BÖLÜM ŞARKISI: Olgun Şimşek-Aşk Olsun
Dakikalar birbirini kovalayıp, küçük arkadaş grubu çoğunluğu havadan sudan, bir kısmı geçmiş anılardan oluşan bir sohbete tutuşurken, Gökmen'in hevesle başlamasını beklediği canlı müzik de sonunda başlamıştı. Enstrümanlardan yükselen tanıdık melodiyle Gökmen'in kafası oraya döndü. Solist ayaklı mikrofonun önündeki yerini alıp, o geceki dinleyicilerini selamlayarak ilk şarkısına giriş yaptığında yüzünde sarışının gözleri parlamış, yüzünde keyifli bir ifade oluşmuştu.
Kulaklarını dolduran tanıdık melodiyle birlikte, yedi kafadar sohbeti bırakıp, çalan şarkılara, türkülere eşlik etmeye başladı. Arada bir gaza gelip, yükselen sesleriyle birlikte çevreden kısık gülüşler, hatta ara ara alkışlar kazansalar da çok da umurlarında değildi. Mekan çok büyük sayılmazdı. Küçük, en fazla 12-13 masanın bulunduğu salaş bir yerdi. O yüzden bir süre sonra neşeleriyle solistin de dikkatini çektiler. "İstek parçanız var mı gençler?" dedi otuzlarının sonlarında gibi görünen esmer adam, mikrofona doğru.
Birkaç saniye boyunca birbirlerine baksalar da soruyu beklemedikleri için bir an kimseden ses çıkmadı. İkinci dakika ise Arslan soliste sesini duyurabilmek için yüksek sesle konuştu. "Abi biliyorsan, Olgun Şimşek'ten Aşk Olsun'u söylesene. Senin sesinden ayrı güzel olur." dedi. Gür sesi mekanda yankılanınca, ufak kalabalıktan birkaç onay nidası yükseldi.
Gökmen'in bakışları solistten yavaşça Arslan'a döndü. Onun dudaklarına konmuş iğreti duran kararsız keder ile sarı kaşları yavaşça havalandı.
Adam, samimi bir gülümsemeyle, "Başım üstüne." diyerek arkasındaki orkestraya başıyla işaret verince Arslan da adama aynı samimi gülümsemeyle karşılık vermiş, sazla birlikte türkünün ilk notaları alanı doldurduğunda Arslan ciğerini şişiren bir nefes alıp vermiş, önündeki boş kadehe yönelmişti. Gökmen'in gözleri ise onun her hareketini, yüzündeki en ufak mimiği nedensizce takip etmişti.
Şunca yıllık düşmanlık geçmişleri boyunca bir kere bile Arslan hakkında bir şeyi merak etmemiş, onun hakkında işine yaramayacak hiçbir bilgiye kulak vermemişti. Ancak ilk defa, esmerin yüzündeki kederi görünce zihnine onunla ilgili bir merak tohumu ekilmişti. Verdiği kederli nefes mi, ansızın kendini çevresinden soyutlayışı mıydı onu meraka düşüren bilmiyordu, ancak o bulutlanan ela gözlerin sebebini öğrenmeyi onu şoka uğratacak kadar istiyordu. Bu istekle türkünü sözlerini gür ve kalın sesiyle söylemeye başlamış soliste kulak verdi. Belki de merakını giderecek bilgi türkünün sözlerinde gizliydi.
"Yakarım ona bir Seher türküsü,
Gözleri zaten deniz, deniz kokusu,
İkimizin yerine de ben severim,
Odur sevdamın batısı doğusu,
İkimizin yerine de ben severim,
Odur sevdamın batısı doğusu..."
Esmer delikanlının tüm dikkati önündeki kadehe kayıp, dudakları sessizce türkünün sözlerine eşlik ederken, masadaki hava ansızın ağırlaşmış, kimisi kadehini dudağına yanaştırmış, kimisi masadaki sigara paketine elini atmıştı.
Gökmen'in gözleri ise kendi dertlerine dalan arkadaşlarını fark etmeden esmerde takılı kalmış, yayıldığı sandalyede bardağındaki bulanık beyaz sıvıyı ağır ağır yudumlarken avının açığını gözleyen bir aslan edasıyla gözünü kırpmadan onu izlemeye devam etmişti.
Adam türkünün ilk kısmını bitirip, nakarattan sonra başa dönünce esmerin yüzünü sarmış kederin yavaşça dağıldığını, kaşlarının bir şeye şaşırmış gibi hafifçe havalanıp, dudaklarının aralandığını görmüştü. Ardından, artık aklından ne geçiyorsa, havalanan kaşları ağır ağır çatılmış, dudaklarından masanın karşısından küfür gibi duran birkaç sözcük dökülmüştü.
Arslan kafasını aniden kaldırıp, ona anlamlandırmakta zorlandığı bir bakışla bakınca hafifçe irkildi. Elalar bir fırtınayı ağırlıyor, onlarca duygu aynı anda bir çift kehribar küreden hızla geçip gidiyordu ve Gökmen o duygulardan yalnızca tanıdık olan öfkeyi yakalayabiliyordu. Ancak hiçbirini üstüne alınmadı. Ne diye üstüne alınacaktı ki zaten? O karmaşanın sebebi kendisi değildi. O karmaşanın sebebi biraz önce yüzündeki kedere sebep olan kişiyle aynıydı besbelli.
Arslan'ın elaları üzerinde dolanmaya, mavileri arasında mekik dokumaya devam edince yerinde huzursuzca doğruldu. Tek gözünü kırpıp, kafasını hafifçe sallarken, "Hayırdır?" diye dudaklarını oynattı.
Arslan'ın gözleri önce oynayan dudaklarına kaydı sonra kaşları mümkünü varmış gibi daha da çatıldı. Gözlerini sonunda Gökmen'in mavilerinden çekip önündeki buğulanmış kadehe indirirken, çenesindeki tüm kemikleri göz önüne serecek şekilde dişlerini gıcırdattı. Anlaşılan bir şeye canı fena halde sıkılmıştı.
Yarısından fazlası dolu olan kadehi eline alıp dibini bir yudumda görürken, "Hop hop, yavaş git lan!" diyen, müdahale edecek gibi ona doğru bir elini uzatan Mahmut geç kalmıştı.
"İyi böyle." dedi Arslan sert bir sesle, masanın üzerindeki sigara paketine uzanırken. "İçimize düşen cehennemi bu saatten sonra anca bu paklar."
Mahmut'un kaşları havalanırken, Gökmen'in kaşları da ona eşlik etmişti. Ne oluyordu bu kediye lan durup dururken? Neydi bu tripler şimdi? Adam 5 dakikada bir ömürlük film çevirmişti önünde. Üstelik ona attığı soğuk bakışlarda cabasıydı. Uslu uslu yerinde oturuyordu işte, ne diye şimdi üzerine nefret fırlatıyordu bu piç?
"Seher mi yine kardeşim?" dedi Gökmen'in yanında oturan, muhabbete kulak misafiri olan Kemal.
Gökmen'in bakışları bu sefer ona döndü. 'Seher kim?' demek için aralanan dudaklarını hızla birbirine bastırdı. Biraz önce söylenen türkünün başında geçen 'seher türküsü' ifadesi ona yeterince ipucu veriyordu zaten. Anlaşılan kara kedinin bir gönül yarası vardı.
Arslan, masanın ortasındaki şişeye uzanırken dudaklarına alaylı bir gülümseme kondurmakla yetindi. Arslan'ın istek türküsü bitip, solist on dakikalık bir ara vereceğini duyururken, Mahmut söze girişti. "Hani unuttum diyordun lan? Niye hortladı bu kız yine?" diye homurdandı.
"Bu yaz dönecek diyordu Muharrem abi, onu mu duydun?"
Bu sefer konuşan Kaya'ydı. Gökmen'in kaşları çatıldı. Merak duygusu iyiden iyiye içini kemirmeye başladı. Anlaşılan Gökmen dışındaki herkes Seher'i tanıyor ya da biliyordu.
Arslan'ın bakışları yanında oturan Kaya'ya kısa bir bakış attı. Gözbebeklerinden okunan afallama bu bilgiyi şimdi öğrendiğini gösteriyordu. "Dönüyor muymuş?" dedi esmer delikanlı, sesindeki şaşkınlıktan başka bir şey seçemedi Gökmen.
Gökmen, bu tepki üzerine daha fazla dilini tutamadı. Ancak fazla meraklı gözükmemek için masanın ortasında duran ortalık malı olmuş, kimin olduğunu bilmediği sigara paketine uzanırken özensiz, hatta öylesine soruyormuş kadar umursamaz bir sesle sordu.
"Seher kimdi lan?"
"Oha Gökmen!" dedi Oğuz, ellerini pü sana der gibi ona doğru sallarken. "Lan, karşı mahalle bile biliyor Arslan-Seher aşkını senin nasıl haberin yok?"
Gökmen kaşlarını derince çattı. Kanı nedensiz yere bir anda köpürürken, boğazına kadar hızla kızardı. Paketi hışımla tekrar masaya fırlatırken, "Ne bileyim amına koyayım ben? Arslan'ın gönül işlerinin çetelesini mi tutuyorum?" diye yükseldi.
