Kapıdan çıkar çıkmaz karşısına dikilen Okan, elinde bir buket çiçek tutuyordu. Tıpkı yengesinin ondan yapmasını istediği gibi…
Eylem bahçeye adımını attığı anda, “Sen gelsene şöyle,” diyerek Okan’ı salon penceresinden görünmeyecek bir köşeye doğru yönlendirdi.
Okan, kızın peşi sıra yürürken “Eylem, neye kızdığını bilmiyorum ama çözemeyeceğimiz bir şey olduğunu da düşünmüyorum açıkçası,” diye hızlıca konuşmaya başladı.
Eylem, evdekiler tarafından görünmeyeceklerinden emin olunca durup hızla eski nişanlısına doğru döndü. Hafifçe gülümsedi. Bu gülümseme gözlerine ulaşmamıştı.
Yavaşça parmağındaki yüzüğü çıkarırken gözlerini bir an bile Okan’dan ayırmamıştı.
“Ben kızgın değilim. Ben sinirli değilim. Sadece öfkeden deliye dönmüş haldeyim!”
“İyi de neden kızdın şimdi durup dururken?” dedi Okan. “İstediğin gelinliği almadık diye mi?”
Çiçeği kızın eline tutuşturup Eylem’e her zaman samimi gelen ama şu anda gördüğünde içinde tuhaf bir mide bulantısına sebep olan gülümsemesini takındı.
Eylem, kucağındaki çiçekleri öldürmek ister gibi sıktıkça sıkarken Okan arabanın kapısını açtı. Annesi, gelinliğin fazla açık olduğunu söyleyerek kendi beğendiği gelinliği almakta ısrar etmişti.
Eylem, müstakbel kayınvalidesinin ona yakıştırdığı gelinliğin yüz yıl falan önce moda olduğunu düşünmüş, yine de kadını kırmamak için gelinliği almalarına ses çıkartmamıştı.
Okan, sorunun bu olduğunu düşünüyordu. Eylem, hiçbir zaman talepkar bir kız olmamıştı. Şimdi neden bir gelinlik için bunca yaygara kopardığını anlamıyordu.
Hormonlar, stres ya da öyle bir şeyden kaynaklıdır diye düşünüyordu.
“İstediğin gelinliği de aldım. Artık tatsızlık çıkartma. Kapatalım bu konuyu.”
Kutunun kapağını açıp kıza gelinliği gösterirken affedildiğini farz etmişti. Hatta kızın hatasını hoş görüyor gibiydi.
Eylem, tuhaf bir kıkırtı çıkarttı. Sonra sesli bir şekilde gülmeye başladı.
“Hah,” dedi konuşmaya başlarken. “Ben sana bitti diyorum, sen bana çiçek veriyorsun. Ben sana bitti diyorum, sen bana gelinlik getiriyorsun. Ben sana bitti diyorum, bitti! Sen bunun neyini anlamıyorsun? Seni sevmiyorum. Evlenmek istemiyorum. Mümkünse bir daha karşıma çıkma Okan. Yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim!”
“Eylem!” dedi Okan. Sesi oldukça yüksek perdeden çıkmıştı. “Saçmalamayı kes. Ne demek bitti. Nasıl dersin seni sevmiyorum diye? Sen bensiz nefes bile alamazsın! Nasıl bitireceksin görelim!”
“Şöyle,” dedi Eylem.
İlk olarak parmağından çıkarttığı yüzüğü adamın suratına fırlattı.
İkinci hedefi kutudaki gelinlikti. Adamın elindeki kutuya vurarak yere düşmesini sağladıktan sonra çamura bulanmış olan ayaklarıyla kutuyu çiğnemeye başladı.
İlk şoku atlatmış olan Okan “Eylem!” diye sinirle bağırınca kucağındaki buketi de aynı hızla yere fırlattı. Sağlam tek bir çiçek bırakmadığından emin olana dek topuklarının altında çiğnerken yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı.
Okan’ın suratına yumruğu vurmadan hemen önce “Burçin’le yattığını biliyorum!” dedi.
“Beni kuzenimle nasıl aldatırsın!”
Okan’ın elmacık kemiğine isabet eden yumruğunu yüzünden bileği fena halde acımıştı ama adam ilk şoku atlatamadan avucunu açıp savurduğu tokat, yumruğundan bile güçlüydü. Okan’ın başı geriye doğru savrulmuş, dengesini kaybedip yere düşmesine neden olmuştu. Böyle bir şey yapabileceğini bile bilmiyordu ama yapmıştı. Sonunda delirmişti.
Neye uğradığını şaşıran Okan, yerden kalkıp kızın üzerine doğru yürüdü. Suç bastırmak için sesini yükseltmişti.
“Sen ne saçmalıyorsun? Kafayı yemişsin!”
Eylem, “Sayenizde yedim!” diyerek hemen önünde duran adamın kravatını kavradı.
“Ben senin oyuncağın değilim. Burçin’i istiyorsan, git, bunu Sezgin Cevahiroğlu’na söyle. Yok, ben buna cesaret edemem diyorsan da kusura bakma, ben senin mafyaya giriş biletin de değilim.”
Okan konuşmak için ağzını aralarken Eylem, parmağını dudaklarına götürdü.
“Tek kelime daha etmeye çalışma, amcama kızıyla yattığını söylerim. Limandaki kameralar yediğiniz her haltı çekmiş. Görüntüleri defalarca izledim. Yani elimde kanıt da var. Amcam, senin hayatını kaydırmakla kalmaz. Ailen de çok sevdikleri bu hayattan kopup gider.”
Okan, şokla balık gibi açık kalmış ağzını kapatmayı akıl edemeden elini çekti. Ve tiksinmiş gibi elini Okan’ın ceketine sildi.
“Bu arada, amcam seninle konuşup benimle barışmanı isterse ona olmaz diyeceksin! Beni istemediğini artık hangi yalanlarla anlatırsan anlat onu inandıracaksın. İyi olduğun tek şey yalan söylemek zaten… Yoksa acımam!”
“Eylem,” diyerek dizlerinin üzerine çöken Okan, “Bana bunu yapma,” dedi ağlamaklı bir sesle.
“Sen, kuzenimle yattın... Ben de iyi niyetim yüzünden gözümün önündeki gerçeği aylarca fark etmedim, anlamak istemedim. Şimdi diyorum ki, defol, çık, git, hayatımdan!”
“Eylem yapma!” dedi Okan çaresizlik içinde.
Kız arkasını dönüp eve girdiğinde bile olanlara inanmakta güçlük çekiyordu.
***
Eylem içeri girdiğinde yengesi yakasına yapışıp onu odasına doğru sürüklemeye başladı.
Kızı sürüklerken “Sakın!” dedi sinirden çatlamış sesiyle. “Sakın o dilini kullanmaya başlama, yoksa ağzından söküp alırım!”
Eylem, kadının kendini sürüklemesine ses çıkartmadı. Ömründe bir kez olsun istediğini yapmıştı ya, bundan sonra olacaklar umurunda bile değildi.
Odaya girer girmez yüzüne yediği tokat yüreğine serpilmiş suyun anında buharlaşmasına neden oldu.
“Seni öldürürüm,” dedi Zeliha Hanım. “Bir daha kızımın adını o pis ağzına alırsan seni öldürürüm.”
“Nişanlımla yatağa giren senin kızın, ağzı pis olan ben miyim?” dediğinde bir tokat daha yedi.
Başını kaldırıp tekrar vurması için meydan okuyarak baktığı kadın saçını avuçlarına hapsettiğinde acısını belli eden tek mimiği bile yoktu.
“Bir daha düğünden kurtulmak için kızımı kullanmaya çalışırsan seni cidden öldürürüm.”
“Ben kızını kullanmadım. Kızın, nişanlımı kullandı.”
“Zeliha, ben çıkıyorum. Eylem de peşimden gelsin,” dedi Sezgin Bey. Sesi koridorda gür bir şekilde yankılanmış, onlara kadar ulaşmıştı.
Kapıdan çıktığını duyan Zeliha Hanım, Eylem’in saçını bırakıp boğazına sarıldı. Kızın boğazını tüm gücüyle sıkarken “Burçin, henüz küçük. Biraz eğlenmek istemiş. Böyle şeyler gençken olur,” deyip kızı serbest bıraktı.
Az önce kızın boğazını sıkan o değilmiş gibi tatlı bir şekilde gülümsedi.
“Kılıç ailesiyle görüşüyoruz. Burçin, Emir Ali’yi istiyor biliyorsun. Yarın buluşacaklar. Bir aya kalmadan da yuvasını kurup gidecek zaten. Evlenip gittiği zaman, seninle de o çok sevdiğin kapı köpeği ile de işi olmaz. Şimdi o çeneni kapat. Bu olayı da daha fazla büyütme.”
“Kılıç mı?” dedi Eylem gayriihtiyari.
“Evet, amcan onay verdi. Kızıma da Emir Ali gibi bir damat yakışırdı zaten,” deyip duraksadı yengesi. “Herkes kendisine yakışanı yapsın,” diye ekledi.
Eylem duraksadı.
Bir an düşündü ve kararını verdi.
“Emir Ali Kılıç? Kılıçlar bize düşmanlık beslemiyor mu? Yalan söylüyorsun. Bu olanları sineye çekmem için beni kandırmaya çalışıyorsun. İnanmıyorum. Buluşacaklar mı? Nerede buluşacaklar?”
Zeliha Hanım kurnaz geçinirdi. Yine de bu tuzağa düştü.
Kızı ve müstakbel damadının nerede buluşacağını söyledi.
“Seni kandırmaya çalışacak kadar alçalmadım. Sen de annen gibi kötü yola düşme, senin de bir yuvan olsun diye uğraşıyoruz. Amcanın karşısına çıkıp bana söylediklerini söyleyecek olsaydın, seni de annen gibi öldürmek zorunda kalırdı. Yazık ya adama, kardeş acısı yaşadı. Ben, bir de yeğen acısı yaşamasın diye uğraşıyorum. İnan ki sen zerre umurumda değilsin.”
“Benim annem kötü yola falan düşmemişti,” dedi Eylem. Yengesi yıllardır bunu söyleyerek onu aşağılıyordu.
Eylem, kime annesini sorduysa, onun melek gibi bir kadın olduğunu söylemişlerdi. Yengesi inatla annesine iftira atıyordu. Sebebini bilmiyordu ama bu evdeki çoğu şey gibi artık buna da katlanmaya niyeti yoktu.
“Tamam yenge. Şimdilik ağzımı kapatıyorum,” dedi.
Zeliha Hanım, sonunda kızın ağzını kapadığını düşünerek rahat bir nefes aldı.
“Yüzünü gözünü yıka. Amcanı daha fazla bekletmeden peşinden git.”
“Tamam Yenge,” dedi Eylem yine.