IŞIĞA ÇEKİLEN GECE KELEBEĞİ

3574 Words
Sarışın delikanlı, çıplak göğsüne boylu boyunca dağılmış, terden nemlenmiş kahverengi saç tutamlarını uyuşuk bir şekilde okşarken, bulunduğu yerden çok uzakta olduğunu ifade eden dalgın gözleri beyaz tavana sabitlenmişti. Kendi zihninde kaybolduğu ancak hiçbir düşünceye tam olarak tutunamayıp sağa sola savrulduğu sinir bozucu bir andaydı. En büyük sorunu ise o sinir bozucu anı o hafta içerisinde defalarca yaşamış olmasıydı. Kafayı yiyecekti! Kafayı yemesine ramak falan kalmıştı! Tek bir kıvılcım, huniyi kafasına geçirmesi için yeterliydi ve akıl sağlığını nasıl koruyacağını bilemiyordu. Siktir! Nasıl olup da o piç kurusu, kedigillerin büyükbaşından etkilenebilmişti? Ve nasıl olmuştu da zihni o anda, o karede böylesine esaslı bir şekilde takılı kalmış; işi abartıp bilinçaltına kadar işleyip rüyalarını kabusa bulamıştı? Her gece; istisnasız her gece, o küçük, dar ve karanlık koridorda Arslan'ın dudaklarına yapışıyordu. Yani rüyalarında. Gerçekte değil. Şükürler olsun ki gerçekte değil! Öyle bir şeyin yaşanma ihtimali bile tüylerini diken diken ediyor, kendini bulduğu en yüksek binanın tepesinden bırakma isteğini körüklüyordu. İşin en kötü tarafı ise neredeyse bir haftadır o kediden bir korkak gibi kaçmasıydı. Bunu da kendine yediremiyordu işte! O kimdi ki, Gökmen ondan kaçsın? Neyse ki, Arslan ilginç bir şekilde eskisi kadar çok çıkmıyordu karşısına. Normalde gün aşırı dibinde biten istenmeyen ot, son günlerde pek ortalıkta gözükmüyordu. Şükürler olsun! "Gökmen!" diyerek kızgın bir şekilde mızmızlanan sesle irkilerek düşüncelerinden sıyrıldı. Uykusuzluktan kan çanağına dönmüş mavi gözlerini göğsündeki kafaya doğru eğerken, "Efendim?" dedi ruhsuz bir sesle. "Dakikalardır seninle konuşuyorum, duymuyor musun?" İçine derin bir nefes çekip, "Dalmışım, kusura bakma. Çok yorgunum Cenk, sen hala uyuyup kalmadığıma şükret." dedi huysuz bir sesle. Göğsüne yaslı minyon genç, kafasını yavaşça bulunduğu yerden kaldırıp uzandıkları yatakta oturur pozisyona geçti. "Neyin var senin?" dedi kaşları hafifçe çatılırken, sarışının yüzüne dağılmış sarı tutamlarını parmaklarıyla geriye doğru taradı. "Seks mi kötüydü?" Gökmen, dudaklarına yarım bir gülümseme kondurup bir elini çocuğun incecik beline atıp, çıplak belini okşadı. "Hayır, harikaydın güzelim. Sadece yorgunum." diye mırıldandı. Sesindeki ruhsuz ton, yorgunluğunun ispatı olsa da Cenk'in ona inanmadığı kahverengi gözlerindeki şüpheci bakıştan belli oluyordu. "Anlat hadi." dedi, bir elini Gökmen'in göğsüne atıp, çıplak tenini okşadı. "Bir karın ağrın var belli. " Gökmen'in itiraz etmek için aralanan dudaklarını uyarıcı bir bakışla engelleyip, "Hiç boşuna yalan söyleme. Sen kolay kolay gecenin köründe kapıma dayanmazsın." diye devam etti. Gökmen, bir süre onun çatılı kaşlarıyla sergilediği tehditkar olmaya çalışan ancak sevimli yüzünde eğreti duran ifadesini süzdü. Ardından pes etmiş bir nefes verip yerinde doğruldu. Sırtını yatak başlığına yaslayıp, komodinin üzerindeki sigara paketi ve küllüğe uzanırken, Cenk'in ısrarcı bakışlarını bir süre daha görmezden geldi. Paketten aldığı dalı dudaklarına yerleştirip küllüğü yatağın üzerine bıraktıktan sonra, kızarmış dudaklarındaki dalın ucunu tutuşturup gözlerini bir kez daha Cenk'in kahvelerine dikti. İçine çektiği ilk nefesi dudaklarından salarken, "Biri var." dedi lafa nereden başlayacağını bilemeyerek. "Eee?" "Normalde nefret ettiğim biri ama. Hatta hapislere düşmeyeceğimi bilsem, gram vicdan azabı çekmeden gırtlaklayabileceğim kadar nefret ettiğim biri." "Eeeeee?" "E'leyip durma da dinle amına koyayım." diye homurdandı Gökmen. Cenk yediği azarla surat asınca, yorgun bir nefes verdi. Duygusal olarak fazlasıyla hassas bir adamdı ve Gökmen ona ne zaman çıkışsa anında gözleri doluyordu. Gönlünü almak için dudaklarını çocuğun şakağına bastırıp, "Tamam kızmadım, asma hemen suratını. Bölme ama beni, nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum zaten." dedi yumuşak bir sesle. Cenk uysalca başını sallayınca sigarasından bir nefes daha çekip burnundan salarken devam etti. "Geçen elimizde olmayan sebeplerle dar bir alanda bununla böyle göt göte kaldık. Puşt herif, biseksüel olduğumu öğrendiğinden beri benimle ha bire uğraşıp duruyordu zaten. İşte yine fırsatı tepmedi geldi burnumun dibine girdi." Yerinde huzursuzca kıpırdanıp, yüzünü ekşitti. Cenk bir kez daha e'lemek için aralanan dudaklarını birbirine bastırarak kendini sustururken Gökmen rahatsız bir sesle devam etti. "İşte nasıl olduysa az daha herifin dudaklarına yapışıyordum ve bir haftadır onu öpme fikrini koduğumun zihninden atamıyorum!" Bunları gönül rahatlığıyla anlatıyordu. Zira Cenk ile aralarındaki ilişki yalnızca karşılıklı ihtiyaç gideriminden ibaretti. Düzenli ilişki yapmadıkları müddetçe ara ara sevişiyor, ikisinden biri bir ilişkiye başlarsa iki arkadaş gibi takılmaya devam ediyorlardı. Uygar sayesinde tanışmışlardı. Başlarda romantik ve düzenli bir ilişki için birbirlerine yaklaşsalar da kısa sürede onlardan bir cacık olmayacağını fark etmişlerdi. Zira Gökmen, Cenk gibi naif karakterli bir adam için fazla hanzoydu. "Eee, bahsettiğin kişi bir ihtimal şu esmer, yakışıklı ve alfa olan herif olabilir mi? Hani en az haftada bir kapıştığın?" Gökmen, onun Arslan'ı tanımlamak için kullandığı kelimelerle yüzünü buruşturup, "Neresi yakışıklı lan onun? Götümün bile daha çok gideri var o piçten!" diye homurdandı. "Gökmen, o herif seni çiğ çiğ yer!" dedi Cenk gözleri önce büyümüş, onun yersiz kıskançlığı sebebiyle gülmemek için yüzünü garip bir ifadeye büründürmüştü. "Yavaş yesin!" dedi Gökmen, sigarasından bir nefes daha çekerken. Gözleri Cenk'in kasıntı ifadesini yakalayınca, "Gülersen bir posta daha kayarım sana Cenk. Sinirimi bozma gece gece." dedi tehditkar bir sesle. Cenk boğazını temizleyerek gelen gülme ve Gökmen'le ölümüne alay etme isteğini bastırdıktan sonra, "E git öpüver o kadar içinde kaldıysa. Ne kasıyorsun kendini?" dedi. "Senin vereceğin akla sokayım. Ayrıca içimde falan da kalmadı! Götünden element uydurdun iki dakikada." diye homurdandı, elindeki daha yarısına bile ulaşmadığı sigarayı hırsla kül tablasına söndürerek. "Onu öpme fikrini zihnimden atamıyorum demedin mi biraz önce?" "Bu içimde kaldığı anlamına gelmiyor. Anlık bir gaflete düştüm sadece. Bir de anın tansiyonunun da etkisi var tabii, çok gergindim o an. O piçten nefret ediyorum lan ben. İnsan niye nefret ettiği birini öpmek istesin amına koyayım?" Cenk, şaşkın bir nefes verdi. Sarışının bu kadar aptal olduğunu daha önce fark etmemişti. Bir önceki cümlesi ile bir sonraki cümlesi arasındaki devasa tutarsızlığı cidden fark edemiyor muydu? Yine de Gökmen'in köpürmesine sebebiyet vermemek adına aptal olduğunu yüzüne karşı bağırma isteğini bastırdı. Onun yerine boğazını temizleyip, kaşlarını havaya kaldırarak tereddütlü bir sesle, "Şey... belki de ondan sandığın kadar çok nefret etmiyorsundur?" diye mırıldandı. Gökmen'in ateş saçan mavileri hızla ona dönüce, gözlerini kaçırıp, "Ya da şey, nefret güçlü bir iticidir falan ya belki ondandır. Yani aşk kadar güçlü bir duygu sonuçta..." diyerek daha kısık sesle devam etti. Sarışın gözlerini devirip, "Mantık sıçıyorsun yine Cenk." diye homurdanarak üzerindeki pikeyi savurdu. Altında yalnızca baksırıyla yataktan kalkıp ön sevişme sırasında odanın bir yerlerine fırlattığı kıyafetlerini toplamaya başladı. "Gidiyor musun?" dedi Cenk, onun ani ayaklanışıyla afallarken. "Geç oldu. Babamla aramız bok gibi son günlerde. Eski vukuatlarım unutulana kadar giriş çıkışlarıma dikkat ediyorum." dedi pantolonunu bacaklarından geçirirken. Cenk asık suratıyla kafasını sallayınca pantolonun düğmesini iliklerken ona bir bakış attı. "Asma suratını sincap, harbiden o sebeple gidiyorum. Söylediklerine bozulduğumdan falan değil." Kırışmış tişörtünü başından geçirdikten sonra yatağa dönüp, kahverengi tutamların üzerine bir öpücük kondurdu. "Bir ara yine uğrarım." dedikten sonra, çocuğun hafifçe gülümsediğini görüp içi rahatlayarak yataktan telefonunu ve sigarasını alarak kalktı. Cenk onun için iyi bir arkadaştı. Ona karşı romantik duygular hissetmiyor oluşu onu sevmediği anlamına gelmiyordu. Seviyordu. En az kıvrımlı bedenini sevdiği kadar... Ufak bir vedalaşma faslından sonra kendini dışarı attı. Havalar tam olarak ısınmadığından dışarı çıkar çıkmaz yüzüne vuran serin rüzgarla titredi. Yine de dağınık zihnine o esinti iyi gelmişti. İçine derin bir nefes çekip beş katlı öğrenci apartmanının önüne park ettiği arabasına doğru acelesiz adımlarla ilerledi. Babasının çoktan yattığına emin olduğundan acele etmesine gerek yoktu. Sabah kahvaltı masasına vaktinde oturması yeterdi. Arabasına binip, sürücü koltuğuna yerleştikten sonra beklemeden arabayı çalıştırdı. Kendi zihnindeki dinmeyen karmaşayı biraz olsun unutmak için uzanıp radyoyu açtı. Direksiyonun altındaki tuşlarla radyo kanalları arasında dolanıp, onu kendi gerçekliğinden kurtaracak bir melodi aradı. Sonunda tanıdık bir şarkının nakaratına denk gelince durup, yola konsantre oldu. Çat pat bildiği şarkıya durgun sesiyle eşlik ederken evinin yolunu tuttu. Cenk'in evi ile kendi evi arasındaki yarım saatlik mesafeyi sürekli yükselip alçalan iç sesini görmezden gelerek tamamlayıp evinin olduğu sokağın başına vardığın da bedeni kaskatı kesildi. Murphy kanunları, bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, her zaman ters gideceğini söylüyordu. Yani kısaca Murphy şöyle diyordu; evren size orta parmak göstermek için fırsat kolluyor! Adam kesinlikle haklıydı. Zira günlerdir kaçtığı esmer delikanlının gecenin bir köründe, sokağın girişindeki parkta, ahşap banklardan birine oturmuş, elinden sarkan sigarayı da, hemen tepesindeki sokak lambasını da umursamadan kafasını gökyüzüne çevirmiş bir şekilde bulması evrenin ona hareket çekmesinden başka bir şey değildi. Üstelik dakikalardır yolda olan gözleri, onun varlığını hissetmiş gibi direkt oraya kaymıştı. Önce basıp gitmeyi düşündü. Sonuçta ondan günlerdir kaçan kendisiydi ve ne diye şimdi durup dururken yanına gitsindi ki? Ancak Gökmen düşüncelerinin aksine arabayı ani bir hamleyle durdurdu. Bir süre çatık kaşları ve uykusuzluktan kanlanmış mavileriyle arabanın farlarının aydınlattığı boş yolu izledi. Direksiyonu kavrayan elleri tutuşunu sıkılaştırıp, işaret parmakları ritmik bir şekilde elinin altındaki halkayı döverken dişlerini alt dudağını geçirdi. Kendine bir şeyleri kanıtlamaya ihtiyacı vardı. O gece o dar koridorda hissettiği şeyin anlık bir duygu karmaşası olduğuna kendini ikna etmeye ihtiyacı vardı. Yoksa yakında kafayı yiyecekti. Ani bir kararla arabadan çıktı. Kapıyı çarparak esmerin dikkatini çekmeye, gelişine hazırlamaya çalıştı ancak esmer delikanlının gözleri gökyüzünden ayrılmadı. Yalnızca parmaklarının arasından sarkan, dumanı tüten sigarayı dudaklarının arasına koyup bir nefes çekip ağır ağır verdi. Gökmen, o an ona doğru adımlamakta tereddüt etti. Mahrem bir ana tanıklık ediyormuş gibi bir hissiyata kapılmıştı. Sokak lambasının aydınlattığı yüzünde, yalnızlığına sığınmış ve kendiyle dertleşen bir adamın sancısı vardı. O ifadeyi tanıyordu. Nereden tanıdığını bilmiyordu ama tanıyordu işte. Yıllarını bu adamla dövüşerek geçirmişti ve o esmer yüze yerleşen durgun ifadeyle bir yerde, geçmişte bir zamanda mutlaka karşılaşmış olmalıydı. Yine de karar verdiği gibi adımlarını ona doğru ilerletti. Tam önünde durup, ellerini üzerindeki pantolonun ceplerine soktu. Esmerin onu fark etmesi için boğazını temizledi. "Kaçmayı bıraktın mı sonunda?" diyen sesle irkildi. Bakmamıştı bile. Nasıl o olduğunu anlamıştı ki? Ayrıca ne kaçması be? O kimdi ki Gökmen ondan kaçsındı? "Sik sok konuşma. Sen kimsin ki senden kaçayım lan ben? Çapın ne oğlum senin?" dedi sert bir sesle. Arslan, alaylı bir nefes verdi. Yine durup dururken dikenlerini çıkarmıştı allahın agresif kirpisi. "Gökmen, kafam taşşak gibi abicim. Boş yapacaksan bas git yoluna." dedi sert bir sesle. Hala kafasını kaldırıp sarışına bakmaya tenezzül etmemiş, varlığını yok sayarak sigarasını bir kez daha dudaklarının arasına iliştirmişti. Bu sözün üzerine Gökmen'in normalde yapacağı tek şey Arslan'ın burnuna kafayı gömmek olurdu ancak o an netlemesi gereken bir durum vardı, bu yüzden yumruklarını sıkarak kendine mani oldu. "Ne yapıyorsun burada gecenin köründe?" dedi, rahatsızlığının sesine yansımasına engel olamadan. "Meditasyon yapıyorum." dedi Arslan alaylı bir sesle. Elindeki sigarayı havaya kaldırıp, "Bak bu da tütsüm." diye devam etti. "Yine çok mizahşörsün koduğumun kedisi." diyerek gözlerini deviren Gökmen, tepkisiyle kıkırdayan Arslan'ın yanındaki boşluğa oturup, gözlerini arabasının açık unuttuğu farlarına dikti. Eee, şimdi ne yapmalıydı? Dudaklarına falan mı bakmalıydı? Ya bakınca harbiden öpesi falan gelirse? Bu düşünce onu korkuttuğu için sertçe yutkunup, dudaklarını dişleyerek gözlerini ellerine indirdi. Arslan ise sonunda pamuğuna dayanan ve pis bir koku yayan sigarasıyla birlikte kafasını gökyüzünden hemen bankın yanındaki çöp kutusuna çevirdi. Yakacak bir şeyi kalmayınca kendi kendine sönen sigarayı çöp kutusuna fırlatıp yanındaki sarışının varlığını yok sayarak gözlerini bir kez daha sokak lambasının sarı ışığı neticesinde neredeyse hiç göremediği gökyüzüne çevirdi. Ona bakmadığı halde her hareketinin fazlasıyla farkında olan sarışın ise düşünceli gözlerini arabasının açık unuttuğu farlarından çekmeden yumruklarını birkaç kez açıp kapayarak gerilen sinirlerini yatıştırmaya çalıştı. Aralarındaki sessizlik uzadıkça uzadı. Arslan bir sigara daha yaktı. Tütünün kokusu rüzgarla birlikte Gökmen'in yüzüne vurunca sarışın sonunda içine derin bir nefes çekerek kendine geldi. Hala Arslan'a bakacak cesareti bulamadığından çektiği nefesi ağır ağır vererek cebinden kendi sigarasını çıkardı. Nikotin sinirlerini yatıştırma konusunda her zaman yararlı oluyordu. Sigarasının ucunu tutuşturup, kalçasını oturduğu ahşap bankta kaydırarak esmerin pozisyonunu taklit etti. Ensesini bankın tepesine yaslayıp, onun manzarasına ortak oldu. Yalnızca sarı bir ışık ve ışığın çevresinde dolanıp duran güveler vardı tepelerinde. "Niye sokak lambasını izliyorsun lan? Bu nasıl fantezi amına koyayım?" diye mırıldanırken buldu kendini. Oturabileceği karanlıkta kalan ya da en azından tam üzerinde bir sokak lambası olmayan onlarca bank vardı bulundukları parkta. Hangi kaçık huzur bulmak için gökyüzündeki yıldızları izlemek yerine sokak lambasını izlerdi ki? Herifin her şeyi bir tuhaftı... Sorusunun haklılığı Arslan'ı güldürdü. "Lambayı değil, kelebekleri izliyorum." dedi esmer, elindeki tütünü rüzgara kurban etmeye devam ederken. Onun cevabıyla sanki ne özellikleri olduğunu anlayabilecekmiş gibi sarışının gözleri bir kez daha ışığın çevresinde dönen güvelere takıldı. Sigarasını dudaklarına yanaştırırken, "Niye?" diye sorarken buldu kendini. "Bana benziyorlar." diye mırıldandı Arslan, dudaklarında yarım bir tebessümle. Gökmen'in dudakları bu cevapla kıvrıldı. "Sonunda bir haşere olduğunu anlamış olmana sevindim." Cevabı Arslan'ı yalnızca güldürdü. Gökmen'in çocukça laf sokuşlarının üzerinde etki bıraktığı son seferde ortaokula falan gidiyordu herhalde. Arslan laf sokuşuna başka tepki vermeyince Gökmen memnuniyetsiz bir nefes alıp verdi. Yine bir laf sokuştan eli boş, keyif alamadan dönmüştü. Sürekli şut çekiyordu ama asla gol olmuyordu. Kendini emekliye ayrılma zamanı gelmiş bir forvet gibi hissediyordu. "Ne yönden sana benziyorlar?" diye devam etti, o an kabullenemediği bir merakla. Bir de burada oturmaya devam edebilmek için bir bahaneye, en azından bir sohbet konusuna ihtiyacı vardı. Arslan, bu soruya nasıl cevap vereceğini bilemiyormuş gibi bir süre sessiz kaldı. Sigarasını dudaklarına götürüp içine çektiği nefesle bir süre oyalandı. Ardından nasıl cevap vermesi gerektiğini bilmiyormuş gibi tereddütle araladı. "Güveler geceleri ay ışığıyla yönlerini belirler Gökkuş." dedi kısık bir sesle. Bir eliyle üzerindeki lambayı işaret ederken devam etti. "Bak şu sokak lambası var ya, o aptal böcekler onu ay ışığı zannediyor. Ölene kadar bedenlerini o lambaya vurmaya devam edecekler." Alayla güldü. "Ben de öyleyim şu sıralar. Yanlış olduğunu bildiğim ama dikkatimi dağıtacak kadar parlak bir ışığa çekiliyorum durmadan. Kendi sonumu hazırladığımı biliyorum ama ışığın cazibesine karşı koyamıyorum." Gökmen'in kaşları bu cevapla alayla havalandı. Baya derin derin oturup bunu düşünmüş olmasına yarıla yarıla gülmek istedi ancak yapamadı. Zira bir haftadır yaşadığı içsel çekişmeler sebebiyle esmerin cümleleri çok mantıklı gelmişti o an. Kendisi de bir an için bile olsa çok yanlış, aldatıcı bir ışığa çekilmişti. Üstelik bir anlık olup olmadığından da hala emin değildi. Kafasını çevirip de esmerin dudaklarına baksa, ya da ona birazcık yanaşıp ciğerlerini uyuşturan kokusunu solusa belki kafasındaki soru işaretleri belki son bulacaktı ancak yapamıyor, o cesareti bir türlü bulamıyordu. Cümleleri anında benimsedi, içselleştirdi. Gözleri bir kez daha ışığın etrafını tavaf eden ara ara bedenlerini ışığa çarpan kanatlı yaratıkları buldu. Bu kez daha dikkatli, daha farklı baktı o yaratıklara. Bir süre sessizlik için de Arslan'ın manzarasına eşlik etti. Sonunda kendince bir cevaba ulaştı. "Gözlerini kapatsana o zaman." dedi bir mırıltıyla. "Ne?" dedi Arslan anlamadığını ifade eden bir sesle. Ona göre konu biraz önce, yani aralarına giren neredeyse 3-4 dakikalık sessizlikle, kapanmıştı. O yüzden Gökmen'in cümlesini anlamlandıramadı. "O zaman gözlerini kapat diyorum. Dikkat dağıtıcı bir ışığa çekiliyorum demedin mi? Gözlerini kapatırsan dikkatin de dağılmaz işte. Gözlerini kapatıp gecenin bitmesini ve güneşin doğmasını bekle. Güneş doğunca yolunu karıştıracak yapay ışıklar gitmiş olacak." Aslında bu cevap Arslan'dan çok kendisineydi. Onun için bir aydınlanma anıydı. Öyle ya, tek yapması gereken gözlerini kapatmak ve görmezden gelmekti! Ne diye durup dururken aklını bulandırıyordu ki? Esmerin hafif bir şaşkınlıkla başının ondan tarafa döndüğünü göz ucuyla görse de tepki vermedi. Onun yerine yarısını rüzgara içirdiği ikinci sigarasını dudaklarına yanaştırıp içine bir nefes daha çekti. "Kendinle hiç savaşmadığın nasıl da belli oluyor." dedi esmer, şaşkınlığını üzerinden atınca gözlerini alelacele tekrardan güvelere çevirdi. İçinde yoktan yere var olan bir sancı vardı. Tüm bedeni boyunca dolanıyor; ara sıra kalbini, ara sıra karnını kasıyordu. Şimdi ise boğazındaydı o sancı. Sertçe yutkunup, ondan kurtulmaya çalıştı. Olmayınca derin bir nefes vererek pes edip, düşüncelerini toparlamaya çalıştı. "İnsan kendiyle savaşamaz sarı. Rakip senken, indireceğin her darbe yine seni hedef alır. Boş yere iki kere kanadığınla kalırsın." Gökmen, göremeyeceğini bilse bile gözlerini devirdi. Esmerin sesindeki hafif küçümser ton canını sıkmış, haklı çıkma isteğini harlamıştı. "Abartma amına koyayım, o kadar da zor değil." dedi ukala, kendinden emin bir sesle. "Biz insanız oğlum, hamurumuz çirkin her şeyden önce. Gün için belki bin tane kötülük düşünüyoruz. Gürültü yapan komşusunu gırtlaklamak, trafikte önüne kıran pezevenge bodoslama girmek ya da ne bileyim, ben mesela gün aşırı Atakan puştunu dağın başına bırakmayı düşünüyorum. Bildiğin yatağıma kurulup bunu hayal ediyorum şerefsizim." Son sözleri Arslan'ın kıkırdamasına neden olunca onun da dudakları istemsizce kıvrıldı. Atakan ile didişmelerinin sesinin mahallenin başından duyulduğuna emindi. "Ama çoğu zaman hiçbirini yapmıyoruz, yalnızca kirli zihinlerimizde bastırılmış bir istek olarak kalıyor hepsi. Kendimizi tutma nedenimiz bazen ahlaki değerler oluyor bazen ise yalnızca sonuçlarından çekindiğimiz için..." Omuzlarını silkip devam etti. "Buna ister irade de, ister vicdan... Ama bana göre bu insanın kendiyle savaşı bu işte. Yani bence, insan kendiyle savaşamaz derken yalnızca kendini kandırıyorsun." Sarışın olan söyleyecekleri bitince sustu. Bir cevap almak için bekledi ancak Arslan sessizliğini koruyunca, ona kaçamak bir bakış attı. Arslan'ın kısılmış elaları ve dişlediği alt dudağıyla öylece gökyüzüne bakmaya devam ettiğini görünce hızla gözlerini kaçırdı. Gözlerini kapat, diye hatırlattı kendine. Sorgulama, yalnızca gözlerini kapat! Arslan ise afallamış durumdaydı o sıralarda. Kesinlikle Gökmen'den böylesine altı dolu ve mantıklı cümleler duymayı beklemiyordu. Sarışını hiçbir zaman sığ bir adam olarak görmemişti ancak çoğu zaman derin düşünemediğine inanmıştı. Yerli yersiz köpürüşleri, mantıksız hareketleri, kendine ait olmayan bir nefreti hevesle kucaklayışı ya da en basitinden hayatı yaşama şekli... Ancak şimdi görüyordu ki, Gökmen düşündüğü kadar boş bir adam değildi. Bu gerçek onu sarstı. Dudaklarını birkaç kez açıp kapadı ancak ne diyeceğini bir türlü kestiremedi. Sonunda, derin bir nefes eşliğinde, "Çok haklısın amına koyayım." dedi, şaşkınlığının sesine yansımasına engel olamayarak. Gökmen, onun tepkisiyle önce afalladı sonra içine çektiği dumanda boğularak öksüre öksüre gülmeye başladı. Arslan da ona kısa bir bakış atıp, aniden boşalan sinirleriyle o gülüşe omuzları sarsıla sarsıla eşlik etti. Bir süre karanlık ve sessiz parkı inleten gülüşlerle, neye güldüklerini unutana kadar devam ettiler. Sonunda ilk sakinleşen Gökmen oldu. Gözünün kenarında biriken yaşları silerek, "Ölüyordum az daha puşt! Adam gibi tepki versene!" dedi esmerin omzunu hafifçe ittirerek. "Ne deseydim lan, haklısın işte." dedi Arslan sırıtarak, sonunda saatlerdir eğri durmaktan ağrıyan belini bir eliyle destekleyerek doğruldu. Sarışının, baş düşmanı karşısında aldığı minik zaferle sırıttığına emin olarak o ifadeyi görmek için sonunda gözlerini o gece ilk defa dikkatli bir şekilde sarışına çevirdi. Kısa, kaçamak bir bakış atmak yerine direkt baktığındandı belki de, detaylar ansızın suratına çarptı. Yüzündeki sırıtış önce dondu, sonra giderek küçülerek yok oldu. Ela gözleri, sarışının dağılmış saçlarında, kırışık tişörtünde, kızarmış ve hırpalanmış dudaklarında, tam tepelerinden vuran sokak lambasının sarı ışığı sebebiyle olduğundan daha mor görünen beyaz boynunu süsleyen izlerde ağır ağır gezindi. Öfke onu çok ani, çok hazırlıksız yakaladı. Damarlarında kaynayan kanın çekildiğini, hepsinin kalbinde toplandığını ve orayı kavurduğunu hissetti. Bu çirkin duyguyu tanıyordu. Gökmen, esmerin sessizliğinin üzerine eklenen izlenilme hissiyle suratındaki sırıtışla kafasını sakince ona çevirdi. Gözleri buluştuğu an, yüzündeki sırıtış biraz önce Arslan'ın gülüşünün kaybolduğu hızla kayboldu. Suratına bir afallama yerleşirken, esmerin ona niçin böylesine öfke dolu baktığını anlamlandıramayarak gözlerini şaşkınca kırpıştırdı. İstemsizce sertçe yutkundu. Elalardaki alev öylesine harlıydı ki, tüylerinin uzun zaman sonra ilk kez diken diken olduğunu hissetti. Dudakları birkaç kez açılıp kapandı ancak ne diyeceğini bilemedi. Esmerin dili yanağının içini yoklayıp, yanağındaki birkaç kas seğirince Gökmen gerildi. Üzerlerindeki havanın çatırdadığını, incelip kalınlaşarak kopacak bir yer aradığını hissederken istemsizce yerinde dikleşip, olası bir kavgaya kendini hazırladı. Zira Arslan'ın yüzündeki bu tüylerini ürperten öfkeyi tanıyordu. Karakolda biten bütün kavgalarında ela gözler aynı yangını ağırlıyordu. "Ne oluyor lan durup dururken? O bakış ne şimdi?" dedi sonunda kendini az biraz toparlayarak. Arslan dişlerini sıkıp, sakinleşmeye çalışır gibi derin bir nefes alırken Gökmen çatılı kaşlarıyla onu tetikte izlemeye devam etti. Ne oluyordu lan durup dururken? Hayatlarında ilk defa insan gibi sohbet etmişlerdi ve Gökmen bile bunu gururuna yedirebiliyorken bu kediye ne oluyordu? Gergin mavileri bir kez daha buz gibi bakan elaları bulurken iyice gerildi. İlk defa esmerle kavga edesi yoktu ancak o bakışlardan anladığı kadarıyla birazdan geceyi yumruklaşarak bitireceklerdi. Ancak beklediği gerçeklemedi. Ne Arslan'ın yumruğu suratına indi ne de esmerin ağzından kavgaya sebep olacak bir sözcük döküldü. Birkaç gergin saniyenin sonunda yüzüne yerleşen ölümcül ifade, var olduğu hızla yok oldu. Geriye yalnızca gözlerindeki har kalmış, onu da gözlerini mavilerden kaçırarak saklamıştı. "Yok bir şey." diyerek ayaklandı. "Kalk hadi, geç oldu." Onun parkın çıkışına doğru attığı ilk adımla birlikte Gökmen hızla ayaklanıp onu bileğinden yakalayarak durdurdu. Esmerin gözleri önce bileğini sarmış kemikli eli, ardından ince bir şaşkınlıkla sarılmış mavi gözleri buldu. "Ulan sürekli film çevirip duruyorsun gözümün önünde. Geçen de aynısı oldu. Durup dururken ters yapıyorsun. Derdin ne senin?" dedi sert bir sesle. Onu, sözlerini, davranışlarını anlayamamak Gökmen'i garip bir şekilde sinirlendiriyordu. Haftalardır her konuşmalarında eline bir bilmece tutuşturarak terk ediyordu ortamı esmer delikanlı ve Gökmen'in kısıtlı kotası çoktan dolmuştu. Arslan bir kez daha sinirle dudaklarını yaladı. Ne zaman sinirlense ya dişleriyle ya da diliyle kendi dudaklarını hırpalıyordu farkında olmadan. Tam dudaklarını aralayıp, biraz önce kurduğu cümlenin aynısını kuracağı vakit mavi gözlerin odağını fark etti. Sarışının gözleri dudaklarındaydı ve bu karnına bir yumruk yemiş gibi kasılmasına sebep oldu. Şeytan kulağına fısıldadı, yapay ışığın parlaklığı gözlerini kamaştırdı. Dişleri birbirine geçerken, Gökmen'in dediği gibi gözlerini kapamayı denedi ama çok zordu! Bir eli ne zaman Gökmen'in yakasını kavradı ve kendine çekti bilmiyordu bile. Göğüsleri çarpışıp yüzleri arasında santimler kaldığında kesilen soluklarını onun dudaklarına bıraktı. Büyümüş mavi gözler tam önündeydi ve Arslan kendini o ışığa çarpıp hem kendi sonunu hem de onun sonunu getirmemek için bütün iradesini kullanmak zorunda kaldı. "Koduğumun ışığı çok parlak Gökmen. Bütün böcekleri kendine çekiyor." dedi sıktığı dişlerinin arasından. Sarışının mavileri bir kez daha hareket eden dudaklarına kayınca sertçe yutkunmak zorunda kaldı. Başkasının koynundan gelip, onun dudaklarına böyle bakması Arslan'ın kayışlarını koparabilecek kadar sinirini bozdu. Onu sertçe ittirerek kendinden uzaklaştırdıktan sonra, "Bankın tadını çıkar, benim burada işim bitti." dedi ve ardından arkasına son bir kez bakmadan, bir iyi geceleri bile çok görerek seri adımlarla parkı terk etti. Gökmen'in şaşkın mavileri onun gittikçe uzaklaşan suretinden yavaşça tepelerindeki lambaya çevrildi. Ne ışık çok parlaktı ne de böcek istilasına uğramıştı. Yalnızca ilk geldiğindeki gibi birkaç güve çevresinde uçuşmaya devam ediyordu işte. İçine derin bir nefes çekip sarı saçlarını afallamış bir şekilde karıştırırken, "Ne oldu lan şimdi? Bu nasıl film amına koyayım?" diye kendi kendine mırıldandı. Afallayışını atlattığında elleri ansızın farkındalıkla buz kesti. "Ha siktir!" dedi kendi kendine, esmerin yalnızca bir dakika önce kaybolduğu yola titreyen gözbebekleriyle bakarak. Göz kapamak falan hikayeydi. Biraz önce, esmer onu kendine çektiğinde ve sıcak nefesleri dudaklarına vurduğunda yine aynı şey olmuştu; beyni birkaç saniyeliğine uyuşmuş, onu tüketene ve tükenene kadar öpmekten başka bir şey düşünemez olmuştu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD