Burçak
Gün Dinçer’in toplantıdan toplantıya gitmesinden dolayı oldukça sakin geçiyordu. Dinçer’in yokluğunu fırsat bilerek şirket içinde ajanlığa başladım. Arkamızdan dönen son dedikoduların hepsinden haberdar oluyordum. Doğuma alınan anneyi ve taze bebeğini kapıda bekleyen baba adayları gibi bizim ayrılmamızı bekliyorlardı. Dinçer’in hamile olduğumu yüksek sesle duyurmasıyla, bu kez de Dinçer benden ayrılmasın diye bilerek hamile kaldığım konuşuluyordu. İlişkimizin bitmesini umutla bekleyenler avucunu yalayacaktı. Şirkete dönmek bazı zamanlar eziyet verici olsa da, işte bu yönden oldukça iyiydi. Kocamın boşanmasını bekleyenler, boşanmasını dahi umursamadan tavlamaya çalışanlar azımsanmayacak kadar çoktu. Ya da ben fazla kıskançtım ve hamilelik beni şimdiden gereksiz tepkimelere sokmuştu ama kesin olan bir şey vardı ki, işyerine geri dönmemden çoğu kişi nedense mutlu değildi.
Akşamki galaya hazırlanmak için Dinçer’in şirkete dönmesini beklemeden eve geçtim. Ajanlık da bir yere kadardı. Şirkettekilere kendimi gösterdiğime göre sıra bir üst kademeye gelmeliydi. Haftada bir kocamla kol kola fotoğraf çektiren kokonalara bu kez izin vermeye niyetim yoktu.
Kısa bir duşun ardından omuzları düşük, sırt ve göğüs dekoltesi derin olan kırmızı mini elbisemi giydim. Elbiseye farklı hava katan uzun, tülden kumaşını giydikten sonra belime ince, siyah bir kemer taktım. Karnım eskisine nazaran hafifçe belli oluyordu ve bu kumaş göbeğimi saklamakta oldukça ideal bir seçimdi. Tül kumaşın simetrik kesimi de elbiseye gece için giyilir bir hava katıyordu. Saçlarımı kabartarak açık bıraktım. Hafif bir makyaj yaptıktan sonra giyinme odasına yöneldim. Benim için her zaman en zor şey ayakkabı seçmek olmuştur. Ben siyah yüksek topuklu ayakkabıların arasında tamamen kaybolmuş haldeyken kocamın sesiyle kendime geldim.
“Eve geldiğimi duymadın bile!” diye söylendi sinirle. Üstünde bornozu kapıya yaslanmış ve dik dik bana bakıyordu. Duşunu hangi ara almıştı? Ayakkabılarıma laf atacağını bildiğim için ondan önce davrandım.
“Bence, sen de hazırlansan iyi olur. Sen kravatını seçene kadar benim de işim biter.”
“Benim takımım hazır,” diyerek çenesiyle siyah takımını işaret etti. “Ama kravatımı değiştirsem iyi olacak,” diye devam etti ve odanın içinde süzülüp kırmızı kravatlarına yöneldi. Ben hâlâ hangi ayakkabıyı giyeceğime kadar vermeye çalışırken, Dinçer çoktan kendinden siyah çizgileri olan kırmızı kravatını takımının yanına ayırmıştı.
“Son on dakika Burçak, artık karar versen güzelim!”
“Sence hangisini giymeliyim?” diyerek kararsız kaldığım iki farklı model ayakkabıyı ona gösterdim.
“Hamileyken topuklu ayakkabı giymen sorun değil mi? En azından daha kısa topuklu giysen?”
“Henüz yeni hamileyim Dinçer!”
“Olsun, sen yine de biraz daha ayakkabıya benzeyeni giy. O ince, her an çıt diye kırılmaya meyilli çubuklarla yürürken yüreğimi ağzıma getiriyorsun.”
“Tamam,” dedim gülümserken. Benim için endişeleniyor olması iyi bir şeydi. Kısa topuklu, siyah ayakkabıları işaret ettim. “Sence hangisi?”
“En iyisini sen bilirsin.” Umursamaz herif!
“Bilseydim sana sormazdım zaten kravat manyağı.”
“Artık çıkmamız gerekiyor baş belası!”
En sonunda topuk kısmında altın, minik zincir süslemeleri olan siyah alçak topuklu stilettolarda karar kıldım. Tamamen hazır olduğumda nihayet evden çıkmayı başarabildik. Dinçer arabayı çalıştırırken resmen burnundan soluyordu.
“Karı koca gerçekten sorunluyuz. Sayende geç kalacağız.”
“Daha iki saat var Dinçer. Abartma.” Sessizliğine bürünerek sakince yola koyuldu. Kocam diye söylemiyorum, dikkatli bir sürücüydü. Trafikte kolay kolay öfkeye kapılmaz ve kurallara uyardı. Onun öfkesi sadece banaydı, emin olabilirsiniz.
Arabayı park etmesiyle arabadan inmem ve homurdanmam bir oldu.
"Yağmur yağıyor Dinçer!"
"Farkındayım güzelim."
"Bir şeyler yapsana!" Dinçer arabayı kilitlerken sinirli bakışlarını bana çevirdi. Kesin toplantıda bir şeyler olmuştu. Dinçer sabahtan beri sinirli bir ruh halindeydi. Yine de altta kalmayacaktım.
"Ne yapmamı bekliyorsun deli kadın, gökyüzüne ağlama artık diye kızmamı mı?"
"Gökyüzü ağlamıyor, resmen bardaktan boşanıyor kravat manyağı. Ayrıca gökyüzü bardaktan nasıl boşanabilir ki? Her neyse konumuz bu değil egoist herif. Gökyüzüne kızmanı değil bana şemsiye tutmanı bekliyorum."
"Ben de Allah’tan sabır diliyorum ama istemekle olmuyor. Yürü Burçak Allah aşkına. Dikilirken daha fazla ıslanıyorsun." Beni kolumdan çekiştirerek içeriye doğru sürükledi. Özenle giydiğim elbise mahvolmuştu ve tam karşımda Dinçer’in eski sevgilisi duruyordu. Çifte lanet! Gece şimdiden benim için felaketler düdüğüne basmış gibiydi. Sahne o kadar tanıdıktı ki zorlukla derin bir nefes aldım. Seval ile şu an karşı karşıya kaldığımız an, bana Dinçer’e ilk kez eşlik ettiğim daveti hatırlattı.
***
Geçmiş
“Nereden çıktı bu davet Burçak? Neden patronun seni götürüyor, asılıyor mu yoksa?”
Bakışlarım dolabıma kilitlenmiş vaziyette giyeceğim kıyafete karar vermeye çalışıyor, bir yandan da anneme laf yetiştiriyordum. Annem bir çok evde, bir benzerinin bulunduğu klasik Türk annesiydi. Çocukken akşam ezanından önce eve gelmemizde diretir, dışarı çıkarken ‘aman kızım yabancılarla konuşma’ diyerek haftanın yedi günü bizi öğütlerdi. Orta boylu, hafifçe kilosu olan bir kadındı. Her ev annesi gibi çeşitli silahlara sahipti. Küçükken en korktuğum şey sobanın maşası olan ama annemin eline geçtiğinde bir silaha dönüşen demir parçasıydı. Neyse ki sobadan kurtulmuştuk da maşa çocukluğumun korkusu olarak geri planda kalmıştı. Sinirlendiğinde eğer sofrada oturuyorsak onun çatal-kaşık fırlatma seansından kurtulmamız imkânsızdı. Ev terliği ile nişan ala ala isabet almakta ustalaşmış dişi terminatördü.
“Anne gelemem mi deseydim? Sonuçta bu bir iş,” dedim dolaptan şarap rengi elbiseyi çıkarırken.
“Nasıl bir iş bu Burçak? Sen sekreter değil misin? Gece gezmeleri ne alaka?”
“Gece gece kim gezmeye gidiyor?” Furkan’ın sesiyle gözlerimi devirdim. Evin en küçüğü kendini evimizin erkeği sanıyordu. Ergenlik döneminden dolayı, huyuna gitmeye çalışıyorduk. Evimizin en uzunu oydu ve hâlâ uzamaya devam ediyordu. Benim ve İnci’nin aksine babama benzemişti. Biz iki sarışına inat kumraldı ve tıpkı babam gibi kahverengi gözlere sahipti.
“Ablan iş davetine gidecekmiş,” dedi annem burnunu kırıştırarak. “Nasıl bir davetse?”
“Anne ben bir yapım şirketinde çalışıyorum. Böyle davetler çok olacak.”
“Kimlerle gidiyorsun?” diye atladı evin ergen erkeği.
“Patronumla…”
“İkiniz mi? Baş başa?”
“Yok, yoldan geçerken birkaç evsiz toplayacağız,” dedim dalga geçerek. “Davette yalnız biz olmayacağız.” Ters bakışlarını görünce açıklama yapma ihtiyacı hissettim.
“Geç kalmak yok. Tanımadığın insanların verdiği şeyleri içme sakın. Hırlısı var hırsızı var.” Annem bilindik uyarılarına başlamıştı ve bu uyarılarına beni dehşete düşüren sözleriyle nokta koydu.
“Sen en iyisi bana patronunun numarasını ver.” Annemin, benimle aynı renge sahip gözlerinin içine baktım. Ufacık bir umut da olsa şaka yaptığına dair minik parçalar bulmak istiyordum. Görmeyi çok istediğim, o şakacı minik parçalar ne yazık ki annemin gözlerinde yoktu. Kesinlikle… Ciddiydi… Ahh! Hadi ama…
“Şaka yapmıyorsun,” dedim son bir kez daha umutla… Gözlerini kapatarak başını iki yana salladı.
“Ben çok ciddiyim.” İşte, ben de bundan korkuyordum.
“Anne, ben beş yaşında mıyım? Hayır, yani okul gezisine de gitmiyorum ki? Allah aşkına, çıkın da giyineyim!” Nihayet odadan çıktıklarında giyinmeye başladım. Günüm kötü başlamıştı ve kötü gitmeye devam ediyordu.
Annemin daha fazla soru sormaması için ayakkabılarımı elime aldığım gibi kapıdan fırlamıştım. Annem bazı konularda oldukça yenilikçi bir kadın olsa da, bazı konularda ipleri o kadar sıkı tutuyordu ki nefes almak benim için imkânsız bir hâle geliyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse babamın boşluğunu fevkalâde dolduruyordu.
Üstümdeki elbisenin eteği merdivenleri inerken iyice yukarıya toplandı. Siyah topuklu ayakkabıları ayağıma geçirdikten sonra ayakkabımla uyumlu el çantamı elime aldım ve elbisenin eteğini düzelttim. Kız kardeşimin devamlı iş değiştirmesi bu kez işime yaramıştı. Kısa dönem çalıştığı kuaförde öğrendiklerini üstümde uygulamış ve ortaya güzel bir görüntü çıkmıştı. Saçlarımı güzel bir topuzla toplamış ve sade bir makyaj yapmıştı. Şarap rengi elbisemi tamamlayan koyu renk ruj dışında makyajım gerçekten abartısızdı.
İçimdeki aptal kız sanki bir randevuya gidiyormuşum gibi heyecanlıydı. Oysa Dinçer Bey’in yanında olmamın sebebi sadece işti. Aşağıya inmemin üstünden iki dakika geçmeden Dinçer Bey’in arabası hemen önümde durdu. Arabanın camını açarak gülümsedi. Bu adama gülmenin -özellikle bana bakarken gülmesinin- yasaklanması gerekiyordu.
“Gördüğüm kadarıyla hazırsın. Dakik insanları severim, hadi gel.”
Arkaya oturmamın saçma olacağının farkındaydım. Yanına oturmak ise benim için sıkıntılı bir durumdu. Ön kapıyı açmaktan başka alternatifim yoktu. Arabayı çalıştırdığı sırada, “Çok güzel görünüyorsun,” diyerek iltifat etti. O da farklı değildi. Her zaman muntazam giyinirdi ama bugün bir başka parlıyor, gözlerimi kamaştırıyordu sanki… Vücut ölçüleri oldukça orantılıydı ve giydiği her kıyafetin hakkını veriyordu. Kravatından ayakkabısına kadar o kadar uyumluydu ki…
“Keşke yolunuzu benim için uzatmasaydınız. Ben oraya gelirdim.”
“Olur mu öyle şey? Bana eşlik etmeni istediysem görevimi de hakkıyla yapmam gerekir. Hem ben seninle vakit geçirmekten şikâyetçi değilim yoksa sen şikâyetçi misin?”
“Hayır,” dedim ellerimi itiraz edercesine iki yana sallayarak. “Öyle değil.”
“Tamam, sakin ol. Şaka yapıyorum sadece…” Ah, tamamen bir aptal gibi davranıyordum. Dinçer’e fazla bakmamaya çalışarak bir an önce gecenin olaysız bir şekilde bitmesini diledim. Dinçer sanki bir mıknatıstı ve ben de o mıknatısa çekilen zavallı bir metal parçası… Yakışıklı erkekler gerçekten her zaman ilgimi çekerdi ve bakmayı severdim. Ama şu an içinde bulunduğum durum diğerlerinden tamamen farklıydı. Bir erkeğe yalnızca bakarken ve yanında otururken midemin sıkıştığını daha önce hiç hissetmemiştim. Hani midenize dokunacak yemek yediğiniz zaman içiniz gurul gurul oluyor ya, öyle tuhaf bir histi.
“Heyecanlı mısın sen?” diye sordu arabayı park edip araçtan inerken. Dünyalarımız ne kadar da farklıydı birbirinden. Hayır, biz ayrı dünyaların insanıyız diyerek trajediye bağlamayacaktım. Aynı dünyanın insanıydık, sadece biraz farklı toplumlarda yaşıyorduk o kadar.
Yanıma gelerek bir eliyle belimi sardı. Dokunuşu vücudumdan elektrik geçmiş gibi tüm tüylerimin dikilmesine neden oldu.
“Sadece kameralar,” diyebildim kesik kesik. “Kameralara alışık değilim.”
“Merak etme yanında ben varım,” diyerek hafifçe belimi okşadı. Benim asıl korktuğum da buydu zaten. Onun yanımda ve bana dokunuyor olması. Düşüncesi bile tüylerimi ürpertirken, dokunuşları aklımı karıştırıyordu.