BAK İÇİME GÖR BENİ

3829 Words
Bölüm Şarkısı: Olgun Şimşek- Otur Baştan Yaz Beni Yaka paça getirildikleri karakolda, yine aynı muamele ile demir parmakların arasına tıkıldıklarında abisinin aksine Gökmen fazlasıyla durgundu. "Ulan yavşak! Gece gece yok yere tıkıldık senin yüzünden buraya! Götüne kına yak!" diye bağırdı Göktuğ, karşı hücreye tıkılmış iki esmer kardeşe ateş saçan gözlerle bakarken. Yüzü tamamen yamulmuştu ve korkunç görünüyordu. Gökmen, abisinin suratına baktıkça bile yüzünü ekşitmekten ve acıyla gözlerini kısmaktan kendini alamıyordu. Ancak abisi vücudundaki adrenalini tam olarak atamamış olacak ki, demirlere yapışmış var gücüyle bağıracak kadar kendinden bir haberdi. "Sus lan göt oğlanı. Sevgilime yanaşmadan önce düşünecektin onu." diye tükürerek konuşan, aynı abisi gibi parmaklıklara yapışmış Akın götü ile, Gökmen ona bomboş bir bakış atıp, yorgun gözlerini hücrenin içinde amaçsızca gezindirdi. "Senin folloş sevgiline değil gözümle, kıyıp da götümle bile bakmam ben amına koyayım, bir anlamadın gitti. " "O fotoğraf neydi lan o zaman?" diyen Akın'la abisi alayla güldü. "Sen de biliyorsun o fotonun eski olduğunu, laga luga yapma boşuna. İşim olmaz benim o karıyla. Al hayrını gör, tepe tepe kullan." Gökmen ikilinin atışmasının biraz daha süreceğini bildiğinden bezgin bir nefes verip, kendini hücrenin içindeki banklardan birine bırakıp, kafasını soğuk betona yasladı. Onların kaliteli sohbetini çekecek kafası yoktu. Tek istediği bir parça sessizlikti o an. Kendi düşüncelerinin sesine bile tahammülü yoktu. "İsteyince ne de güzel insan gibi konuşabiliyorsunuz öyle siz? Keşke bunu göz göze gelir gelmez yumruklaşmaya başlamadan önce yapsaydınız da, şimdi sıcak yatağımızda uyusaydık." diyen sert sesle birlikte, ne ara kapadığını bilmediğini gözlerini hafifçe araladı. Esmer delikanlının da onun gibi banklardan birine kurulmuş, çatılı kaşları ve öfkeli ifadesiyle elalarını atışan ikili arasında gezdirdiğini görünce içine titrek bir nefes çekti. Göğsündeki artık varlığına alıştığı sancı şiddetlenince, bir kez daha mavilerinin üzerini örttü. Düşünmekten, irdelemekten yorulmuştu. Arslan'ı neyi neden yaptığını, sözlerinin altındaki gerçeklikleri ya da neden yumrukları birbirlerinin yüzlerini eskitirken ona öyle içli baktığını düşünmek istemiyordu o an. "Biz birbirimize girdik de, siz çiftetelli mi oynadınız kardeşim?" diyen Akın'ın sesiyle, dişlerini birbirine bastırdı. Onun sözleri açılmış yaralarını sızlatmıştı. Patlak dudağına gitmeye niyetlenen elini yumruk haline getirirken, Arslan'ın suratında sebep olduğu yıkımı görme isteğiyle gözlerini istemsizce araladı. Mavi hareleri karşı hücredeki esmeri bulduğunda göğsündeki ağrının şiddetiyle iç geçirdi. Göğsündeki ağrının çevresini sarmış çirkin hissin adı pişmanlıktı. Esmerin canını yakmış, yüzünde izi günlerce geçmeyecek yaralar bırakmış olmanın pişmanlığı çoktan içindeki düğüme eklenmişti. Gözlerini usulca kapatıp o görüntüden kaçındı. Arslan'ın ise gözleri, abisinin sözleriyle polis aracına bindirildiklerinden beri ağzını bıçak açmayan sarışına kaydı. Oturduğu bankta gözlerini kapamış, kafasını nezaretin soğuk ve pis duvarına yaslamıştı. O görüntüye bakarken Arslan onun ne düşündüğünü, aklından neler geçtiğini merak etti. Acaba ezip geçecek derken kendisini de kattığını anlamış mıydı? Bu yıkımda yalnız olmadığını, yapay ışığa çekilen kelebek derken, ışığın o, kelebeğin Arslan olduğu gerçeğini sonunda fark etmiş miydi? Bir eli kara tutamlarına girip karıştırırken abisinin alaylı sorusunu duymazdan gelip, kendi düşünceleriyle boğuşmaya başladı. Gözleri eklemleri hafifçe kanlanmış parmaklarına değince iç geçirip, gözlerini kapayarak o da Gökmen gibi ensesini soğuk betona dayadı. Peki, sen onun fark etmesini istiyor musun, diye sordu kendine. Cevabı hem evet, hem hayırdı. Bir yanı fark etmesini istiyordu. O yanı, gizli gizli, hayalperest bir şekilde Gökmen'le samimi bir ilişkiyi hayal ediyordu. Kollarının arasında kıvrılıp uyuyan, ona bazen içini okşayacak kadar yumuşak, bazen ateşini körükleyecek kadar sert öpücükler veren, onunla tatlı tatlı atışan, dikenlerini çıkarsa da artık canını yakmaya niyetlenmeyecek bir Gökmen, tepeden tırnağa ona ait olacak bir Gökmen hayal eden o yanının sesi her geçen gün biraz daha yükseliyordu. O yanı çok açgözlüydü ve onu hatalar yapmaya itiyordu. Diğer yanı ise korkuluydu. Gökmen'in ve ona getireceği bütün sıkıntıların ondan uzak olmasını istiyordu. Yasak, zorlu ve dört duvar arasına hapsolmuş bir ilişkiyi çekici bulmuyordu. Hissettiği tüm bu karmaşık hisleri içine gömmesinin ve üzerini asla kırılamayacak kadar kalın bir beton tabakasıyla örtmesini söylüyordu. Böylece acı çekmeyecekti. Böylece yıpranmayacak, kendi hisleri ve yaşamaları muhtemel acılar tarafından ezilmeyecekti. İçine derin bir nefes çekip, hafifçe araladığı elalarıyla, kirpiklerinin altından gözlerini sarışının durgun suretine dikti. Ona yalnızca bakmak bile içini ısıtıyordu. Parmakları ona dokunmak için kıvranıyor, ufacık bir ten teması için çıldırıyordu. Bu delilikle nasıl baş edebilirdi ki? Abisinin ve Göktuğ'un aynı hızla atışmaya devam ettiğini işitiyor, ancak onların büyük çoğunluğu küfürden ibaret olan kelimeleri algı süzgecinden hızla eleniyor, beynine ulaşmıyordu. Gökmen'in mavileri üzerindeki bakışları hissetmiş gibi yavaşça aralanıp onun elalarını bulduğunda göğsündeki sıcaklık bir yangına evrildi. Mavilerdeki yoğunluk parmaklarının uyuşmasına neden olurken bir kez daha iç geçirdi. Onu istiyordu. Dikenlerinden yumuşak karnına kadar ona ait olsun istiyordu. Dikenleri bir tek onu acıtsın, yumuşak karnını bir tek ona açsın istiyordu. Mavi gözlerin derinliğinde kaybolurken bir kez daha ne kadar haklı olduğunu gördü. Ezip geçecekti. İkisini de ezip geçecekti bu içlerinde yoktan var olan şey. Biraz sonra bir kapı sesiyle Gökmen, girdiği transtan çıkmış gibi gözlerini kaçırıp, yere dikerken Arslan gözünü kırpmadan onu izlemeye devam etti. Üniformalı bir polis memuru elinde iki ilk yardım çantasıyla gelip, "Vehbi komiserim yine kıyamadı size, hadi yine iyisiniz." deyip yayvan bir sırıtışla yüzleri dağılmış delikanlıların bulunduğu parmaklıkların arasından çantaları tek tek uzatırken, gözlerini zorlukla da olsa onun üzerinden çekmeyi başardı. Abisi, "Allah razı olsun Süleyman Abi de çanta vermek yerine salsaydı bizi ne olurdu sanki?" diye söylenerek çantayı aldı. Esmer polis memuru kafasındaki şapkayı çıkarıp, alnında birikmiş teli elinin tersiyle silerken alayla sırıttı. "Oldu paşam, ulan karakol size çalışıyor resmen. Adamı canından bezdirdiniz artık, öyle kulağınızı çekmeden salar mı sizi?" Akın, polis memurunun yorumuyla suratını asıp homurdanarak çantayla Arslan'ın yanına giderken, adam, "Neyse hadi, yüzünüzü gözünüzü toparlayın az, sonra gelir alırım çantaları. Salarız zaten sizi iki üç saate, sabaha kalmazsınız merak etmeyin." diyerek geldiği gibi gitti. Göktuğ, aldığı çantayla arkasına dönüp kardeşine kısa bir bakış attı. "Gökmen aç gözünü abim, şu yaralarını bir temizleyelim, öyle uyursun." diyerek kardeşinin yanına adımlarken, Akın, "Arslan, kalk da pansuman yap bana. Gözüm çok fena şişti lan, önümü göremiyorum hiç. " diyerek kardeşini dürttü. Arslan, abisinin yaralı yüzüne kısa bir bakış atıp yerinde doğruldu. Çantayı abisinin elinden alırken gözü, karşı hücrede gözleri hala kapalı kardeşinin yaralarına nazikçe pansuman yapıp, arada Arslan'a söven Göktuğ'a kısa süreli değince iç geçirdi. Çocukluğundan beri, Gökmen'i kıskandığı tek konu Göktuğ idi. Akın'ın aksine Göktuğ, fazlasıyla verici, oturaklı ve güvenilir bir abiydi. Hatalarında da, doğrularında da hep kardeşlerinin arkasındaydı. Başlarına gelecek bütün dertlerde önlerinde siperdi. Gölgesi öyle büyüktü ki, Arslan kıskanmadan edemezdi. Onun da altına sığınabileceği, gönlünce soluklanabileceği öyle bir gölgeye ihtiyaç duyduğu çok zamanlar olmuştu çocukluğunda. Ancak Akın'ın hamurunda o özverinin olmadığını anlayınca, abisinden abilik yapmasını beklemeyi bırakmış, kendi kendisinin gölgesi olmayı öğrenmişti. İlk yardım çantasının kapağını açıp, gerekli malzemeleri çıkardıktan sonra abisinin yüzüne kısa bir bakış atıp pansumanını yapmamaya başladı. Her seferinde sızlanan ve bir Arslan'ın elinin ağırlığına, bir Göktuğ'a sövmelerini ifadesiz bir yüzle dinleyerek pansumanını yaptı. Akın, hücrenin içindeki iki banktan birine kıvrılıp uyuklamaya başladığında ise çantanın kapağında bulunan ayna ile kendi yaralarını temizledi. Açıkçası Gökmen, ona düşündüğü kadar hoyrat davranmamıştı. Elmacık kemiğinin üzerindeki morluk, açılmış kaşı, patlamış dudağı ve kaburgalarının altından başlayıp karın boşluğuna kadar devam eden hafif sızıdan başka bir şeyi yoktu. Hızlıca kendi yüzünü de temizleyip, pansumanını yaptıktan sonra çıkardığı ekipmanları çantaya geri koyup, arkasına yaslandı. O da biraz uyusa iyi olurdu, zira abisini ararken mahalleyi defalarca tavaf etmiş, bir de üzerine sarışınla kapışmıştı. Ancak Gökmen bir nefes uzağındayken uykunun gözlerine uğrayabileceğini sanmıyordu. Aralarındaki birkaç metrelik mesafeye rağmen onun aldığı nefesleri sayabilecek kadar bütün duyuları ona odaklanmıştı. O yüzden uyumak yerine, yarı aralık gözlerinin ardından onu izledi. Ona baktıkça yüreği ağırlaştı. Parmakları tenine değme arzusuyla kıvrandı. Onu izlemenin kendisine iyi gelmediğini kabullenip, ağrılı elalarını gözkapaklarının altına gizledi. Ne kadar süre geçti bilmiyordu. Belki yarım saat, belki bir saat. Kulaklarına sarışının fısıltıdan hallice sesi ilişti. Gözlerini açmadan bir süre onun sesini dinledi. Kendi kendine şarkı mırıldanıyordu sarışın. Aklında takılı kalmış gibi aynı dizeleri tekrar tekrar söylüyordu. "Söyle bir kırık hava döneyim Turna uçsun içimde Ben seni nasıl sarıp, nasıl seveyim Hayalimde düşümde" Nedensizce sözleri üstüne alındı. Sarışının sesini ona duyurma gibi bir niyeti olmadığını anlayabiliyordu. Zira ağzının içinde kendi kendine mırıldanıyordu. Ancak nezaretin sessizliğinde onun sesine kulak kesilmiş Arslan için sözler berrak, kulağına fısıldıyormuş gibi gürdü. Ve duyduğu dizeler karnının kasılmasına sebebiyet verdi. Gözlerini yavaşça araladı. Kirpiklerinin altından aralık dudaklarıyla sarışını izledi. Aynı onun gibi kafasının arkasını betona yaslamış, gözlerini yummuştu. Yüzündeki ifadeyi tanımlamak zordu. Huzurlu desen değil, gergin desen değil. Kederli desen değil, mutlu desen değil. Arslan'ın o ifade için aklında canlanan tek tanım dingindi. O ifadeyi izlerken, sakin dalgalarıyla kıyıyı okşayan bir denizi ya da akşam meltemiyle hafifçe hışırdayan yaprakları izliyormuş gibi hissetti. Bir türlü yakasına bırakmayan gerginlik sarışını izlemeye devam ettikçe yavaşça bedeninden akıp gitti. Bir ayna gibi onun ifadesini yansıtırken buldu kendini. Gökmen, üzerindeki bakışları hissetmiş gibi mavilerini aralayınca gözleri o gece bilmem kaçıncı defa birbirine kavuştu. Arslan, o gözlerdeki yoğunlukla ürperirken Gökmen de ondan farklı değildi. Esmerin ona bakışlarında bir şey vardı. Tarif edemediği, bir sıfat uyduramadığı bir şeyler... Gökmen ağır ağır gözlerini zemine çevirirken, Arslan dudaklarını tereddütle araladı. Artık ne yaptığını hiç bilmiyordu. "Üflediler söndüm Karanlıkta gönlüm Hiç bilmezdim ama Derindeymiş pek derdim..." Yüzünü daha yeni terk eden maviler tekrar elalarına tutununca, göğsündeki ağırlığı sesine katıp fısıltıdan hallice bir sesle devam etti. "Bak içime gör beni Tut elimden yak beni İstemezsen bu aşkı Otur baştan yaz beni..." Mavi gözleri usul usul Arslan'ın yüzünün her santiminde dolanırken, kafası daha da karıştı. Neden öyle bakıyordu ona? Neden sanki bam teline dokunmuş gibi içli içliydi bakışları? Neden şarkının sözlerinin muhatabı kendisiymiş gibi gözlerinin içine baka baka söylüyordu? "Aklım nasıl şaşkın Sevdam deli taşkın Sen görmezsin amma Narındayım ben aşkın..." Gökmen, göğsünü döven kalbiyle birlikte yavaşça yerinde doğruldu. Dizlerinin üzerindeki ellerini birbiriyle kavuşturup, öne doğru eğildi. Mavilerini şimdi susmuş, onu dikkatle izleyen adamdan kaçırıp zemine dikerken, "Hayırdır Akınal, mapuslara düşünce Seher'in mi geldi aklına?" dedi soğuk bir sesle. Düşüncelerinin esmerin ilk ve tek aşkına kaymasına engel olamamıştı. Zira haftalar önce o meyhanede yine aynı adamın başka bir türküsünü Seher için dillendirmişti. Bedeni kendi düşüncelerinin seyrettiği noktayla kasılırken, kaşlarını hafifçe çattı. Kendine inanamıyordu. Tutulduğu adamın düşmanı olduğu yetmiyormuş gibi aynı zamanda başkasına sevdalı, heteroseksüel bir adamdı. Arslan, onun kasılmış bedenine, neredeyse surat asan ifadesine bakarken dudakları istemsizce kıvrıldı. "Kıskandın mı?" derken, sesindeki keyfi saklayamadı. Gökmen'in mavileri anında onu bulup, sert bakışları bir kez daha elalarına tutununca sırıtışı genişledi. Zira sarışının görmese de kulak kepçesinin kızardığına emindi. Yüzündeki bozguna uğramış ifadeyi zar zor toparlayıp, "Seninle ilgili kıskandığım tek şey sınırsız hayal gücün olabilir. Böyle hayal gücüm olsa, derdim tasam kalmazdı anasını satayım, mis!" dediğinde Arslan bu sefer sessiz bir gülüş bıraktı. Acayip keyiflenmişti. Acaba Gökmen'in kıskançlığını rahatça gösterebileceği bir ilişkinin içinde olsalar sarışın olan nasıl tepki verirdi? Muhtemelen pata küte allah ne verdiyse diyerek dalardı. Yakasına yapışır, "Yan mı baktın lan? Kime bakıyorsun oğlum sen? Öldürürüm seni, oyarım o gözlerini!" gibi kaliteli bir diyalogla üzerinden geçerdi. Beyninde capcanlı bir şekilde hayat bulan hayalle kafasını hafifçe iki yana sallayıp bir kez daha, ama bu sefer daha yüksek sesle güldü. Tam Gökmenlik bir davranış olurdu. Gökmen onun haline gözlerini devirip, ağzının içinde homurdandı. Huzursuzca yerinde kıpırdanıp gözlerini kaçırdı. Daha birkaç saat önce adama neredeyse aşk itirafı yapmışken bu gülüşler kanına dokunuyor, kendi içine göçmesine sebep oluyordu. Uyuyan abisine kısa bir bakış atıp, kafasını önüne eğerken, öfkeli bir soluk verdi. Esmer olan inkar etmemişti. Demek ki, türküyü harbiden Seher'i düşünerek söylemişti. İçinden gelişmiş hayal dünyasına küfür etti. Bir an için Arslan'ın ciddi ciddi onunla aynı cehennemde kavrulduğunu sanmıştı. Öyle içli içli bakınca, beni de ezecek falan deyince bir kafası karışmıştı işte. Bir bacağını huzursuzca sallarken, kafasını kaldırıp gülmeyi bırakmış esmere kısa bir bakış attı. Arslan'ın elalarının üzerinde olduğunu görünce gözlerini aynı hızla yere indirdi. Morali o kadar bozulmuştu ki, ağzını açıp ona laf sokası bile gelmemişti. Arslan, onun kaçak bakışlarıyla ve düşen suratıyla içine dertli bir nefes çekip verdi. Gökkuş deyip duruyordu ama sarışın olan harbi kuş beyinliydi. Adama türkü yakıyordu. Üstelik, 'Söyle bir kırık hava döneyim' deyişinin üzerine yapıyordu bunu ama yine de önüne serdiği gerçeği göremiyordu. Anlaşılan, yüzüne doğru bağırmadıkça da anlayamayacaktı. "Gökkuş..." Gökmen'in keyifsiz mavileri ona dönünce, gözlerindeki yumuşak bakışı saklamadan, "Sen harbi çok aptalsın." dedi dudaklarında minik bir tebessümle. Gökmen'in kaşları çatılıp, ifadesi sertleşince tebessümü bir sırıtışa evrildi. Kafasını hafifçe iki yana salladı. "Bu gece camını pencereni aç. Azıcık oksijene ihtiyacın var senin belli." "Yazık ki, sana oksijen tüpü de taksak çare olmayacak gibi. " diyen sarışının yüzündeki ifade Arslan'ın tekrar gülmesine neden oldu. Çocuk gibi surat asıyor, çocuk gibi laf sokmaya çalışıyordu. O güldükçe Gökmen'in kulakları biraz daha sinirden kızardı. Aradaki parmaklıklar olmasa çoktan esmerin üzerine atlamış, biraz önce içi acıyarak baktığı yaraların üzerine yenilerini eklemiş olurdu. "Yine anaokulu seviyesindeki atışmalarınızla gecemizi renklendiriyorsunuz." diye homurdanan Göktuğ'un sert sesiyle Gökmen öfkeyle koyulaşmış gözlerini uyuşukça yerinden doğrulan abisine çevirdi. "Herkesle seviyesine göre iletişim kuruyorum abim. Bu herif daha büyük kelimeleri algılayamıyor." dedi Gökmen hala daha çatılı olan kaşlarıyla. Göktuğ, kuruyan dudaklarını ıslatıp kardeşine boş bir bakış attı. Azıcık kestirince vücudunu terk eden adrenalin, yerini tahammül edilmesi kolay olmayan ağrılara bırakmıştı. Darbe aldığı her yeri zonkluyordu. Bir iki ağrı kesici atıp, yumuşak bir zeminde dalacağı deliksiz bir uykuya ihtiyacı vardı. "Gökmen, allah aşkına bu gecelik rahat durun. Yarın tartışıyor musunuz, bir tur daha mı dövüşüyorsunuz, laf mı sokuşuyorsunuz, ne yaparsanız yaparsınız. Valla kafam almıyor." Gökmen'in sert bakışları, abisinin acıyla buruşturduğu yüzünde gezinince yumuşadı. "Ağrın mı var?" diye fısıldadı, sesi karşı hücreye gitmesin diye. Göktuğ, kardeşini bir kafa hareketiyle onaylayınca Gökmen onu baştan aşağı süzüp derin bir nefes verdi. Yavaşça ayağa kalkıp, parmaklıklara yaklaşırken hala üzerinde gezinen ela gözleri görmezden geldi. Bu gece düşünmek yok diye hatırlattı kendine. Yarın sakin kafayla düşünecekti tüm olanları. "İsmail Abi!" diye bağırdı, avuç içiyle demire art arda bir iki darbe indirerek dikkat çekmek için çabaladı. Bağırtısı karşılıksız kalınca bir kez daha kendini tekrarladı. Biraz sonra nezaretin girişinde görünen uykulu adamla, "Abi, Vehbi komisere desen ya, salsın bizi artık. Hepimizin cıvkı çıktı zaten. Valla atışmaya bile enerjimiz yok." dedi. O kadar sık buraya düşüyorlardı ki, artık adam babalarını bile aramaya gerek görmüyor, yönetmeliği tınlamıyordu. Onun yerine üç-beş saat ceza niyetine onları burada tutuyor, ateşlerinin söndüğüne karar verince salıyordu. İsmail'in uykulu gözleri iki hücre arasında emin olmak istermiş gibi gitti geldi. Sonunda, "İyi, bir sorayım." diyerek gerisin geriye gitti. Aradan geçen 5 dakikanın sonunda adam elinde anahtarlarla görününce Gökmen rahatlamış bir nefes verdi. Arslan'ın abisini dürtüklediğini göz ucuyla görürken, abisine yönelip, "Destek lazım mı, yürür müsün?" diye sordu, yine fısıltıyla. Göktuğ, bir kafa hareketiyle onu reddedip güçlükle de olsa ayaklanınca Gökmen'in öfkeli bakışları karşı hücredeki Akın'ı buldu. Neyse ki, onun da durumu Göktuğ'dan iyi görünmüyordu da içi bir nebze soğudu. Açılan kapılar ile ağır aksak nezaretin dışına ilerlerken, İsmail'in nasihatlarına iki taraf da kulaklarını tamamen tıkamıştı. Sonunda emanetlerini alıp gecenin esiri olan sokağa çıkıp, temiz ve serin havayı ciğerlerine doldurduklarında herkes kendini biraz daha iyi hissediyordu. Birbirlerine zıt kaldırımlarda ağır aksak aynı istikametteki evlerine doğru ilerlerken, Akın, "Ulan Göktuğ, elinin ayarını sikeyim senin göt!" diye bir inilti çıkardı. Onun iniltisi Göktuğ'un hoşuna gitmiş olacak ki, attığı her adımla kaburgalarına saplanan sancıyı umursamadan sırıttı. Ancak yeni bir kavganın fitilini ateşlememek için ona cevap vermedi. Bu hallerine rağmen damarına bastığında kendini Akın'la yeni bir kavganın göbeğinde bulurdu. Geri kalan yolu birbirlerini görmezlikten gelerek tamamladılar. Gökmen, tüm yolu abisinin yavaş temposuna uygun olarak attığı adımlarını izleyerek geçirdi. Arada kafasını kaldırmadan gözlerini karşı kaldırımda elleri ceplerinde ilerleyen esmere iliştirse de çoğu zaman gözleri yerdeydi. Sonunda yol bitip birbirinin aynısı olan evlerine ulaştıklarında ağır hasarlı Göktuğ ve Akın direkt eve yönelirken, Gökmen nedensizce oyalanmış, Arslan da onu taklit etmişti. "Gökmen, gelmiyor musun?" diye kapı ağzından soran abisine, "Sen gir, geleceğim şimdi." diye yanıt verdi. Göktuğ'un bakışları karşı kaldırımda evinin bahçe duvarına yaslanmış, elleri ceplerinde kaldırımı izleyen Arslan'a kısa süreli değip, tekrar kardeşine döndü. "Oğlum bak dalaşmayın valla bu sefer babamın elinden ben bile alamam seni." Gökmen, kafasını bezgince abisine doğru çevirip, "Yok, bir sigara içip geleceğim onunla işim yok." dedi güven veren durgun bir sesle. Göktuğ onu gözlerini kısarak dikkatle süzünce, gözlerini devirdi. "İyi amına koyayım, güvenmiyorsun gel başımı bekle." diye köpürdü. Niye bu kadar direttiğini bilmiyordu. Oysa evdeki herkes uyuduğundan balkonunda da içebilirdi sigarasını ama eve giresi gelmemişti işte. Göktuğ, pes etmiş bir nefes verdi. Çok yorgun, uykusuz ve yaralıydı. Durduğu yerde sallanmıyor olsa biraz daha ısrarcı olabilirdi. "İyi hadi, çok oyalanma." diyerek eve girip, onu kafasıyla onaylayan kardeşine son bir bakış atarak kapıyı kapadı. Demir kapının kapanma sesiyle ıssız sokakta ikili baş başa kalmıştı. Gökmen karşı kaldırımdaki esmere kısa bir bakış atıp, sırtını bahçe duvarına yasladı. Abisine dediği gibi cebinden çıkardığı paketten aldığı bir dalı dudaklarının arasına koyup ucunu tutuşturdu. Kafasını yere eğip, bakışlarını ayakkabılarının ucuna dikerken sessizdi. Arslan'la harbiden işi yoktu. Ne söyleyecek bir sözü vardı, ne de ona yok yere bulaşası. Ama evine giresi de yoktu işte. Öylece karşılıklı durmak istiyordu. Belki de göğsündeki arsız organa aralarındaki mesafenin varlığını hatırlatmaktı niyeti. Bak diyordu. Görüyor musun şu caddeyi? O cadde göründüğünden daha uzun. Üzerinde fırtınalar var. Koca koca kayalar, ayağına batacak yüzlerce sivri diken. Geçmeye kalkarsan parçalanırsın. Öyle yakın göründüğüne de bakma. Adımını bir atsan, ona ulaşman yıllarını alacak. Gittikçe uzayacak. Ulaşsan da orası cennet değil sana, cehennem. Şu yolu aşsan bile ne yapacaksın ki? Kollarına mı atılacaksın? İnsan yanacağını bile bile ateşe sarılır mı? Sarılmaz, sarılmamalı. İyisi mi dur durduğun yerde. "Sarı, çakmağı versene iki dakika." diyen sesle kafasını kaldırdı. Düşünceleriyle çıkmazların üşüştüğü gözleri esmerin ona doğru attığı adımlara takıldı. Arslan, o Gökmen'e geçmesi zor gelen caddeyi hiçmişçesine aşarken, sarışın boğazına oturan yumrudan kurtulma umuduyla sertçe yutkunmakla yetindi. Biraz sonra ayakkabılarının ucuna değen siyah spor ayakkabılarıyla başını kaldırıp önündeki esmerin parlak elalarına çevirdi mavilerini. "Yok mu çakmağın?" dedi anlamsız bir şekilde. "Var da elin tavuğu komşuya kaz görünürmüş misali seninkine göz diktim." dedi esmer, kaşlarını havaya kaldırıp alayla. Gökmen, onun alaylı cevabına gözlerini devirip, sigarasını dudaklarıyla kıstırarak cebindeki çakmağa ulaştı. Turuncu çakmağı tutuk bir hamleyle ona uzattı. Biraz dağılmış bir vaziyetteydi. Zihnen ve kalben... O yüzden hareketleri normalde olacağından bir tık daha sakin, daha uysaldı. Esmer, ona uzatılan çakmağı almak yerine dudaklarının arasına koyduğu dalla ona doğru eğilince bir an için kalakaldı. "Yak hadi." diye mırıldandı ela hareleri kırpışıp duran mavilere dikiliyken. Gökmen, onun ne yapmaya çalıştığını çözmeyi artık bırakmıştı. Çünkü ne yaparsa yapsın anlamıyordu. Burnundan bir nefes verip, dilini alt dudağında gezdirdikten sonra ağzının içinde homurdanarak ondan istenileni gerçekleştirdi. Arslan'ın bir eli çakmağın çevresine siper olup, rüzgarı keserken turuncu alev küçük bir cızırtı sesiyle filtrenin ucunu tutuşturdu. Gökmen'in gözleri ise o turuncu alevin parlaklığında yalnızca birkaç santim ötesindeki esmerin büzüşen dudakları, içe göçen yanaklarındaydı. Arslan kafasını yavaşça geriye çekerken, o da çakmağı tutuk bir hareketle indirdi. Telaşlı ve bir o kadar mutsuz mavileri ondan kaçıp sokağın başına görmeyen gözlerle dikilirken, Arslan'ın gitmesini bekledi. Lakin esmerin gitmeye niyeti olmayacak ki, önünde dikilmeye ara ara sigarasını dudaklarına yanaştırıp çekmeye devam etti. Sonunda sarışının gözleri mecburi olarak bir kez daha ona döndü. Rüzgara içirdiği sigarasından çektiği nefesi burnundan verirken, "Ne istiyorsun Arslan?" diye mırıldandı yorgun bir sesle. Arslan, bu soruyla kafasını yavaşça yere eğdi. Uyuşukça bir kez daha ciğerlerini dumana boğduktan sonra, "Bilmiyorum." diye fısıldadı. "Ben de ne istediğimi bilmiyorum Gökkuş." Gökmen alt dudağını hissettiği ani çarpıntıyla ezdi. Bakışları bir kez daha sokağın girişine döndü. Gözbebekleri de bedeni gibi hafif hafif titriyordu. "Benden ne istiyorsun peki?" diye sorarken sesi hissettiği kadar cılızdı. Arslan, bir elini ensesine atıp ovuştururken ofladı. Dilinin ucuna gelen itirafları tek tek yuttu. Söylese sarışın ondan köşe bucak kaçardı hissediyordu. "Cevabını bilmediğim sorular soruyorsun sürekli sarı. " diye mırıldandı o yüzden. Önce Gökmen gelmeliydi ona. Ama yumruklarla değil, öfkeli bakışlarla değil. Hissettiklerinin hıncını çıkarır gibi hiç değil. Artık biliyordu ki istese de kendine direnemeyecekti. Bu geceden sonra anlamıştı. Kendine yenilmesinin bu kadar kolay olmasını beklemiyordu ama olmuştu işte. Tek bir ona adanmış türkü, tek bir çaresiz bakış, tek bir öfkeli çığlık yetmişti kendine yenilmesine. Ezileceğini bile bile istiyordu onu. Bundan gayrısı attığı adımların karşılığını görmekti. Gökmen ise o an zıvanadan çıkmış kalbiyle cebelleşiyordu. Göğsünde gümbürdüyor, yankısı kulaklarına vuruyordu. Kafasını önüne eğerken, Arslan'ın alaycılıktan ve sahtelikten uzak bu cevaplarını nereye koyacağını bilemedi. Her şey onun tarafından çok üstü kapalı, çok kafa karıştırıcıydı. Artık onun ciddi mi, yoksa işin dalgasında mı olduğunu hiç kestiremiyordu. Düne kadar 'yine benimle uğraşıyor yavşak herif' diye düşünse de bu akşamdan sonra onu da kendinden emin bir şekilde söyleyemiyordu. "Söylediğin türkü Seher'e miydi?" derken buldu kendini. Sorusu en çok onu şaşırttı. Buna bu kadar takılmış mıydı harbiden? Ulan zaten bir şansları yoktu. Türkü Seher'e olsa ne olurdu, olmasa ne olurdu? A salak Gökmen! İçinden kendine saydırırken, dışarıdan tepkisizce gözlerini Arslan'ın elalarına dikti. "Bu sorunun cevabını biliyorsundur." Arslan, bir gülümsemeyle kıvrılmak isteyen dudaklarında dilini gezdirerek kendine engel olsa da gözlerindeki tebessüm seçilebilirdi. Elinde değildi, Gökmen'in çekingen kıskançlığı hoşuna gidiyordu. Kafasını yana doğru çevirip, keyifli ifadesini saklamaya çalışırken, "Ben Seher'e türkü yakmayı bırakalı çok oldu Gökkuş. Ona son kez türkü yakmaya kalktığımda göğsümde başka maviler buldum." diye fısıldadı. İşte bir adım daha atmıştı. Bu kadar kolaydı artık ona adımlamak demek ki. Bir cümle aynı anda insanı hem rahatlatıp, hem nasıl korkutabilirdi? Arslan'ın sözcüklerinin Gökmen'e yaptığı buydu. Aldığı rahat nefesi boğazına tıkamıştı. Kaşları istemsizce çatılırken, kafası iyiden iyiye çorba oldu. Önünde bir gerçek apaçık duruyordu da bakmaya korkuyordu. Gözleri her yere değiyor, bir onu es geçiyordu. Onun sessizliğiyle Arslan'ın elaları tekrar ona döndü. Gördüğü gergin ifadeyle bezgin bir nefes verdi. Elindeki sigarayı yere atıp topuğuyla ezdikten sonra, bir elini Gökmen'in saçlarına attı. Sarışının çatılı kaşları anında onu bulduğunda umursamadı. Aşmaması gereken sınırı bu gece yeterince yıpratmıştı zaten, biraz daha yıpratsa da olurdu. Elinin altındaki yumuşak tutamları parmak uçlarıyla okşarken, "Evine gir, yat uyu Gökkuş. Senin saksıyı fazla zorladın bugün, duman çıkacak kafandan." dedi yan bir gülümsemeyle. Gökmen saçlarını okşayan ele mi yoksa gözlerine dikilmiş yumuşak bakışlara mı şaşırsa bilemedi. Yüzündeki gergin ifade formunu yitip, bir afallamaya evrilirken öylece kalakaldı. Göğsünden bütün vücuduna yayılan ılık ama kavurucu sıvıyla tüyleri diken diken olurken, saçlarındaki el yavaşça ondan uzaklaştı. "İyi geceler." diye mırıldandı bir adım geriye atmadan önce. Ardından arkasını dönüp acelesiz adımlarla karşıya geçti. Gökmen ise onun arkasından bir süre bakakaldı. Göğsündeki telaşla kendine gelirken, "Kara kedi!" diye bağırdı esmer bahçe kapısını açıp içeri doğru bir adım attığında. Arslan, omzunun üzerinden ona dönünce, "İyi geceler." dedi gür bir sesle. Esmerin gülüşü caddeyi aşıp ona ulaştığında dudaklarında yarım bir tebessüm can buldu. Bir eli saçlarına gidip, biraz önce okşanan yeri ovuştururken içli bir nefes verdi. "Ne oluyor amına koyayım ya?" diye mırıldandı kendi kendine. Kafası iyiden iyiye karman çorman olmuştu. Esmer bugün ona aptal demişti. Ne tesadüftür ki, o an kendini çok aptal hissediyordu. Aslına konu Arslan olmadığında gayet de zeki bir adamdı. Ancak ana tema Arslan ve davranışları olunca Gökmen gerçekten ne düşünmesi, nasıl bir çıkarım yapması gerektiğini şaşıyordu. Aslında yaptığı şey, yanında bir şeyin varlığını hissedip, oraya bakmaktan korkmak gibiydi. Baksa olduğunu ya da olmadığını görecek, ona göre hareket edecekti ancak bir türlü kafasını çevirip bakacak cesareti bulamıyordu kendinde. Yavaşça ağırlığını verdiği bahçe duvarından doğruldu. Elindeki pamuğuna dayanmış sigarayı caddeye doğru fırlattıktan sonra esmerin evine son bir bakış attı. Odasının ışığı yanıyordu. Bir süre onun odanın içinde gezinen siluetini göğsünde derin bir ağrıyla izledi. "Beni ezen şey, seni de eziyorsa vay halimize kara kedi." diye fısıldadı geceye. Bu bir kavrayış değildi yalnızca bir ihtimaldi. Ancak Gökmen, ne kadar bu ihtimalden korkuyor da olsa daha fazla bu bilinmezliğin içinde kalabilecek kadar sabırlı bir adam da değildi. Saçlarını okşayan el sağ olsun, kafasını çevirip önündeki gerçeğe bakacak cesaretin tohumu yüreğine ekilmişti bile. Şimdi tek yapması gereken şey, o tomurcuklanmaya başlamış tohumun filizlenmesini beklemekti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD