BURÇAK
Ben Burçak Soysal haftalardır, hatta aylardır işte bu anı bekliyordum. Kocamın kolunda şirketten içeri adımımı atarken sırtım dik, başım yukarıdaydı. Alkış seslerini duyuyor gibiydim. Sonunda ne yaptım, ettim kocamı şirkete dönmeme ikna etmeyi başardım.
Dinçer ile birlikte merdivenleri çıkarken bu şirkete ilk adım attığım gün an be an hafızamda canlandı. Benim için unutulması zor bir gündü. Kendi mesleğime veda edip, kocamla tanıştığım ve tamamen umutsuzluğun dibini boyladığım bir gündü.
***
1,5 Yıl Önce
“Burçak, seni uyku tulumu kalk artık! İş görüşmesine geç kalacaksın.”
“Burçak!”
“Hmmm…”
“Burçaaakkkk kime diyorum!”
“Beş dakika daha anne,” diye inledim başımı yastığın altına gömerken. Annelerin sesleri nedense sabahları daha yüksek çıkma potansiyeline sahipti. Bir de ismimi uzatması ve saniyede bir bağırması yok muydu, işte gerçek işkence buydu. Tam uykunun kollarına doğru yeniden uçarken, kalçamda hissettiğim acıyla yatakta oturur pozisyonuna geçtim. Gözlerimi kapatıp, dudaklarımı isyan edercesine büktüm ve başımı yukarıya doğru kaldırdım.
“Allah’ım neden ben?” Annemin kafama vurmasıyla uykuya hasret gözlerimi bir çırpıda açıverdim. Size diyorum anne ve sabahın körü ikilisi gerçek bir işkence!
“İş görüşmesine geç kalacaksın aptal kız!” Gözlerim hışımla komodinin üstündeki saate yöneldi. Saat tam olarak dokuzun üstündeydi ve benim yalnızca yarım saatim vardı. Hışımla yataktan kalktım ve odanın ortasında telaşla dolandım.
“Kıyafetlerim, kıyafetlerim nerede? Saçımı yapmam lazım…” Anneme çarpınca sinirli gözlerim yüzüne kilitlendi.
“Beni uyandırmalıydın.”
“Her defasında arkanı toplayamam. Kardeşlerine kötü örnek olmaktan başka bir işe yaramıyorsun. Evlendiğinde ne yapacaksın?” Dün akşam ütüleyerek sandalyenin üstüne koyduğum kıyafetlerime yöneldim ve giyinmeye başladım.
“Ben evlenmeyeceğim daha çok gencim,” dedim isyan edercesine. Annem başını iki yana sallayarak cık cıkladı.
“Bende babanla karşılaşmadan önce aynen böyle diyordum. Neyse hazırlan ve bir an önce çık.” Annem odadan çıkınca rahat bir nefes aldım. Onsuz giyinmek daha iyiydi, çünkü beni konuşmakla oyalayacak kimse yoktu.
Siyah, düz mini eteğimi ve üstüne beyaz, göğüs kısmında pile eklemesi olan askılı bluzumu giydim. Sarı saçlarımı atkuyruğu yaptım. Makyajımı yaptıktan sonra siyah, kendinden çizgileri olan blazer ceketimi de giydiğimde tamamen hazırdım. Kız kardeşimle paylaştığım odamızdan çıkarak salona yöneldim. Evimiz dört kişilik bir aile için yeterli gözüküyor gibiyse de, bana göre yeterli değildi. Annem ve erkek kardeşim kendi odalarına sahipken, ben bu haktan mahrum kalmıştım.
Kardeşim İnci ile paylaştığım oda ikimiz için fazla küçüktü. İki tekli baza ve ortadan ikiye böldüğümüz altı kapılı gardırop çok fazla yer kaplıyordu. İnat edip ikimizde ayrı makyaj masası isteyince, hâliyle hareket edecek pek yer kalmamıştı.
Evimiz üç oda bir salondu. Oturma odası oldukça geniş, mutfağı oldukça dar, sıradan bir apartman dairesiydi işte. Eğer bugün gideceğim iş görüşmesinde işi kaparsam, kesinlikle kendime ait odası olan bir eve taşınacaktım. Bu benim hayal listemin ikinci sırasındaydı. İlki ise elbette kendi mesleğimi yapmaktı. Hayranı olduğum ayakkabıları kendim tasarlamayı çok istiyordum, fakat bu şimdilik oldukça zor görünüyordu.
Annemle vedalaştıktan sonra çantamı alarak kapıya yöneldim. Beyaz çantamı tamamlayacak siyah yüksek topuklu ayakkabıları giydim. Boyum ailemin oranlarına göre uzun olsa da, itiraf ediyorum boy kompleksim vardı. Neyse ki kurtarıcım olan topuklu ayakkabılara sahiptim. Onları giydiğimde tam olarak istediğim boydaydım.
Bizim apartmanın tek sorunu evlerin küçük olması değildi, bir de asansör sorunu vardı. Haftanın bir günü çalışıyorsa, diğer altı günü yatıyordu. Bu asansörün kesinlikle kız kardeşimle bir akrabalığı vardı. Kız kardeşim de tıpkı aptal asansör gibiydi. Bir gün çalışıyorsa, diğer altı gün muhakkak yatıyordu.
Hızlı adımlarla merdivenleri indim ve köşedeki taksi durağına yöneldim. Daha fazla geç kalmak istemiyordum. Gideceğim görüşmenin kendi mesleğimle, hayallerimle uzaktan yakından alakası yoktu. Bu devirde zaten kim hayallerini yaşıyordu ki?
Taksiye binerek, gideceğim adresi verdikten sonra bakışlarımı akıp giden trafiğe çevirdim. Beni sekreterlik görüşmesine iten sebepleri düşündükçe kaderime göz kırpmak istiyordum. Annem tek başına bizi elinden geldiğince okutmuş ve onca yıldan sonra karşılık beklentisine girmişti. Haksız da sayılmazdı.
Hâlâ okumaya devam eden erkek kardeşim Furkan’ı saymazsak, kız kardeşim ile ikimiz henüz annemin beklentilerini karşılayacak mertebeye yükselememiştik. Hangi anne iki tane işsizle uğraşmak isterdi ki? İnci’ye içten içe söverken, taksinin durmasıyla araçtan indim. Hayallerimdeki mesleğe şimdilik veda etmeli ve bu işi kapmalıydım. Yoksa… Sonrasını şimdilik düşünmek istemiyordum.
***
Sadece bir kişiyi alacak sekreterlik ilanı için gelenleri görünce Türkiye’de ne kadar fazla işsiz olduğunu bir kez daha fark ettim.
Kısa süren ön görüşmelerin ardından geriye sadece üç kişi kalmıştık. Neye göre eleme yaptıklarını bilmesem de sona kalanlar içinde olduğum için mutluydum. Katıldığım proje yarışmaları aklıma gelince iç çekmekten kendimi alamadım. Ben Burçak Çamdalı bir sekreterlik işi için bu kadar heyecanlandığıma inanamıyordum. Ulaşmak istediğim hedefleri düşündüğümde, burada olmak benim için oldukça tuhaf bir durumdu. Sindiremiyordum.
“Sizi üst kata alacağız,” diyen sesle kendime hayret etmeye ara vererek, diğerleriyle birlikte ayağa kalktım. Bir yanım deli gibi buradan kaçmak istiyordu. Ben bu iş için fazla özeldim, Allah aşkına!
“Nereye gidiyoruz?” Benden birkaç yaş büyük olduğuna emin olduğum kadınlardan birinin sesiyle kulaklarımı kabarttım. Açıkçası ben de bir telefona bakmak için daha kaç kişiyle görüşüp, ayağına gideceğimizi merak ediyordum. Sanki sekreter değil, şirkete yönetici arıyorlardı.
“Sekreterliğini yapacağınız kişiyle görüşeceksiniz. Yani şirketin sahibiyle, kendisi öyle herkesle çalışamaz.”
Bu cevap aptal ilandaki detayları anlamama yardımcı olmuştu. Neden iki yabancı dil istediklerini, diksiyona önem verdiklerini ve daha bilmem kaç maddeyi eklemelerinin sebebini anlamıştım. Eleman arayan kişi kesinlikle huysuz ihtiyarın teki olmalıydı. O aptal maddeleri bir telefon için eklemesinin başka mantıklı açıklaması olamazdı.
Üst kata ulaşıp beklemeye koyulduğumuzda bizi başka bir eleman karşıladı. İçeriye tek tek gireceğimizi bildirdikten sonra patron olacak ihtiyarın odasına yöneldi. Yani öyle tahmin ediyordum, sonuçta bunun için buradaydık değil mi?
Beş dakika sonra yanımdakilerden birinin adı söylendi ve kadın ayağa kalkarak odaya yöneldi. Ellerime hükmetmeye başlayan titreme beni gafil avladı. Annemi daha fazla hayal kırıklığına uğratmak istemediğim için bu işe fazla bel bağlamıştım ve kesinlikle bu işi istiyordum. Ucunda huysuz ihtiyarın birine sabretmek olsa dahi, acınası gerçek buydu.
Yarım saat sonra geriye kalan tek kişi bendim ve sona bırakılmaktan gerçekten nefret ederdim. Patronum olacak herife – eğer işi kapabilirsem- şimdiden sinir olmuştum.
“Burçak Çamdalı, içeriye girebilirsiniz,” diyen kadın elinde tuttuğu özgeçmişimle odanın kapısını tıklattı. Peşi sıra odaya girerken derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. “Burçak, bu işi sen almalısın,” diye fısıldadım kendi kendime. Görüşmeleri yönlendiren kadın bana ait olduğunu düşündüğüm özgeçmişi masaya bırakarak odadan çıktı.
“Burçak Hanım şöyle oturun lütfen.” Kulaklarımı yalayıp geçen ses tok ve kalındı. Fakat başımı hızla kaldırmamın sebebi kesinlikle bu değildi. Adamın ses tonuna eşlik eden öyle bir duygu yoğunluğu ve buğu vardı ki, başımı kaldırmadan karşımdakinin yaşlı bir ihtiyar olmadığına emin olmuştum.
Başımı kaldırmamla dizlerimin bağının çözüldüğünü, parkelere eriyip tüm odaya yayılacağımı hissettim. Ellerim şimdi daha fazla titriyor, midem tuhaf bir şekilde düğüm düğüm oluyordu. Hani yüksek bir yerden atlarken ya da uçakla bir anda iniş yaparken, midenizi saran tuhaf bir boşluk hissi var ya, işte ona benzer bir şeydi.
“Lütfen oturun,” diye tekrar etti.
“Lütfen siz konuşmaya devam edin,” dememek için dilimi ısırdım. Titreyen dizlerime inat kendimden emin bir şekilde yürümeye çalıştım. Aklım karmakarışık olmuştu ve ben ne kadar kendinden emin davranıyordum, emin değildim. Beynimin içine sis gibi dağılan ses, tüm bedenimi mercek altına alan derin gözler beni gerçek dünyadan soyutlamış gibiydi. Karşısına oturduğumda bakışlarını kirpiklerinin altına indirerek, elindeki dosyayı incelemeye başladı. Tabi ben de karşımdaki ilahi yaratığı…
Sivri yüz hatlarına sahipti. Hafif kavisli kaşları, siyaha yakın koyu gözlerine sert bir mizaç çizmiş gibiydi. Dolgun kirpikleri gözlerine ince bir sürme çekilmiş gibi görünmesini sağlıyor, yüz hatlarına orantılı dudaklarının bir yanı hafifçe kıvrık duruyor ve bu sert bakan gözlerine nazaran yüzüne bir tebessüm oturtmuş gibi görünmesine neden oluyordu. Esmer teni bana çikolata krizlerimi hatırlatmıştı. Canım şu an fena hâlde bitter çikolata çekti.
“Ben Dinçer Soysal eğer anlaşabilirsek, bundan sonra birlikte çalışacağız,” diyerek hafifçe tebessüm etti.
Allah’ım sana geliyorum. Çikolata krizim tuttu. Ben bunu sesli mi söyledim?