Her geçen gün biraz daha yoluna giren ablasının evliliği için sevinen Mahir, yalı halkıyla daha sık görüşeceklerini duyduğunda biraz endişeli yaklaştı konuya. Bunca yıl yüzüne bakmayan kayınvalidesinin şimdi birden kızım deyip bağrına basmasını anlayamıyordu. Kurtlar sofasında bir kuzuydu sanki ablası.
Eskiden olsa yanında onu her şeyden koruyacak kocası var der, içi rahat ederdi ama bu aralar adamın yerinde olmayan aklı endişesini ikiye katlıyordu.
Nitekim yalıda yatıya kaldıkları ilk akşam ne olmuşsa fena halde küstürmüştü Tarık, ablasını. Aklı yerinde olsa asla müsamaha göstermezdi ama öylesine büyük pişman olunca bir seferlik diye ültimatom vererek destek çıktı adama.
Mahir’in Tarık adına ısrarı ile yola koyulan anne babası gerçekten de ablasının sönen neşesini yerine getirmişti.
Vefat eden halası ve eniştesinden sonra dünyada kimsesiz kalan Esma ablası, biliyordu ki kendinden kat kat azizdi anne babası için.
Onun yüzüne düşen tek bir gölge uğruna tüm gemileri yakacak kadar da katıydılar. Bunun bilincinde olan Esma ablası, küs olduğu kocasını el mahkum savunmak zorunda kalmıştı annesinin anlattığına göre.
Osman dayısı ve Zeliha yengesine kocasını mazur göstermeye çabaladıkça bir bakmış kendi vicdanında da aklamıştı adamı.
Ablasının yüzüne tekrar gelen renk ile kendi evlerine döndüklerinde Zeliha hanım artık evlilik sırasının Mahir’de olduğuna dair uzun uzun nutuklar çekmişti ama çocuğun öyle bir niyeti yoktu şimdilik.
Annesi askerliğini yaptın yaşın da geçiyor gel sana şunun kızını, bunu yeğenini öbürünün kardeşini göstereyim dedikçe epey bunalıyordu. Piyasada henüz isim yapma çabasında oldukları şirket için gece gündüz çalıştığını söyleyerek bu kez de geçiştirdi annesini.
Aslında söylediği kızların hangisine şans verse muhtemelen hayatını birleştirmek için çok uygun kişiler olduğunu görecekti fakat genç adam artık sadece bunun yeterli olmadığını düşünüyordu.
Ablası ve kocasının evliliğini ipten alan şey her neyse onu da istiyordu. Sadece ortak paydalardan yola çıkılarak yapılan evlilikler patır patır yıkılırken onlar sahip oldukları şey sayesinde ayakta kalmayı başarmışlardı.
Annesine evlenmek için bir “şey” eksik dese muhtemelen cevabını terlik yordamıyla alırdı ama öbür türlüsüne gönlü razı gelmiyordu artık.
Ertesi gün erkenden kalkıp ablası ve ailesi için ellerinden gelen en mükellef şekilde kahvaltı masasını donattılar. Dünkünden çok daha canlı ve neşeli gözüken çiftin sorunlarını çözdüğünü anlayan Mahir ikisi adına fazlasıyla sevindi. Zaten arada sevgi saygı olduktan sonra neden çözülmeyecekti ki sorunlar. Saygıyı bilmiyordu ama gözlerinden sevgi akıyordu örnek çiftinin.
Aynı gün babası ve Tarık abisi ile dekorasyon şirketlerine gelen Mahir, öğlene kadar nefes bile almadan çalıştı. Bu güne kadar attığı her adımda yanında olmuş ailesini razı etmek en büyük emellerindendi.
Öğlen olduğunda üç adam beraber yemek yemek için şirketin yan tarafındaki bahçesi geniş restorana geçtiler. Babası ellerini yıkamak için lavaboya giderken geride kalan gençler de mönüyü ellerine aldı.
Funda kardeşini(!) görmek için işyerine giderken hayatın ona tatlı bir sürpriz hazırladığını düşündü, zira körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz olmuştu.
Son günlerdeki hayallerini varlığıyla şenlendiren ama hala bir kez bile tenine dokunamadığı kara belası restoranda Tarık’la beraber oturmuş yemeğini bekliyordu. Eh yemeden de kalkamayacağına göre, şirkette yaptığı gibi Funda’dan kaçamazdı bu defa.
Adam öyle deli danalar gibi kaçtıkça hedefe çok az kaldığını hissediyordu Funda. Mesela bu gün o gün olabilirdi.
Dikiz aynasında hızlıca makyajını düzeltti, uzun saçlarını hacimlendirip tek omzuna aldı, park ettiği restoranın otoparkından kendinden emin adımlarla oturdukları masaya ilerledi.
Son günlerde her yerden çıkan ayaklı fücuru gören Mahir, suratını asarken Tarık hevesle ayaklandı.
“Hoşgeldin abla, şirkete mi geliyordun.”
“Evet canım, yoldan sizi görünce buraya geleyim dedim.”
Gözünün ucu ile bile hala yüzüne bakmayan adama yönelerek devam etti.
“Rahatsız etmiyorumdur umarım.”
Mahir bakmasa bile üzerinde hissettiği kadının bakışları altında rahatsızca kıpırdanarak cevap verdi.
“Estağfurullah abla. Buyur tabi.”
Funda'nın sırıtışı yüzünde donarken tam karşısındaki sandalyeyi çekip oturdu. Ne kadar da yakışıklıydı Allah’ın cezası. Belki yüzüne bakar diye dudaklarını büzerek sitem etti.
“ Aaa, ne ablası canm, kaç yaş var ki aramızda. Sen öyle söyledikçe kendimi yaşlı hissediyorum. Funda de lütfen.”
Mahir kadının işvekar halleriyle iyice huzursuz olurken babasın da işini bitirip masanın yanına geldi.
Fundayı tanımıyordu ama simasına bakılacak olursa Tarık’ın bir vakitler Esma’yı hırpalayan ablası olduğunu tahmin ediyordu.
Sandalyeye uzanacağı anda adamı fark eden Funda böcek görmüş gibi baktı.
Bu dilenciyi kim sokmuştu içeri, adam bir de yüzsüz gibi masaya mı oturacaktı. Vardı Tarık’ın öyle huyları, yoldan topladıklarını alır doyururdu.
Belki de daha önceden eline alıştırdığı için böyle pervasız yanaşmıştı dilenci. Hiç kusura bakmazsa bu gün masada bir hanımefendi oturuyordu ve dilencilere oturup beraber yemeyi hijyenik bulmuyordu. Bu sebepten sesinin en sert tonun ile konuştu
“Allah versin amca!!”
Mahir gözlerini kadından kaçırmaya devam ederken lavabodan dönen babasını da fark etmemişti.
Kadının dilenci zannederek masadan kovmasıyla derhal ayağa fırlayıp karşıladı babasını.
“Geldin mi baba!”
Kovduğu kişinin, meteor parçasının babası olduğunu duyan Funda, geldiğine geleceğine pişman olmuştu. Köylünün akrabaları da böyle köylü oluyordu işte. Bir tek Mahir, dağları inletecek kadar yakışıklıydı ama onun da zihniyeti köylüydü zaten.
Yine de köprüyü geçene kadar sevimli gözükmeliydi.
“Aaa beyefendi baban mıydı Mahircim, çok özür dilerim ben, güneş gözüme vurunca görememişim”
“Ziyanı yok olur bazen öyle şeyler.”
Babası ziyanı yok demişti ama meteor hala yüzüne kötü köyü baktığı için yalakalığı bir adım ileri götürmek zorunda kaldı.
“Ben Tarı’ın kız kardeşi Funda, nasılsınız amcacım, verin elinizi öpeyim.”
Çocukluğunda bayramdan bayrama bir tek babasının elini öpen Funda, nasıl öpeceğim ben şimdi bunun elini derken adamdan daha kötü hissettiren bir cevap geldi.
“Lüzumu yok.”
Başını da öte yana çevirince çok öfkeli mi kontrol etmek için Mahir’e bakarken kardeşi ayağa kalkarak konuştu.
“Ben ablamı yolcu edeyim, siz benim için de saç kavurma sipariş edin. Güzel yapıyor burası.”
Funda neden gidiyor anlamamıştı. Daha şu aksi ihtiyara sevimli gözükmesi gereken meseleler vardı.
“Abla hadisene.”
İstemeye istemeye doğruldu oturduğu yerden.
“Hayırlı günler amca. Mahirciğim seni gördüğüme sevindim. Hoşça kal.”
Bir cevap bile alamadan çocuk gibi kolundan tutan kardeşinin adımlarını takip etti. Neye sinirlenmişti ki bu kadar, anlamıyordu. Arabasının yanına geldiklerinde karşısına dikildi Tarık.
“Abla ne yaptığını sanıyorsun!”
Ya tamam, ayıp olmuştu ama uzatmanın anlamı var mıydı? Az evvelki mazeretinş öne sürdü yine.
“Canımın içi gözüm kamaştı güneşten, ne bileyim babası olduğunu. Özür diledim ya işte!”
Adan sakinleşeceğine hepten öfkelenmişti.
“Abla bazen düşünüyorum sen sonradan mı böyle oldun, yada her zaman böyleydin de ben mi fark etmedim?”
Karşısında sanki düşmanı varmış gibi bakar Tarık’la Funda da kaşlarını indirdi.
“Nasılmışım ben?”
“Kibirli, ukala, küstah.. daha sayayım mı?”
Funda duyduğu hakaretlere inanamıyordu. Bunları söyleyen mümkün değil onun kardeşi olamazdı. O anda aklına kardeşinin beynini yıkayıp duran pislik arabozucu geldi.
“Karın mı fitliyor seni, nasıl böyle konuşuyorsun benle?”
Tavrını düzelteceğine daha bir köpüren Tarık parmağını uzatarak en tehditkar tonuyla konuştu.
“Karımı adını ağzına bile alma abla. Zaten sana öfkeliyim, Esma müsaade etmediği için bir şey yapmıyorum. Kalbini kırarım.”
Hiç beklemediği sözlerle gözleri dolu dolu oldu Funda’nın. Bir lafı ile her şeyi geride bırakarak taaa Amerikalardan koşup geldiği kardeşi şimdi düşman gibi bakıyordu.
“Şimdi böyle oldu öyle mi kardeşim, bir telefonunla bütün hayatımı bırakıp geldim. Sen değil miydin beni kurtar diyen!”
Az evvelki tehditkar tavrı kaybolan kardeşi bu kez kendine öfkeli konuştu.
“Bilmiyordum, Allah kahretsin, bilmiyordum. Beynimin içini oydular benim. İki günde tekrar aşık olacağımı tahmin edemedim.”
Yok bu kadar saçmalık aşktan falan olamazdı, düpedüz hipnotize etmişti kardeşini manyak karı.
“Abla bak, ben ilk gördüğümde evliliğime inanamadım ama ondan sonra Esma böyle akıllı, güze ve iyi kalpli olunca çok bağlandım ona. Söylemek için belki erken ama deli gibi seviyorum onu, onsuz bir gün bile geçirmek istemiyorum..”
Daha fazla dinlemeye tahammülü yoktu Funda’nın. Kadın hayatlarının üzerinden buldozer gibi geçmişti ama hala iyilikten güzellikten dem vuruyordu kardeşi. Yanağına süzülen bir damla yaşı silerken kardeşinin gözlerine baktı.
“Önemli olan senin mutluluğun zaten, bizim bir önemimiz yok.”
“Abla, yemin ederim kötü biri değil. Ona bir şans ver. Sen ona el kaldırdığın halde bir kez bile hakkında konuşmadı. Tanısan eminim çok seversin sende. Öyle iyi ki, hayran kalmamak elde değil.”
Funda ne dese anlayacak halde olmayan kardeşine başka bir şey söylemeden arabasına bindi. O yılan hakkında bir kelime daha duymak istemiyordu. Herkese gerçek yüzünü gösterdiğinde de böyle konuşabilecekler miydi acaba.
Mahir’i araklayana kadar ertelediği Esma’nın ipliğini pazara çıkarma işini artık ertelememeye karar vererek yemin etti, kadının foyasını ortaya çıkarmadan pes etmeyecekti.
Masadaki havayı buz kestirdikten sonra kardeşi tarafından neredeyse sürüklenerek götürülen kadının arkasından Osman beyin bir kaç ikazı oldu oğluna ama çocuk kendinden emindi.
“Baba ne alakam olur benim, gerçekten rahatsız oluyorum konuşmayalım ne olur.”
“Ben diyeceğimi dedim. O kumaştan bize ceket olmaz. Gözüne güzel gelir, gönlün akar, sakın ha nefsine uyma.”
Biliyordu tertemiz gelmişti bu günlere oğlu, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmişti ama o da bir insandı neticede, deminki kadının gözü de göz değildi.
Alakası olmayacağına dair garanti aldıktan sonra bir nebze rahatladı yaşlı adam. Mertti, sözünün eriydi oğlu. Bile bile kendini ateşe atacak da değildi.
Anne babasının kısa ziyaretinden sonra biraz da kendini oyalamak için burnuna kadar işe gömülen Mahir, ayakta uyuyacak seviyeye gelene kadar çalışıyor sonra da kendine düşünme fırsatı tanımadan yarı baygın yatıyordu.
Gerçi birkaç zamandır uykuları da yar olmuyordu adama.
Rüyalarına dadanan malum bacaksızı tesettüre bürünmüş nurlu bir çehre ile anne babasının elini öperken görüyordu.