Bölüm 7

1383 Words
Emir Ali, Sezgin’nin evinin kapısına dayanmıştı ama adamları onu içeri almamıştı. Sezgin’in onayını almak için içeri gitmelerinin üzerinden beş dakikadan fazla zaman geçmişti. Onu oyalamaya çalıştıklarını biliyor, içeride neler döndüğü ile ilgili türlü senaryolar kurarak kapının açılmasını bekliyordu. Kapı açılınca yapacağını biliyordu ama içeride Eylem vardı, eli kolu bağlıydı. Arabasına yaslanmış beklerken, arabanın tavanında ritim tutmuş parmakları, sabırsızlığını dışa vuruyordu. Bir dakika kadar sonra kendi aracının arkasına üç araç daha park etti. Araçtan inen adamlar koşar adım yanına geldi. Orhan Bey’in peşinden birilerini göndereceğini düşünmemişti. O yüzden başta birine bir şey oldu sanıp kendini kötü habere hazırladı. “Necati Abi gönderdi bizi. Sorun falan çıkarsa diye… Bir de yengeyi alınca Orhan Baba’ya götürecekmişsin Ali Abi.” Emir Ali sinirle güldü. “Bir kızı almaya orduyla gelmiş, korkmuş demeyecekler mi?” dedi. “Bir de o Orhan Baba ne… Türkücü ismi gibi. Orhan Bey falan deyin.” Adam sessiz kaldı. Emir Ali sinirliyken ne dese bir fırça yiyeceğini biliyordu. Kalabalığın içinden sıyrılan Kasap yanlarına geldi. “Kapıyı açmaya korkuyor mu Sezgin?” diye sordu rahat bir tavırla. Kasap dedikleri adamın ismini bilen var mıydı bilmiyordu. Emir Ali bile bazen hatırlamakta zorluk çekiyordu. Hali ortadaydı. Bu yüzden cevap vermeye gerek duymadı. Bir iki dakika daha bekledikten sonra sabrı tükendi. Zaten meziyetleri arasında sabır yoktu. Yanında getirdiği adamının belindeki silahı çekip aldı. Birkaç el ateş etti. Kilit kısmı parçalara ayrılan kapıyı tekmeleyerek içeri girdi. Kapıdan çıkıp onlara doğru gelen ilk adamı silahını çekmişti. Kasap ondan önce davranıp adamı omzundan vurdu. Adam yerde acıyla inlerken silahını da düşürmüş, karşısındaki kalabalığı fark ettiğinden yeniden bir şey yapmaya çalışmamıştı. Kasap Emir Ali’nin önüne geçip yürümeye başladı. “Ömer’in silahının hatırası var, vuracaksan başkasının silahını al,” derken ikinci adamı da elinden vurmayı ihmal etmedi. Emir Ali duraksamadan silahı yanındaki Ömer’e verdi. “Hatırası varsa ne diye belinde taşıyorsun? Sıkmayacaksan neden yük ediyorsun?” diye çıkıştı. “Yedek var abi,” diyen Ömer sol elindekini ona uzattı. Emir Ali, “Ben bununla sıkacağım sen de arkama mı saklanacaksın?” deyip arkadakilerden birinin uzattığı silahı aldı. “Tesadüfen nefes alıyorsunuz siz,” dedi başını sağa sola sallarken. “Abi sen neden silahsız geldin?” dedi Ömer. Emir Ali, telaşla çıkınca almayı unuttum, demek yerine yeniden ters bir bakış attı. Evin kapısına geldiğinde beklemeden aynı şeyi yaptı. İçeri daldı. “Sezgin,” derken sonundaki n harfini uzatmıştı. “Sabahtan beri özledim diye elli kere arıyorsun, şimdi de utanıp saklanıyor musun?” Sesi çoğu zaman olduğu gibi eğlenceli bir tonda çıkmıştı. Sezgin koşar adım üst kattan inerken merdivenlerde bir iki kez tökezlese de düşmeden kapıya kadar gelmeyi başarmıştı. Üzerindeki ceketin düğmelerini ilikliyordu. “Ali, ne oluyor evladım?” Kasap başını eğip gülüşünü gizlemeye çalışan Ömer’e ters bir bakış atarken Emir Ali çoktan Sezgin’in alnına silahı dayamıştı. “Bizi neden kapıda bekletiyorsun sen lan? Hayırdır, çelik yeleğini mi giyiyordun? Göbeğinden dolayı giymen uzun falan mı sürdü? Ne bahanen var, anlat bakalım.” Sezgin’in korkudan rengi solmuştu ama sesi hala pürüzsüzdü. “Geldiğinizden bile haberim yoktu,” diye geveledi. Hemen sonra “Sorun ne, geçin salonda konuşalım,” diyerek bir şey yapalım mı diye dikilen üç adamına başıyla geri çekilmelerini işaret etti. “Öyle olsun bakalım,” diyen Emir Ali, silahı indirip Sezgin’in peşi sıra yürüdü. Koltuğa oturduğunda kendi evinde gibi rahattı. Adamları peşi sıra salona doluştuğunda oda birden küçülmüştü sanki. Sezgin korkudan renkten renge giriyordu. Emir Ali, lafı uzatmadan “Eylem nerede?” diye sordu. Sezgin, “Eylem mi?” dedi kızın adını ilk defa duymuş gibi. “En ayar olduğum insan tipi ne biliyor musun? Salaklar. Daha uyuz olduklarıma sıkıyorum, onlar da salağa yatanlar… Beni yorma Sezgin, çağır yeğenini.” Sezgin neredeyse yerinde kıvranıyordu. Şansını bir kez daha denedi. “Senin benim yeğenimle ne işin var? Kızımla evlenecektin, görüşmenize izin verdim. Şimdi yeğenim nereden çıktı? Senin amacın ne?” Emir Ali dudaklarını ıslattı. “Sezgin, Sezgin… Evlenmek istediğim doğru. Sizinle akraba olalım dedik bir kere… Biz sözümüzden dönmeyiz, bunu da biliyorsun… Ama az önce salaklara tahammül edemediğimi söylemiştim zaten. E, tahammül bile edemediğim salak kızını neden alayım. Evinizdeki tek akıllı kişiyi, yeğenini alacağım.” Sezgin biricik kızına salak demelerine bozulmuştu ama planladığı şey Kılıçlar ile akraba olmaktı. Burçin’i ya da Eylem’i vermek arasında bir fark yoktu amacına ulaşması için. Yalnız bir sorun vardı. “Eylem biraz rahatsız, toparlayınca görüşürsünüz evladım.” Emir Ali tek kaşını kaldırdı. “Hastaysa annem bakar iyileştirir, getir kızı Sezgin, daha fazla kıvırma.” “Cidden gelebilecek halde değil,” cümlesini duyunca ayağa kalktı. “Nerede?” dedi. Sezgin cevap vermeyince Kasap ceninden çıkarttığı bıçağı açıp boğazına dayadı. Ufak bir kesik attı. Emir Ali’nin ciddiyetini kavrayan Sezgin, “Üst katta,” diye kekeledi. Yüzü ter içinde kalmıştı. “İlk oda onun.” Emir Ali basamakları ikişer üçer atlayarak üst kata çıktı. İlk odanın kapısını açtığında Eylem’i yatağında buldu. Kızın yanına ulaşır ulaşmaz yüzüne düşmüş saçlarını çekti. Gözünü kaplayan morluğu gördüğünde sakin kalabilmek için birkaç nefes alıp verdi. Bu sırada kızın göğsünün inip kalkışını görebiliyordu. Çıplak kollarında da birkaç morluk fark etmişti. Onu kucağına alırken başka neresini incittiğini bilmediği için nazik olmaya dikkat ediyordu. Kucağında kızla birlikte aşağıya indiğinde Sezgin’e öldürecek gibi bakıyordu. “Seni öldüremiyor olmam dövemeyeceğim ya da birkaç parçanı koparamayacağım anlamına gelmiyor,” deyip adamlarına Sezgin’i işaret etti. “Dikkat edin, ölmesin.” Aracın arka koltuğuna yerleştiğinde kızın başını kucağına koymuştu. “Eylem,” diye diye seslendi birkaç kez ama cevap alamadı. Telefonu ısrarla çalıyordu. Cebinden çıkarırken kıza yeniden seslendi. Eylem sonunda kirpiklerini yavaşça araladı. Sağ gözüne kan oturmuştu. Emir Ali, bu görüntüyü sindirmeye çalışırken telefona cevap verdi. “Efendim baba.” “Sorun çıktı mı?” diye sordu babası. “Sezgin kaşınmış, adamlar kaşıyıp peşimizden gelirler,” dedi. “Kızı ne yaptın?” “Hastaneye gitmesi gerekiyor,” dedi Emir Ali dişlerinin arasından. “Ben buna boşuna şerefsiz demiyorum,” dedi babası. “Ben de geliyorum, bir şeye ihtiyacın varsa evi ara.” Telefonu kapattı. Eylem, inleyerek kucağından kalkmaya çalışınca “Kalkma,” dedi Emir Ali. Kızın yüzüne, baktıkça yeni bir yara izi fark ediyor, içeri girmek için beklediği dakikalar yüzünden kendine küfrediyordu. “İyi olacaksın,” dedi kızın yanağını hafifçe okşarken. Eylem, gözlerini kapayıp yüzünü buruşturarak yeniden açtı. Elini bile kımıldatmaya cesareti yoktu. Emir Ali onun için gelmişti. Bunun getirdiği rahatlamayla biraz daha iyi hissediyordu. Yine de uzanırken rahat değildi. Yeniden kalkmaya çalıştı. “Uzanırken başım dönüyor,” diyen sesi fısıltıdan farksızdı. Emir Ali, onun oturmasına yardım ederken canını yakmamak için neresinden tutacağını bilememişti. Elini nereye atsa kız acı içinde inliyordu. Oturup arkasına yaslanan Eylem, “Hastaneye gerek yok,” diyebildi. Birkaç nefes aldı. Emir Ali’nin karşısında bu halde olmak gururunu incitiyordu. “İyiyim.” Emir Ali, “Öldün mü diye nabzına bakacaktım Eylem, ne iyisi?” dedi kızın yüzüne düşen saçlarını omzunun ardına iterken. “İyiyim, birkaç morluk işte,” dedi Eylem. Eve geri dönmek gibi bir niyeti yoktu ama nereye gideceğini de bilmiyordu. “Nereye gidiyoruz?” “Hastaneye gidiyorduk,” dedi Emir Ali. Sonra kızın yüzüne bakıp iç geçirdi. “İnatçısın değil mi?” diye mırıldandı. Kızın hafifçe gülümsediğini görünce pes etti. “Eve doktor çağırırız.” Eylem buna itiraz etmedi. “Bir ağrı kesici fena olmazdı. Ya da bir şişe rakı… Sen seç.” Emir Ali bu haldeyken bile espri yapan kızı azarlar gibi konuştu. “Sen rakı içemiyorsun Eylem, ben yokken içmek yasak sana.” “Şimdi içemiyorsun diyerek evlenmekten kurtulmaya mı çalışıyorsun sen?” dedi Eylem gözlerini kaparken. Baş dönmesine mide bulantısı da eklenmişti. Burnundan yavaş nefesler alarak bulantıyı atlatmaya çalışıyordu. “İç dedin, içtim. Olay bitti. Ya benimsin ya benim.” “Yenge, sen cidden içemiyorsun,” dedi aracı kullanmakta olan Ömer. Akşam kızın sarhoş halini görmüştü. Emir Ali’nin sinirleneceğini bilse de lafa karışmadan edememişti. “Duydun,” dedi Eylem gözünü açmadan. “Yenge dedi.” “Ölmemek için yenge dedi o,” dedi Emir Ali tehditkâr bir sesle. Ömer aynadan adama bakarken bu bakıştan hiç etkilenmediğini sırıtmasıyla ortaya koyuyordu. Emir Ali babasını arayıp eve geçtiğini haber verdi. Eylem’i akşam götürdüğü yer iş için nadiren kullandığı dairesiydi. Salonda bir koltuk takımı, çalışma odasında birkaç mobilya harici hiçbir şey yoktu orada. Ev derken ailesiyle birlikte yaşadığı çiftlikten bahsediyordu. Eylem yol boyunca tekrar konuşmadı. Araba her sarsıldığında ağrısı katlanıyordu. Acı içinde olduğunu belli etmemek için sırtını koltuğa yaslayabildiği kadar yaslayıp dişini sıkıyordu. Yolculuk bittiğinde araçtan inmek için nafile birkaç denemede bulundu. Sonunda pes ederek Emir Ali’nin onu taşımasına izin verdi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD