15. BÖLÜM
İnsan hep en çok yapmam dediği şeyi yapmaya mecbur kalır ya Çiçek de şu an tam da o noktadaydı.
Yarım saat kadar oturduğu pufun üzerinde düşünen genç kız ne hal edeceği konusunda asla fikir sahibi değildi. Elinde çevirip durduğu telefona bakarken beyni düşünmekten uğuldamaya başlamıştı.
Aramalara girdiğinde son çağrının kaydedilmemiş numarası ile bakıştı. Altında Alin’in ismi de vardı ama ona bir şey diyemezdi. Çünkü konuştukları zaman Karan’ın yanında kaldığını kendi evine hırsız girip onu yaraladığını söylemişti.
Yıllar sonra ilk kez bir araya gelip akşamına da evsiz kaldım yardım et diyemezdi. Bir an “Acaba desem mi?” diye düşünse de anında başını sağa sola salladı. Cebinden geçen akşam aldığı ve yarım olan sigara paketinden bir tane çıkarıp yakmak için çakmağı çaktığında gök yüzündeki çakan şimşek aklını almaya yetmişti.
Gözleri büyürken “Hayır. Bir de yağmur mu yağacak? Daha ne olabilir ki dedikte rahmet gibi yağdırıyorsun Allah’ım.” Diye homurdandı.
Sesli biçimde düşünmeye ve sorularına kendi cevaplar vermeye başladı.
“İşimden oldum mu?”
“Oldum.”
“Evimden oldum mu?”
“Oldum.”
“Koca şehirde yanına sığınabileceğim ya da bana yardım edecek dostum var mı?”
“Alin var ama o da şu an kendi evinde değil.”
“İş bulmak ev bulmak yarım saat içinde buradan her şeyi kaldırmak gibi özel bir gücüm var mı?”
“Yok. Sikseler yapamam.”
“O zaman?”
Sustu. Yakınır gibi “Hayır ya hayır. O hıyar ağasının yanında olmaz ama ya.” Dese de çoktan numaraya tıklamış çalarken açılmasını bekliyordu. Dördüncü çalışta açılınca Şahin’in “Çiçek?” demesiyle soluğunu bırakıp ağlar gibi “Tamam. Ama ben zor durumdayım. Yardım edebilir misiniz?” dediğinde karşı tarafta hışırtılar duydu.
“Adresi konum at.”
“Büyük bir kamyonla gelmeniz mümkün mü çünkü tüm eşyalarım dışarıda.”
“Tamam merak etme sen. Konumu at şu an için sana lazım olan eşyalarını al ve beni bekle.”
“Konumu atıyorum.”
Telefonu kapadığında başını göğe kaldıran genç kız “Ey evren ben sana o göt lalesi ile çalışmam dedim. Sen de bana ders olsun diye nah mı çektin ne yaptın Allah aşkına.” Derken burnunun üzerine düşen damla ile gözlerini kapadı.
“Anladım. Bu da siktir çekmek oluyor bana resmen. Tamam, ona da tamam.”
Kalkıp gelişi güzel atılan üç valizi şöyle bir araladı. Tüm kıyafetleri oradaydı. Aklındaki tek soru iç çamaşırlarını da ev sahibi mi toplamıştı ya da adam mı tutmuştu. Bunu düşününce siniri daha da arttı. Valizleri ayırdı. Hariçten diplomalarının ve sertifikalarının olduğu küçük ahşap sandığı da kenara çekti. Kalanı kaba eşya da kitaplarıydı. En azından kitapları düzgün biçimde kolilenmişti.
Yağmur kendini belli etmeye başladığı bir anda yan tarafa boşluğa bir kamyon yaklaştı ve hem ön kısımdan hem de arkadan ona yakın adam indi. Adamlardan biri yanına gelip “Çiçek Hanım bizi Şahin Bey yönlendirdi. Kendisi de birazdan burada olacak. Yağmur tam başlamadan hemen başlayalım” dediğinde onlara şüphe ile bakan kız “Bir dakika” dedi.
Hemen aynı numarayı yine aradı. Şahin açtığı gibi “Çiçek Hanım geldiler mi?” diyerek sordu.
“Adamları siz gönderdiniz yani?”
“Evet evet ben yolladım. Onlar size daha yakındı. Ben şu an trafiğe girdim. Araca yükleme işi bitene kadar gelmiş olurum.”
“Anladım. Tamam o zaman sizi bekliyorum ben.”
Telefonu kapadığında adama dönüp “Tamam yükleyebilirsiniz ama önce kolileri yükleyin olur mu kitaplarım ıslanmasın” dedi. Adam diğerlerine işaret ederken el birliği ile on dakika gibi bir süre de araba yüklendi. Binanın önündeki çardağa oturan kız Şahin’in gelmesini bekliyordu. Oldukça lüks bir cip sokağa girdiğinde ve kamyonun yanında durduğunda adamlardan biri koşarak arabaya gitti ve inen adama durumu izah etti. Çardağı işaret ettiğinde ise yağmur oldukça ıslanmış Çiçek üşümeye başlamıştı.
Kızın yanına giden adam “Çiçek Hanım?” dediğinde başını kaldıran kız kalktı.
“Şahin Bey. Merhaba. Ben yardımlarınız için teşekkür ederim.”
“Teşekküre gerek yok. İşi kabul ettiğiniz için ben teşekkür ederim. Hadi hemen araca geçelim üşümüşsünüz belli ki.”
Arabaya geçtiklerinde adamı valizleri bagaja yerleştirdi. Yola çıktıklarında Çiçek derin bir iç çekti. Birkaç yıldır burada oturuyordu. Alışmıştı. Kimseyle işi selamı olmazdı ama yine de rahattı. Şimdi bir bilinmeze gidiyordu.
Oldukça büyük bir evin bahçesine girdiklerinde ışıklar yanıyordu. Bahçe de en az ev kadar aydınlıktı. Şahin telefonuna bakarken önlerinde olan aracın iç ışığının yanması ile gördüğü manzaraya Çiçek’in kaşlarını kaldırması bir oldu. Birkaç saniye sonra Şahin “İnebiliriz” dediğinde öndeki aracı işaret etti.
“Bunlar kim? Yani tanıdığınız birileri mi?”
Yüzünü buruşturan adam sanki bok görmüş gibi bir ifadeye büründü.
“Arcan’ın manken eskisi sevgilisi ve Kayseri’deki ortağı.”
Kaşlarını kaldıran kız içinden “Yok amına koyim. E bunlar az önce” dedi ama indikleri için iç sesi susmak zorunda kaldı. Arcan’ın sevgilisi Aşkın ile ortağı Oktay önden eve girmişti. Arkasından Çiçek’le Şahin de girince salonda koltuğa oturur biçimde uzanmış Arcan seslerden dolayı “Geldiniz mi?” diye söyledin.
“Geldik kardeşim. Sonunda Çiçek Hanım seninle çalışma konusunda ikna oldu. Şartları konuşabilirsiniz.”
Arcan, dudaklarına oturan ukala tebessüm ile “Hoş geldiniz Çiçek Hanım” dediğinde oldukça soğuk bir ton kullanan kız “Hoş bulum Arcan Bey” cevabını verdi.
Aşkın kıza bir böceğe bakar gibi bakıp “Bu mu sana yardımcı olacak aşkım? E bu daha kendine yardım edememiş sana ne faydası olacak ki? Ayrıca” deyip sustu ama kızı baştan ayağa süzünce ne demek istediği açıkça belli oluyordu. Oktay geri yaslanıp “Ben Oktay İnceoğlu. Tanıştığıma memnun oldum Çiçek Hanım.” Derken sesindeki alay bariz ortadaydı.
Genç kız göz devirip baş selamı verdi. Aşkın ise üstten bir tavırla “Bende Aşkın. Arcan’ın sevgilisi.” Dediğinde tek kaşı kalkan kız bu defa dik dik gözlerine baktı. Bundan rahatsız olan Aşkın “Sevgilim bu bakıcı işi şart mı? Ben seninle ilgilenirdim.” Deyip adamın koluna sarıldı.
Şahin laf sokar gibi “Milano ve Paris’ten fırsat bulursan mı?” derken Arcan hafifçe öksürdü ve “Tamam yeter bu kadar. Biz Çiçek Hanımla şartları konuşalım.” Dedi. Şımarıkça hareket eden Aşkın “O zaman ben kalkıyorum sevgilim. Eve geçince ararım seni çok yorgunum tüm gün butikleri gezmekten ayaklarım ağrıdı. Kendime sıpa yapmam lazım. Yarın uğrarım yine” diyerek kalktığında Oktay da kalkıp “Ben seni bırakırım.” Dediğinde Çiçek resmen ikisini göz hapsine almıştı.
Onlar çıkarken Şahin valizleri hizmetliye hangi odaya koyacağı konusunda talimat veriyordu. Çiçek ise Arcan’a “Dinliyorum” diyerek konuşmasını bekledi.
“Aslında fazla bir şart yok. Her an yanımda olacaksın. Bana yardım edeceksin. Burada yaşayacak bir yıl boyunca hastanedeki maaşının üç katını alacaksın. Ameliyat olup ben görmeye başladığımda da işine son verilecek. Başka bir sorun ya da soru var mı?”
Genç kız “Mademki sizinle çalışmamı bu kadar çok istiyorsunuz o zaman kabul. Hatta ilk görevimi de yapayım değil mi?” dediğinde Arcan hafiften bedenini dikleştirdi. Şahin de salona girmiş genç kızın cama doğru telefonu tutmasını ve konuşmasını dinliyordu. Kaşları çatılmış ne yaptığını anlamaya çalışırken “Nedir o?” diyen Arcan’a dudağının kıyısını yukarı kıvırıp cevap verdi.
“Sevgiliniz ortağınız ile arabanın içinde yiyişiyor.”
İki adamın da aynı anda “Ne!” demesiyle Çiçek omuz silkti.
“Ben görevimi dört dörtlük yapmak isterim. Evin önünde de görmüştüm. Hatta Şahin Bey telefonuna baktığı için fark edememişti. Şu an sevgiliniz Aşkın Hanım Oktay Bey’i baya baya sömürüyor.”
Telefonu hızla yanına gelen Şahin’e uzattığında Oktay’ın arabası çalışmış bahçeden çıkmıştı.
Arcan “Bu da ne demek oluyor? Sen dediğin şeyin tam olarak ne olduğunu biliyor musun?” derken sesi gür ve kızgın çıkmıştı.
Çekilmiş resimlere bakan Şahin ise “Siktir, bu ne lan.” Diyordu. Çiçek, telefon olarak en iyilerden birini kullanıyordu ve kamerası çok kaliteliydi. Bu nedenle bahçedeki aracın içinde olanları da çekmişti. Onlar da nasıl olsa kimse görmez diye rahat takılıyordu ama Çiçek görmüştü.
Arcan “Şahin ne diyor bu?” dediğinde genç adam şok bir halde “Valla kardeşim elimde resimler var daha birkaç dakika önce çekilmiş ve ikisi araba da öpüşüyor. Ben şüphelenmiştim ama Oktay’a konduramamıştım.” Deyip iç çekti. Arcan, elini yumruk yapmış sinirden titrerken “Kim lan onlar? Kim lan kim? Hangi akla hizmet beni aldatıyorlar Şahin? Arcan Öztürk’üm lan ben. Adamın yedi sülalesini sikerim!” diye bağırdığında genç kız adama zerre üzülmemişti.
Arcan ortalığı inletirken Çiçek çantasını koltuğa bıraktı. Ardından kabanını da çıkarıp çantasının yanına koydu. Şahin sağı solu dağıtan adamı tutmaya çalışırken ilaç kutusunun içinden sakinleştiriciyi alan kız enjektöre ayarladı ve koltuğa zorlukla oturtulan adamın kolunu sertçe tutup “Sakin olun” der demez iğneyi yaptı. Arcan küfretse de Çiçek’in umurunda bile değildi.
Biraz sakinleşen Arcan’a “Merak etmeyin. Aşkın gider Mehtap gelir. Sizin gibilerde bunlar sorun değil. Fazla da kendinizi zorlamayın dikişleriniz zarar görürse kör kalabilirsiniz. Yaptığım ilaç sizi uyutacaktır. Odanıza çıkmak ister misiniz?” diyen Çiçek sinir bozacak kadar sakindi.
Şahin kıza öyle bir bakıyordu ki Arcan hala küfrederken bir çift ela göz bomboş bakıyordu. İşi kabul etmişti ama bu adama el bebek gül bebek davranacağı anlamına gelmiyordu. Gerçekler acıydı.
ALİN’DEN …
Eve geldiğimde kimse yoktu. Karan hala gelmemişti. Bu da demek oluyordu ki bir kadınlaydı. Sinir beni boğsa da sürekli kendimi telkin ettim. Kalbimin acısını ve kırılmasını görmezden gelmeye çalışıyordum.
Üzerimi değiştirip mutfağa indiğimde hizmetliler yemeği yapmış ve müştemilata geçmişti. Karan olmayınca onların da evde olmasını istememiştim açıkçası. Nünü’yü aradığımda açılmasını bekledim. İlkinde açılmayınca ikinci kez çağrı yaptım çünkü bir şekilde kulüp için neler oluyor öğrenmem lazımdı.
İkinci aramamda heyecanla “Günah, bebeğim lavabodaydım kız yetişemedim. Nasılsın şekerim?” diyerek telefonu açan adama içten bir gülüşle karşılık verdim ve “Ben iyiyim Nünücüğüm sen nasılsın? Kulüp ne alem de?” dedim.
“Ay sorma. Eski yer bitti artık. Bir mekân var aklını kaçırırsın. Büyük ve oldukça hoş. Orası düzenliyoruz şu an. Kızım açıldığımızda eskiye göre iki katı müşterimiz olacak. Müthiş bir şey bu.”
“Ya çok sevindim. Dans etmeyi özledim be Nünüm. Kızları, müziği aklı bacak arasında kalmış saftirik erkekleri parmağımda oynatmayı.”
Telefonun ucundaki adamın kıkırdaması sonrası sesinin birden ciddileşmesi ile bende bakındığım buz dolabının kapısını kapadım.
“Nünü, bir soru mu var?”
“Ah şekerim sorma. Aslında sorun değil ama iyi de değil gibi.”
“O nasıl oluyor aşko?”
“Şimdi şöyle ki, biz mekânı buldun yerleşiyoruz ya.”
“Eee?”
“O mekân Tarantula’nın. Adam bize mekanla birlikte koruma da sağlayacak ve kazancın belli bir miktarı kiraya eklenip ona ödenecek.”
Kaşlarımı çattım. Tarantula’mı. Bu adamın adını işe ilk başladığım zamanlar birkaç kızdan duymuştum. Emin olmak ister gibi “Şu mafya olan Tarantula mı?” dediğimde Nünü beni onayladı.
“O bebeğim o. Adamla bir kez görüştüm. Onda da mekânı verdi ama bir nevi benle ortak olmak istedi. Çok tırsıyorum bu konuda.”
Salona geçip koltuğa kendimi bıraktığımda “Sen aklını mı kaçırdın Nünü? Mafya ile pazarlık olur mu? Yarın öbür gün anlaşamazsan ne olacak? Ay kız bunlar seni topuğundan vurur.” Dedim. Aslında amacım biraz korkutmaktı ama “Aferin ya ne güzel moral verdin sen öyle. Ben de biliyorum sakat tipler ama elimden bir şey gelmiyor. Biz işimizi yapalım da gerisi ona kalsın.” Diyen adamla “Haklısın” diyebildim.
Biraz daha konuştuk. Telefonu kapadığımda canım tatlı çekiyordu. Anlaşılan özel günüm ben geliyorum der gibi sinyaller vermeye başlamıştı. Tek sıkıntım zor bir adet dönemi geçirmemdi. Geçen ay aklıma geldiğinde gözlerimi sıkıntıyla kapayıp açtım. Abim halimi görünce hastaneye götürmüş resmen iğne olmadan kendime gelememiştim.
Mutfağa geri geçtiğimde kendime çikolatalı puding yapmak için malzemeleri çıkardım. Müzik açıp olduğum yerde dans eder gibi sallanırken ocağın bağında kaynayan karışımı karıştırıyordum. Akşam on olmuştu saat ve ben üçüncü kâseyi yiyordum. Güzel de yapmıştım asla inkâr edemez mütevazi davranamazdım.
Karan hala yoktu. Birkaç kez mesaj atsam da geri dönüş yapmamıştı. En son odama çıkıp kitap okumak istedim lakin kafamı veremedim. Hem kulüp işi hem de Karan canımı sıkmıştı.
Savaş ve Yasemin ile konuşup günün kritiğini yaparken kasıklarımda baş gösteren ağrı ile alt dudağımı dişledim. Banyoya geçtiğimde yanımda pedim vardı. Gördüğüm manzara benim üç günlük ölüm fermanım gibiydi. Kolay geçmesini umarak yapmam gerekenleri yaptım ve yatağa kıvrıldım.
Geçmedi. Hiç de kolay geçmedi. Gece iki gibi çok şiddetli bir ağrı ile uyandığımda nefes almak bile zor geliyordu. Üstelik sadece kasık ve karın ağrım değil belim de feci şekilde ağrıyordu. Yataktan sürünerek kalktığımda ağrı kesici alıp almamak konusunda kararsızdım çünkü kuvvetli ağrı kesiciler kanamayı kesiyordu. Hafiflerse bir işe yaramıyor boşa midemi ilaçla doldurma hissimi kamçılıyordu.
Odadan çıktığımda evde sessizlik hakimdi. Yan odanın kapısına gittiğimde kapalıydı. Açtığımda ise karşımda bozulmamış bir adet yatak vardı. Gelmemişti. Odama geçip telefona baktığımda “Beni bekleme” mesajı ile hüsrana uğradım. Benden intikam alıyordu. Onunla yaşadıklarımızı hatırlamadığımı düşündüğü için eve gelmiyor hırsını ya dövüşerek ya da başka bir kadına acıyla zevk verirken atıyordu. Kalbim inceden sızlamayı geçmiş resmen yaşadığı ağırlığın altında ezilmişti.
Ona “Sana ihtiyacım var lütfen gel” diye yazdım ama gördüğü halde cevap yazmadı. Sonra da “Gerçekten çok ağrım var. Bana yardım et” yazıp yolladığımda tek tik de kalmıştı. Netini kapamıştı. Sinirle gözlerimi kaparken “Akrepmiş. Kıçımın kenarının akrebi. O iğne götüne girsin de bir daha hiç çıkmasın” diyerek resmen bağırdım.
Yeniden yatağa geçtiğimde ağrı beynimi uyuşturacak kadar çoktu. Arabanın anahtarını ve cüzdanım olan küçük çantayı alıp alt kata indiğimde resmen ağlıyordum. Evden çıktığımda çoğu zaman hiç görmediğim korumalardan biri hemen yanıma koştu.
“Alin Hanım bir sorun mu var? Nereye gidiyorsunuz?”
“Sanane!”
Yüzüne karşı bağırmam onu bir an afallatsa da “Karan Bey’e haber vermem lazım efendim.” Dediğinde bende şalterler attı.
“Senin o Karan Beyin karı sikmeden fırsat bulup telefonuna bakarsa söyle ona elinde tuttuğu telefonu da kapadığı internetin alt yapısı da götüne girsin. Git başımdan valla parçalarım seni de!”
Araba benim bıraktığım yerde duruyordu. Kıvrana kıvrana arabaya binip yola çıktım. Dişlerimi sıkıp ara ara nefes almaktan rengim kaçmış, gözlerim ağlamaktan kızarmış bedenim ise yardım çığlıkları atıyordu.
Gördüğüm ilk hastanenin acilinin önünde uygun bir yere arabayı park ettiğimde neredeyse iki büklüm yürüdüm ve içeri girdim. Bu acı nedense daha fazlaydı ve midem de bulanmaya başlamıştı.
Beni gören hemşirelerden biri hemen yardıma gelirken acıdan çığlık attığımı hatırlıyordum. Sonrası bende yoktu. Çok şey istememiştim oysaki. İyi değildim ve yanımda olsun yardım etsin istemiştim. Beyefendi tenezzül etmemişti. Çoğu zaman kalbimi kırardı ama bu defa biraz fazla olmuştu.