(Geçmiş Devam)
Kapının önüne yaklaştığımızda tedirgince etrafıma baktım. Her yer gazeteci kaynıyordu. Kimisi röportaj yapıyor, kimisi de görüntü almaya çalışıyordu. Ben burada ne arıyordum? Burası benim için tamamen bambaşka bir dünyaydı. İçimde birbiriyle kavga eden, çelişen iki Burçak vardı. Biri her anın tadını çıkarmak, diğeriyse ayağımdaki topuklulara aldırmadan koşarak uzaklaşmak istiyordu.
Dinçer Bey belimi hafifçe sıkarak, “Sakin ol,” diye uyardı. Onun için söylemesi kolaydı tabi… İçeri yürümeye başladığımızda birkaç gazeteci diğer ünlülere yaptığı gibi önümüzü kesmiş, bize geçiş imkânı bırakmamıştı.
“Hanımefendi kim?”
“Yeni sevgiliniz mi?”
“Daha önce yanınızda hiç görmemiştik!”
“İlişkiniz yeni mi başladı?” diye sordu diğer bir tanesi. Sorular havada uçuşuyor fakat cevapsız kalıyordu. Gözüme gözüme patlayan flaşlar görüşümü bulanıklaştırmıştı.
“Kendisi asistanım oluyor arkadaşlar, farklı bir şey yazmazsanız sevinirim. Kolay gelsin.” Dinçer Bey oldukça sakin bir şekilde beni kendine daha da çekti. Gazetecilerin arasından geçerken bana canlı kalkan oldu. Flaşlar patlamaya, muhabirler soru sormaya devam ediyordu.
“Çalışan patron ilişkisi için fazla yakın görünmüyor musunuz?” sorusu içeriye girdiğimiz anda çalınmıştı kulağıma. Şu an bulunduğumuz duruma bakacak olursak soruyu soran haklıydı aslında. Dinçer Bey beni iki kişinin bulunduğu ayaklı masalardan birine yönlendirdi. Etrafı incelemekten neredeyse Dinçer’in kucağına düşecektim. Kendime gelerek bakışlarımı önüme çevirdim. Ünlülerin peşinde dolanan biri olsam bu kadar ünlüyü bir arada göremezdim herhalde. Dinçer Bey masanın yanından geçen garsondan aldığı tuhaf içeceği bana uzattı. “Bu ne?” diye sorsam rezil olacağımı biliyordum. Üstündeki süsler ayrı olay, içeceğin rengi bambaşka bir olaydı. Teşekkür ederek bardağı aldım, Dinçer Bey içiyorsa eminim zehirli bir şey değildi. Minik bir yudum alarak tadını özümsemeye çalıştım. O kadar kötü değildi; karışık bir meyve tadı, çok zor anlaşılır mango tadı var gibiydi. Sanırım bir çeşit meyve karışımıydı.
“Bu sene ödülleri kapacaksınız gibi görünüyor Dinçer.” Yanımızdaki adam Dinçer ile koyu bir sohbete dalmıştı. Ben ise aptal aptal etrafıma bakmakla ve Dinçer Bey’in verdiği meyve karışımını yudumlamakla meşguldüm. Ortam oldukça aydınlıktı. Ayaklı, cam masalar köşelere yerleştirilmiş ve orta alan dans edenler için ayrılmıştı. Pistte klasik müzik çalan bir orkestra grubu vardı. Müziğin dingin sesi heyecanımı biraz olsun yatıştırdı. Tanıdığım birçok simanın yanında tanımadığım bir sürü insan vardı. Televizyonla arası iyi olan biri değildim esasında. Sektörün içine giriş yapmış biri olarak açıkçası içler acısıydım. Nadiren gittiğim sinemada izlediğim iki filmin yapımcısının Dinçer Bey olduğunu şirkette çalışmaya başladıktan sonra öğrenmiştim.
Herkes oldukça şık görünüyordu. Yeni birini fark edince hemen gülümsüyorlar, ardından yanındaki insanlarla her ne konuşuyorlarsa sohbetlerine dönüyorlardı. Daha çok bir davet değil de, aylık ünlüler buluşması gibi bir şeydi sanki.
Bardağım tükenmiş, yanımızdan geçen garsonun tepsisine uzatmıştım boş bardağı. Bana yeni bir bardak uzatınca tereddüt etmeden aldım. Yoksa bu geceyi bitirmek benim için oldukça zordu. Bardaktan bir yudum aldım. Bu kez içtiğim biraz önceki gibi meyveli değildi. Acımsı ve biraz da mayhoş bir tadı vardı. Tadı o kadar da kötü değildi. Boğazımdan ılık ılık akıyordu. Koca yudumlar alarak üç dikişte bitirdim. Bir an başım dönüyor gibi olduysa da içmek iyi gelmişti. Gerginliğimden kurtulmuştum. Yanımdan geçen başka bir garsondan yeni bir içki daha aldım. Dinçer tarafından unutulmuştum. Beni buraya dikileyim diye mi getirmişti acaba? Bir süre sonra değişen müzikle ortam romantik bir ambiyansa bürünmüştü.
“Dans edelim mi?” Başımı şaşkınlıkla dibime kadar giren adama çevirdim. Hangi ara kulağımın dibine gelmişti emin değilim. Başım hafifçe dönüyordu, hatta adam da dönüyordu. Gözlerimi kısarak tanımayı denedim ama burada televizyon dizilerinde denk geldiğim ünlüler hariç tanımadığım birçok insan vardı. Aslında onları da sadece televizyonlardan yüz ve isim olarak tanıyorum.
“Hanımefendi benimle birlikte…” Başım ne kadar dönerse dönsün Dinçer Bey’in sesini her zaman ayırt edebilecek şuura sahiptim. Onun sesi çevremdeki herkesten farklıydı. Tok ve boğuk tonlamaları, ona âşık olma hissi uyandırıyordu bende. Onu yatağa atmak ve sabaha kadar adımı sayıklattırmak istiyordum.
“Burçak,” diyerek elini uzattı. İsmimi her söylediğinde karşısında eriyip gitmemek için kendimi zor tutuyordum. Adımın daha önce böylesine ahenkle ve dizlerimi titretecek şekilde söylendiğine hiç şahit olmamıştım. Bir ismi söylemek insan zihninde erotizmi çağrıştırır mıydı? Benim çağrıştırıyordu işte. Dinçer Bey her, “Burçak,” dediğinde o güçlü bedene sokulup, kolları arasına hapsolmak ve bir ömür boyu o sınırlar içinde kalmak istiyordum.
“Gel dans edelim,” dedi beni sahneye çekiştirirken. Nihayet beni buraya getirdiğini hatırlamıştı. Kolları arasındaki yerimi aldığımda oradan hiç ayrılmamayı diledim. Sert kolları beni sahiplenircesine vücuduna çekmiş, sıcaklığı karı eriten güneş misali erimeme neden olmuştu. Ona bakmamak için gözlerimi hafifçe yana çevirince geçen gün şirkette beni delirtmeyi başaran Seval denen kadınla göz göze geldim. Bana attığı kinci bakışlar, bakışlarımı ondan çekmeme neden oldu. Gecenin parlayanlarından biri de Seval Hanım’dı. Üstündeki siyah uzun yırtmaçlı gece elbisesi ve göğüs dekoltesi unutulacak gibi değildi. Bir bakanın tekrar bakmak isteyeceği detayları vardı. Onun yanında öylesine sönük kalıyordum ki, kaderime ağlamak istedim. Keşke İnci’nin dediği gibi yeşil abiye elbisemi giyseydim.
“Bana bakar mısın,” diye fısıldadı Dinçer Bey kulağıma. Tereddütle başımı kaldırmamla gözlerine dalıp gitmem bir olmuştu. Fark ettiğim ayrıntıyla kaşlarım istemsizce çatıldı.
“Neden gözlerin bana bakarken renk değiştiriyor?” diye sordum gözlerimi kısarak.
“Öyle mi? Farkında değilim.”
“Şu an gözlerinin rengi siyah.”
“Benim gözlerim koyu kahve,” dedi ve hafifçe sırıttı. “Sen sarhoş mu oldun?” Kaşları hafifçe çatılmıştı.
“Ben alkol kullanmam.”
“Biraz önce üç bardak içtin ama…”
“O meyve çorbası değil miydi?” diye sordum şaşkınlıkla. Tok sesiyle gür bir kahkaha attı.
“Meyve çorbası mı?”
“Aman meyve karışımı mı ne işte…”
“İçtiğin alkollü kokteyldi. İlki hafifti ama diğer içtiğin iki bardak kokteylin alkol oranı yüksekti. İçki tüketmiyorsan sarhoş etmiş olmalı.”
“Sadece biraz başım dönüyor ve sen de dönüyorsun. Ama dans ediyoruz senin dönmen normal.”
“Dansımızı bitirip, çıkalım,” dedi beni daha çok bedenine çekerken. Başımı hafiften omzuna yasladım.
“Bitirip gideceksek neden bırakmayacakmış gibi sarılıyorsun?”
“Hmmm… Öyle mi yapıyorum?” Öyle yapıyordu ama itiraf etmek istemediği için geçiştirdiğini düşündüm. Ben de bir kabahat işlediğimde anneme cevap vermek istemiyorsam geçiştirirdim. Müziğin susmasıyla beni masaya yönlendirdi ve beş dakika sonra geleceğini söyleyerek yanımdan ayrıldı. Biraz sonra bana doğru gelirken Seval denen kadın yolunu kesmişti. İkisinin konuşmasını ve vedalaşmasını kaşlarımı çatarak izlemekle yetindim. Bir şey demeye hakkım yoktu sonuçta. Patronumu sahiplenmem pek etik değildi.
“Hadi çıkalım.”
Sessizlik içinde yol alıyorduk fakat onun, Seval ile ne konuştuğunu gerçekten çok merak ediyordum.
“Seval Hanım ile ayrıldığınızı söylemiştiniz, barıştınız sanırım,” dedim konuyu açmak için. Başım dönüyordu ama şükür ki aklım ve mantığım yerindeydi.
“O da nereden çıktı?”
“Samimi gibiydiniz.”
“Sen şu an beni sorguluyor musun?”
“Yok, hayır canım… Ne haddime!”
“Ayrıldık ama düşman değiliz nihayetinde.” Kalbimi sıkan el gevşemiş gibi rahat bir nefes aldım.
“Sanırım o, sizin kadar ayrılık fikrine sıcak bakmadı.”
“Evet, istemiyordu ama yürümedikten sonra uzatmanın bir anlamı yok benim için… Peki, meraklı asistanım senin hayatında biri var mı?”
“Yok… Aslında uzun, upuzun zamandır yok,” dedim iç çekerek. Kız kardeşim, benim yerime de tüketiyordu erkekleri. Hâliyle bana bir şey kalmıyordu.
“Geldik.” Kemerimi açmaya çalışırken teşekkür ettim.
“Dur,” diyerek kemerini çıkardı ve üstüme eğildi. Nefesimi tuttum ve kemeri çıkarmasını bekledim. Yakınlığı beni gafil avlamıştı. Kapana kısılmış dişi bir aslan gibiydim. Her an üstüne saldırma tehlikem vardı. Bundan böyle Dinçer Bey etraftayken boynuma “Yaklaşmayın!” ibaresi asmalıydım. O yaklaştığı sürece ben kendimden uzaklaşıyor, bambaşka biri olup çıkıyordum.
“Çıkmadı mı hâlâ?” diye sordum dayanamayarak.
“Tamamdır,” dedi ve yüzünü bana doğru kaldırdı. Gözleri gözlerime o kadar yakındı ki… Kendine gelerek benden bir hızla uzaklaştı.
“Şey… eee… İyi geceler.” Bir şey söylemesine izin vermeden arabadan indim. Kendine gelip uzaklaşırdı tabii, ne de olsa Seval ve o kumral manken gibi sıfır beden değildim.