Onun azarıyla masadaki herkes afalladı. Masaya çöken ani sessizlikle Gökmen paketten biraz önce aldığı dalı parmaklarının arasında uyuşukça gezdirip, gereksiz yükselişinin utancıyla kafasını yavaşça camdan görünen sahil manzarasına çevirdi. Dişlerini alt dudağına geçirirken, bir eliyle ensesini rahatsızca sıvazladı. Ne diye durup dururken yükselmişti şimdi? Harbi, arkadaşlarının dediği gibi yakın zamanda bir psikoloğu falan ziyaret etmeliydi belki de? Durup durup insanların keyfinin ortasına sıçıyordu çünkü.
Normalde de gergin bir adamdı ama son zamanlarda barut fıçısı gibi dolanıyordu ortalıkta.
"Eski sevgilim." diyen esmerin sakin sesiyle gözleri yavaşça ona döndü ancak esmer ona bakmıyordu. Gözleri Gökmen'in ne ara doldurduğunu bilmediği kadehindeydi. "Lisenin başından beri çıkıyorduk. Üniversiteyi yurt dışında okumaya karar verdi. Bir süre uzaktan yürütmeye çalıştık ama olmadı. Yanımda görmüşsündür muhakkak; kumral, mavi gözlü, minyon, sevimli bir kız." diye devam etti esmer, aynı sakin, ifadesiz ses tonuyla.
Onun sözleriyle Gökmen'in önünde anında birkaç kare belirdi. Hepsinde de Arslan ve yanında tarif ettiği kız vardı. İki sevgilinin sarmaş dolaş olduğu, kızın Arslan'ın evine girip çıktığı, annesiyle evin bahçesine atılan masayı hazırlarken bıraktığı neşeli gülümsemeler, okuldaki kalorifer peteğine yaslanmış fısır fısır konuşarak flörtleşen ikili, Arslan'ın trip atan kızı birkaç kez kovalayışı derken aslında bildiğini fark etti. O da Seher'i biliyordu. Herkes kadar, belki herkesten biraz daha çok... Ama zihni nedense hiç var olmamış gibi silmişti kızı.
Hissettiği ani gerginlik yüzünden kupkuru kalmış boğazını ıslatmak için sertçe yutkunup, kafasını bir kez daha manzaraya çevirirken, alt dudağını yalayıp, "Hatırladım." diye mırıldandı. Elindeki dalı dudaklarının arasına yerleştirip, ucunu tutuştururken içinde gezinen keyif kaçıran rahatsızlık hissiyle yerinde huzursuzca kıpırdandı.
Garip bir hissiyat içerisindeydi yine. Son zamanlarda Arslan'ın çevresindeyken hissettiği duygulara isim bulmak da zorlanıyordu. Gökmen'e göre hepsi gerginlikti. Ancak gerginliğin bu kadar çok türü olduğunu ya da vücudunda bu kadar farklı reaksiyonlara neden olabileceğini sanmıyordu. Yine de hiçbirine bir isim veremiyordu işte.
"Dönüyormuş demek..." dedi Arslan, onun mırıltısının üzerine oluşan sessizliği bozarak.
"Görüşmediniz mi hiç ayrıldıktan sonra?" dedi Ercüment, nadir büründüğü ciddi bir ifadeyle. Arslan, ketum bir herifti. Kolay kolay derdini açmaz, acıdan kıvransa bile en yakınları dahil kimseye imdat demezdi. O sebeple onu dikkate aldığını ve derdini önemsediğini göstermek ister gibi samimi bir bakış gönderdi esmere.
Arslan onun sorusuna cevap vermeden önce bir süre oyalandı. Kül tablasına bıraktığı sigarayı silkeleyip, dudaklarının arasına yerleştirmeden önce, "Bizim ayrılışımız yılan hikayesiydi kardeşim zaten, az çok biliyorsunuz. Bu yıla kadar iki-üç ayda bir ya o, ya ben yazdık durduk birbirimize de son bir senedir işte tamamen kopardık bağı." dedi konuşmaya isteksiz bir sesle. Gözleri, cümlesi biter bitmez kaçamak bir şekilde sarışına kaydı. Sarışının çatılı kaşları ile elindeki çakmakla oynayışını bir süre izledi.
Gökmen de üzerindeki gözlerin ağırlığıyla kafasını hafifçe kaldırıp, kirpiklerinin arasından gözlerin sahibine baktı. Arslan'ın gözleri ne zaman ona değse, aralarında metrelerce mesafe bile olsa bir şekilde hissediyordu.
Elalar yine perdeliydi. Ne hissettiğini, ne düşündüğünü gram yansıtmıyordu dışarı. Maviler ise içinde, kendisinin bile haberdar olmadığı karmaşayı olduğu gibi dışarı vuruyordu.
Arslan, dudaklarını tereddütle araladı. "Geldi geçti işte. Öyle rakı masasına oturunca insanın dertlenecek bir şeye ihtiyacı oluyor, ondan yâd ettim. Yoksa yaram kuruyup döküleli çok oluyor." dedi gözlerini mavilerden çekmeden.
Arkadaşlarını onun cevabına burun kıvırdı. Biraz önce içimize düşen cehennemi anca bu paklar deyip, bardağı kafasına diken adamın bu sözleri hiçbirine inandırıcı gelmemişti doğal olarak. Ancak hiçbiri ses etmedi. Arslan'ın sözlerinin kısaca 'Kapayın lan konuyu!' demek olduğunu düşünüyorlardı.
Gökmen, mavilerini bir türlü terk etmeyen elalarla huzursuzca burnunu kırıştırıp, işaret parmağıyla kulağının altını rahatsızca kaşıdı. Ancak alışkanlıktan, o bakışlara karşılık vermeye devam etti. İlk pes eden olmaya niyeti yoktu.
Arslan'ın kıvrılan dudaklarını göz ucuyla gördü. Bunu bir meydan okuma olarak algılayıp, yerinde dikelerek kaşlarını çattı. Bakışma uzadıkça uzadı. Her geçen saniyede Gökmen'in gözlerindeki hırs da arttı.
"İlla bir şekilde benimle kapışmanın yolunu buluyorsun ya sarı, helal olsun." dedi esmer, sarışının gözlerinde büyüyen alevlerle yüzündeki gülümseme genişleyip, kulaklarına vardı.
"Sen başlattın." dedi Gökmen, dirseklerini masaya yaslayıp, elindeki sigarayı küllüğe bastı. Çok saçmaydı ama heyecanlanmıştı. Hatta nabzı bile hızlanmıştı. Kanı, Arslan ile kapışacağı zaman bir farklı akıyordu sanki. Daha sıcak, daha yoğun, daha hızlı...
"Yemin ederim çocuk bunlar." dedi ikilinin diyaloğu ile olaya ayan Kaya, şaşkın bir sesle.
Yan taraflarından yükselen homurtulara zıt bir keyifle arkasına yaslanan Arslan, "Gözbebeklerin büyümüş Gökkuş, heyecan mı yaptın?" dedi kaşlarını kaldırarak.
"Rakı seni çarpmış kara kedi, hayal görmeye başlamışsın. Kaldıramıyorsan içme bir daha." dedi Gökmen, esmerin sözleriyle daha da hızlanan nabzıyla kaşlarını biraz daha çatarak.
"Geçen gün seni çarptığı gibi mi?"
"Buradan kavga konusu çıkmaz bence biraderlerim, vazgeçin." dedi Ercüment bezgin bir sesle, masanın ortasında kimsenin dokunmadığı karidesleri önüne çekerken.
"Çok hoşuna gitti herhalde, ağzından düşürmüyorsun hiç." dedi Gökmen, dudaklarına zoraki bir gülümseme kondurarak. Alnında bir damar şişmeye yüz tutmuştu bu sözlerle. Ercüment'in sözlerini ise duymamıştı bile.
"Çok." dedi Arslan, dilini çok yavaş bir şekilde alt dudağında gezdirip, dişleriyle ıslattığı et parçasını kıstırdı. "İnanır mısın hiç çıkmıyor aklımdan."
Gökmen bir an için dumur oldu. Gözleri bir saniye için esmerin dudaklarına kaysa da, çaktırmamaya çalışarak hızla tekrar elalara çıktı. Dudaklarını aralayıp, ana-bacı sövmeye başlayacağı sırada imdadına çalan telefonu yetişti. O aramayı can simidi belleyip, nevrini döndüren elalardan gözlerini hızla çekip, telefonunu eline aldı.
"Bunu açmam lazım. Dışarıdayım." diyerek ayaklanıp, aceleci adımlarla yalnızca tuvaletlerin bulunduğu arka kapıya ulaştı.
Serin hava yüzüne vurana kadar yanaklarının cayır cayır yandığının farkında değildi. Alkoldendi herhalde.
İçine derin bir nefes çekip, hala elinde titreyen telefonuna indirdi bakışlarını. Arayanın Derman olduğunu görünce acele etmeden ekranı kaydırıp telefonu kulağına götürdü.
"Ne var dalyarak?" dedi sert bir sesle. Hepsine o götü başı dağıttığı geceden beri tavırlıydı. Kini bir türlü durulmuyordu. Şerefsizler, o gece onun o kafayla dışarı çıkmasına izin vermeseydi başına bunlar gelmeyecek, kara kediye madara olmayacaktı.
"Ulan deve kini var sende he! Yeter la iflahımızı siktin bir haftadır piç!"
"Kes sesini göt! Ulan sizin yüzünüzden nelerle uğraşıyorum ben haberiniz var mı?"
"Kardeşim valla bizim yüzümüzden değil, her şeyin suçlusu bulduğu her şeyi hortumlamayı misyon bellemiş içindeki yavru fil." Bu sefer konuşan Uygar'dı. Anlaşılan sesini hoparlöre vermişlerdi.
"Ayrıca eve gideceğim diye tutturan sendin. Yatağa mı bağlasaydık amına koyayım, ne istiyorsun?" Uygar kendi sözlerine höykürerek güldü. "Of, fena fantezi olurdu he. Bir ara yapalım bunu sarışınım." dedi flörtöz bir tonda.
"Yavşak." diye homurdandı Gökmen, gözlerini devirirken. "Derman şuna bir karı bul artık, düşsün yakamdan."
"Oğlum bulduğumu mallığıyla kaçırıyor, ben ne yapayım? Her tanıştırdığım kız, bir hafta sonra 'Allah belanı versin Derman.' diye mesaj atıyor anasını satayım. Canımdan bezdim."
"Neyse hadi bırakın goy goyu. Neredesin lan, çık gel hadi. Sabaha kadar batak döneceğiz." dedi ikilinin diğer ev arkadaşı olan ve onlar vasıtasıyla tanışıp kaynaştığı Ufuk.
Gökmen derin bir nefes verip boştaki eliyle saçlarını karıştırdı. "Çocukluk arkadaşlarımla dışarıdayım kardeşim. Bu akşamlık benden pas, takılın siz."
"Ula bizi bir tanıştıramadın şu heriflerle he! Kaç senedir anlata anlata adamların tercih ettiği don rengine kadar aklımıza kazıdın ama hala herifleri görmek nasip olmadı." dedi Uygar.
"Ayarlayacağım bir ara. Biz gibi boş beleş değil oğlum onlar. Çoğu işinde gücü-"
Kolunu sertçe yakalayıp, o ne olduğunu anlayamadan çekiştiren elle birlikte sözleri yarım kaldı. "Ne oluyor lan?" diye yükseldiği sırada, "Yürü Gökmen, sıçtık." diyen Arslan'ın telaşlı ifadesiyle birlikte yalnızca gözlerini kırpıştırabildi.
Arslan'ın onu birkaç adım çekiştirmesine müsaade edip, ardından ayaklarını yere sabitleyerek durdu. Önce elinde hala açık olan telefonu kulağına götürüp, "Arayacağım sonra sizi." diyerek merakla sorular soran arkadaşlarının yüzüne telefonu kapadı. Telefonu cebine tıktıktan sonra, kolunu sertçe çekerek, bileğini tutan elden kurtuldu. "Ne oluyor lan, ne çekiştirip duruyorsun amına koyayım?" diye yükseldi, kaşlarını çatarak.
"Abin burada." dedi Arslan, onu harekete geçirmenin en hızlı yolunun açıklama yapmak olduğunu anlayarak. Bir yandan da geniş cüssesiyle Gökmen'in önünü kapamaya, içeriden görünmesini engellemeye çalışıyordu. Bulundukları yer mal gibi meydandaydı. Zira bulundukları alanla mekanı ayıran tek şey tertemiz bir camdı. Kafasını omzunun üzerinden arkaya çevirip, tedirgin gözlerle Göktuğ'u son gördüğü yere kısa bir bakış attı.
Gökmen'in gözleri büyüdü. "Ha siktir!" dedi korkuyla. "Seni gördü mü?"
"Gördü tabii ki amına koyayım. Göt kadar mekan! Ulan, sahil boyunca bunun aynısından elli tane mekan var. Bizdeki şansı sikeyim!" diye homurdandı.
"Ha siktir!" dedi Gökmen yeniden sertçe yutkunarak. "Yakalanırsak içimizden geçer."
Arslan'ın biraz önceki telaşı şimdi onu da vurmuştu. Gözbebekleri titrerken, bir elini saçlarından sertçe geçirip olduğu yerde dört döndü.
"Geç kenara." dedi Arslan onu göğsünden tuvaletlerin olduğu tarafa doğru ittirerek, arkasına bir bakış daha attı. "Mal gibi meydan- Ha siktir abin bu tarafa doğru geliyor!"
Gökmen'in gözleri bir kez daha büyüdü. Büyüyen gözleri hızla Arslan'ın omzunun üzerinden mekanın içini buldu. Kulağına dayadığı telefonda hararetli bir konuşma yürüttüğünü gösteren bir beden diliyle kafasını yerden kaldırmadan onlara doğru adım adım yaklaşan bedeni görmesiyle put kesti. Bu gece bir Pakdemir olduğu son geceydi. Yarın kesin evlatlıktan reddedilecekti. En iyi ihtimalle abisi ailesine söylemeyecek ama Gökmen'in önce yüzüne tükürecek, günlerce gidip gelip geçmişte Akınallar ile yaşadıkları kapışmaları anlatarak kendince nefret tazeleyecek sonra da onu süresiz bir göz hapsine alacak, hayatı zindan edecekti.
Kendi kafasındaki felaket senaryolarıyla yüzü her geçen saniye solan, donup kalmış sarışınla birlikte Arslan ağzının içinde homurdanıp, bir kez daha sarışının kolunu yakaladı. Soğukkanlılığını korumaya çalışan gözleri hızla etrafı tarayıp saklanabilecekleri bir yer aradı. Gözü tuvaletlere gitti ancak orası olmazdı. Onlardaki bu şansla, abi kuşun kesin içeri geçmeden bir tuvalete falan uğrayası gelirdi. Sonunda gözleri, mekana sonradan eklenmiş olduğu belli olan tuvaletlerle mekan arasında kalan küçük boşluğu seçti. Önünde bira fıçıları olduğu için ilk bakışta fark edememişti ama işte karanlık ve dar koridor oradaydı.
Gökmen'i birkaç adım ilerlerindeki alana aceleyle çekiştirdi. Yolu kapayan bira fıçılarının üzerinden önce bir sonra diğer bacağını geçirip, "Hadi sarı, donup kalmanın sırası değil. Geç şuraya." dedi otoriter bir sesle. Gökmen onun uyarısıyla kendine gelip, aceleyle fıçıların üzerinden karşı tarafa geçti. Arslan kolundan asılıp onu karanlık koridora çeker çekmez mekanın cam kapısı açılmış, abisinin yüksek tondan sesi kulaklarına dolmuştu. Gökmen'in gözleri abisinin öfkeli bağrışını duymasıyla kocaman açılıp, dudakları bir kez daha, "Ha siktir!" demek için aralandığı sırada Arslan onu sertçe duvara yaslayıp, bir elini Gökmen'in dudaklarının üzerine kapadı. Gökmen'in büyümüş mavileri, alanın darlığı sebebiyle dibinde olan elalara tutunurken, Arslan boştaki elinin işaret parmağını kendi dudaklarına yaslayıp, sessiz olmasını ima etti. Sarışın telaşa kapıldığında beyni kafatasının içinden koşarak uzaklaşıyor, yalnızca en kötü senaryoya odaklanıyordu.
Gökmen, uysalca başını sallarken, abisinin bağırtısıyla kaskatı kesilip, sertçe yutkundu.
"Ulan önce geçen günkü borcunu öde şerefsiz!"
Abisi onları bu sinirle yakalasa, kesin ikisinden biri ya da her ikisi birden hastanelik olurdu. Bu düşünceyle korkulu gözleri bir kez daha Arslan'ın elalarını buldu. Titreyen ellerini güç almak ister gibi Arslan'ın iki yanından duvara yasladı. Alan o kadar dardı ki, hem Arslan'ın hem de kendi sırtı karşılıklı duvarlara yaslı olmasına rağmen göğüsleri birbirine değiyor, ayakları birbirinin bacakları arasında duruyordu.
Abisi, artık kiminle konuşuyorsa, öfkeli bir sesle tehditler savururken Gökmen durduğu yerde iyiden iyiye kasılmış, mavi küreleri dışarıdaki arabası, sandalyenin başına asılı olan hırkası gibi detayları düşünerek endişeyle titremeye başlamıştı.
Yakınlıkları sebebiyle onun hafif hafif titreyen bedeninin fazlasıyla farkında olan Arslan'ın gözleri onun mavileri arasında dolandı. Elini yavaşça sarışının dudaklarından çekerken, kafasını biraz daha ona yanaştırıp, "Sakin ol, yakalanmayacağız." diye fısıldadı yatıştırıcı bir sesle.
"Bok yakalanmayacağız. Arabam dışarıda." dedi Gökmen telaşlı bir fısıltıyla. "Hırkam da sandalyeye asılıydı. Anlayacak Arslan, salak değil. Boşuna saklanıyoruz."
Sarışının her sözcüğüyle sıcak nefesi dudaklarına vurup, kendine has erkeksi kokusu burnuna dolarken söylediklerine konsantre olmakta fazlasıyla zorlanan Arslan'ın adem elması yukarı aşağı oynadı.
"Sorarsa arabanı Kaya'ya verdiğini söylersin. Hırkayı da bizim çocuklar çoktan arazi etmiştir merak etme." dedi istemsizce daha derinden gelen sesiyle. Diliyle karıncalanan alt dudağını yoklayıp, sarışının dudaklarına kaymaya meyilli gözlerini sıkıca kapadı.
O biraz mesafeye olan ihtiyacıyla kafasını geriye çekip, ensesini arkasındaki duvara yaslarken Gökmen onun sözleriyle az da olsa dinen endişeleriyle derin bir nefes aldı. Normalde ayaküstü kırk tane yalan uydurabilirdi ancak böyle kaotik anlarda donup kalıyor, beyni işlevselliğini yitiriyordu.
Abisinin hararetli konuşması devam ederken, Gökmen biraz daha aklıselim ve sakin olmanın getirisiyle sonunda yakınlıklarını fark etti. Gözleri birbirine geçmiş bacaklarında, hala Arslan'ın iki yanından duvara dayalı olan ellerinde ve çevrelerindeki aydınlatmalar sayesinde yüzünü seçebildiği esmer yüzde dolandı. Bir miktar sakinlemiş kalbi bir anda göğsüne sert bir atış yapıp, ritmini kaybedince irkildi. Ne oluyordu lan? O güm sesi de neydi? Ondan mı gelmişti?
"Ulan şerefsiz, seni bulup çıktığın yere geri sokmazsam cümle alem siksin beni!" diyerek bağıran abisinin sesiyle yerinde sıçradı.
Arslan da onunla birlikte irkilip, gözlerini yavaşça aralayarak sesin geldiği tarafa doğru kısa bir bakış attı. "Sizde öfke kontrol problemi genetik galiba." diye fısıldadı.
"Benim öfke kontrol problemim yok." dedi Gökmen anında, kaşlarını çatmak için uğraşarak. Bir elini göğsüne atıp, kaburgalarını döven kalbini yatıştırma umuduyla göğsünü ovaladı.
Arslan, hissettiği bütün gerilime rağmen sırıttı. Gözleri sarışının mavilerini bulurken, işaret parmağını saçlarıyla alnının birleştiği noktaya götürüp, "Bak şurada üç dikişlik bir yara izi var. Sebebi de, senin bir anda, durup dururken dellenip kafama fırlattığın taş." dedi.
Gökmen onun işaret ettiği yere kısa bir bakış atıp, alt dudağını ağzının içinde yuvarladı. "Hak etmişsindir kesin, boşu boşuna sinirlenmem ben."
Arslan, az daha kıkırdayacaktı. Dudaklarını birbirine bastırıp, kaçmaya çalışan kıkırtıya güçlükle engel olurken Gökmen suçlu bir çocuk gibi suratını astı. Tamam, çok çabuk köpürüyordu kabul ama bunda onun bir suçu yoktu. Çevresindeki insanlar, özellikle bu kara kedi sürekli damarına basıp duruyordu.
Onun asılan suratına tezat bir şekilde Arslan, içinde yer yerinden oynamasına rağmen yayvan bir şekilde sırıttı. Gökmen'in mavileri
onun sırıtışına kayarken, "Sırıtma, valla kendi sonumu hazırlamayı umursamadan dalarım sana kafa göz." diye homurdandı.
"Şu kadarcık alanda mı?" dedi Arslan, aralarındaki olmayan mesafeyi işaret ederek. Ardından şu yaşına kadar Gökmen'le uğraşmayı hobi edinmiş olmasının, onda artık alışkanlığa dönüşüp tüm hücrelerine yerleşmiş olan piçliğin getirisi olarak, ani bir hareketle ellerini Gökmen'in başının yanından duvara dayayıp yüzünü ona doğru eğdi. Yüzleri arasında milimler kalırken sarışının büyüyen gözleri ile dudaklarındaki sırıtış genişledi. "Bu alan dövüşmeye uygun değil pek Gökkuş." diye fısıldadı. Sıcak nefesini yavaşça sarışının dudaklarına bırakırken, elaları büyümüş maviler ile ince dudaklar arasında gidip geldi.
Gökmen sertçe yutkundu. Ciğerleri esmerin birkaç gün önceden aşina olduğu tatlı kokusuyla dolup taşarken, onun da gözleri istemsizce Arslan'ın hareketini taklit edip ela gözler ile aralık dudaklar arasında gitti geldi. Bu seksüel tansiyon da nereden çıkmıştı lan durup dururken?
Geçen gün o kafayla bu herifi neden öpmek istediğini o an anladı. Esmerin her mimiği, sesinin her katmanı, sıcaklığı, kokusu... Her şeyi çok şeydi... Baştan çıkarıcı?
Bilinci bunu düşündüğü gerçeğini reddederken sert çıkarmaya çalıştığı sesiyle, "İş mi atıyorsun sen bana?" diye fısıldadı. Kalbi kulaklarında atıyor, hissettiğinin aksine sesinin tüm alanda yankılanmıyor olmasını umuyordu.
"Atıyorsam ne yapacaksın?" dedi Arslan, biraz daha ona yaklaştı. Şimdi burunları birbirine değiyor, sıcak nefesleri birbirine karışıyordu.
"Ağzını yüzünü sikeceğim." dedi Gökmen, sertçe yutkunmadan hemen önce. Sözlerinin aksine solukları her geçen saniye hızlanıyor, kalbi göğüs kafesinde parendeler atıyordu. Ne oluyordu lan? Niye durup dururken karnı kasılıyor, dudaklarına vuran sıcak soluklar nefesini kesiyordu şimdi?
"Biraz hızlı bir başlangıç olur ama neden olmasın?" dedi Arslan, kıvrılan dudaklarıyla.
Gökmen'in gözleri bir kez daha esmerin dudakları ve gözleri arasında gitti geldi. "Arslan, sikerim belanı."
"Belamdan çok dudaklarımı sikecek gibi bakıyorsun sarı. Ayıkken de giderim varmış herhalde?"
Gökmen, zoraki bir şekilde dudaklarına bir gülümseme oturtup onu sertçe göğsünden ittirdi. "Siktir oradan, hayalperest piç." dedi buz gibi sesle. Biraz önce aklından geçenler, içinde yükselen anlık arzu onu dehşete düşürmüştü. Ellerinin titriyor oluşunun sebebi de o dehşet hissiydi.
Arslan onun sözleriyle sırıttı. Ancak Gökmen'in yüzündeki ifadeyi görmesiyle sırıtışı yavaşça dağıldı.
Gökmen, asla yüz ifadelerini kontrol edebilen bir insan olamamıştı. Arslan beden dilini kontrol etmek konusunda ne kadar iyiyse, Gökmen de bir o kadar kötüydü. Ve şimdi karşısında, yüz ifadesi saniyeler içinde darmaduman olan sarışının biraz önce bir anlığına bile olsa onu öpmek istediğine emindi. Üstelik bu sefer ayıktı... Bu önemli bir detaydı. Zira bünyesindeki onca nefrete ve tabuya rağmen onu öpmeyi bilinçli bir kafayla düşünmesi... İşte bu gerçek Arslan'ı dumur etti. Anlık şaşkınlığı yerini yavaşça daha sebebini çözemediği bir korkuya bırakırken, sertçe yutkunup gözlerini hızla kaçırdı.
İkili susup, bir anda kendi kabuklarına göçünce Göktuğ'un öfkeli sesinin de artık aralarında olmadığının farkına vardılar.
"Abin gitmiş sanırım." diye mırıldandı.
Kendi kendine kaş çatan sarışın kafasını sallayarak onu onaylamakla yetinince Arslan boğazını temizleyip devam etti. "Arabanın anahtarı nerede?"
"Hırkamın cebindeydi." dedi Gökmen, ona kısa bir bakış atıp, her zaman darmadağınık olan saçlarına elini atıp biraz daha birbirine soktu tutamlarını. Yine o tuhaf duygu durumunun içerisindeydi. Bu sefer gerginlik dışında bir tanesini daha ayırt edebiliyordu o duygulardan. Utanç. Ancak o utanç kendine yönelikti. Arslan'dan çok kendinden utanıyordu o an.
Arslan, yavaşça kafasını salladı. "İyi o zaman, senin arabayı Kaya alır. Sen arkadan dolanıp bizi mekanın biraz ilerisinde bekle, hesabı ödeyip kalkarız. Oradan alırız seni."
Gökmen bir kez daha kafasını sallayıp karşısındaki adam vebalıymış gibi koca cüssesini arkasındaki duvara bastırınca Arslan yorgun bir nefes verdi.
"Önden gidip ortalığı kontrol edeyim ben. İki üç dakikaya mesaj atmazsam çıkarsın, gözün telefonunda olsun." diye otomatik bir sesle konuşup, Gökmen'le temas etmemeye gayret ederek daracık karanlık koridorun dışına ilerledi. Arkasına dönüp kendi kendine kaş çatmaya devam eden sarışına son bir bakış atıp bira varilinin üzerinden atlayıp adımlarını mekana yönlendirdi.
Gökmen'le artık farklı bir şekilde uğraşsa daha iyi olacaktı. Biraz önce yaptığı aptallığı bir daha asla yapmamalı, sınırı korumalıydı. Kendi aklının ve canının selameti için bir daha asla...