Alexander dışarıdaki toplantısından çıkınca yeniden şirkete geçmeyi istemedi. Günlerdir o kadar büyük bir vicdan muhasebesine girmişti ki hangi yöne dönse mağlup oluyordu. Hala Veronica’nın zarar görme düşüncesi sol yanında yangınlara neden oluyordu. Üstelik onu öyle çok kırmıştı ki yıllardır gözünden sakındığı kızın şimdiki mutsuz hali nefesini kesmeye kafiydi. Bir an sadece tek bir an Jane’nin ona söylediği şeyi düşündü.
“Alex, tanrı aşkına sen bu kıza aşıkmısın? Anladım o çok değerli aileniz için ama takındığın şu tavır resmen farklı noktalara çekilebilir.”
Yeniden derin bir soluk aldı. Ruhunda zihninde yeni bir yavaşın borazan sesleri duyuluyordu. Yanan kırmızı ışıkta dururken kulaklarının uğuldadığını hissetti. Onu seviyormuydu? Kendini sadece saniyelerin geçtiği ana kilitledi ve belki de dönüm noktasında önündeki yollardan birini seçti. Bu yolda Veronica yoktu. Ona aşık olma ya da olabilme ihtimali kesinlikle elenmişti. Kıvırcık onun için kardeş konumunda kalmalıydı. Ötesi saçmalık olurdu.
Başını salladı. Direksiyonu çevirirken kendi kendine “Evet, ona aşık olmak tamamen saçmalık olur.” diyerek inkar eden her bir hücresine rağmen son noktayı koydu. On dakika sonra evin önündeki yoldan geçip garaja girdiğinde üzerindeki ceketi eline almış kravatı ise çoktan cebine girmişti. Balkondan oğlunun geldiğini gören Andrew ise yanındaki karısına “Menekşe’m bize kış bahçesine iki kahve getirmelerini söyler misin?” dediğinde kadının gözlerindeki sorgular ifadeyi fark etmişti.
“Sadece konuşacağım, Veronica ile ilgili olan duruma bir açıklık getirmekte fayda var. En azından düşüncelerini bilirsem ona göre bir yol izleriz. Yoksa küçüğümüz gözümüzün önünde yok olacak ve ben buna dayanamam.”
Nefesini yorgunca bırakan kadının irileri dolarken başını salladı. Dudaklarını ıslatıp “Haklısın. Günlerdir kızın yüzü gülmüyor. O gece Alex’in ağzından çıkanlar resmen ruhunu kanattı. Biz hiç çocuklarımızın kararlarında zorlayıcı olmadık ama ilk kez oğluma sağlam bir tokat atmak istedim. Kendine gel dememek için tüm irademi kullanıyorum.” dedi ve odadan çıktı. Genç adam eve girdiğinde annesi ile karşılaştı.
“Annem” değip kadının yanağını öptüğünde “Merhaba oğlum. Yukarı çıkmadan önce kış bahçesine geçer misin baban seninle konuşmak istiyor” diyen kadın gözleri ile ileriki kapıyı işaret etti. Kaşları hafiften kalkan adam “Babam benimle ne konuşacak ki?” dese de “Gidince öğrenirsin oğlum. Hadi bekletme adamı bende size kahve getiriyorum” diyerek mutfağa doğru ilerledi. Yüzünü sıvazlayan adam ceketini hemen salonun ucundaki koltuğun tepesine bırakıp babasının yanına doğru yürüdü.
Baba oğul karşılıklı hasır koltuklara kurulduğunda Menekşe kahveleri getirmiş sonrasında ikiliyi yalnız bırakmıştı.
Andrew annesinin gözlerini alan adama uzun uzun baktı. Aklına onu ilk kucağına aldığı zaman geldi. Küçücük haline rağmen tıpkı kardeşleri gibi nasıl da güçlüydü. Çocukluğu ilk adımı sözcüğü düştüğü ama kendi kendine kalkmayı öğrendiği anlar zihnini işgal ederken ona gözlerini sabitleyen oğlu “Baba, bir sorun mu var? Neden bana öyle bakıyorsun?” değince uzanıp kahvesinden bir yudum aldı fincanı geri bırakmadan konuşmaya başladı.
“Aklıma doğduğunuz gün geldi. Sonrasında küvezde oluşunuz ve sizi ilk kucağıma alışım. Çok küçüktünüz ama bir Walker olarak gücünüzü o zaman bile belli etmiştiniz.”
Başını sallayan genç adam babası gibi kahvesini eline aldı ve yudumladı.
“Annem hala o günleri anlatırken ağlamaklı oluyor. Bizim ve sizin için çok zor olmalı.”
“Hem de ne zorluk. Sonra toparladınız. Aileye Liam Vanessa Veronica katıldı. Tanrı biliyor ya hiçbirinizi diğerinizden ayırmadık. Aynı bahçede ortak sevgi ile büyüdünüz.”
Alexander yeniden başını salladı. “Bu konuda size asla karşı çıkamam baba, sayenizde hepimiz aile olmanın ne demek olduğunu kendimizi bildik bileli öğrendik.” dedi ve “Asıl konu nedir baba? Sen böyle geçmişi pek açan biri değilsindir.” diye konunun özüne gelmesini bekledi.
Andrew oğlu ile bir kez daha gurur duydu çünkü anne babasını iyi tanıyan biri haline gelmişti. Konu ciddi hale gelince sırtını dikleştirdi ve oğlunun mavilerine kendi yeşillerini kilitledi.
“Konu Veronica oğlum. Günlerdir olanlar ortada ve ben sana şimdi bir soru soracağım. Bana düşünmeden cevap vermeni istemiyorum.”
İşte asıl mevzu kendini belli etmişti. Alexander babasından ne duyarsa duysun cevabını kafasında çoktan belirlemiş sabitlemiş ve kendini de inandırmıştı. Gayet sakin ve ılımlı bir tonla “Seni dinliyorum baba” dedi.
“Bak, bu zamana kadar üçünüzün kararlarına ve duygularına asla müdahale etmedik ama iş şimdi biraz farklı. Veronica sana aşık oğlum ve sen ona karşı bu yönde bir şeyler hissediyormusun?”
Soru netti. Cevapta en az soru kadar net olmalıydı.
“Ben bu durumun bir süredir farkındayım ama hayır baba. Ben ona karşı aşk bakımından bir duygu beslemiyorum. Bu mümkün değil çünkü Abby veya Vanessa benim için neyse Veronica da o.”
Andrew oğlunun gözlerine bakarken oradaki savaşı ve anlaşılmamak için kurulan duvarı görebiliyordu. Sadece bir kez daha “Emin misin?” diye sordu. Bunu yapıyordu çünkü ileride yaşanacaklardan sonra verdiği cevaptan sadece kendisi mesul olmalıydı.
Genç adam kahvesinden bir yudum daha aldı omuzlarını kararlı biçimde kaldırdı ve “Evet baba” dedi. Bu cevap Andrew için yeterliydi. Bitmiş fincanını eline alıp kalkarken omuzunun üzerinden oğluna baktı ve “Bir gün verdiğin karardan dolayı pişmanlık duyduğunda ikinci bir şansın olmaya bilir evlat. Şimdi nasıl sözlerinin arkasındaysan o zaman da acının arkasında dimdik durmalısın.” deyip kış bahçesinden ayrıldı. Tecrübe insana çok şey kazandırıyordu. Bazı şeyleri kendi de acı şekilde tecrübe etmiş hayatına Menekşe girdikten sonra nefes aldığını hissetmişti. Tek dileği oğlunun da küçüğünün de fazla yara almamasıydı.
***
Genç kız arkadaşları ile girdiği kitapçıda sıra beklerken avuçlarında tuttukları kitaplara aşkla bakıyorlardı. Emily ve Melanie çoktan sohbete başlamış ayak üstü kitabın içindeki karakterler hakkında ‘O senin bu benim’ paylaştırması yapıyorlardı. Veronica ise sadece gülümsemekle yetiniyordu. Kucağında tuttuğu üç kitap sanki onun cam simidiymiş gibiydi. Sıkıca göğsüne bastırmış zihninin çığlıklarını susturmak ister gibi sayfalara gizlenmiş konuyu hayal etmeye çalışıyordu. Sonunda onlara sıra geldiğinde önce imzalarını aldırlar sonra da yazarla bir iki kare fotoğraf çektirdiler.
Hemen yan taraftaki kafeye geçtiklerinde birer meyve suyu sipariş edip sosyal medya hesaplarına resimlerin en güzellerini yükleme yarışına girmişlerdi. Korumalar hemen dışarıda onları izliyor rahatsızlık vermeden uzaktan takip ediyorlardı. Emily “Ben lavaboya gidiyorum geliyormusunuz?” dediğinde ayaklanan Veronica “Bende geliyorum” dedi. Melanie geride kalmış hem siparişleri bekliyor hem de eşyalara göz kulak oluyordu.
Büyük kabinlerin olduğu lavaboya girdiklerinde kimse yoktu. Olduğu yerde sıkıştığı için zıplayan kız kabine girerken Veronica aynanın karşısına geçmiş elini yıkıyor boynuna ve yanaklarına hafif ıslaklık sürerek rahatlamaya çalışıyordu. Arkadaşı çıktığında onun da elini yıkamasını beklerken içeri giren bir kadın dikkatlerini çekti ama çok da bakmak istemediler. Ayakkabısından saçındaki beresine kadar siyah giyinen kadın oldukça yapılı ve atletik görünüyordu. Kızlar başlarını hafifçe kaldırıp anca yüzüne bakabilirdi.
Emily kaşlarını kaldırıp peçete ile avucunu kurularken kadını işaret etti ama omuz silken genç kız çıkmak için kapıyı işaret etti. Zaten her şey o andan itibaren olup bitmişti. Kadın cebinde tuttuğu elini çıkardığında küçük bir sprey kutusu görünüyordu. Anında kızların üzerine yürüyüp sıkmaya başladığında ikisi de çıkmak için kapıya yönelirken öksürük krizine girmişlerdi. Soludukları her neyse Veronica acımaya başlayan sol göğsünü sıkıp inlemeye başlamıştı. Arkadaşı onun kolundan tutarken korku içinde “Ver, lütfen kendine gel neler oluyor?” diye bağırmaya çalışıyor kadına karşı koymak için çabalıyordu.
Sonunda kadın tek hamlede genç kızın kolunu tutan eli çekti ve duvara doğru itti. Başını kurutma makinesine çarpan Emily yere yığılırken gördüğü son şey içeriye giren maskeli bir adamın kucağına aldığı arkadaşıydı.
****
Mike evdeki çalışma odasında şirketten gelen birkaç dosyayı inceliyordu. Vanessa ve Liam iyi iş çıkarmışlardı ama yine de el altından takip etmekte fayda vardı. Çalan telefonu cevaplarken bir anda elinden düşen kahve fincanı ayaklarının ucunda parçalara ayrılmıştı. Kaşları çatıldı ve ayağa kalkıp birkaç adım da uzaklaştı. Numara tanıdık değildi ama gelen sesi çok iyi biliyordu.
“Ba-ba.”
İki hece hiç bu kadar canını yakmamıştı. Nefesi hızlanırken “Kıvırcığım” dedi ama kızın ciğerlerini parçalamak ister gibi öksürmesi sol yanında yangına neden oldu.
“Veronica, babacım sen iyi misin? Bu numarada kimin? Kızım kriz mi geçiriyorsun? Siktiğimin korumaları nerede?”
Sesi gürler gibi çıkarken çoktan odadan çıkmış merdivenleri iniyordu. Gelen öksürük sesleri iniltilere dönüştüğünde kapıdan dışarı kendini zor atmıştı.
“Veronica cevap ver!”
Öyle bir bağırmıştı ki karşı evden çıkan Andrew ve Alexander adama doğru hızlı adımlarla yürüyordu. Laura kocasının sesine dışarı fırlamış Menekşe ise durumu anlamaya çalışıyordu.
“B-ba-aba.”
Sağa sola dönüyor nereye gideceğini kestiremiyor eli kolu bağlanmış bir kaplan gibi kükredikçe kükrüyordu.
“Mike neler oluyor?”
“Bilmiyorum. Veronica aradı ama kriz geçiriyor gibi numara tanıdık değil.”
O an hoparlöre aldı ve duyduğu cümleler beyninden vurulmasına neden oldu. Kadınlar çoktan birbirine tutunmuş gözleri kocaman açılmıştı.
“Babası, bu kızın ilaçları neden yanında değil, bak krizin eşiğinde ve çok acı çekiyor. Sahi kan kusması normal mi?”
Alay eder gibi çıkan kadın sesi kesilmiş ve iniltiler yerini almıştı. Genç kız acı çekiyor kıvranıyor yaşamak için direnmeye çalışıyordu. Telefonun ucundaki ailesi ise çoktan delirmiş neler olduğunu anlamak istiyorlardı. Andrew korumaları aradığında onlarında kendilerine ulaşmaya çalıştıklarını anladı.
“Neler oluyor o sesler de neyin nesi?” diye Mike gibi kükreyen adam aldığı cevapla olduğu yerde sendeledi.
“Efendim birileri Bayan Veronica’yı kaçırmış ve arkadaşı Bayan Emily’i ciddi şekilde yaralamış durumda. Şu an sağlık ekipleri ona müdahale ediyor.”
“Tüm bunlar olurken siz neredeydiniz!”
Onlar durumu anlamaya çalışa dursun kardeşinin kollarında “Veronica, kızım!” diye bağıran kadın çoktan kendinden geçmişti.
Geçmiş karanlığı barındırıyorsa güneş ne kadar doğarsa doğsun batıp o karanlığı yeniden yaşatmaya mecburdu.