BURÇAK
“Sen ofisimde bekle.” Dinçer her zamanki gibi emir kipleri ile konuşuyordu. Bunun moralimi bozmasına izin vermeden satış elemanları gibi yapmacık bir gülücük ile kocamın ofisinden içeriye girdim. Kulağımı kapıya dayadım ve sesleri duymaya çalıştım. Benden gizli o asistan bozuntusu ile ne konuşabilirdi ki? Nihayetinde ben hem karısı, hem asistanı, hem de çocuğunun annesiydim. Benden gizli işler çevirmeye hakkı yoktu. Hele bu gizli işler sarışın asistanı da kapsıyorsa hiç mi hiç hakkı yoktu.
“Kovuluyor muyum yani?” diye mırıldanan fazla hüzünlü sesle zafer işareti yaptım. Fakat ardından gelen kocamın sesiyle zaferim yarım ve tadılmamış kaldı.
“Hayır, sadece eski yerine geri dönüyorsun. Mete’ye ben haber veririm.” Sarı cadalozdan ne yazık ki tam anlamıyla kurtulamamıştım. Yine de kocamdan ne kadar uzaksa, benim için o kadar iyiydi. Ayak sesleri duymamla kapıdan uzaklaşmam bir oldu. Dinçer ciddi bir surat ifadesiyle beni süzüyordu. Sanki karşısında karısı değil de, işe yeni aldığı bir elaman varmış gibiydi tavırları.
“Size mutfağı göstereyim Burçak Hanım,” demesiyle kaşlarım çatıldı. Sarı cadalozun gitmesine içerlemiş olamazdı bu adam değil mi?
“Hanım mı?”
“Evet, Burçak Hanım!” Hmm… Lanet olası kravatkolik!
“Bu resmiyet nereden çıktı?” Sesim fazla mı yüksek çıktı ne? Bu kadar öfkelenecek bir şey yoktu, sakin olmalıydım. Kediciği şimdiden korkutmamalıydım.
“Sen bana eskisi gibi olalım demedin mi? Bunun için sözleşme imzalamadık mı?”
“Dedim ama…”
“Evet dedin, ve ben de sözleşmeye uyuyorum güzelim.” Dinçer’in beyninden bir parça istiyordum, lütfen. O beyin nasıl düşünüyordu öyle?
“Ben sana eskisi gibi olalım derken, iki yabancı olalım demedim.”
“Yabancı değiliz ki, patron ve çalışanız.” Bir an verecek cevap bulamayınca sinirle ayağımı yere vurdum.
“Ben o kadar eskiyi kastetmedim.”
“Sırayla güzelim,” dedi egoist kocam açıkça eğlenerek. “Lakin o zaman gelene kadar biraz eskisi gibi patron-çalışan olalım. Şimdi Burçak Hanım, buyurun size mutfağı göstereyim.”
Omuzlarım düşük bir şekilde kocama ters bakışlar atarak peşinden mutfağa girdim. Dinçer’in amacını henüz tam olarak kavrayabilmiş değildim. Binlerce kez lanet olsun. Ben Dinçer’e eziyet etmenin yollarını ararken, o bana eziyet edecek yolları çoktan bulmuştu.
Çantamı bana ait olan masanın üstüne bırakıp, Dinçer’in peşi sıra masamın hemen sağında köşede kalan mutfak kapısına yöneldim.
“Burası benim küçük mutfağım. Çayımı ve kahvemi burada siz yapacaksınız. Her sabah kahve içmek birincil alışkanlığımdır. Türk kahvesi yapmasını biliyorsunuz değil mi?” Dinçer’in üstüne zıplayıp onu boğmakla, başımı sallamak arasında kısa bir tereddüt yaşadım. Deyim yerindeyse her şey ilk günkü gibiydi. Bu bir zaferden ziyade kâbusa dönüşüyordu.
“Misafirim olduğunda kahveyi ya da diğer içecek ve ikramları mutfaktan isteyebilirsin. Tüm dahili telefonlar, telefonun yanındaki dosyada yazılı. Kahvemi orta şekerli, çayımı demli ve tek şekerli içerim. Düzensizliği pek tercih etmem. İşe vaktinde gelmeniz önemli, dakik ve tertipli olmaya gayret edin. Bu arada eşyalarınızı bu dolaba koyabilirsiniz,” diyerek mutfağın ilerisinde bulunan lavabonun yanındaki portmantoyu işaret etti. Sanki ben nereye koyacağımı bilmiyordum. Daha ilk dakikadan bana golünü atmıştı. O kıvrık, baştan alıcı gülümsenin ardındaki diktatörü görür gibiydim. “Sormak istediğiniz bir şey var mı?”
“Şimdilik yok,” dedim tereddütle. Oysa sorular kafamda dört dönüyordu. Neden tam olarak bir buçuk yıl öncesine gitmiştik, acayip merak ediyordum. Benimle dalga mı geçiyordu? Bu konuşmanın aynısını o zamanda yapmıştık. Ve o zamanlar aklımda ne acayip sorularla boğuşmuştum.
“O zaman diğer detayları kahvemi yaptıktan sonra konuşabiliriz.”
“Peki.” Mutfak dolabına yöneldiğim sırada dibime kadar girdi. Kendimi bir aptal gibi hissediyordum. Dinçer’in bu yabancı hâli beni gafil avlamıştı. Herif boşuna yapımcı olmamıştı, çok iyi rol kesiyordu.
“Cezve burada,” dedi dolabın kapağını açarak. “Şeker ve kahve hemen şu çekmecede… Fincanlarda cezvenin yanında…” Şimdi çığlığı basacaktım.
“Lanet olsun, biliyorum. Gerisini ben hallederim.” Bir an önce benden uzaklaşmalıydı ya da ben ondan uzaklaşmalıydım. Yoksa saçma sapan bir kavga patlak verecekti.
“Unutmayın, orta şekerli,” dedi şüpheyle. Hâlâ inatla yabancı gibi davranıyordu. Mutfaktan çıkarken kaşları çatık bir haldeydi. Tıpkı işteki ilk günüm gibi, geri zekâlı olup olmadığımdan emin olmaya çalışıyordu. Her akşam evde içtiği kahveyi yan komşu gelip yapıyordu sanki!
On beş dakika sonra elimde kahveyle odasının kapısını tıklattım. “Gel” sesiyle birlikte kahveyi dökmemeye dikkat ederek, kapıyı açıp içeriye girdim. Sonumuz ne olacaktı bilmiyorum ama bir şeyden emindim. Dinçer, yaptığımız sözleşmeyi burnumdan kesinlikle getirecekti.
Kahvesini içerken bir yandan da o ciddi suratıyla beni süzüyordu. Beni delirtmek istediğinin farkındaydım. Sakin olacaktım. Beni kızdırmasına izin vermemeliydim.
“Araştırma yapmaktan, soru sormaktan çekinme. Öğrenmeye açık olmalısın. Yeri geldiğinde beni idare etmeyi, yetişemediğim konularda araştırmalar yaparak beni bilgilendirmeni isterim. Haftalık rutin toplantılar ve acil toplantılar dışında diğer departmanlarla benim aramda bilgi alışverişini sağlayacaksın. Benimle birlikte hareket edecek, bir nevi beynimin ortağı, bedenimin yardımcısı olacaksın.”
“Bunu bana daha önce de söylemiştin. Umarım benden sonra gelen asistana da söylemedin Dinçer! Senin bedeninin tek yardımcısı yalnızca ben olabilirim. Ayrıca ben bu işte tecrübeliyim. Eski çömez yok karşında! Benim sınırlarımı zorlamasan iyi edersin.”
“O zaman masanıza geçebilirsiniz Burçak Hanım,” demesiyle sinirle derin bir nefes aldım.
“Allah seni doğru yola soksun inşallah kocacığım,” diyerek odasından bir hırsla çıktım.
***
Ağlamak, hatta mümkünse sözleşmeyi yırtıp atmak istiyordum. Manyak patronum ve egoist kocam arasında bir haftadır bir nevi mekik dokuyordum. İşyerinde sırf gıcıklığından verdiği işler yetmezmiş gibi eve gidince de çalışan kimliğinden sıyrılıp, tatlı, hanım hanımcık eş kimliğime bürünüyordum. Kimlik karmaşası yaşayanlara, o karmaşıklığı çıkaranlara lanet olsun. Sözleşme imzalayan ve o sözleşmeyi kendi aleyhine kullanan kocama da lanet olsun. Zekâsız aklımı unutmamak lazımdı tabi… Her şey ne yazık ki benim başımın altından çıktı.
“Yemek hazır mı?” Başımı karıştırdığım çorbadan ayırarak duşunu almış, eşofmanlarını giymiş kapıda dikilen kocama baktım. Ben hâlâ işyerinde giydiğim dar gömlek ile belimi bir hayli sıkmaya başlayan eteğin içindeydim. Kadın ile erkeğin çözülemez farkıydı işte. Onlar yemek bekler, kadınlar ise çalışsa bile eve gelince yemek yapmaya mahkûmdur. Adaletin gözü kör olsun.
“Sen de salatayı yapar mısın?” diye sordum tatlı bir dille.
“Çok beklersin,” diyen Dinçer ile başımı yeniden kaynamakta olan çorbaya çevirdim. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarmaya yetiyordu ama göründüğü üzere Dinçer’in üstünde pek işe yaramıyordu. Dinçer yılandan bile daha tehlikeli, egoist bir düşmandı.
“Açıkça söylemek gerekirse bu sözleşme pek de benim istediğim gibi gitmiyor Dinçer.”
“Farkındayım güzelim. Senin niyetin beni cici bir köpeğe çevirmekti.”
“Köpekler sevimli yaratıklardır.” Dinçer’e laf yetiştirmeye çalışırken bir yandan da salatayı hazırlamaya koyuldum.
“Ben senin boynuma tasma geçirebileceğin köpeğin değilim.” Yorulan, isyan etmesi gereken benken, isyan eden yine ve yine Dinçer’di.
“Ben de bunun gayet farkındayım. Fakat sen sözleşmeyi haddinden fazla yanlış anlamış görünüyorsun. Bir haftadır susuyorsam sebebi eklenen maddedir. Verdiğin saçma sapan dosya işlerini bırak, bana ettiğin eziyetleri kimseye etmiyorsun. Ben senin karınım ve unuttun diye söylüyorum Dinçer hamileyim. Hamile!”
Kime laf anlatıyordum ki? Oflayarak sofrayı hazırlamaya koyuldum. İşe girmeyi başarmış ama rutinlerden kurtulmayı başaramamıştım.
Dinçer iki sıfır öndeydi. Evet, itiraf ediyorum yenilen taraf şimdilik ben gözüküyordum. Ama ne demişler, son gülen iyi güler.
“Benim hamile karım acıkmış mı?” diyen kocam benden önce çorbasını içmeye başlamıştı bile. Aşk nelere kadirdi böyle? Katil olmama sadece bir cinnetlik an kaldı.
“Sus ve yemeğini ye lütfen.”
“Bugün annemle konuştum, seni aradı mı?” Ben çorbama gömülmüş bir haldeydim ve Dinçer’in sorusuna bile isteye cevap vermeyi reddettim. Annem ve kocam dört koldan beni rahat bırakmıyordu. Annemin damat düşkünlüğü hamileliğim ile birlikte katlanarak arttı. Çocuğu dokuz ay karnında taşıyan damadıydı sanki.
Yemeğin ardından Dinçer’in kahvesini yaparak nihayet odama kaçmayı başarabildim. Bugün kocama o kadar sinirliydim ki onu ilk defa kahvesini içerken yalnız bıraktım. Sanırım hormonlarım diğer kadınların aksine duygusallık değil bende öfke salgılıyordu. Dinçer elinden gelse cast ekibinin ilgilenmesi gereken işleri bile bana yıkacaktı. Sakinleşmem gerekiyordu. En azından intikam planı hazırlayabilmek için aklı başında olmalıydım.
Ilık bir duş alarak üstüme sinen yorgunluktan kurtulmayı denedim. Geceliğimi giydikten sonra aynanın karşısına geçerek yüzümü inceledim. Aynalığın üstündeki liste ve sözleşme bana göz kırpıyordu. Keşke o gözünü kocama kırpsaydı da, Dinçer sözleşmenin maddelerini yeniden gözden geçirebilseydi. Belki o zaman bu kadar patron olmaz, azıcık da kocam olduğunu hatırlardı.
***
Neredeyse uyumak üzereyken Dinçer odaya girdi. Işığı kapatarak soyundu ve yatağın kendine ait kısmından içeriye süzüldü. Beni çıplak bedeninin arasına doğru çekerken gözlerimi sımsıkı kapattım ve dudaklarımın arasından mırıldandım.
“Bu gece bana dokunmayan koca bin yaşasın.” Dinçer’in keyifli kahkahası kısa bir anlığına sessizliği böldü.
“Yarın akşamki galayı unutmadın değil mi?” Kocamın kolları arasında dönerek heyecanla yüzüne baktım. Bütün öfkemin o galaya olduğunu anlamış mıydı? Ah, ne hoş! Kocam sözleşme için değil de, benimle yatağa girebilmek için kullanıyordu tüm maddeleri.
“Ben de gelecek miyim?”
“Maddelerin birinin o olduğunu sanıyorum,” diye mırıldandı yüzüme düşen saçları geriye iterken. Onun derdini elbette biliyordum ama net cevaplar almadan taviz vermeye niyetim yoktu.
“Maddelerden biri de, hamile karının isteklerini yerine getirmekti ama maddeyi henüz hayata geçirdiğini göremedim sevgilim.”
“Peki, karım şu an ne istiyor?” diye sordu umutla.
“Uyumak!” Dinçer’in düşen suratına bir öpücük kondurup sırtımı döndüm. Yüzüne bakmaya devam edersem uyumak benim için de zor olabilirdi.
“Bu gecelik öyle olsun bakalım,” diyerek enseme sulu bir öpücük kondurdu. Adi herif beni nasıl vuracağını çok iyi biliyordu. Evliyseniz ve kocanızla aktif bir hayatınız varsa, yatağa girdiğinizde aranızda sırlar falan kalmıyordu. Ciddiyim, doğruyu söylüyordum.