Akşam yemeği için masada toplanmışlardı.
Eylem, tabağındakilere hiç dokunmamıştı. Zaten az yerdi, olanlar yüzünden iştahı tamamen kesilmişti.
Burçin ise her zamanki gibi iştahla yiyordu. Çatalına aldığı yemeği dudağına yaklaştırırken ağzındakileri yutkunmak için duraksadı. Nefes almadan yiyor ve konuşuyordu.
O şımarık şımarık konuştukça, Eylem bunaldığını, midesinin kasıldığını hissediyor, tahammülsüzleşiyordu.
“Umarım heyecandan uykum kaçmaz. Yarın Emir Ali’nin karşısına çıktığımda güzel görünmek istiyorum,” dedi Burçin.
Burçin’in kendine göre bir güzelliği vardı elbette.
Dolgun vücutlu, işveli ve minyon tipliydi. Kendine yakışanı giymeyi bilirdi. Makyajı da ustalıkla yapardı. Ama yemek yerken insandan çok piknik yapan insanlara saldıran bir ayı gibi görünüyordu.
“Sen her halinle güzelsin canım kızım,” dedi Zeliha Hanım.
Kendisinin genç bir kopyası olan kızının yanağını parmaklarıyla okşarken yüzünde gururlu bir ifade vardı.
Keremşah, ne yemeklere ne de konuşmalara ilgi göstermiyor, telefonuyla mesajlaşmaya devam ediyordu.
Burçin, “Anne, sence Emir Ali de beni beğeniyor mudur?” diye sorduğu sırada babasının sofradan kalkmış olduğunu fark eden Keremşah da ayaklandı.
Keremşah, Henüz 17 yaşındaydı. Zeliha ve Sezgin Cevahiroğlu’nun ikinci çocuklarıydı.
Yakışıklı bir çocuktu. Ne annesine ne babasına ne de ablasına benziyordu. Uzun boyu, düzgün bir fiziği, karakterli yüz hatları ve sağlam bir kişiliği vardı.
Eylem evde en çok Keremşah’ı severdi. Ondan sevgi görmemişti ama herhangi bir saygısızlığına da maruz kalmamıştı.
Niyetlendiği intikam oyununda, zarar vermekten kaçınacağı tek aile üyesi de Keremşah olacaktı.
“Afiyet olsun,” diyerek odadan ayrıldı. Onun hemen arkasından tabağını bir kenara iten Eylem, sofradan kalkmaya hazırlanıyordu.
“Eylem,” dedi Burçin ağzını yaya yaya. “Bugün de pek sessiz, suratsızsın. Canını sıkan bir şey mi oldu canım?”
Eylem, başını kaldırıp kuzenine birkaç saniye baktı. Gözlerini gözlerinin içine diktiği saniyelerde ortamda garip bir sessizlik oldu.
Okan, yakalandıklarını henüz ona söylemediği için mi bu kadar şuursuzdu bu kız? Yoksa hala onu kandırdığını mı sanıyordu?
Kuzeninin gözlerinde gördüğü saf bakışlardaki ışıltı, bunun tam tersini söylüyordu.
Yakalandığının farkındaydı.
Sadece umursamıyordu.
Dokunulmaz olduğunu düşünüyordu.
Ve yapmacık bir samimiyetle “İyi misin canım? Sorun neyse bana anlatabilirsin?” diye sormaya devam etti.
Eylem, yengesinin ters bakışlarına aldırmadı. Son günlerde kimseye aldırdığı da yoktu.
Burçin, sevimli sevimli gülümsedi. Elini Eylem'in koluna yerleştirdi.
“Ben senin kardeşin sayılırım, kapım her zaman sana açık. Konuşmak istersen buradayım…”
Eylem, yengesini kızdırmak, Burçin’in yüzündeki gülümsemeyi silmek için tarifi imkansız bir istekle dolmuştu. Sonunda kendine hakim olmak için uğraşmayı bıraktı. Kastığı kaslarını gevşemeye zorladı.
“Evet, canım biraz sıkkın,” diye konuşmaya başladı.
“Aaa, kim üzdü benim güzel kuzenimi?” dedi Burçin hemencecik.
Eylem, “Sen,” dedi.
Burçin, “Bilmeden seni kıracak bir şey mi yaptım canım?” diye sorduğunda bozulan sinirleri yüzünden gülmeye başlayan Eylem sırtını sandalyeye yasladı.
Zeliha Hanım’ın içinde bıçaklar gizlediği gözlerini gördüğünde gülüşü kahkahalara dönüştü. Kadının ödü kopuyordu sevgili prensesi üzülecek diye.
Patolojik gülüşü sona erdiğinde “Şaka şaka,” diye ekledi. Sonra hafifçe dudak büktü.
“Ya, kalbini kırdım sanıp üzüldüm, bu nasıl şaka,” dedi Burçin.
“Burçin… Sen benim kalbimi ne zaman bilmeden kırdın? Aşk olsun. Sen bilemeden insanlara kötü davranır mısın? Sen… bile isteye, umursamazca yaralarsın.”
“Ne?” dedi Burçin. Şaşırdığında konuşamaz hale gelirdi. Şimdiki gibi cevap bulamadığı zamanlarda… “Ne diyorsun Eylem?”
“Okan diyorum,” dedi Eylem.
“Okan kalbini kıracak bir şey mi yaptı? İnan hiç haberim yok.”
Eylem, “Birlikte yaptınız ya?” dedi.
Zeliha Hanım, “Eylem, kapat artık şu konuyu,” diye çıkıştı sonunda. “Sabah seninle anlaştığımızı sanıyordum.”
Eylem, küsmüş gibi dudağını büktü.
“Anlaşamadık sevgili yengeciğim. Sen benim boğazımı sıktın, ben de sana istediğimi söyledim. Şimdi muhatabım senin şımarık kızın, ona da kendi istediğimi söyleyeceğim. Hep aynı replikler. Tamam yenge, olur amca… Senin istediğin gibi konuşmak cidden çok sıkıcı.”
Burçin, abartılı bir masumiyet ve samimiyetle gözlerini iri iri açtı.
“Kim ne dedi de kafanı karıştırdı bilmiyorum ki. Neden bahsettiğini bile anlamıyorum.”
“Beni aldatmanızdan bahsediyorum. Arkamdan çevirdiğiniz dolaplardan…”
“Kim aldatmış seni? Ben mi? Okan mı? Ay sen benim onunla yattığımı falan mı sanıyorsun yoksa?” Burçin alaycı, kısa bir kahkaha attı. “Okan’ı bilemem. Bana karşı herkes bir şeyler hissedebilir. O da hoşlanmış olabilir. Güzel ve tatlı olmak suç değil… Ama ona karşı bir şey hissetmiyorum. İsteseydim sen Amerika’da gezerken onunla evlenirdim. İstemedim, bak seninle evleniyor.”
“Sen bahşettiğin için benimleydi. Sen istemeyip attığın için… Öyle mi?”
Burçin parmaklarını şıklattı. “Tam üstüne bastın,” Sonra sıkılmış bir şekilde iç çekti. “Neyse, anladığına göre şu saçma meseleyi bir kenara bırakalım. Gidip evleniyor musun, ayrılıyor musun ne yaparsan yap. Umurumda bile değil. Akşam akşam ağzımızın tadını bozdun.”
Zeliha Hanım, Eylem’e ayırdığı zamanın sonuna gelmişti. Eliyle onu kovarken “Güzellik salonundan randevu almış mıydın?” dedi kızına. “Tırnaklarını da yaptıracaksan erken çıkman lazım.”
Burçin, hizmetçiye seslendi. “Kahvelerimizi kış bahçesinde alacağız.”
Sonra ayaklandı. Annesinin elini tuttu. Anne kız Eylem’i masada bırakıp gittiklerinde hizmetçi yeniden kapıda göründü. Sevecen bir kadındı. Eylem’i de severdi. Yine de Zeliha Hanım’ın korkusundan kıza karşı mesafesini korumaya dikkat ederdi.
“Eylem Hanım, kahve alır mıydınız?”
Eylem başını salladı. “Teşekkür ederim. Yatmaya gideceğim.”
Odasına geçtiğinde telefonu eline aldı. Rehberindeki numaraları taradı. Lise arkadaşlarından birinin numarasını tuşladı. Lisedeyken tek konuştuğu kişi bu kızdı. Samimi değillerdi fakat birbirlerinin yalnızlığını doldurmuşlardı. Amerika’ya gönderilmesinin ardından onunla hiç iletişimi olmamıştı.
“Alo,” dedi karşı taraf. “Alo, Eylem, gerçekten sen misin?”
“Benim,” dedi Eylem. “Görüşmeyeli nasılsın?”
“İyiyim, çalışıyorum… Okula devam edemedim. Evde de sıkılıyordum. Sonunda kendime bir güzellik merkezi açtım. Sen neler yapıyorsun? Ben seni yurtdışında sanıyordum.”
“Döndüm. Bir yıla yakın zaman oldu. Ben de şirkette amcamın işleriyle ilgileniyordum. Aklıma geldin. Uygunsan bir kahve içelim diyecektim.”
Defne, şaşırmış aynı zamanda sevinmişti. Eylem her zaman güler yüzlü ve pozitif bir kızdı ama insanlara mesafeliydi.
O kızla birlikte bir sene boyunca aynı sırada oturmuştu. Çok da iyiliğini görmüştü yine de arkadaşlıkları dostluk denecek kadar ilerlememişti.
“Çok memnun olurum, gerçekten memnun olurum ama maliye denetimi var yarın. Erkenden gidip hesapları falan kontrol etmem lazım. Bir sorun çıkarsa babam beni mahveder. Adımız vergi kaçakçısına falan çıkarsa beni bitirir.”
Eylem, “İstersen ben yardım ederim,” dedi. “Hem gelmişken bakım falan da yaptırmış olurum. Bana da iyi gelir. Kahvelerimizi de o arada içeriz.”
Defne buna hayır diyemezdi. “Zahmet etme derdim de cidden bu iyiliği bana yaparsan dile benden ne dilersen.” Şirketleri evirip çeviren kız için kendi küçük merkezinin muhasebesi çocuk oyuncağı sayılırdı.
“Hiç sorun değil. Takma kafana. Hallederiz,” dedi Eylem. “Kaç gibi buluşalım?”
Defne, “Şey, sabah altı gibi gelebilir misin?” dedi utana sıkıla. “Adamların kaçta geleceğini öğrenemedim. Mesai başladığında kapımda bitebilirler. En çok bundan korkuyorum. Babam da hain Ali de kendi başımın çaresine bakmayı öğrenmemi istediği için yardımcı olmadı.”
Eylem, “Ali mi?” dedi.
“Ali Kılıç. Bu ara sık sık haberlerde adı geçiyor. Hiç görmedin mi?”
“Ali Kılıç ismi yabancı değil.”
“Yabancı değil canım, kuzenim işte… Teyzemin suratsız, gıcık oğlu. Öyle ekranlarda göründüğü kadar da yakışıklı değil. Uff, daha yakışıklı. Bir keresinde okula gelmişti, bilmem hatırlar mısın? Amcası emekli olmaya karar verip işleri ona devretti.”
“Hımm,” demekle yetindi Eylem.
“Evet, maalesef… Eniştem bana kıyamazdı ama Ali pislik yapıyor. Herkesin kendisi gibi mükemmel olmasını bekliyor. Benim de elimden bu kadarı geliyor işte. Ne yapayım…”
Eylem, “Kuzenim dediğin kişi Emir Ali Kılıç, öyle mi?” diye sordu.
“Evet, ta kendisi…” dedi Defne. “Ülkede tanımayan kalmadı, senin duymamış olman bana garip gelmişti. Yalnız, yarın denetimin nasıl geçtiğini sormak için uğrayacaktır. Karşılaşırsanız sen ona Ali de olur mu? Emir denmesinden pek hazzetmez.”
“Tamam, aklımda tutarım. Şimdi sen bana konum at, kahvaltı için bir şeyler alıp 5’te işe başlayalım. Aksi bir durum varsa halletmek için de zaman gerekiyor. Öğleden sonra küçük bir toplantım var. Ben seni kurtarayım sen de beni biraz güzelleştir,” dedi.
***
Gün ışımadan evden çıkan Eylem, Defne ile buluştuğunda sakin görünüyordu ama içinde fırtınalar kopuyordu. Defne’nin abarttığı işleri bitirmeleri, sıkıntılı birkaç evrakı düzenlemeleri tahmin ettiği gibi iki saat kadar sürmüştü.
Defne ile Eylem üçüncü kahvelerini içerken çalışanlar geldi.
Defne oyalanmadan “Sen müthiş bir iş çıkarttın, şimdi sıra bende,” diyerek Eylem’i çalışanların eline teslim etmeye çalıştı ama Eylem itiraz etti.
“Defne, buraya bakım yaptırmaya gelmedim,” dedi. “Senden başka bir iyilik isteyeceğim.”
Defne kaşlarını çatarak “Dile benden ne dilersen demek istiyorum…” dedi. “Umarım yapabileceğim bir şey istersin.”
“Emir Ali Kılıç,” dedi Eylem. “Bana kuzenini anlat.”
Defne, “Hayırdır?” dedi şaşkınlıkla karışık eğlenceli bir sesle. “İhale işi falan mı var? Amcanın çözemediği bir mesele falan mı oldu?”
Eylem başını iki tarafa salladı. Ciddileşti. “Şahsi bir mesele için görüşmem lazım.”
“Senin Ali ile ne meselen olabilir?” diyen kız bir sandalye kapıp kızın yanına çöktü. “Onca yıldan sonra görüşelim dediğinde bu işte bir bit yeniği olduğunu düşünmüştüm zaten.”
Eylem, “Özür dilerim,” dedi mahcup bir sesle. Seninle zaman geçirmek gerçekten çok güzel. Meditasyon gibi… Yanındayken kendimi rahat hissettiğim birkaç kişiden birisin. Seni gücendirdim mi?”
“Asla,” dedi Defne. “Sadece şaşırdım.” Derin bir nefes aldı. Bacaklarını üst üste atarak gülümsedi.
“Ne bilmek istiyorsun?”
“Aslında utanç verici ama nasıl kadınlardan hoşlanır? Ne sever ne sevmez, ailesi nasıl? Bu tarz şeyler.”
“Eylem, ciddi misin? İşle falan alakalı olmadığından emin misin? Beni konuşturup kuzenimin başına iş getirmeyi falan düşünmüyorsunuz, değil mi?” dedi. Tedirgin olduğu yüzünden de hareketlerinden de belliydi.
“İşle alakalı değil. Evlenecekmiş. İşin aslı… Ben ondan fena halde hoşlanıyorum. Bir türlü de tanışamadım. Bugün onunla karşılaşmayı umuyorum… Ve anlarsın…”
Defne, yanakları yalan söylediği için kızaran arkadaşının, Ali’den gerçekten hoşlandığına ikna oldu. Saf, temiz kalpli bir kızdı ve Eylem onu kandırmayı hiç istemiyordu ama başka çare de bulamamıştı.
Savaşta ve aşkta her şey mübahtı. Aşktan ümidini kesmişti ama savaşmaya yeni başlıyordu.
“Peki,” dedi Defne. “Ali, kendini beğenmişin tekidir. Mükemmeliyetçidir. Yakışıklı olduğunu bilir. Sinirlendiğinde yakınında olmayı istemem, sen de istemezsin… Kızlar konusuna gelince… Ben Ali’nin hiçbir kız arkadaşı ile tanışmadım. Etraftan da hiç duymadım… Deli gibi çalışıyor. Vakit bulup da bir kadınla görüşebildiğini sanmıyorum.”
Eylem kaşlarını çattı. “Peki ailesi.”
Defne, “Aile mi?” dedi. “Ailesini ne yapacaksın?”
“Bu yaştan sonra adamla kafelerde gezmek için bir araya gelmek niyetinde olduğumu düşünmüyorsun herhalde?” dedi Eylem. “Ben ailenize gelin olarak gireceğim canım arkadaşım.”
Defne hafif bir ıslık çaldı. Eylem’e ne olduğunu bilmiyordu ama liseden tanıdığı kızın bu olmadığından emindi. “İddialısın, bunu sevdim. Bakalım sana ne zaman yenge diyeceğiz…”
“Muhtemelen, bugünden sonra,” dedi Eylem.
Defne, bu kez kahkaha attı. “Sen cidden ciddisin,” dedi. “Tamam, sana istediğin her şeyi anlatacağım kız. Gerekli gereksiz her şeyi anlatacağım. Senden iyi yenge mi bulacağım. Yalnız, bu arada seni biraz parlatmamız da iyi olur.”
Çalışanlarını çağırdı. Kızlar geriden sohbeti dinliyorlardı zaten. Olaya dahil olduklarında yorum yapmaktan kaçınsalar da bazı yerlerde gülmekten ya da birbirini dürtmekten geri kalmıyorlardı. Kendilerini bir aşk hikayesinin içinde bulmuşlardı ya, bu tatlı eğlencenin tadını çıkarıyorlardı.
“Onlar dürüst insan sever. Sadık. Teyzem de diğer anneler gibi… Oğlu evlensin, çoluk çocuğa kavuşsun ister ama annemler birini her önerişinde burun kıvırır, mutlaka bir kulp bulur. Babası Ali’ye pek karışmaz. Ama seni seveceklerini biliyorum. Onlar konusunda endişe etme, olduğun gibi davranman yeter de artar bile…”
Yarım saat sonra Eylem’in manikürü, pedikürü, saç bakımı yapılıyor, yüzünde ise bir havlu maske ile uzanıyordu.
“Burada işimiz bittiğinde bir de masaja gidelim mi?” dedi Defne.
Eylem, “Asıl işim ondan sonra başlayacak,” diye gülümsedi.
***
Eylem, aracını park edip saatine bir göz attı. Trafik bir kaza yüzünden tıkanmış, düşündüğünden çok daha fazla zaman harcamasına neden olmuştu.
Lokantaya girdiğinde Burçin ve Emir Ali’nin hala orada olması için dua ediyordu. Telaşlı adımları arkadaki masada oturan sıkılmış adamı bulduğunda yavaşladı. Tuttuğu nefesi salıverdi.
Güçlü adımlarla onların yanına ilerlerken kendini kaptırmış olan Burçin onu fark etmemişti. Yine her zamanki gibi kusursuz bir makyaj yapmıştı. Siyah bir elbise giymiş, takmış takıştırmıştı.
“Defne’yi dinlese miydim acaba?” diye düşündü.
Defne’nin tüm ısrarına rağmen makyajı sade tutmuştu. Ona kalsa fondöten bile kullanmazdı ama üzerindekileri çıkarıp yanında getirdiği elbiseyi giyindiğinde yengesinin eseri olan, boynundaki morluklar olduğu gibi ortaya çıkmıştı. Yanağındaki hafif allık, dudağındaki hafif pembe ruj ve gözlerinin yeşilini ortaya çıkaran rimeliyle oldukça duru bir güzelliği vardı.
Eylem’in direkt Emir Ali’ye odaklanmış bir şekilde yürüyor olduğunu fark eden ilk kişi, yan masada bekleyen Emir Ali’nin adamlarından biriydi.
Adam, krem rengi, uzun elbisesiyle içeriye girer girmez çoğu gözün üzerine çevrilmesine neden olan kızı hayranlıkla süzmekteydi. Ona göre kıza güzel demek haksızlıktı. Kalçasına kadar uzanan dalgalı saçlarını savurarak yürüyen kız, zarafet kelimesinin vücut bulmuş haliydi.
Eylem’i durdurmak için ayaklanırken kız daha yakınına geldiğinde kim olduğunu fark edince sandalyesine çöktü.
Eylem, masaya ulaşır ulaşmaz varlığını belli etti:
“Umarım sohbetinizi bölüyorumdur. Çünkü niyetim tam olarak bu!” derken oldukça kendinden emindi.
“Eylem, sen neden bahsediyorsun? Ne oluyor böyle!” diye çıkışan Burçin, Eylem’in bir şey peşinde olduğunu sezmişti. Evde olduğu gibi Emir Ali’nin yanında da saçmalayacağından endişe ediyordu. Tüm telaşına rağmen kızın güzelliğinin de farkına varmıştı. İçinde kabaran kıskançlık, alışık olmadığı bir histi.
“Sohbetimizi neden bölüyorsunuz Eylem Hanım?” dedi Emir Ali Kılıç.
Bir saattir karşısındaki kızın düğün hakkındaki sıkıcı konuşmalarını dinliyordu ve belindeki silahı çıkarıp kızı ya da kendini vurmasına ramak kalmıştı. Ama yüzü ifadesizdi. Eylem’in olaya dahil olması bu saçma ve sıkıcı konuşmayı bitirdiği için memnun olmuştu.
“Size bir teklifim var,” dedi Eylem. Gözlerini karşısındaki Burçin'in gözlerine sabitlemişti. “Ama önce karşınızdaki kızı göndermeniz gerekiyor.”
Eylem kendini beğenmiş bir şekilde gülümsedi. Mütevazi tarzına uygun olmayan bu gülümseme, Emir Ali’nin arkasına yaslanmasına neden oldu. Yüzündeki eğlenen ifadeyi ustalıkla gizledi. “Şaka falan yapmaya çalışıyorsanız komik değil.”
“Gayet ciddiyim,” dedi Eylem. “Beni dinlemeniz gerekiyor ama arada parazit olmadan!”
Emir Ali bir karşısında oturan Burçin’e bir de ayakta dikilen Eylem’e baktı. Burçin eğilip bükülürken, Eylem onu bakışlarıyla öldürecek kadar güçlü bir imaj çiziyordu.
“Yalnız görüşebilirsek size neyin daha iyi olduğunu gösterebilirim!” dedi Eylem, Emir Ali’nin kararsızlığını fark ederek.
Emir Ali, Burçin’e bir kez daha dikkatle bakıp ayağa kalktı. “Yalnız görüşmek istiyorsanız burası pek uygun değil,” diyerek ayağa kalktı.
“Ne saçmalıyorsunuz siz!” diye çığlık atan kızı görmezden geldi.
Kolunu Eylem’in beline dolayarak onu çıkışa doğru yönlendirdi.
Peşlerinden gelmeye çalışan Burçin, Emir Ali’nin adamları tarafından durdurulduğu için çaresizlik içinde yerinde kalakalmıştı. Sinirden ayağını yere vurarak annesini aradı. Ve olanları bir bir anlattı.