EZMEDEN GEÇMEYECEK(2)

3142 Words
Elindeki şişeyi dudaklarına dayayan sarışının mavi gözleri bulutlu semadaydı. Gökyüzü, içinin yansıması gibiydi o an. Koyu, kapalı, yağmurlu ve kasvetli... İçine dolu dolu bir nefes çekip verdikten sonra dudaklarına dayadığı şişeden bir yudum daha aldı. İçinde bir sıkıntı vardı. Derin, alacaklı gibi yüreğinin kaba etini aşındırıp duran ama bir türlü doymayan bir sıkıntı. Onu sürekli darlıyor, boğuyor, aldığı nefesleri boğazına diziyordu ve Gökmen'in "İmdaaat!" diye haykırmasına az kalmıştı. Kabullenmek... Çok zordu. Kendiyle savaşmak ve kendine yenilmek, mağlubiyetlerin en ağırıydı da; insan kendine tekrar tekrar yenilince toprağın üstüne yaşayan bir ölüden farkı kalmıyordu. Dün sabah arabasının önünde hissettiği her şey Arslan'la kendi arasına yıllar boyu itinayla dizdiği duvardan onlarca tuğla eksiltmişti. O sabahın gecesinde vardığı farkındalık ise o duvarı bir hiçmişçesine, tek bir darbeyle alaşağı etmişti. Şimdi Gökmen yalınayak, çırılçıplak ve savunmasız bir şekilde dikiliyordu o harabenin önünde; korkulu, ürkek, tedirgin ve kafası karışık... O sabah, Arslan dibine girdiğinde parmakları hızla atan şah damarının üzerini okşadığında, kokusu ciğerlerini uyuşturduğunda, sıcaklığı tenini kavurduğunda kıçı kırık bir çekim olduğuna kendini ikna etmeye devam etmişti. Esmer bir anda kendini geri çektiğinde ve ona bir türlü aklından çıkaramadığı o soğuk gözlerle baktığında Gökmen resmen kendini mahcup hissetmişti. Babasının beklentisini karşılayamayan, onu hayal kırıklığına uğratan küçük bir çocuk gibi, o soğuk, içini üşüten bakış karşısında ezilmiş, bükülmüş, üzülmüştü. Onu dağıtan, kıvrandıran, nefes aldırmayan yakınlaştıkları o anların esmer için yalnızca bir oyun olduğunu bilmek kendi hislerini kabullenmesini daha da zorlaştırıyordu. Esmer yıllardır; Gökmen'in biseksüel olduğunu öğrendiğinden beri onunla bu şekilde uğraşıyordu. Bel altı şakaları, imaları, yerli yersiz sıkıştırmaları ile Gökmen'i sürekli zıvanadan çıkarıyordu. Dünkü de onlardan biriydi işte. Avının açığını yakalamıştı ve onunla gönlünce oynamıştı. Avı istediği tepkiyi vermeyince de sinirlenmişti. Bunları bilmek hissettiği her şeyi daha güçlü baskılamasına neden olmuştu. Ama işte her kaçışın bir sonu olduğu gibi Gökmen'in de kendinden kaçışı o sabahın gecesinde son bulmuştu. Kendini kandırma çabası acınası bir şekilde, gördüğü tek bir kareyle birkaç saniyede son bulmuştu. Arslan'a hissettiği şeye çekim deyip geçemiyordu artık. Aralarındaki mıknatıs ne kadar güçlü olursa olsun, hiçbir cinsel dürtünün ona kıskançlık gibi sevgi gerektiren bir duyguyu hissettiremeyeceğini biliyordu. Peki bundan sonra ne yapacaktı? Kabullenmişti de ne değişmişti? Elbette hiçbir şey! Arslan'ın dediği gibi gözlerini kapatıp, içini saran tüm bu birbirine geçmiş karmaşık duygu zincirlerinin göğsündeki yangınla eriyip yok olmasını beklemekten başka yapacak hiçbir şeyi yoktu. Ne Gökmen gidip Arslan'a yanaşırdı, ne yanaşsa Arslan kabul ederdi. Onların olup olabildiği tek şey birbiriyle uğraşıp duran iki hasım olabilmekti. Acınası bir haldeydi. Tepeden tırnağa acınası, ezik ve sefildi. Ayağının ucuna fırlattığı sigara paketine uzanıp, verdiği kederli nefes eşliğinde bir dalı uyuşuk hareketlerle çıkarıp dudaklarına yerleştirirken üzerindeki gözlerin ağırlığı ile kafasını hafifçe kaldırıp, sarıya çalan kirpiklerinin altından çaprazında oturan, dikkatle onu izleyen Kaya'ya baktı. Delikanlıyı kolundan tutup, tek kelime etmeden bu dağ başına sürüklemişti ve geldiğinden beri de ağzını bıçak açmamıştı. "Anlatacak mısın artık?" Arkadaşının meraklı ve bir o kadar endişeli sesiyle sırtını bir kez daha prototip kamp sandalyesine yasladı. Dudaklarının arasına sıkıştırdığı dalın ucunu tutuşturup, yanaklarını içine göçerten bir nefes çekip verdi. "Neyi?" Kaya onun tonlamasız, düz sesiyle derin bir nefes verdi. Gökmen'in öfkesiyle, şımarıklığıyla ya da tribiyle baş ederken hiç zorlanmıyordu da, kederiyle nasıl baş edeceğini hiç bilemiyordu. Zira sarışın delikanlı başkasının önünde kederlenmeyi pek beceremezdi. Öfkesini dillendirirken ne kadar cesursa, kederini, acısını, sıkıntısını dillendirirken bir o kadar korkaktı. O yüzden kendi kendine kanayıp, kendi kendisinin yarasını sarardı. Ne kimseden akıl dilenirdi, ne şefkat beklerdi. Çocukken bile böyleydi. Düşer, yara bere içinde kalırdı. Bir ah bile demezdi. Dolu mavileri, bükülü dudaklarıyla, "İyiyim ben, acımıyor." derdi. Ama acırdı. Kaya soyulmuş derisine, kanayan yarasına baktığında acıdığını bilirdi de kızmasın diye susardı. Ancak şimdi Gökmen kızsa da, acısını dökmeliydi. Zira sarışın ilk defa gözüne böyle çaresiz görünüyordu. "Kardeşim sen bizi bu dağ başına niye getirdin?" Gökmen sigarasından bir nefes daha çekip dudaklarına uyuşuk, cansız bir gülümseme yerleştirip, " Az temiz hava al, beynine taze oksijen nüfus etsin diye." dedi. Kaya, eline tutuşturulmuş, daha bir yudum bile almadığı şişeyi dudaklarına dayayıp homurdanarak ilk yudumunu alırken, Gökmen de konunun kapandığına kanaat getirip gözlerini bir kez daha gökyüzüne çevirdi. "Hadi bırak tazeyi bayatı da hazır biz bizeyken anlat hadi. Sorun ne?" Kaya'nın sabırlı sesiyle konunun daha kapanmadığını anladı. Göğsünü şişiren bir nefes alıp verip, gözlerini sigarasının turuncu ateşine dikti. İnce tütünün filtresini iki parmağının arasında yuvarlayıp dururken, "Daha benim anlamayı başaramadığım bir şeyi sana nasıl anlatabilirim ki?" diye mırıldandı. Dalı dudaklarının arasına koyup derin bir nefes daha çekti. Ciğerlerini dumana boğsa, içindeki bu sancı da o dumanda boğulup, yok olur muydu? "Sen dene bir, bakarsın senin anlamadığını ben anlarım." dedi Kaya anlayışlı bir sesle, şefkatli bir gülümsemeyle. Gökmen'in mavileri onun o şefkatli gülümsemesinde gezindi. Keşke anlatabilseydi. Keşke Kaya'ya dökebilseydi içini. Ama yapamazdı. Arslan'a olan duygularını dökmek için Kaya doğru adam değildi. Anlamazdı, anlayamazdı. Yaşadığı mahalledeki kimse anlamazdı. Birlikte büyümüşlerdi ve kafa yapılarını en iyi Gökmen biliyordu. O yüzden ya son bir senedir, çocukluk arkadaşları yerine yanlarında tamamen kendi olabildiği üniversite arkadaşlarıyla vakit geçiriyordu. Hoş, Kaya onu anlayacak olsa bile anlatamazdı. Konuşmaya kalksa esmere olan hisleri dilini yakardı. Onu kolundan tutup buraya getirmesinin tek sebebi yalnız kalmaktan korkuyor oluşuydu. Yalnız kalmaktan ve tamamen kendi içinde kaybolmaktan korkuyordu. Yoksa dertleşmeye niyeti yoktu. Elindeki sigaradan son bir nefes çekip, yere atıp ayağının ucuyla ezdi. Gözlerini yavaşça elindeki bira şişesinin nemli camına dikti. Bir süre sessizce, şişenin üzerindeki ıslanmış kağıdı kararsız bir ifadeyle soyduktan sonra Kaya'nın ısrarcı bakışlarına direnemedi. "Daha önce hiç kendinden korktun mu?" Sessizliği, ürkek, içine kaçmış fısıltısıyla bozduğunda Kaya'nın gözlerini üzerinde hissedip huzursuzca burnunu kırıştırdı. "Her insan hayatının bir döneminde kendinden korkmuştur kardeşim." dedi Kaya, dikkatli bir şekilde. Yanlış bir söyleyip, Gökmen'in susmasına neden olmaktan çekiniyordu. Gökmen, anladığını ifade eder gibi kafasını sallayıp, sessizliğini korumaya devam edince Kaya aynı çekingenlikle dudaklarını bir kez daha araladı. "Kendinden mi korkuyorsun?" Gökmen, onun sorusuna yarım bir tebessümle karşılık verdi. "Ödüm kopuyor. Kendi içime baktığımda gördüklerimden de, o gördüklerimin bana yaptırtabileceklerinden ödüm kopuyor." Kaya, sarışının sözleriyle afalladı. Kısılan gözlerinden o korkuyu ve çaresizliği öylesine net seçebiliyordu ki bir an için ne diyeceğini bilemedi. "Gökmen, abi hadi düzgünce anlat şunu. Sıkıntı neyse buluruz bir hal çaresini. Bilmece gibi konuştukça elimi ayağımı bağlıyorsun." Sarışın delikanlı, alaylı bir nefes verip kafasını hafifçe iki yana salladıktan sonra elindeki şişeyi bir kez daha dudaklarına yanaştırdı. Genzindeki yangın, yüreğindeki yangına merhem olur umuduyla kana kana içse de boşunaydı. Şişeyi dudaklarından uzaklaştırıp, dudaklarını elinin tersiyle sildi. "Derdim bir kara kaş, bir ela göz Kaya. Derdim, derdimin çaresinin olmaması. " Kaya'nın kaşları anlam vermeye çalışıyormuş gibi derince çatılıp, yüzü düşünceli bir hal alınca; Gökmen sessiz ve tek nefeslik bir gülüş bırakıp, " Boş ver dedim kardeşim, yakma beynini boşuna. Aç oradan bize bir şeyler, bağıra çağıra iki şarkı, türkü söyleyince hiçbir şeyim kalmaz." dedi. Kaya, itiraz etmedi. Sarışın delikanlının huyunu biliyordu. Anlatmak istemiyorsa, Kaya burada boğazına bıçak da dayasa dudaklarını aralamazdı. Zaten karakaş, ela göz deyince işin gönül işi olduğunu anlamıştı. Elbet, o gönlü serecekti bir gün önüne. Kaya'ya bir dost olarak düşen sabredip, anlatmaya hazır olmasını beklemekti. O yüzden aynı onun istediği gibi cebinden telefonunu çıkarıp, playlistinde dolanmaya başladı. "Madem temamız korku, bu şarkı benden sana gelsin." diyerek sevdiği şarkılardan birini oynatınca Gökmen şişesini ona doğru kaldırıp, yüzünde minik bir tebessümle, " Eyvallah." dedi. "Bir dağ yıkılıyor ah içerimizde Bir çiçek büyütmüşüz saksıya sığmaz Ne sevmekten korkmak, ne zulümden korkmak Bize yakışmaz Ne sevmekten korkmak, ne zulümden korkmak Bize yakışmaz Söyle bir kırık hava döneyim Turna uçsun içimde Ben seni nasıl sarıp, nasıl seveyim Hayalimde düşümde" Gökmen dinlediği her dizeyle biraz daha sarıldı elindeki şişeye. Korkmayı kendine yakıştıramıyor, gururuna yediremiyordu. Ancak daha önce hiçbir şeyden bu kadar korkmamıştı. 100 adamın içine atıp dövüşmesini söyleseler eli titremezdi ancak yüreği bir adamı karşısına koyup sev dediğinde ödü kopuyor, elleri zangır zangır titriyordu. En kötüsü de, biri hayallerde nasıl sevilir hiç bilmiyordu. Daha önce imkansızı sevmemişti ki bilsin! Kaya, Gökmen'in iyice kendi içine göçtüğünü fark edince anında şarkıyı değiştirip daha hareketli bir şeyler açtı. Gökmen'in buğulu mavileri onu bulunca dudağının kenarıyla gülümseyip, "Bağıra çağıra söyleyecektik sarı, içine içine bağırırsan olmaz." dedi. Gökmen ona minnet dolu bir bakış atıp, şişesini ona doğru kaldırarak yeni açılan şarkıya gür bir sesle eşlik etmeye başlayınca Kaya'da onu taklit etti. İkisi de tamamen havaya girmiş, bulundukları dağ başının ıssızlığından aldıkları özgüvenle bağıra çağıra çalan şarkıya eşlik ederken, Gökmen yavaş yavaş da olsa girdiği depresif moddan çıkmaya başlamıştı. Ancak keyiflerini Gökmen'in telefonundan yükselen melodi bozdu. Gökmen, cebinden çıkardığı telefonun ekranına hoşnutsuz bir bakış atıp, "Ercü boku arıyor, kıskanç it, hissetti kesin." deyip telefonu açarken Kaya gülerek müziğin sesini kıstı. "Ne var la dalyarak akşam akşam?" diye alaylı bir sırıtışla açtı telefonu. Ancak yüzündeki sırıtışın ömrü uzun olmadı. Zira gevşek arkadaşının sesi fazlasıyla telaşlı ve tedirgindi. "Gökmen, neredesin abi?" Gökmen, havalanan kaşları ile birlikte, "Kaya'yla Şahin Tepesi'ndeydik. Hayırdır?" dedi. Ercüment sıkkın bir nefes verdi. "Akın Abi, Asu kaşarının hikayesinde abinle fotosunu mu ne görmüş. Kafayı kırmış durumda, deli gibi mahallede abini arıyor. Ben haber vereyim diye abini aradım ama bakmıyor telefonuna." dedi Ercüment telaşlı sesiyle. Gökmen kaşlarını çatıp, yerinde dikeldi. "Abim yapmaz öyle şey, işi olmaz Asu karısıyla." dedi savunmacı bir sesle. "Kardeşim o kadarını biz de biliyoruz ama gel de Akın'a anlat onu. Kırmızı görmüş boğa gibiydi şerefsizim. Daldı kahveye bizi de bir silkeledi, dinlemeden fırladı." Gökmen sandalyesinden ayaklanırken öfkeli bir nefes verdi. Bu Asu mevzusundan bıkmıştı artık. Pişip pişip önlerine gelmesinden de, her seferinde o oynak karı yüzünden abisiyle Akın götünün birbirine girmesinden de illallah etmişti artık! "Arslan'ı aradın mı?" dedi Kaya'ya kafasıyla toparlanması için işaret verirken. Esmerin adı bile göğsünü sızlatınca kaşları daha çok çatıldı. "Aradım, o da Akın'ı arıyor köşe bucak." "Tamam, geliyoruz biz de. Sen abime ne olur ne olmaz mesaj bırak da hazırlıksız yakalanmasın piçe." dedi, homurdana homurdana çöpleri toplayan Kaya'ya ayak uydururken. "Tamam, hızlı olun siz de. Ulan yine akşam akşam karakolluk olmayız inşallah." Onun telefonu kapatmasıyla, dağ başındaki ikili seri bir şekilde söylene söylene toparlanıp, arabaya atladı. Gökmen, yirmi dakikalık yolu on dakikada bitirip söve söve mahalleye vardığında, yol boyu abisini aramış ancak ulaşamamıştı. Mahallenin içinde rotasız bir şekilde dolanarak abisini aradığı yirminci dakikanın sonunda, bir kez daha Ercüment'i aradı. "Buldunuz mu?" diyerek telefonu açan arkadaşıyla birlikte ağzının içinde homurdandı. "Yok bakınıyoruz hala, yer yarıldı içine düştü sanki koduğumun malı. " Abisiyle Akın götünün kavgaları, Arslan ve kendisininkinden farklıydı. Gökmen, asıl hasımlık nasıl olur onların dövüşünü izleyince anlamıştı. Her seferinde gözleri tamamen dönüyor, birinden biri hastanelik olana kadar durmuyorlardı. Arslan ve kendisi ise iki üç yumruk sallayıp, yorulunca birbirlerine siktir çekerek uzaklaşıyorlardı. Onun ve arkadaşlarının bu endişeli arayışının sebebi de buydu. Kimsenin müdahale edemeyeceği bir yerde karşı karşıya gelirlerse, birinden biri canından olur diye korkuyorlardı. "Arslan'dan haber var mı?" diye devam etti. "Parkın orada yakalamış abisini ama dinlemiyormuş. Peşinde dolanıyordu en son." Gökmen, ağız dolusu ofladığı sırada konuşmanın ortasında gelen ikinci aramayla telefonu kulağından çekip arayana baktı. "Abim arıyor, kapıyorum." dedi. Ercüment'in küfürlü şükürlerini dinlemeden, abisinin aramasını cevapladı. "Ulan Göktuğ, neredesin lan sen?" diye bağırdı. Ne zaman sinirlense, abisine adıyla hitap ediyordu. Bu Gökmence şu an saygımı hak etmiyorsun demekti. "Göktuğ ne yarrak? Abisi nerede onun?" "Boşu bırak da söyle neredesin?" dedi Gökmen, bir elini havada hırsla sallarken. "Siz telefonumu çökertene kadar iş üstündeydim." Onun homurdanmasıyla Gökmen'in bir gözü seğirdi. "Asu ile de bana da, kendi ellerimle Akın'ın önüne atayım seni." "Off saçmalama bir sarı ya, ne işim olur benim o egoist karıyla? Piç kurusu yine kendi kendine bir şeylere kurulup kudurmuş işte." "Foto falan diyordu Ercü?" "Eskilerdendir. 10 yıllık maziden ortalığa serilmemiş bir iki foto bulmuştur kesin." dedi Göktuğ, bezgin bir sesle. Gökmen, abisinin sözleriyle rahatlamış bir nefes verip, "Neredesin şimdi?" dedi. "Çıktım, eve geçiyorum." dedi Göktuğ, dudaklarının arasına bir sigara yerleştirdiğini Gökmen abisinin bozuk kelimelerinden anladı. "Neredeysen söyle gelip alayım seni, ne olur ne olmaz. " dedi Gökmen, mahallenin içinde boş boş direksiyon sallamaktan yorulup arabayı bir kaldırım kenarında durdurdu. Abisinin mahalle içinde bir yere giderken arabasını yanına almadığını bildiğinden hala tedirgindi. "Gerek yok abim, geçerim ben." "Ya salak salak iş yapma, söyle işte!" diye bir kez daha köpürünce, abisi bezgin bir nefes verdi. Gökmen'den kurtuluşu olmadığını biliyordu. Ancak boşuna endişeleniyordu kardeşi. Akın piçiyle denk gelse bile onu zevkle bir güzel silkeledikten sonra yoluna devam ederdi. "Suat'ın tekelinin oralardayım." Gökmen anında arabayı tekrar harekete geçirip, "Geliyorum, ayrılma oradan." diyerek telefonu kapadı. Yanındaki gergin Kaya, arkasına yaslanıp derin bir nefes verirken, Gökmen'in çatılı kaşları ve gergin ifadesi formunu koruyordu. Ercüment, Arslan ve abisinin en son parkın orada olduğunu söylemişti. Suat'ın tekeli ile park birbirine çok da uzak sayılmazdı. Beş dakika kadar sonra tekelin önüne vardığında ise ifadesini korumakta ne kadar haklı olduğunu gördü. İki delikanlı sokağın ortasında allah yarattı demeden birbirine geçiriyordu. Üstelik, hatrı sayılır bir seyirci kitlesi bile edinmişlerdi. Balkondan sarkan insanların çoğu birbirine giren iki yüzü seçtikleri anda, "Pademirler ile Akınallarmış ya, yok bir şey." diyerek akşam rutinlerine geri dönse de, esnaf ilgiyle dükkanlarının camlarından müsabaka izler gibi bir keyifle onları izliyordu. Gökmen, arabanın ön camından gördüğü görüntüye öfkeli bir bakış atıp, yanında sızlanan Kaya'yı umursamadan, "Ulan sizin Asu'nuza da, size de!" diye köpürerek el frenini çektiği gibi kendini dışarıya attı. İner inmez kendini kavganın ortasına atacağı sırada, kolunu dolanan el ona engel oldu. Kafasını kaldırıp elin sahibine baktığında yine göğsünün ortasındaki organın şirazesi kaydı. Esmer gözlerindeki sert bakışla, "Karışma. Bırak yesinler birbirlerini." dediğinde, Gökmen'in gözleri onun yüzünde dolandı. Yanağındaki hafif kırmızılık onun karıştığını ve ağzının payını aldığını gösteriyordu. Onu görmek, onca sancının üzerine onu görmek, kabullendikten sonra onu görmek Gökmen'in cayır cayır yanan yüreğine yel oldu. İçindeki yangının alevleri gözbebeklerine sıçrarken, kolunu sertçe esmerin elinden kopardı. Acıyan canının, bedeni titreten korkunun onda yarattığı ilk etki her zamanki gibi öfkeydi. "Kusura bakma da senin kadar kancık değiliz biz kedi. Ben abimi bir soysuza yedirmem." Esmerin kaşları çatılıp, gözlerinden bir gölge geçti. Ancak Gökmen durup da ona bakmaya devam etmedi. Sırtını ona dönüp bir kez daha o sırada altta olan ve Akın'ın yumruğunu yüzüyle karşılayıp acıyla inildeyen abisinin imdadına koştu. "Laaan!" diye haykırarak kafası hafifçe bağırtının geldiği yöne dönen Akın'ın zaten dağılmış yüzüne yumruğunu indirdi. Akın, minik bir iniltiyle yana devrilirken ayağını kaldırıp onu tekmeleyerek abisinin üzerinden atmaya niyetlendi ancak amacına ulaşamadı. Onu dirseğinden yakalayan el, sertçe çekiştirip yüzünü arkasına dönmesine sağlayınca, bu sefer yumruğunun onun suratının ortasına geçirdi. Esmerin savrulmuş başı yavaşça ona döndü. Dili yanağının içini ağır ağır yoklarken, burun delikleri derin bir nefesle genişledi. Cayır cayır yanan elaları Gökmen'in mavilerini bulduğunda sarışın delikanlı o bakışlara aynı şekilde karşılık verdi. "Götün alacağın darbeleri yemiyorsa, gözlerini kapat ve işime karışma kara kedi." dedi alayla kaşlarını kaldırıp, hırsla sırıttı. Arslan'ın bir kaşı kontrolsüzce seğirirken, biraz önce yediği yumruğu misliyle iade etti. Sarışın birkaç adım geriye savrulurken, "Göz kapatmayı sen daha iyi bilirsin sarı! Şimdi de gözünü kapatıp, kenarda bekleyeceksin! Karışmayacaksın dediysem, karışmayacaksın!" diye bağırdı. "Lafımı dinleyeceksin!" Gökmen, patlayan dudağını elinin tersiyle silip ona öfkeli bir bakış attı. "Ulan senin ben..." diyerek bir kez daha yumruğunu sarışının yüzüyle buluşturdu. "Dinlemeyeceğim amına koyayım! Sen kimsin ki bana emir veriyorsun lan? " Arslan savrulduğu yerden hızla ona atıldı. Yumruğunu gözlerinde deli bir harla ona bakan sarışının yüzüyle bir kez daha buluştururken, "Dinleyeceksin!" diye haykırdı. "Sike sike lafımı dinleyeceksin!" Gökmen yediği yumrukla inleyip hızla onun yakalarını kavradı. Dizini Arslan'ın karnına gömmeden önce, "Dinlemeyeceğim lan, dinlemeyeceğim!" dedi hırsla. Esmer diz darbesiyle iki büklüm olurken bir yumruk da yüzüne geçirdi. Aynı anda karın boşluğuna yediği yumrukla nefesi kesildi. O noktadan sonra ikisinin de gözü tamamen karardı. Bir aylık ateşkes hiç yapılmamış gibi bir hırsla, karşısında gerçekten de en büyük düşmanı varmış gibi bir şevkle birbirlerini pataklarken ikisi de kendi içinde kanıyor, acıyor, dağılıyor; hissettikleri bütün sancıyı yumruklarının arasına sıkıştırıp her seferinde daha kuvvetli vuruyorlardı. Öyle ki ikisi de, Kaya'nın onları ayırmaya çalıştığını, karşılığında Gökmen'den esaslı bir yumruk, Arslan'dan o yumruğun şiddetini aratmayacak bir tekme yediğini fark etmemişlerdi. Kaya, yediği darbelerle bezgin bir nefes verdi. Durmayacaklarını biliyordu. Tecrübeyle sabitti. Ne sağ tarafta birbirlerinin tamamen üzerinden geçmiş, artık yumruk atmaya mecalleri olmadıkları halde birbirine vurmaya devam eden Akın-Göktuğ ikilisi, ne sol tarafta asfaltta yuvarlanarak sırayla yumruklaşan Arslan-Gökmen ikilisi... Cebinden sakince telefonunu çıkarıp polisi ararken, "Elini sikeyim senin Gökmen." diye homurdanarak çenesini ovuştururken arbede alanından biraz uzaklaştı. "Alo, Vehbi Komiserim bir maruzatım vardı... Evet komiserim, Suat'ın tekelin önü... Yok bu sefer çifte kavrulmuş, abili kardeşli... Tamam komiserim, beklemedeyim." Kaya, dükkanın önünde kollarını göğsünde bağlamış, birbirine girmiş abi kardeşleri ifadesiz bir şekilde izleyen Suat'ın yanına gidip, "N'aber kardeşim?" dedi, sırtını dükkanın camına yaslayarak. "Valla ne olsun iyilik güzellik." dedi Suat, dudağının bir kenarı kıvrılırken. Çenesiyle Kaya'nın çenesini işaret etti. "Almışsın payını, afiyet olsun." "Biliyorsun, en az bir tane de bana ikram etmeseler hatırları kalıyor." dedi, o sıra üste geçmiş, Gökmen'in yüzünü yeniden şekillendiren Arslan'a kısa bir bakış atarken. Suat, onun yorumuna gülerken onun gözleri de yere boylu boyunca serilmiş, bir gözü tamamen şişip kapanmış Akın tarafından yumruklanan Göktuğ'daydı. Cebinden sigara paketini çıkarıp, dudaklarının arasına bir dal yerleştirip, paketi Kaya'ya doğru uzattı. "Akınallar alacak karşılaşmayı gibi duruyor, ne diyorsun?" dedi. Kaya, önüne uzatılan paketten bir dal alıp homurdanarak dudaklarının arasına koydu. "Valla kardeşim, karşılaşma birazdan nezarette son bulacak. Vehbi komiseri aradım, haber verdim. Ekip yönlendirdi." Suat, içine çektiği dumanı gülerek verirken, Kaya da ona yarım bir gülümsemeyle eşlik etti. O sırada gözleri pestili çıkarılan Gökmen'deydi hala. Üzerinde oturan Arslan tarafından boynundan kavranmış asfalta bastırılan sarışın delikanlı, kaşından sızan kanın neredeyse sağ gözünü kızıla boyamış olduğunun farkında bile değilmiş gibi mavi harelerinde her geçen saniye daha da kontrolden çıkan bir harla esmere bakıyor, bir elini boynunu sıkan elin bileğine dolamış, çekiştirerek baskısını azaltmaya çalışıyordu. Vücudunu kaldırıp da onu üzerinden atacak enerjisi kalmadığından yapabildiği tek şeyi yapıp, bir dizini kaldırıp onun sırtına tüm gücüyle geçirdi. Arslan sırtına aldığı diz darbesiyle sarsılsa da istifini bozmadı. Dişlerinin arasından derin bir nefes verdi. "Yeter!" diye fısıldadı hızlı soluklarının arasında. "Böyle geçmeyecek Gökmen, içindeki şey böyle bitmeyecek! Dur artık!" Esmerin öfkeli elaları harelerine tutunduğunda ve sözleri kulağına her şeyin farkında olduğunu fısıldadığında kalan gücü de çekildi. Gözbebekleri acıyla titredi. Fiziki bir acı değildi bu. Açılmış yaraları, teri değdikçe cayır cayır yanıyordu ama hissetmiyordu bile. Dişlerini hırsla patlamış alt dudağına geçirirken, buğulanan mavilerini esmerin elalarından çekmedi. Ona nasıl baktı bilmiyordu ama Arslan'ın gözlerindeki öfke yavaşça dağıldı. Ela harelerden afallamanın izleri seçilirken, boğazındaki elin baskısı azaldı. Şimdi esmerin eli boynunun çevresinde öylece duruyordu. "Geçecek!" dedi Gökmen çatlamış sesiyle. Onun da sesi bir fısıltıdan fazlası değildi. Bağırmaya bile gücü kalmamıştı. "Vura vura dökeceksin içimdekini! Vura vura bitireceksin! Sen koydun onu oraya sen bitireceksin!" Arslan'ın elalarındaki bakış ansızın yumuşadı. Boğazında bir şey takılı kalmış gibi art arda yutkundu. Elinin altındaki boynu parmak uçlarıyla okşadı. Yüzünü sarışının dağılmış yüzüne doğru eğdi. Mavi hareler onun dokunuşuyla titrerken, sarışının dişleri bir kez daha titreyen alt dudağına saplandı. Esmerin bileğini sarmış elinin tutuşu daha da sertleşti. Arslan'ın elaları onun yüzünde ağır ağır dolanırken, göğsünü yaran kalp atışlarıyla onu izledi Gökmen. Kaşını yarmış, dudağını patlatmış, elmacık kemiğini morartmıştı. Düne kadar ona zevk verecek bu dağılmış görüntü boğazına bir yumrunun kurulmasına neden oldu. İlk defa onun canını acıtmanın kendi canını yakması, göğsündeki korku yumağına çözülmesi zor bir düğüm daha ekledi. Sokağı saran siren sesleriyle esmer titrek bir nefes alıp verdi. Çevrelerindeki onca insanın ne düşüneceğini umursamadan boynundaki elini çekmeden alnını yavaşça sarışının alnına dayadı. Gözlerini kapayıp, "Geçmeyecek sarı. Seni de, beni de ezmeden geçmeyecek..." diye fısıldadı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD