Utanç duygusunu yoğun bir şekilde hissettiği en eski anısında 7 yaşındaydı. Bir okul günü, sınıf öğretmeni sınıftan içeri girmiş ve o ders deprem tatbikatı yapacaklarını, alarmı duydukları anda yapmaları gerekenleri tek tek hatırlatmış, ardından dersini işlemeye başlamıştı. Dersin ortalarına doğru sarışın oğlanın çişi gelmişti. Pıtı pıtı sırasından kalkıp utangaç bir şekilde öğretmeninden tuvalet izni istemiş, öğretmeni ise tatbikat yapılacağı için izin veremeyeceğini ve tutması gerektiğini söylemişti. Gökmen, dudaklarını aralayıp çok fazla sıkıştığını ve o zamana kadar bekleyemeyeceğini söyleyecekti ki, öğretmeni geçiştirici tavrıyla onu sırasına itelemiş, bir de üzerine teneffüste ihtiyacını gidermediği için azarlamıştı. Gökmen öğretmeninin azarıyla bir eli pantolonun önünde, her an dışarı çiş fışkırtmaya hazır olan pipisini sıkıştırarak yerine geri dönmüştü. Dakikalar sonra tatbikatın başladığını bildiren alarm çaldığında o da diğer sınıf arkadaşları gibi tahta sıranın yanında çömelmiş ve elleriyle başını korumaya almıştı. İşte ne olduysa tam o anda olmuştu. Çömelmesinin de getirisiyle daha fazla tutamamıştı. Sarı sıvı, paçalarından damlaya damlaya altında önce bir göl oluşturmuş, ardından akarsu olmaya karar vererek yavaş yavaş kıvrıla kıvrıla, uzun boyu sebebiyle en arkada oturan Gökmen'in altından başlayarak tahtaya doğru ince bir yol oluşturmuştu. Elbette o sırada, sıralarının yanına çömelmiş arkadaşları yanlarından akan sarı sıvıyı kolayca fark etmişti. Bazısı ıylayarak kaçınırken, bazısı kıkır kıkır gülüyor, kimisi öğretmenine şikayet ediyordu.
Gökmen ise çömeldiği yerde yanakları kıpkırmızı bir şekilde yüzünü bacaklarına yaslamış, hem ağlıyor hem de bulunduğu yerde yok olmanın hayalini kuruyordu. Tüm suç ona tuvalet izni vermeyen öğretmeninindi. İzin verseydi Gökmen bir koşu gidip mesanesini boşaltabilir, tatbikat başlamadan sınıfa dönerdi. Ancak izin vermemişti. İzin vermediği gibi Gökmen'i arkadaşlarının önünde azarlamıştı. Arkadaşlarından biri hademeye çağırınca bir fırça da hademeden yemişti. Öğretmen annesini okula çağırınca bir fırça da annesinden... Ve Gökmen tüm bu süreç boyunca, gözyaşları tükenene, ciğer gibi kızarana kadar sessiz sessiz ağlamaktan başka bir şey yapmamıştı. Kendini nasıl açıklayacağını ya da nasıl özür dileyeceğini bilememişti. Ertesi gün ve ondan sonraki günler arkadaşları onunla dalga geçmeyi bırakmayınca babasına okulunu değiştirmesi için yalvarmış ancak sert bir bakıştan başka bir şey kazanamamıştı. Böylece uğradığı akran zorbalığıyla yalnız baş etmesi gerektiğini kavramıştı. Ertesi gün okula gitmiş ve onunla dalga geçen herkesi tek tek dövmüştü. Sonunda yine bir süre azar ve cezaya maruz kalmıştı ancak önemli değildi. Zira arkadaşları onunla o günden sonra bir daha dalga geçememişti.
O günden sonra utançla baş etmenin yolunu, birçok diğer duygusuyla baş etmek için de aynı yolu kullanırdı, öfkede bulmuştu. Ne zaman utansa, utancını bastırmak için öfkeye sığınıyor, bağırıp çağırıyor, elleri yumruk oluyor ve kırıp geçiyordu. Doğru bir yol olmadığını bittabi farkındaydı ancak kendisi sık sık içgüdülerinin kurbanı olan, otokontrolü zayıf bir adam olarak utancını öfkeyle boğmaktan kendini alıkoyamıyordu.
İşte, kahvaltı masasında Atakan'ın kafasına kaşık fırlatmasının, evden çıkmadan önce abisiyle tartışmasının, evi kapıyı çarparak terk etmesinin, trafikte bir adama neredeyse kafa göz dalmasının, park alanı için biriyle ateşli bir tartışmaya girişmesinin, kafede siparişini iki saniye geç getiren görevliye çıkışmasının, atölyede her zaman oturduğu yerde başkasını görünce çocuğu neredeyse döverek yerinden kaldırmasının sebebi de tam olarak buydu.
Gökmen, o an bir insan değildi. O an Gökmen, kırmızı görmüş bir boğaydı ve gelene geçene boynuzlarını saplıyor olmasına rağmen bir türlü normale dönemiyordu. Öyle ki, bir çember oluşturacak şekilde dizilmiş onlarca şövalenin tam orta noktasında duran birkaç objeyi çizdiği kağıda bıraktığı çizgiler bile öfkesini yansıtır gibi keskin ve sertti. Oysa, bir resim öğrencisi olarak yumuşak çizgiler kullanması gerektiğini çok iyi biliyordu. Sınıfı dolaşan hocası tarafından defalarca ikaz edilmiş, çizime üç kere yeni baştan başlamıştı ancak değişen bir şey yoktu. Çizgileri de yüzü kadar öfke kusmaya devam ediyordu.
Hocasının dördüncü ikazıyla, çizime dördünce kez yeni baştan başladığında sınıfın yarısı çoktan boşalmıştı. Dakikalar birbirini kovaladı, çizimini tamamlayan hocasından onayını alıp, pılısını pırtısını toplayarak sınıftan ayrıldı. Sonunda bir tek Gökmen ve dersin hocası kaldı. Bir süre sonra ellilerinin sonlarındaki adam da sıradaki dersinden önce dinlenmek için sınıfı terk ettiğinde Gökmen, alanın ortasındaki objelerle ve önündeki kağıtla baş başa kalmıştı.
Dördüncü kez çizimi geri dönülmez şekilde sert çizgileriyle mahvettiğinde pes etmiş bir nefes verip, alnını önündeki şövaleye sertçe yasladı. Gözlerini sıkı sıkıya kapatıp, "Yeter." diye fısıldadı kendi kendine. "Hissettiğin şey yalnızca sikimsonik anlık bir arzuydu."
Arada bir izlediği dizilerdeki erkek başrolleri de öpesi geliyordu yani sonuçta. Bundan bu kadar utanmasına gerek yoktu. Arslan'ın bunu fark etmiş olması elbette iyi hissettirmiyordu ama bu kadar abartmasına gerek yoktu. İki haftadır yaşamak zehir zıkkım olmuştu. Bunu kendisine yapmamalıydı. Bu kadar takılıp kalmamalıydı. Alt tarafı onu öpmek istemişti. Gidip öpmemişti ya!
Kendini rahatlatarak geçirdiği on dakikanın sonunda kafasını yavaşça ahşap levhadan kaldırdı. Eşyalarını seri hareketlerle toplayıp, siyah proje çantanın içine tıkıştırdıktan sonra çizmesi gereken objelerin daha sonra çizimi tamamlamak için birkaç fotoğrafını çekip, çantayı sırtına vurduğu gibi sınıfı terk etti. Ellerini üzerindeki siyah sweatin ceplerine sokup, aceleci adımlarla park alanına bıraktığı arabasına doğru ilerlerken düşünceli gözleri spor ayakkabılarının üzerindeydi.
Dünden beri düşünmekten kafayı yemişti ancak hala bu rezillikten sıyrılmak için ne yapması gerektiğinden emin değildi. Bir yanı hazır yakalanmışken yapış dudaklarına hevesini al, sonra da hafızasını kaybedene kadar o piçi patakla, diyordu. Bir yanı sonuna kadar inkar taktiğiyle ilerlemesinin, hatta zeytinyağı gibi üste çıkana kadar sayıp sövmesinin en mantıklısı olduğu kanaatindeydi. Diğer yanı ise ölene kadar ondan kaçması gerektiği konusunda çok ısrarcıydı. Gökmen bu üç parlak fikir arasından hangisini uygulayacağını bilemiyordu.
Tüm gün öfkeyle ısıra ısıra parçaladığı dudaklarına bir kez daha dişlerini geçirip, kaşlarını çatarak cıkladı. "Senin gözünü sikeyim Gökmen. Bok vardı da gittin adamın dudaklarına yiyecek gibi baktın." diye kendi kendine yükselirken adımlarını hızlandırdı.
Sonunda düşünceler içinde arabasına ulaştıktan sonra, arka kapıyı açıp o gün başka çizim dersi olmadığı için çantayı arabaya fırlattıktan sonra gözüne ilişen, içinde Arslan'ın sikik tişörtünün olduğu poşetle bir süre bakıştı. Sonunda bir küfür edip, ayakları arabanın dışında kalacak şekilde koltuğa çöküp bir sigara yaktı. Dudaklarının arasına kıstırdığı sigarayla kotunun dar cebinden güçlükle de olsa telefonunu çıkardığında hala kararsızdı. İçine çektiği nefesi burnundan verip, dalı parmaklarının arasında döndürürken bir süre telefonundaki uygulamalar arasında boş boş dolandı. Sonunda pes etmiş bir nefes verip, "Sikerim böyle işi he!
Ne olacaksa olsun amına koyayım!" diye yine kendi kendine yükselerek, uygulamada baya altlarda kalmış esmerin profilini buldu.
Gökmen:
Otoparktayım, gel al soktuğumun dandik tişörtünü
Yazıp, kendine ikinci kez düşünme imkanı tanımadan gönderdi. Bir bacağını seri bir şekilde sallayarak telefonunun ekranına dikti mavilerini. Birkaç saniye sonra esmer delikanlı çevrimiçi olunca kalbi göğüs kafesine gürültüyle çarptı. Dişleri bir kez daha alt dudağına saplanırken, çatılı kaşlarını göğsüne indirdi. "Yemin ederim bütün damarların tıkanana kadar dumana boğarım seni, adam akıllı tepkiler ver." diyerek bu sefer de göğsünün ortasındaki zavallı organa yükseldi.
Onun kalbiyle bir kavgaya tutuştuğu saniyelerde elindeki telefon bir kez titreyince, telaşlı gözleri ekranı buldu.
Arslan:
Geliyorum
Ayrıca götünü satsan alamazsın o tişörtü sarı, boş yapma
Gökmen:
Tişörtünü sikeyim senin.
Mesajı hem yazmış, hem de çatılı kaşlarıyla homurtuyla seslendirmişti.
Arslan:
Sikmediğin bir o kalmıştı zaten :D
Esmerin cevabıyla gözlerini devirse de dünden sonra iletişimlerinde herhangi bir değişim olmadığını görmek bir nebzede olsa gerginliğini azaltmıştı. Ancak azalan gerginliğinin aksine heyecanı geçen her dakikada artıyor, avuç içleri terleyip duruyordu. Aradan geçen beş dakikanın sonunda boğazı kupkuru kalmıştı ve sürekli dişlerinin gazabına uğrayan dudakları kabuk atmıştı. Kendisine defalarca doğal davranması gerektiğini hatırlatarak geçirdiği bilmem kaçıncı dakikanın sonunda, otoparkın kampüsün içine açılan giriş kapısından beklediği suret göründü.
Kafasını yere eğmiş, elleri ceplerinde ağır ağır ona doğru gelen bedeni görmesiyle kalbi önce gümbürdedi, ardından artık alışmaya başladığı hızlı bir ritim tutturdu. Arslan'ın kendisine adım adım yaklaşışını izlerken, bu adamın nasıl olup da kalbinin ritmini bozabildiğini, onu niçin öpmek istediğini düşündü. Siyah dağınık tutamları, parlak ela gözleri, kalın kaşları, uzun kirpikleri, soluk renkli dudakları, hafif kirli sakalı, keskin çene hattı, erkeksi tavırları ve büyük cüssesiyle kesinlikle Gökmen'in ideal tipiyle yakından uzaktan alakası yoktu. Gökmen hem kadınlar da hem de erkekler de minyon tipleri severdi bir kere. Çıtı pıtı, kıvrımlı hatları, sevimli ifadeleri olan, flörtöz ve narin tipler favorisiydi. Arslan, bu saydığı özelliklerin tam zıttıyken nasıl oluyordu da ondan aklını kaçıracak kadar etkilenebiliyordu? Hoş, hissettiği şey yalnızca cinsel çekimdi. Ondan hoşlanıyor falan değildi.
"Yine yüzünde güller açıyor sarı." diyen alaylı sesle Gökmen, ne ara yere çevirdiğini bilmediği yüzünü ağır ağır yerden kaldırdı. Bir dirseğini arabanın açık kapısının tepesine yaslamış, dudaklarında çarpık bir sırıtışla ona bakan esmerin elalarıyla çarpışınca bir saniye için donup kaldı. Onu yüzünü günlerdir adam akıllı görmeyişinden mi bilinmez, yüzündeki donuk ifadeyle esmerin yüzünü ağır ağır süzdü.
"Senin yüzünü gören dalda gül mü kalır amına koyayım." derken, sesi de yüzü kadar ifadesizdi.
"Dün, yüzümü göremediğinden yakınmıyor muydun sen en son?" dedi esmer delikanlı, kaşlarını alayla havaya kaldırırken.
Gökmen, normalde köpüreceği cümleye yalnızca gözlerini devirdi. Dağınık zihni, o an bir öfke dalgasına hazır değildi.
"Sen de her şeyi götünden anlamak alışkanlık olmuş. " dedi soğuk bir sesle. Ardından arabanın arka koltuğundaki poşete yerinden kalkmadan uzanıp aldı. Poşeti ona doğru uzatırken, "Al kıymetlini de siktir git." dedi.
Arslan'ın gözleri önüne doğru uzatılan poşete kısa süreli değdi. Ardından tekrar Gökmen'in mavilerine çevirdi elalarını. Gökmen o elalara ansızın çöken karartıyla huzursuzlandı. Kalbi göğüs kafesini şiddetle döverken, gözlerini kaçırmamak için üstün bir çaba verdi. Ela gözler yüzünü turlayıp, bir kez daha mavilerine sabitlenince, poşeti ileriye doğru uzatıp tekrar alıp siktirip gitmesini söyleyecekti ki Arslan sonunda dudaklarını araladı.
"Salağa mı yatmaya karar verdin?" dedi yüzünde beklediğinin gerçekleştiğini gösteren alaylı bir ifadeyle kaşlarını havaya kaldırdı.
Gökmen, konunun açılmamasını ummuştu. Şu saatten sonra yapabileceği tek şey gerçekten salağa yatmak olacaktı. Kaşlarını hızla çatıp, yüzüne öfkeli bir ifade yerleştirdi. Bıkkın bir nefes verip, havada tutmaktan yorulan kolunu aşağı indirirken, "Bak kara kedi, dün gece de zırvaladın bir şeyler, bir de ağzımı açmama izin vermeden topukladın. Ne saçmalıyorsun, o küçük kafanda ne kuruyorsun bilmiyorum ama kimsenin, hele de senin gibi bir mahlukatın dudaklarına göz diktiğim falan yok benim. Bunu o sik kadar beynine sok ve beni salak saçma imalarınla yorma." dedi tek nefeste.
"Benim dudaklarıma göz diktiğini falan söylediğimi hatırlamıyorum." diyen alaylı sesle dumur oldu.
Yüzündeki gizlemeye gerek bile duymadığı zafer ifadesi anında silinirken kırdığı potla ne yapacağını bilememişti. Kendi kendisinin kuyusunu kazmıştı resmen. Dudakları birkaç kez açılıp kapandı ancak bir şey demesine kalmadan Arslan'ın bıraktığı sessiz gülüşle aralanan dudaklarını utançla birbirine bastırdı. Kulakkepçesi hızla kızarırken, öfkesi de aynı hızla bedenini ele geçirdi. Yerinden fırlayıp, esmeri göğsünden sertçe ittirdi. "Sikerim lan senin alayını!" dedi çakmak çakma olmuş mavileri gitgide koyulaşırken ittirdiği göğsü tişörtünden kavrayıp kendine çekti. "Ne seninle ne de sikik dudaklarınla işim olmaz benim! Kendi kendine-"
Bir anda boynunu ve çenesini sıkıca kavrayan elin baskısı ile sırtı sertçe arabaya vurulduğunda dişleri acıyla birbirine geçmiş, sözleri yarım kalmıştı. Öfkeden koyulaşmış mavileri, artık eğlenmediğini gösterir gibi kısılmış, tehditkar elalarla çarpıştığında nefesi kesildi.
"İyi dinle sarı." dedi esmer, Gökmen'in karnının sancımasına sebep olan sert bir sesle. "Senin afranla da tafranla da uğraşamam. Dün ağzımı açıp bir şeylerin farkında olduğumu söylediysem, ayağını denk al, baktığın yeri bil diyedir. "
"Kendi kendine ne güzel gelin güvey olmuşsun lan sen öyle! Yok öyle bir şey!" dedi Gökmen hırsla. Utanç çok yoğun olduğu için istemsizce gözlerini elalardan kaçırdı. Hafif hafif titreyen parmaklarının arasındaki yakayı ittirerek kendisinden uzaklaştırmaya çalışsa da Arslan bir adım kıpırdamadı.
Arslan, burnundan bıkkın bir nefes verirken ela gözleri biraz daha koyulaştı. "Gökmen..." dedi tehditkar bir fısıltıyla yüzünü sarışına yaklaştırırken. "Sen inkar ettikçe benim seni enseleyesim geliyor, yapma şunu. O yüzden gel sen kaşınmadan itiraf et, ben de rahat bırakayım seni."
Gökmen'in bütün tüyleri diken diken oldu. Karnından garip bir sancı vardı. Gözleri esmerin birkaç milim ötesindeki dudakları ile gözleri arasında gidip geldi. Onun bıraktığı sıcak nefesler dudaklarına vurdukça, öfkesinin arasına hırs, hırsının içine arzu karışıyordu. Aldığı her solukla ciğerlerini uyuşturan kokusu da cabasıydı. "Yok öyle bir şey dedim." dedi boğuk bir fısıltıyla.
Arslan'ın dudaklarının kıvrılışını saniye saniye dikkatle izledi. Esmer olan, burunlarının uçları birbirine sürtene kadar ona yanaşırken, Gökmen olduğu yerde titredi. Bedenindeki güç yavaşça çekilirken, esmerin yakasını sarmış parmakları engel olamadığı bir şekilde çözülmüş, avuç içi onun göğsüne yaslanmıştı.
"Beni öpmek istiyorsun Gökmen." diye fısıldadı esmer, her sözcük sıcak bir soluk olarak Gökmen'in aralık dudaklarından sızdı.
"Dudaklarımı kavramak, emmek, dişlerini sürtmek, dilini ağzımın içine göndermek istiyorsun." Esmer beden biraz daha ona yaklaştı. Şimdi dizleri birbirine değiyordu. Bedenlerinin arasındaki tek engelse Gökmen'in Arslan'ın göğsüne yaslı eliydi. Gökmen sertçe yutkunup, hızlanan soluklarıyla baş etmeye çalışırken Arslan devam etti. "Ağzımı talan etmek için çıldırıyorsun. " Gökmen'in çenesiyle boynunu aynı anda kavramış olan elinin başparmağıyla çene çizgisini ağır ağır sıvazlarken, "Şuna bak... Elimin altında ne halde olduğunun farkında mısın?" diye fısıldadı.
Bu bir meydan okumaydı. Gökmen, dağılmış zihniyle bile bunun bir meydan okuma olduğunu anlayabiliyordu. Avıyla oynayan bir avcı gibiydi esmer olan o an. Ve Gökmen'in av olmaya niyeti yoktu. Hızlanmış soluklarının, deli gibi çarpan göğsünün, ürperen tüylerinin ya da bu yakınlığa isyan edercesine sızlayan kasıklarının bir önemi yoktu. Kendini ona yem etmeyecekti.
Arslan'ın göğsüne yaslı elini ağır ağır esmerin ensesine kaydırırken, gözlerine yerleşmiş tedirgin ve bir o kadar istekli bakış yerini hırsa bıraktı. Parmakları Arslan'ın ensesindeki saçları kavrayıp, dudakları arasında yalnızca milimler bırakana kadar kendine çekti. Gözleri önce Arslan'ın aralık dudaklarına sonra ağır ağır elalarına çevrilirken, ağzının içine dolan sıcak soluklarla çıldıracağını hissetti. "Dibime giren sensin kedi. Buradan bakınca dilimi ağzının içinde isteyen senmişsin gibi görünüyor. Cesaretin yok diye boku bana atmaya çalışma." diye fısıldadı.
Arslan'ın adem elmasının sertçe aşağı yukarı hareket ettiğini göz ucuyla gördü. Çenesindeki elinin tutuşu biraz daha sertleşti ve Gökmen doğru yolda olduğuna emin oldu.
"İnan bana, seni öpesim olsa öperdim, kendinle karıştırma beni."
"Sen de o yürek yok aslan parçası, kandırma kendini." diye fısıldadı Gökmen, mavilerini elalara dikerken. Direnmek hiç bu kadar zor olmamıştı. Kanı çağlıyor, dudakları karıncalanıyor, kasıkları aralarındaki cinsel gerilimle sızlıyordu. Bu çekim... daha önce hissettiği hiçbir şeye benzemiyordu.
Sanki dudakları arasında kıvılcımlar çıkıyor, tenlerinin birbirlerine değdiği bütün noktalardan elektrik akımları veriliyordu vücuduna.
Sanki dünyanın bütün oksijeni o dudaklara sıkışmıştı da, Gökmen o dudaklara kapanmadığı her saniye nefes alamıyormuş gibiydi. Ancak yine de gururuna yedirip, o dudaklara yapışamıyordu. Aklının selim olan küçücük bir kısmı, ilk adımı onun atmaması gerektiğini söylüyordu. Atarsa daha sonra hissedeceği pişmanlığın daha ağır olacağını bas bas bağırıyordu.
Arslan'ın dudakları onun sözleriyle kıvrıldı. Elaları alayla kısıldı. Avıyla oynayan bir kedi gibi, bulundukları anın her zerresinden zevk alıyordu. Gökmen, ela gözlerdeki o zevki bu yakınlıktayken çok net seçebiliyordu ve lanet olsun ki bu bile o an yalnızca karnının daha çok istekle kasılmasına sebebiyet veriyordu.
"Beni gaza getirmeye çalışıyorsan, vazgeç. İşe yaramayacak, erkekler ilgi alanımda değil. Ama dilini ağzıma sokmayı bu kadar istiyorsan, yap gitsin. Onca yıllık hasımlığımızın hatrına sana bir kıyak geçeceğim." dedi Arslan, parmaklarının altında kontrolden çıkmış gibi atan şah damarını ağır ağır okşarken.
Gökmen sertçe yutkundu. Dilini Arslan'ın ağzında hayal etmek bile ürpermesine, kasıklarının zonklamasına, dilinin ucunun karıncalanmasına sebep olmuştu. "Dilimi ağzına sokmak istemek için kafayı yemiş olmam gerekiyor." dedi boğuklaşan sesiyle.
"Buradan yeterince kafayı yemiş gibi gözüküyorsun Gökkuş."
"Yedim... ama o kadar değil." Bu bir itiraftı biliyordu. Ancak iradesi ve mantığı yalnızca onu öpmemeye konsantre olabilmeye yetiyordu.
"Emin misin?" dedi Arslan aynı oranda koyulaşmış sesiyle, burnunu yavaşça onun burnuna sürterken.
Gökmen, muhtaç bir inilti bırakmaya niyetlenen dudaklarını sertçe birbirine bastırdı. Karnında bir kelebek istilası, tüm bedeninde bir karınca taarruzu vardı. Dişleri birbirine geçerken, nefes almayı bıraktı. İstiyordu. Daha önce hiçbir şeyi bu kadar istememişti. Geçen günlerde duyduğu istekle şu anki mukayese bile edilemezdi hatta. O his bir tepeyse bu bildiğin Everes dağıydı. O his bir kıvılcımsa, bu cehennemin ta kendisiydi.
Dudaklarını güçlükle araladı. "Hiç..." Sertçe yutkunup, diliyle alt dudağını yokladı. "...olmadığım kadar eminim." Gözleri son kez Arslan'ın dudaklarına kaçak göçek değip, tekrar elalarına vardı. Orada gördüğü bir parça hayal kırıklığı ve harelerinden taşan öfke çok keskindi. O hayal kırıklığının ve öfkenin sebebinin meydan okumayı kazanamamış olması olduğunu düşündü.
"Güzel." dedi esmer bir elini hala saçlarındaki ele götürüp, onu bileğinden sıkıca tuttu. "Madem bu kadar eminsin istemediğine, ortada sorun kalmadı o zaman." dedi soğuk bir sesle. Ardından Gökmen'in çenesini ve bileğini ittirerek bırakıp, bir adım geri çekildi.
O yere uzanıp, Gökmen'in boğazına sarındığında düşürdüğü poşeti alırken, Gökmen kıpırdayamadan, nefes bile almadan onu izledi. Poşeti alıp, doğrulurken sarışını allak bullak eden soğuk bir bakış atıp, geriye doğru bir adım attı. "O mavilerini gün doğana kadar sıkı sıkı kapat Gökmen. Açarsan ve bakarsan, bu sefer ağzına sıçarım." dedi ve sırtını dönüp acelesiz adımlarla uzaklaşmaya başladı.
Gökmen, titreyen gözbebekleriyle ondan adım adım uzaklaşan esmerin sırtına bakarken, ne göğsünün tam orta yerine düşmüş ateşe, ne boğazına oturmuş dikenli yumruya, ne de titreyen bedenine bir açıklama bulamıyordu. Günlerdir direndiği öpücüğe bir kez daha istediği gibi direnmeyi başarabilmişti, memnun olmalıydı ama değildi. Esmerin sözleriyle, attığı o son bakışla içten içe öpmüş olmayı, o meydan okumayı bile isteye kaybetmiş olmayı diliyordu şimdi.