Mahir, Tarık abisinin hala geri gelmeyen hafızası yüzünden kendini fazlası ile sıkışmış hisseden halasının kızı Esma için endişeleniyordu.
Hayat şartları e anlayışları kendilerine taban tabana zıt bir ailenin oğluydu Tarık. Tanışıklıkları ta Mahir’in askerlik yaptığı döneme dayanıyordu. O zamanlar astsubay olarak görev yapan adamın emir eriydi. Aile hayatını, karakterini ve hayat anlayışına çözeceği kadar bol zamanlar geçirmişlerdi. O zamanlar başka birisi ile nişanlı olan Tarık, Mahir’in çok sonra öğreneceği bir sebepten ayrılmış, sonra da sanki ölmek istemiş gibi yolarına atılan bir pusuda kendini feda etmişti. Vücuduna saplanan dört kurşun yüzünden uzun süre yoğun bakımda kalan adam, tevafuk ki o zamanlar yoğun bakım hemşireliği yapmaya devam eden ablası Esma ile tanışmıştı.
Kendi hayatında artık yaşamak için bir sebep bulamadığından bolca eziyet etmişti ablasına ama sonra karakterini tanıdıkça saygı duymaya başlamıştı.
Geçen zaman içinde saygı hayranlığa, hayranlık ise derin bir aşka dönüşmüş olacak ki Tarık, geçmişteki şaşaalı sosyetik hayatını tek kalemde silerek Esma’nın mütevazi dünyasına dahil olmuştu.
Tabi adamın kararlılığına kolay kolay güvenemeyen Esma, önce bir aylık süre istemiş, hiç görüşmedikleri bu bir aylık süre sonunda hala aynı fikirdeyse evlenmeyi kabul etmişti.
O zamanlar hala askerde olan Mahir, hem Tarık’ın Rabbini bulmasına hem de ablasının hayat arkadaşına kavuşmasına sevinmişti.
Rüya gibi geçen beş sene içinde çok şey başarmışlardı. Kurdukları ufak mobilya atölyesini gayretleri ve Allah’ın takdiriyle dekorasyon şirketine dönüştürmüşlerdi. Tarık’ın ısrarı ile üniversite sınavına giren Mahir, özel bir üniversiteden İç Mimarlık diploması almıştı.
Ablası iki yıl ara ile iki evlada sahip olunca hemşireliği bırakmış, ev annesi olmuştu. Başta onu gelin olarak kabul etmeyen Tarık’ın ailesi ile de seviyeli bir akrabalık ilişkileri oluşmuştu zamanla.
Hayat böylece sorunsuz ilerlerken aniden rahatsızlanıp her şeyi unutan Tarık bütün dengeleri alt üst etmişti.
Şimdi reddettiği eski hayatına geri dönmek istiyor, hatta Esma’nın değerlerine saygı duyarak onu da dahil etmeye çalışıyordu. Orta yolu bulmak için ne kadar çabaladığını gören Mahir, bu evlilikten hala fazlasıyla umutluydu.
Nitekim az evvel evlerindeyken birbirlerine nasıl da aşkla yaklaştıklarını gördüğünde her şeyin düzeleceğine emin olmuştu.
Çocuklarla biraz vakit geçirip her şey yolunda mı kontrol ettikten sonra ayrıldı evlerinden.
Zaten kendi evine iki sokak mesafede oturdukları için ablası sık sık evlerine davet ediyor, Mahir de davete icabet ettikten sonra ziyaretini çok uzatmadan evine geçiyordu.
Bu gece de aynı şekilde hareket eden Mahir, serin yaz akşamında yüzünü okşayan rüzgara karşı yürürken kendi evliliğinin nasıl olacağını düşündü.
Elbette annesi bulacaktı eşini. Kimseyi evlenip evlenemeyeceğini anlayacak kadar yakınına yaklaştırmıyordu. Belki ablası da bulurdu ama annesi illa memleketten evlen diyordu. Hayat görüşleri uyumlu, anlayışlı, alçak gönüllü, soyu sopu bilindik bir aile kızı ile hayatını birleştireceği zamanları artık özlediğini fark etti evinin kapısına ulaştığında.
Senenin on günü annesinin ziyaretleri hariç şu evde yapayalnız olmak ufaktan bunaltmaya da başlamıştı ama öylesine yoğun çalışıyordu ki evlense bu kez de eşi yalnızlıktan hasta olurdu.
Hasta deyince aklına nereden düştüyse o kadın düştü. Doktordu ya hanımefendi, belli ki zihni oradan bir çağrışım yapmıştı.
Çağrışım falan yapamazdı Mahir’e o, arkasından da seslenemezdi. Adı bile yasaktı Mahir’e çünkü dilini “abla” ile mühürlemişti.