünü tutup, o diline sahip çıkacaksın ya da siktir olup gideceksin." dedi Gökmen. "Sana ne sabrım, ne de hoş sohbet döndürecek isteğim var." Gökmen olumlu ya da olumsuz bir cevap bekleyerek, esmerin durgunlaşan suratında gezdirdi gözlerini. Sonunda o tanıdık, alaycı gülücük dudaklarına konarken, "Sen de çok çabuk celalleniyorsun be sarı, hiç şakadan anlamıyorsun." diye fısıldadı esmer oğlan. Bir elini Gökmen'in çenesine sarıp, çenesiyle boğazını aynı anda kavrarken, "Bak gör, benimle takılmak sana iyi gelecek. Mizahi yönün gelişecek." deyip, onu sertçe ittirdi. Dudaklarındaki gülümsemenin aksine gözleri buz gibi bakıyordu. Gökmen, Arslan'ın en çok bu huyundan nefret ediyordu işte. Asla hissettiği gibi davranmıyordu. Öfkeden elleri titriyor, ancak dudakları alayla kıvrılıyordu. Gözleri küfür ediyor, dudakları şirin sözcükler mırıldanıyordu. Gökmen nefret ediyordu. Onun bu yapmacık hareketlerinden, samimiyetsizliğinden nefret ediyordu. Esmerin kişiliğinin bu olmadığını bilmek, bu tavrın ona özel olduğunu bilmek ise bir türlü kabullenemediği bir şekilde canını sıkıyordu. Çenesine uygulanan kuvvetle hafifçe geriye doğru savrulunca sarındığı yakaları bırakmak zorunda kalmıştı. Ancak gözlerine tutunan öfke olduğu yerde duruyordu. Bir yarım saat kadar önce çenesine aldığı kafa darbesi neticesinde hasarlı olan alan bir de Arslan'ın parmakları tarafından baskılanınca canı felaket yanmış, dudaklarından kaçmaya çalışan iniltiyi dişlerini sıkarak bastırmıştı. Parmaklarını açıp kapayarak, Arslan'a kafa göz dalma isteğini bastırmaya çalışırken, "Senin mizahını sikerim." dedi sert bir sesle. Arslan, yakalarını düzeltirken sırıttı. "Sana hayrıma kitap alacağım Gökkuş, şu sözcük dağarcığına cidden bir el atmamız lazım. Bu şekilde anlaşmamış çok zor." dedi. Gökmen, alt dudağını sinirle yalayıp boynunu yarım tur döndürerek gözlerini gökyüzüne dikti. Olmayacaktı. Elleri sinirden titriyordu ve bu herife daha fazla tahammül edemeyecekti. Sandalyesine bir kere daha rahatça yerleşmiş esmere buz gibi bir bakış atıp, masanın üzerindeki sigara paketini hışımla eline aldı. "Bu iş olmayacak." diye ağzının içinde homurdandı. "Onlar için bile sana katlanamam." Sert adımlarla bahçe kapısına doğru attığı birkaç adımın sonunda, "Çok bile bekledin." sözleriyle ansızın durdu. Hışımla arkasını dönüp, "Derdin ne lan senin?" diye köpürdü. "Madem niyetin yoktu, siktiğimin bahçesine ne diye boşu boşuna getirdin beni?" Arslan'ın elaları onun öfkesinin aksine sakince sarışının ifadesinde dolandı. Boynuna kadar kızarmış, yüzü kasılmış, mavileri ateş saçan sarışına bakarken derin bir nefes verdi. Bok ediyordu ve bunu kontrol edemiyordu. Bu ateşkesin zamanlaması o kadar kötüydü ki... Daha o sabah, bedenindeki tuhaflıklarla yüzleşmiş Arslan için bu yüzleşme, bu ateşkes düşündüğünden daha zorlayıcıydı. Yavaşça alt dudağını ağzının içine çekip, kara tutamlarını ağır ağır karıştırırken, "Maçın hararetini atamadım galiba Gökkuş, kusuruma bakma." diye mırıldandı, gözlerini kaçırırken. Gökmen, onun sözleriyle dumur oldu. Özür mü dilemişti o, yoksa ona mı öyle geliyordu? Ha siktir! Özür dilemişti. Ve tavırlarında bir gram sahtelik yoktu. Bu birlikte geçirdikleri onca yılın sonunda Arslan'dan duyduğu ilk özürdü. Bir an için ne diyeceğini bilemez bir halde, dudakları aralık, yüzündeki öfke ansızın dağılmış bir şekilde öylece ona bakmaya devam etti. Esmerin o bakışlardan rahatsız olduğu belliydi. Yerinde huzursuzca kıpırdanıp, boğazını temizlerken, dudakları konuşacakmış gibi birkaç kez açılıp kapanmış ancak tek bir şey söylememişti. Gökmen, sonunda içine yuvarlandığı hafif şok halinden sıyrıldı. Aralık dudaklarını kapayıp, sarı sakalını işaret parmağının sırtıyla sıvazlarken, kafasını yere eğip düşündü. Gitmeli miydi? Yoksa lafını yutup, o sandalyeye tekrar mı oturmalıydı? Düşünceli gözleri arkadaşlarının içinde bulunduğu eve kaydı. Ardından derin bir nefes verip, isteksiz adımlarını biraz önce hışımla ayaklandığı yere çevirdi. Bedenini plastik sandalyeye külçe gibi bırakırken mavilerimi, ona bakmak yerine kafasını çevirmiş, dubleks evin camlarını boş gözlerle izleyen esmerden çekmedi. "Var mısın yok musun karar ver lan, uğraştırma beni." dedi net bir sesle. Arslan, kafasını yavaşça ona çevirdi. Elalarında ne düşündüğünü gizleyen bir perdeyle, sarışının sıkıntılı ifadesini süzdüğü birkaç saniyenin sonunda, "Varım Gökkuş." dedi. Gökmen ona kesik bir bakış atıp, kafasını önüne eğdi. "İyi, siktiğimin ateşini kes o zaman." dedi memnuniyetsiz bir sesle. Yokum demesini istemişti. O zaman yarıda bıraktığı adımları daha kararlı bir şekilde atarak buradan gidebilirdi. İçten içe, bu ateşkesi kendisinin de istediğini kabul etmekten yine kaçındı. Akşamın geri kalanı başlangıcının aksine sakin geçti. Ne Arslan, Gökmen'e laf çarptırdı, ne de Gökmen Arslan'a. İlk defa elleri yumruk olmadan, sırtlandıkları gerginliği içlerinde yaşayarak öylece karşılıklı oturdular. İkisi de konuşmadı. Sessizlik o ateşkesi sürdürebilmek için en doğru yoldu. Neyse ki, onlar sustukça arkadaşları daha çok konuştu. Arada ikiliye sataştılar ancak zorla açtıkları barış yolunu kapamamak için fazlasıyla temkinliydi cümleleri. Zira en ufak bir kıvılcımın durulmuş yangını tekrar alevlendirebileceğinin farkındaydılar. *** "Ben kalkayım artık." dedi Gökmen, yavaşça dizlerine vurup ayaklanırken. Saatlerdir buradaydılar ve bu kadar süre susmak, asla varlığını yitirmeyen gerginliği sırtlamak onu tüketmişti. Evine gidip, kendini boyalarının ve fırçalarının arasına bırakma ihtiyacıyla yanıp tutuşuyordu. Yoksa üzerine yapışmış bu gerilimden kurtulamayacağını ve alakasız birine patlayacağını biliyordu. Bütün gözler ona dönerken, "Haydaaaa, saat daha erken lan, nereye?" dedi Kaya, şaşkın bir sesle. "Konuşuyorduk ne güzel." Gökmen, kafasını çıkış kapısına doğru sallarken, "Yok kardeşim kalkayım. Pederle bu ara aramız limoni, uyumadan eve girdiğimi görsün." dedi, masanın üzerine bıraktığı araba anahtarını ve sigara paketini alıp, ceplerine tıkıştırırken. "E Arslan da seninle gelsin o zaman. Buradan sizin ev yürümeyle uzun sürüyor, boşu boşuna yürümesin gece gece." dedi Ercüment, yüzünde hin bir sırıtışla bir kolunu yanındaki sandalyenin başına atarken. "Hem nasıl olsa aynı yere gidiyorsunuz." Gökmen'in kaşları çatıldı. Gözleri önce Ercüment'i hemen ardından Arslan'ı buldu. Dudakları reddetmek için aralansa da üzerindeki gözlerin baskısıyla, "Gelecekse gelsin kardeşim de, hayırdır Arslan'ın veliliğine mi soyundun şimdi de?" dedi sert bir sesle. "E siz çocukluk yapınca, bize de velilik yapmak düşüyor kardeşim, ne yapalım?" dedi Ercüment sırıtışı genişlerken, ona kötü bakışlar atan sarışına göz kırptı. Gökmen, onu alnından sertçe ittirdi. "Beyin yaşın beş bile değil koduğumun dingili, kime laf sokuyorsun sen?" diye homurdandı. Arkadaşları onun suratındaki ifadeye sessiz sessiz gülerken, onun bakışları Arslan'ı buldu. Rahatsız bir ifadeye ensesini kaşıyıp, "Geliyor musun?" dedi tereddütlü bir ses tonuyla. Arslan'ın elaları sanki karar vermeye çalışıyormuş gibi onun ifadesinde dolandı bir süre. Ardından yavaşça ayaklandı. "Geleyim, yarın sabahın köründe dersim var zaten." dedi, masadaki eşyalarını ağır ağır toplarken. Gökmen yüzünde ebleh bir ifadeyle kafasını salladı. Nasıl davranması gerektiğini kestiremiyordu. Daha önce Arslan'la hiç atışmadan iletişim kurmamıştı. O sebeple karşılıklı kurdukları her cümlede okula yeni başlamış bir çocuk çekingenliğinde dudaklarını aralıyordu. İkili, yüzlerinde memnun gülümsemelerle onları izleyen arkadaşlarıyla vedalaşıp bahçenin çıkışına doğru ilerlerken aralarına ikisinin de bozmaktan çekindiği bir sessizliği de buyur ettiler. Sakin adımlarla arabaya ulaştıklarında Gökmen, esmer delikanlıya kesik bir bakış atıp arabanın kapılarını açtı. Alt dudağını alt dişleriyle kemirerek şoför koltuğuna otururken, hissettiği gereksiz hatta anlamsız gerginlikten kurtulmak için omuzlarını esnetip yanındaki koltuğa yerleşen bedenle derin bir nefes verdi. Kapıyı çekip, bir dizini torpido gözüne yaslayarak koltuğuna rahatça yerleşen bedene kısa bir bakış attı. Onun rahat tavrı bir kez daha sinirini bozarken kaşlarını hafifçe çatıp arabayı çalıştırdı. Arabanın çalışmasıyla otomatik olarak çalışan radyonun sesi, gergin sessizliği yararak arabanın içini kaplarken Gökmen arabayı harekete geçirdi. Arslan'ın şaşkın gözlerinin arabanın radyosuna dikildiğini yan gözle gördü. Esmerin neye şaşırdığını anlamaya çalışır gibi çalan türküye kulak kesildi. "Türkü mü? Harbiden mi?" dedi esmer delikanlı, dudaklarını bükerek. "Ne oldu, beğenemedin mi?" dedi Gökmen, alt dudağını çiğnemeye ara vererek, hissettiği gerginlikle anında yükselip ona yers bir bakış attı. Arslan'ın elaları onun yüzünü buldu. Gördüğü kasıntı ifade dudaklarının kıvrılmasına neden olurken, onu yükselişinde yalnız bırakarak sakince cevapladı. "Şaşırdım sadece. Arabaya binince klasik müzik, opera falan dinleyerek gideceğimi düşünüp psikolojimi hazırlamıştım." Gökmen, onun sakin sesiyle verdiği cevaba gözlerini devirdi. Bu yeni iletişim şekilleri daha çok gerilmesinden başka bir boka yaramıyordu. İki laf çarpsa, iki yumruk sallasa rahatlayacakmış gibi hissediyor; kaşınan avuç içlerini, kıvranan diline zorlukla sahip çıkıyordu. "Önyargılı puşt." diye ağzının içinde homurdandı. "Eline boya değen herkes klasik müzik mi dinlemek zorunda?" Arslan omuzlarını silkip, arabanın camını sonuna kadar indirdi. İçeri dolan ılık bahar rüzgarı saçlarını uçuştururken, içine derin bir nefes çekip, "Ne bileyim Gökkuş, siz sanatçılar hep entel dantel takılıyorsunuz ya." dedi sakin bir sesle. Bir kolunu dirseğinden camın çerçevesine yaslayıp, sağ yanağını avuç içine yaslarken kıvrılan dudaklarıyla devam etti. "Gerçi sende sanatçı tipi de yok hiç." "Sanatçı tipi ne amına koduğumun örümcek kafalısı?" dedi, yine aynı yükselmeye hazır gergin sesle. "Birinin tipine bakarak mı ne olduğuna karar veriyorsun? Sanatçı diyebilmen için illa hippi gibi mi gezmem gerekiyor?" Arslan bıkkın bir nefes verdi. Yüzünü sarışına dönüp, çatık kaşlarıyla ona sert bir bakış attı. "Oğlum sen böyle sürekli yükselmeye yer mi arayacaksın? Çek kenara iki yumruklaşalım da az hararetin dinsin, bu ne lan?" diye homurdandı. Neredeyse 4 saattir yan yanaydılar ve ne zaman ikili diyaloğa girmeye kalksalar ya açık açık atışıyor ya da alttan alttan birbirlerine giydiriyorlardı ve Arslan şimdiden yılmıştı. Tamam, Gökmen'i hobi olarak sinirlendiriyordu ancak yaptıkları ateşkesin selameti için arada insan gibi konuşabilmeyi de öğrenmeleri gerekiyordu. Gökmen ona cevap vermedi. Kaşlarını çatıp, alt dudağına dakikalardır yaptığı işkenceye devam ederken kısılı gözlerini arabanın farı sayesinde aydınlanan karanlık yola dikip, direksiyonun altındaki tuşlarla müziğin sesini biraz daha yükselterek onunla iletişim kurmak istemediğini belli etti. Onun kendisini takmayışıyla Arslan sabır çekerek, gözlerini araba hareket ettikçe değişen manzaraya çevirdi. O, arabada yükselen tek ses olan türküye mırıltılarla eşlik ederken, Gökmen ara ara gözlerini yoldan çekip yanındaki adama kaçamak bakışlar atıyor, içinde bulunduğu anın gerçekliğini sorguluyordu. Harbi şu anda bu kediyle sakin sakin, yan yana oturarak seyahat mi ediyordu? Kırk yıl düşünse, zihninde bile kendisiyle onu bu tablonun içine sığdıramazdı. Daha dün gece düşman bildiği bu herif tarafından canı kurtarılmış, bilinçsiz de olsa onu öpmeye kalkışmış, sabahında ve akşamında aynı herifle dövüşmüş, gecesinde ise aynı masaya oturup ateşkes imzalamıştı. Art arda yaşanan bu olaylara karşı ne hissetmesi, ne düşünmesi gerektiğini şaşırmıştı artık. Düşüncelerinin onu sürüklediği yerle, gözleri istemsizce yoldan çekilip yavaşça esmerin türküyü mırıldanan hareketli dudaklarına kaydı. Bir saniyeden uzun sürmeyen o bakışın sonunda hızla gözlerini tekrar yola çevirirken sertçe yutkundu. İyi ki öpüşme kalkışması başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Eli direksiyonun altındaki düğmeye gidip, müziğin sesini yavaşça kıstı. "Biseksüel olduğumu neden kimseye söylemedin?" dedi tutuk bir sesle. Soru ağzından çıkana kadar müziğin sesini niçin kıstığını kendisi de bilmiyordu. Esmerin gözleri yavaşça ona döndü. Direksiyonu sıkıştıran parmaklarında, gergin çenesinde, sıkıştırıp durduğu dudaklarında ve çatılı kaşlarında ağır ağır gezdirdi gözlerini. Ardından bakışlarını evlerinin bulunduğu sokağın girişine yaklaştıklarını bildiren manzaraya çevirip, yerinde hafifçe doğruldu. Yeni edindiği bazı garip tepkimelerle boğuştuğu birkaç saniyenin ardından, dilini alt dudağında gezdirip, "Söylese miydim?" dedi. Gökmen, arabayı yavaşça yolun sonu olan sokağın girişinde, bir söğüt ağacının altında durdurdu. Arslan'ı burada indirmekti niyeti ancak inmeden önce tatmin edici bir cevap almak istiyordu. Zira bu soru bir yıldır ara ara zihnini kurcalıyor, kendini diken üzerinde hissetmesine sebep oluyordu. "Bu bilgi beni bitirirdi Arslan, biliyorsun." dedi kafasını yavaşça esmere çevirirken devam etti. "Ben bitersem, seni de bitirirdim, onu da biliyorsun. Ama bu bilgiyi kendine saklama nedeninin bu olmadığına eminim." Derin bir nefes verip alt dudağını ağzının içinde yuvarladıktan sonra devam etti. "Bir sene oldu ama hala sessizliğine bir kulp bulamıyorum." Arslan alaylı bir nefes verdi. "Aklımız erdiğinden beri yüz yüze bakıyoruz ama birbirimizi bir parça tanımıyoruz." Yüzünü onu izleyen gözlere döndü. Elaları, meraklı mavilere tutunurken devam etti. "Ben beni ilgilendirmeyen konulara burnumu sokmam Gökkuş. Senin kime kaldırdığın, kimi sevdiğin ya da istediğin, ne beni ne de bir başkasını ırgalamaz. Ayrıca..." Tereddütlü bir ifadeyle durakladı. Benim yüzümden hayatının cehenneme döndüğünü izlemek istemiyorum diyecekti ancak böyle bir itirafa ne kendisi ne de Gökmen hazırlıklı değildi. Gökmen'in gözleri onun elalarında merakla gezinirken, onunla uğraşma isteğini bastıramayarak işi şakaya vurdu. "Ayrıca seni kıvrandırmak, götünün tutuşuşunu izlemek ölümünü izlemekten daha keyifli." dedi yüzünde yayvan bir gülümsemeyle. Gökmen'in yüzündeki meraklı ifade yerini bir somurtuşa bırakıp, "Siktir git, puşt!" diye çıkışınca, sessiz bir gülüş bıraktı. Onun gülüşüyle Gökmen'in yüzündeki somurtuş az da olsa dağılıp yerini, yüzeye ulaşmayan bir afallamaya bıraktı. O gülüş, Gökmen'in sinir olduğu o alaylı gülüşlerden değildi. Samimi ve sıcak hissettiriyordu. Aynı dün geceki gibi... Diline kadar gelen 'Gerçekten gülünce, çok güzel gülüyormuşsun.' içerikli cümleyi yutup, gözlerini o gülüşten arta kalan gülümsemeden kaçırdı. "Neyse, birine yakalanmadan in hadi. " dedi yalancı bir homurdanmayla önüne dönerken. Arslan'ın dudaklarındaki sırıtış kapalı bir gülümsemeye evrilirken, onun yüzüne son bir bakış attı. Onun gergince direksiyonun üzerinde tıngırdayan parmaklarını yakalanma korkusuna yordu. Eh, korkusunda haklıydı da. Geçen 24 saat içerisinde yeterince aksiyon yaşamışlardı ve fazlasında gözü yoktu. "İyi geceler Gökkuş." dedi ona son bir bakış atıp, kapı koluna uzanırken. Gökmen'in dudakları istemsizce kıvrıldı. Daha o sabah, hayatlarında bir ilki gerçekleştirip birbirlerine veda cümlesi kurmuşlardı ve Gökmen onun son olduğuna inanırken gecesinde bir de iyi dileklerde bulunur olmuşlardı. "Başımıza taş yağacak." diye mırıldandı. Arslan'ın o sabah kurduğu cümleyi iade etmişti. Sözleri arabadan inmiş Arslan'ın da dudaklarının kıvrılmasına neden oldu. "İnşallah yağar." dedi kaşlarını havaya kaldırıp, aynı imalı ses tonuyla. Gökmen, yüzündeki keyifli sırıtmayı saklamak için dudaklarını yalayıp kafasını hafifçe Arslan'ın zıttı yöne çevirince, Arslan kapıyı kapatıp, sessiz bir gülüş bıraktı. "Hadi bakalım, baba kuşu bekletme." dedi arabanın kaportasını patpatlarken. Arslan, ellerini pantolonun ön ceplerine yerleştirip bir adım geriye çekilirken, gözleri o gece son kez buluştu. Attıkları büyük adımın aralarındaki duvara bıraktığı çatlağın farkında olarak ikisi de farklı duygularla gözlerini kaçırırken, Gökmen kafasını yavaşça önündeki yola çevirip, arabasını harekete geçirdi. Dikiz aynasından elleri ceplerinde onun gidişini izleyen esmere bir bakış atıp, derin bir nefes vererek gözlerini karanlık yola çevirdi. "Bu gidişle o başımıza yağacak taşların altında kalacağız zaten." diye kendi kendine söylendi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD