DİNÇER
Burçak’ın yaptığı doğum günü sürprizi ve hediyesi benim için gerçekten sıra dışıydı. İki gün boyunca isteklerimi yerine getirecek olması nasıl bir lütuftu benim için. Erkeklerin doğasında hükümdarlık ahir zamandan beri vardı. Kadınların bizim için yaratıldığına, her dediklerimize itaat edeceğine inanmayı isterdik. Bu erkeklerin doğasında vardı, yalnızca benimle alakalı değildi.
Evlendiğimizden beri bizim evde hükümdar karımdı. Ne kadar ona itiraz etsem de, kendi düşüncelerimi savunsam da eninde sonunda kazanan karım olurdu. Bana verdiği iki günlük hükümdarlık tacı, işte bu yüzden benim için bulunmaz bir nimetti. Karımın evlendiğimizden beri burnumdan getirdiklerini, onun burnundan getirmeye kararlı ve istekliydim. İster intikam deyin, ister egoistlik. Kimin ne düşündüğü, hatta karımın içinden saydırdıkları bile umurumda değildi. Evlilikte erkeklerin sözü geçer teorisini iki gün içinde karıma kanıtlama niyetindeydim. Ta ki işlerimi halletmek için şirkete giderken gelen telefona kadar... Ben anasından şanslı doğan biri değildim. Bunu bugün gerçekten de anlamıştım.
Dün mail attığım dostumun havalimanında olduğunu öğrenince arabamın rotasını şirketten, Yeşilköy’e çevirdim. Karımla baş başa geçireceğimiz iki gün benim için gerçekten çok önemliydi ama batmakta olan şirketimizi düzlüğe çıkarmak daha da önemliydi. Karımla bir hafta sonra da tatile gidebilirdim. Çocuğumuzun geleceği bu projeye bağlıyken iki günlük hükümdarlık kimin umurunda olabilirdi? Tamam, yalan söylüyordum. O hükümdarlığı istiyordum ama şimdi değil.
Havalimanın girişine geldiğimde Erdem’i telefonla konuşurken buldum. Bana bir dakika işareti yaparak konuşmaya devam etti.
“Sana hesap verecek değilim,” diye kükrüyordu. Telefonun karşısındaki kimse ona gerçekten acıdım. Erdem’i uzun yıllardır tanıyan biri olarak öfkelendiğinde ipleri tamamen kopardığını çok iyi biliyordum.
“Oraya dönmeyeceğim. Eğer dönersem seni bir kaşık suda boğacağıma, ardından okyanusun derinliklerine fırlatacağıma oldukça eminim. Beni kandırabileceğini hangi beyin hücren düşünüyor emin değilim ama o hücreyi gelirsem yerinden sökerim. Eğer beni bir daha aramaya cesaret edersen…”
Erdem ve akıl almaz tehditleri… Yine kim bilir hangi akılsız kuyruğuna bastı. Telefonu kapatarak bana baktı ve gülümsedi. Biraz önceki sinirli hâlinden eser kalmamış gibiydi.
“Abim benim,” dedi tokalaşırken. “Senin mailini aldığımda yola çıkmak için valiz hazırlıyordum. Hayattan başka bir şey dileseydin kabul olacakmış. İki gün önce Türkiye’ye dönmeye karar vermiştim. Senin teklifin benim için can simidi oldu diyebilirim.”
“Hoş geldin,” dedim ben de keyifle. Tatili iptal edecek olmamıza rağmen gerçekten keyfim yerine gelmişti. Şirketi kurtarmak artık o kadar da zor görünmüyordu. “Arabaya geçelim, gel,” diyerek valizini aldım ve bagaja yerleştirdim. Arabayı çalıştırıp yola koyulduğumda bir yandan da verdiği kararın sebeplerini soruyordum.
“Seni bu karara ne itti? Üç ay önce konuştuğumuzda asla dönmeyi düşünmüyordun.” Keyifli ifadesi biraz önceki sinirli ifadesiyle yer değiştirdi. Erdem sık sık karar değiştiren, aklına eseni yapan biri değildi. En azından bazı konularda…
“Evlenecektim,” dedi öfkeli bir sesle. Öfkesi kendisine mi, soruyu soran bana mı yoksa evlenme fikrini değiştiren kadına mı emin olamadım. “Son iki haftadır bildiğin süs köpeği gibi düğün işleriyle uğraştım,” dedi işaret parmağıyla kendini işaret ederken. “Ben… Ben Erdem, inanabiliyor musun?” İnanıyordum aslında, zira bir yıl önce aynı şey benim başımdan da geçti.
“Sonra?”
“Hâlâ inanmakta sorun yaşıyorum. Bu kadın milletinin derdi ne sanırım asla çözemeyeceğim. Nikâh masasında ‘Hayır,’ dedi ya… Her şey bitmiş, bir evet demek kalmış aptal hatun hayır dedi. Neymiş efendim her şey çok hızlı gelişmiş. Eski sevgilisini unutamadan evet diyemezmiş. Altı aydır görüşüyoruz, eski sevgilisi bir kere bile gündeme gelmemişti. Bir anda nereden çıktığını anlamadım. Feleğim şaştı yeminle... Bugün de ülkeden ayrıldığımı duyunca beni aradı. En azından ilişkiye devam etmek istiyormuş. Tanrım… Kadınların hepsi mi aklından sorunlu olur?”
“Oldukça karışık bir durummuş.”
“Karışık ne kelime ya… Hayatımı allak bullak etti resmen ama suç bende. Her zamanki gibi baksana keyfine… Evlilik kim, ben kim…”
“Haklısın oğlum. Ne yapacaksın evlenip… Bak bana… Bana bak bana… O eski hâlimden eser yok şimdi…”
“Valla yaşlanmışsın Dinçer. Karın ömrünü mü yiyor yemek yerine hayırdır?”
“Yemeğini de yiyor ama ömrümü de yediği bir gerçek,” diyerek sırıttım. “Biraz sonra tanışınca anlarsın.”
“Şirkete gitmiyor muyuz?”
“Yorgunsun, şirkete yarın geçeriz.”
“Ben otelde yerimi ayırtmıştım. Ev bulana kadar takılırım otelde, yengeyi rahatsız etmeyelim.”
“Olmaz öyle şey, hem tanışırsınız. Yarın da ev için bakarız bir şeyler. Sen şimdi tekrar dönmeyi ciddi ciddi düşünmüyor musunuz?”
“Hayır, babamla da konuştum zaten. Annemin memleketini yeteri kadar tanıdım ve sevmediğime karar verdim. Amerika’ya dönmeyeceğim.”
“Bu kararın benim için iyi oldu o zaman.”
Eve ulaştığımızda kapıyı açarak Erdem’e önden geçmesini söyledim. Valizini portmantonun yanına bırakarak Erdem’in arkasından içeriye yöneldim.
“Sanırım karınla tanıştım Dinçer,” diyen Erdem’in sesiyle bakışlarım yere çevrildi. Karım, İnci’nin göbeğinin üstüne oturmuş, saçı başı dağılmış bir hâlde gözlerini bana dikmişti.
“Kardeşiyle de tanışmış görünüyorsun,” dedim sinirle. Bunlar ne yapıyorlardı Allah aşkına? Burçak hamile olduğunu unutmuş gibiydi.
“Siz ne yapıyorsunuz?” Burçak, İnci’nin üstenden kalkarak üstünü başını düzeltmeye başladı. İnci yukarıya sıyrılan tişörtünü düzelterek gözlerini Erdem’e dikti. Eh, Erdem’in okyanus rengi göz alıcı mavi gözlerinden etkilenmeyen kadın olmamıştı bu zamana kadar. Onun yanında olduğum zamanlar mahallenin kızları dönüp bana bakmazdı, hâlâ hatırlıyordum. Benden iki yaş küçük olmasına rağmen fizik olarak büyük gösteriyordu. Annesinden aldığı sarışınlıkla da Türklere benzediği söylenemezdi.
“İnci’ye dünkü olanlar yüzünden gerekli dersi veriyordum,” dedi karım ve Erdem’e yaklaşarak elini uzattı.
“Hoş geldiniz. Ben Burçak, Dinçer’in eşi…”
“Hoş bulduk ben de Erdem. Dinçer’in uzun yıllardır arkadaşıyım ama Amerika’da olduğum için tanışma fırsatımız olmadı.”
“Enişte bu kim? Beni arkadaşınla tanıştırmayacak mısın? Ablam hayatta tanıştırmaz,” diyerek omzumu dürtmekle meşgul olan baldızıma baktım. Karımın deyimiyle ayran gönüllü olan baldızım gönlüne Erdem'e doğru uçma özgürlüğü vermiş gibi görünüyordu. Aşk acısını çok çabuk unutmadı mı bu kız? Omzumun dürtüklemesinden sıkılarak İnci’yi kolumun altına çektim. İki sarışın bir ipte yürüyemezdi bence.
“Bu da baldızım İnci, Erdem…” diyerek başımı iki yana salladım. Ne zaman çöpçatanlık yapmaya karar verdim ki ben?
“Ben bir şeyler hazırlayayım,” diyerek mutfağa yönelen karımın ardından bende adımlarımı mutfağa çevirdim.
“Kendi evindeymiş gibi rahat et Erdem, biz hemen geliyoruz.”
“Sorun değil Dinçer, ben de bu arada İnci’yi yakından tanırım,” diyerek koltuğa oturdu. Başımı bir kez daha iki yana sallayarak mutfağa girdim. İki sarışının bir ipte olamayacağını söylemiştim. Zira İnci ne kadar ayran gönüllüyse, Erdem de bir o kadar çapkın biriydi. Evlenme noktasına gelmesine elbette şaşırmıştım fakat kendi başıma geldiği için onu anlamıyor değildim. Otuz yaş bunalımından daha önce bahsetmiştim. Şu an Erdem otuz yaşını geçtiğine göre bunalıma girmiş olabilirdi. İkisini kendi hâline bırakmak en iyisiydi. Sonuçta su akar yolunu bulurdu.
Burçak çay hazırlarken bende orada durmuş onu izliyor ve konuya gireceğim anı kolluyordum.
“Şu tatili bir dahaki hafta sonu yapamaz mıyız güzelim? Şu kırk sekiz saat hakkımı haftaya kullansam?” Burçak rahatlamış gibi omuzlarını düşürdü. Eh geceden sonra kararından pişman olmasını zaten bekliyordum. Benim için unutulması zor geceler listeme ilk beşin içinde girmişti. Düşündükçe karımı yeniden yatağa atma isteğiyle dolduğumu itiraf etmeliyim.
“Tabi ki, yani, misafirin var sonuçta. Haftaya olur, neden olmasın!” Karıma yaklaşarak beline tek elimle sarıldım ve boynuna bir öpücük kondurdum.
“Merak etme sevgilim hediyenin her anını kullanacağıma emin olabilirsin.”
“Bundan eminim kravat manyağı,” dedi bana yandan bir bakış atarak. “Bu arada, gece geçirdiğimiz altı saati düşersek kırk iki saatin kaldı.”
“İtiraz ediyorum. O geçirmemiz gereken normal bir geceydi.” Karım o güzel kaşlarını çatarken itiraz edeceğine oldukça emindim. Fakat benim de pes etmeye niyetim yoktu.
“Akşam öyle demiyordun ama!”
“O Erdem gelmeden önceydi. Bugün gideceğimizi düşünüyordum.”
“Neyse,” dedi Burçak aylardan sonra bana karşı ilk kez uysal davranarak. Karımın içine bir an başka birinin girdiğini düşünmedim değil… “Altı saatten zarar gelmez. Dinçer işler duyduğumdan daha mı kötü?”
“Bunu da nereden çıkardın?”
“İş dışında başka hiçbir şey o geziye gitmeni engelleyemezdi.”
“Karım kocasını iyi tanıyor demek!”
“Tanıyor tabi ki… Harika evliliğimiz sağ olsun. Asistanınken seni çözmede bu kadar iyi değildim.” Haklıydı… Sonuçta ben de onu evlendikten sonra daha iyi çözümlemiştim. Keşke hep o ilk tanıdığım kadın gibi kalsaydı. O zamanlar kesinlikle bu kadar cazgır değildi.
“İşler düzelecek merak etme…” diyerek laf sokmalarını savuşturdum. Eğer savuşturmazsam içeride misafir varken mutfakta tartışacağımıza emindim.
***
“Benim için bu kadar uğraşmanıza gerek yoktu,” dedi Erdem, Burçak’ın yeniden hazırladığı kahvaltı sofrasına otururken.
“Biz de pek kahvaltı yapmadık. Hem açsındır.” Burçak tebessüm ederek çayları doldurdu. Karım istediğinde herkesin gönlünü fethedecek meziyetlere sahipti. Sadece bu meziyetlerini canı istediğinde kullanması sorundu. O da kız kardeşi gibi Erdem’in o çapkın gülüşüne ve mavi gözlerine vurulmuş olamazdı değil mi?
“Ablam çok hamarattır,” diyen İnci’ye şaşkınlıkla bakakaldım. Yanımızda arkadaşım olmasaydı ablasının hangi konularda hamarat olduğunu açıklayabilirdim. Yemek yakmakta ustaydı mesela…
“Senin aksine…” Burçak, kardeşine ters ters bakarak yanımdaki sandalyeye oturdu. Sanırım aralarındaki sorunu henüz çözememişlerdi. İkisi de birbirinden huysuz olduğu için esasında buna hiç şaşırmadım.
“Elinize sağlık,” diyen Erdem ortadaki gereksiz gerginliği savuşturmayı denedi. “Dinçer böyle güzel bir kadın ömrünü yiyemez bence. Turnayı gözünden vurmuşsun.”
“Hmmm...” diyerek kaşlarını çatan Burçak yudumladığı çayını masaya bıraktı ve âşık olduğum gözlerini üstüme dikti. Benim ömrümü yiyen güzelliği değil çenesiydi ama bunu şimdi Erdem’e söyleyip, karımı delirtmenin bir anlamı yoktu.
“Demek senin ömrünü yiyorum Dinçer. Merak ettim, nasıl yapıyorum bunu?” Bir de masum masum sormuyor muydu?
“Başka şeye gerek yok sevgilim, çenen yetiyor,” dedim çayımdan bir yudum alarak. Burçak sorgular bakışlarını bana dikmişken, baldızım da flörtöz bakışlarını Erdem’in üstünde gezdiriyordu.
“Bunlar hep böyle dalaşır mı?” Erdem bizden ziyade soruyu İnci’yi sormuştu. İnci’de fırsatı kaçırır mıydı, hiç! Kıkırdayarak Erdem’e göz kırptı.
“Bu iyi halleri, sen bir de onları sinirliyken gör.” Burçak’ın sert bakışlarıyla İnci ağzına fermuar çeker gibi bir hareket yaparak kahvaltısına odaklandı. Kahvaltı Burçak sayesinde havadan sudan muhabbetlere dönmüştü. Kahvaltıdan sonra İnci, Erdem’e zar zor veda ederek Burçak ile beraber kendi evlerine geçmişlerdi. Karım ile İnci gittikten sonra Erdem’e döndüm.
“Lisedeki gibi sonradan bozuşmayalım İnci’den uzak dur.”
“Oldukça hoş görünüyor.”
“Hoş bir kız tabi ama benim baldızım. Onunla gönül eğlendiremezsin.”
“O durumdan şikâyetçi gibi durmuyordu Dinçer.”
“Biraz ayran gönüllüdür.”
“Ben de, yani o zaman sorun yok. Neyse sen İnci’yi bana bırak şu maildeki olaydan bahset.”
İnci’yi ona nasıl bırakabilirdim ki? Bu benim Burçak tarafından ölüm fermanımın çıkarılması demek olurdu. Ben, Erdem ile inceleyeceğimiz dosyaları çantamdan çıkarırken, Erdem çalışma masasının üzerinde bulunan ayakkabı çizimlerini inceliyordu.
“Bu çizimler karına mı ait? Oldukça yetenekli görünüyor.”
“Evet,” dedim yüzümde oluşan gülümsemeyi silmeye çalışarak. İlk iş görüşmemizde bir tasarımcı olduğunu biliyordum ama onun gerçek yeteneğini bir toplantı sırasında birkaç dakikada çizdiği tasarımda anlamıştım. Benim için oldukça ilginç bir gündü o gün. Aklımdan bir an olsun çıkmayan asistanım, o gün kafamı daha da karıştırmaya başlamıştı. O anları nasıl unutabilirdim?