Sabah çalan alarmla geri uyandım. Uykumu almış mıydım? Kesinlikle hayır! Geri yatıp uyumamak için kendimi zor tutuyordum. Sabahın beşinde neden hazır olmam gerekiyordu ki? Mesai sekizde başlıyordu yedi de falan gitsek olmuyor muydu?
Ayılabilmek için duş alıp üzerimi giydim. Olmazsa olmaz makyajımı yaptım ve piercingimi taktım. Saat dört buçuk olmuştu. Yarım saate nasıl yetişeceğim derken telefonum çaldı. Dün eve getiren araba aşağıda bekliyordu. Mutfak çekmecesinden bir bisküvi paketi alıp hızlıca yola indim ve arabaya bindim.
Sanırım en son beni almışlardı çünkü diğerleri arabada uyuklamakla meşguldü. Bugün Mert yoktu yerine Özgür dedikleri adam vardı. Kısaca tanıştık.
Elimdekinden uzattığımda sadece kafa salladılar ve istemediler. Bisküviyi yerken yolda ilerliyorduk. ‘’Karnını onunla doyurma kahvaltı veriyorlar.’’ diyen Dağhan’a baktım ve elimdekini ağzıma attım.
‘’Onu da yeriz bunu da. Kan şekerim yükselsin yoksa ayakta uyuyarak bayılacağım.’’ deyince diğerleri de güldüler.
Eve geldiğimizde bahçede beklerken evdeki hizmetlilerden biri hepimize oldukça büyük bir sandviç ve çay getirmişti ki sandviç ekmeğinin içi serpme kahvaltı masası gibi dolu doluydu. En azından çalışanlarına iyi bakıyordu. Karnım doyduğunda ve çayım bittiğinde Saygın’ın ‘’Geliyor.’’ diyen sesiyle başımı eve çevirdim. Okan Bey üzerinde eşofman dışarı çıkıyordu. Sabahın altısında spora mı gidiyordu?
Evden arabayla çıkıp bir yürüyüş yolunun başlangıcında durduk. Arabadan indiğimizde kulağımda Özgür’ün sesini duydum. ‘’Biz Dağhan ile çıkıştayız. Saygın sen Ahsen ile girişte kal.’’
Saygın’a baktığımda hemen durumu açıkladı. ‘’Koşusu bitene kadar kimseyi içeri almayacağız.’’ Bu kadarı gerekli miydi?
Koşu yolunun başlangıcına ilerlediğimde aklımda düşünceler dönüp duruyordu. Bu adama bir şekilde yaklaşmam gerekiyordu. Sadece ardından takip edip babasına ulaşamazdım. Güvenini kazanmalıydım. Çalışanlarına karşı zaten çok soğuktu. Yüzlerine bile bakmıyordu. İşten de başını kaldırmıyordu.
Koşusuna başladığında girişte kalmıştım. En sonunda aklıma ilk geleni yapıp ardından koşmaya başladım. Saygın durmam için arkamdan bağırdı ama duymazlıktan geldim. Aradaki mesafeyi kapatıp bir adım arkasından koşmaya devam ettim. Başı bir anlığına bana çevrildi ama hızını azaltmadı. ‘’Neden peşimdesin? Girişte kalman gerekiyordu.’’ dedi. Sesi fazla mesafeliydi.
‘’Girişte kalarak sizi nasıl koruyabilirim?’’ diye sorusuna soruyla karşılık verdim. ‘’Burası büyük bir alan. Mesela sizi öldürmek istesem gece gelip ormana saklanırdım. Sabah siz burada tek başınıza koşarken de kafanıza bir tane sıkardım, ya da kalbinize bıçağı saplardım. Yok amacım öldürmek değil acı vermekse ailenizi ömür boyu torun sahibi olamayacak şekilde sizi yaralayabilirdim. Belki de önce acı çektirip sonra başınıza bir poşet sarıp yine acı dolu bir ölüme mahkûm bırakırdım.’’
Aniden koşmayı bıraktığında çarpmamak için son anda kendimi durdurmayı başardım. Yüzüme bakışları fazla tuhaftı. Sinirli miydi değil miydi anlayamamıştım.
‘’Senin beni koruman gerekmiyor muydu? Yanıma gelmiş üzerimde suikast planları yapıyorsun!’’
‘’Ne haddime?’’ dedim hemen kendimi savunmak için. ‘’Ben sadece olabilecek senaryoları gözden geçiriyorum. Sonuçta işim bu. Her an tetikte olmam gerek.’’
Attığı kahkaha ormanda yankılandı. ‘’Tuhaf kızsın Şeker.’’ dediğinde yüzümü tepkisiz kalması için zorladım. O kimdi ki bana Şeker diyordu! ‘’İyi o zaman çalıştır ayaklarını.’’ diyerek koşmaya devam etti.
Ardından koşmaya başladım. Dünkü yorgunluğun üzerine bu koşu hiç işime gelmemişti ama ne diyorduk; Diren Ahsen! İntikamın için diren!
Bir saatin sonunda koşu yolu bittiğinde nefes nefeseydim. Normalde bu kadar kolay yorulmazdım ama gerçekten uykuya ihtiyacım vardı. Bekleyen arabasına ilerlediğinde Özgür ardından gitti. Okan arabaya binmeden Özgür’e baktı ki artık ona içimden Okan demeye karar verdim. Bey neden diyordum ki zaten? ‘’Bana Ahsen eşlik edecek.’’ diyerek arabaya bindi. Özgür ile bir an göz göze geldik ve sonra yürüyüp ön koltuğa oturdum.
Araba yola çıktığında eve gelene kadar sessizdik. Bahçede beklerken Saygın karşıma dikilmişti. ‘’Sen ne halt ediyorsun?’’
‘’İşimi yapıyorum.’’ dedim. ‘’Gözünüzün önünde değilken nasıl korumayı düşünüyorsunuz?’’
‘’Böyle devam et birkaç güne işten kovulursun.’’ diyerek yanımdan gitti.
Sessiz kalarak da amacıma ulaşamazdım. Kılıçhanlara yaklaşmam gerekiyordu. Bileğimdeki lastik tokaya baktım. ‘Senin için bunu başaracağım kardeşim.’ diyen iç sesimle derin bir nefes aldım.
Evden çıktığında arabasına yine ben bindim. Sessizce yola devam ederken bir anda ‘’Şeker!’’ dedi.
‘Şekerine de sana da!’ İç sesim çok şey dese de dilim, ‘’Buyurun Okan Bey!’’ diyerek gayet iyi bir çalışan gibi karşılık verdi.
Tabletini uzattı. ‘’Kadın gözüyle yorumla.’’
‘Emrin olur paşam!’ Tableti alıp ekrandaki çizime baktım. Takı tasarımı yaptığını biliyordum. Sanırım kendi çizimiydi. ‘’Taşları çok küçük.’’ dedim rahatça. ‘’Zengin biri olsam ve böyle pahalı bir kolyeyi alacak olsam taşlarının parıltısı benden önce gireceğim mekana girmeli. Yoksa neden o kadar parayı vereyim?’’
Sözlerime güldüğünü duydum. ‘’O kolye değil broş.’’ dediğinde omuz silktim.
‘’Fark etmez. Yine de taşları küçük.’’
‘’Parıltı önemli diyorsun yani? O yüzden mi saçların pembe? Girdiğin ortamda parlamaya mı çalışıyorsun?’’
Sözlerine göz devirdim ama arkamda kaldığı için göremedi tabi. ‘’Benim dikkat çekmek için kendimi süslememe gerek yok çünkü varlığım yeter.’’ Uppsss! Çok mu özgüvenli konuşmuştum? Babam sağ olsun fazla özgüvenliydim de azıcık geri adım atsam iyi olurdu be! Böyle devam edersem kovulmama az kalmıştı!
Attığı kahkaha koşu yolunda attığı kahkahadan daha güçlüydü. ‘’Fazla özgüvenlisin.’’
Yine rahatlıkla ‘’Evet.’’ dedim. ‘’Üç dalda siyah kuşak sahibi biri olarak henüz sırtımı yere getiren olmadı. Girdiğim her yarıştan altın madalya ile ayrıldım. Güçsüz hissetmem için bir nedenim yok.’’
‘’O kadarını davette Necati’ye taktığın çelmeyle fark ettim.’’ deyince gözlerim kocaman açıldı.
Kimse anlamamıştı! Yani öyle sanmıştım. ‘’Şey, ben…’’ dediğimde ‘’Rahat ol! Hak etmişti.’’ diyerek konuyu kapattı.
Okan Kılıçhan sen nasıl bir insansın? Hepimize üstten bakıyorsun ama konuştuğunda da samimi konuşuyorsun. İyi misin? Kötü müsün? Babanın yaptıklarını biliyor musun? Bilmiyor musun? Sanırım önce seni çözmem gerekecek.
Şirketin önünde durduğumuzda arabadan inip büyük binaya girdik. Odasının olduğu koridorda beklerken Selim Bey gelmişti. ‘’Ahsen, benimle gel.’’ dediğinde ardından takip ettim. Giriş kattaki odaya indiğimizde kapıyı sertçe kapattı. ‘’Çocuklardan duyduklarım doğru mu?’’
‘’Anlayamadım.’’ dedim.
‘’Koşu yolunda Okan Bey’in peşinden mi gittin? Koşarken tek olmak istediğine dair kesin talimatı vardı.’’
‘’İyi de görmeden nasıl korumamı bekliyorsunuz?’’
‘’Kafana eseni yapamazsın. Sadece emirlere uyacaksın.’’
‘’Tamam.’’ dedim geri adım atarak. Diklenmek bana bir şey kazandırmazdı.
‘’Şimdi işinin başına dön ve ne deniyorsa onu yap.’’
Odadan çıkıp üst kata çıktığımda diğerlerine ‘’İhtiyaç molası vereceğim.’’ diyerek tuvaletlerin olduğu yere geldim. Yüzümü soğuk suyla yıkayarak sakinleşmeye çalıştım. Bugüne kadar bana bağıran birine asla boyun eğmemiştim. Gözlerimi kapatıp derin nefesler aldım ve Şekerlerimi düşündüm. Buna neden katlanmam gerektiğini düşündüm. Kalp atışlarım normale döndüğünde her daim cebimde taşıdığım kırmızı rujumu çıkarıp dudaklarıma sürdüm ve tuvaletten çıktım.
Koridorda yürürken kulaklığımdaki sesi duydum. ‘’Melda Hanım geldi. Hazırlıklı olun.’’
Hızlı adımlarla eski yerime döndüğümde asansörün açılan kapısını duydum ve sonra topuklu ayakkabıları üzerinde yürüyen Melda Kılıçhan’ı gördüm.
Yanımızdan geçerken gözü birkaç saniye üzerimde takılı kaldı ardından oğlunun odasına girdi. İçeri girdikten on beş dakika sonra çalışanlardan biri elinde iki fincan kahveyle odaya girip geri çıktı.
Yarım saat daha geçmişti ki sekreteri içeri girip çok geçmeden dışarı çıktı ve masasının başına geçip elinde telefon birçok yeri aramaya başladı derken Taha gelip odaya girdi. Sanırım bir şeyler oluyordu.
Onlar dışarı çıkana kadar Selim Bey’in sesini kulağımdaki kulaklıkta duydum. ‘’Günlük plan değişti. Bir etkinliğe gidilecek hepiniz dışarıda bekleyip tetikte olun. Ahsen, sen etkinlik alanına Okan Bey ve Melda Hanım ile birlikte gireceksin. Gözünü dört aç başımızı belaya sokma.’’
Elim kulağıma gitti ve düğmeye bastım. ‘’Anlamadım. İkisini tek başıma mı koruyacağım?’’
Tekrar Selim Bey’in sesi duyuldu. ‘’Evet, Melda Hanım etkinlik alanında göz korkutacak erkek koruma istemediği için ihale sana kaldı.’’
Bir bu eksikti! Ama şikâyet etmeyecektim. Madem güven kazanmak istiyordum bu da bir fırsattı işte. Tekrar kulaklığın düğmesine bastım. ‘’Anlaşıldı tamam.’’ dedim.
Çok geçmeden Okan, Melda Hanım ve Taha içeriden çıktılar. Taha ikisine de bakarak konuştu. ‘’Siz yola çıkın ben istediklerinizi yetiştireceğim.’’ Uzaklaşıp gitti.
Onun ardından asansöre ilerlediklerinde takip ettik. Asansöre hep beraber sığamayacağımız için iki gruba ayrılmak zorunda kaldık.
Dışarıda bir koruma ordusu vardı. Hepsi de Melda Hanım’ın korumasıydı. İçlerinde tek kadın bendim ve fazla dikkat çekiyordum. Selim Bey yanımıza koşar adım geldi. ‘’Ahsen, sen Okan Bey’in arabasıyla gidiyorsun. Diğerleriniz de arkadan takip edin. Etkinlik alanında diğer korumalarla sıkıntı istemiyorum. Uyumlu olun. Haberciler olacak ve tek bir olumsuzluk olursa elimden çekeceğiniz var.’’
Ne etkinliğiydi bu? Haberciler falan bayağı büyük bir şey olmalıydı. Arabanın ön koltuğuna yerleştiğimde Okan ve Melda Hanım’da arka koltuğa oturmuştu. Yola çıkınca gözlerim sürekli yoldaydı. Çıkacak bir aksilik her şeyi zora sokardı.
‘’İşe bir kadın koruma alacağına ihtimal vermezdim.’’
Melda Hanım’ın sözlerine oğlu cevap verdi. ‘’Kadın olduğuna aldanma şu arkandan gelen korumalarını cebinden çıkarır.’’
Burada olduğumun farkında mıydılar acaba? Benim yanımda benim dedikodumu yapıyorlardı bildiğin!
‘’Yine de beklemezdim.’’ Bir sessizlik oldu sonra yine annesinin sesi duyuldu. ‘’Bak bakalım nasıl?’’ Dikiz aynasından kadının oğluna cep telefonunu gösterdiğini gördüm.
‘’Anne, başladın yine.’’ diyerek telefonu geri verdi.
‘’Oğlum manken gibi kız işte. Bir tanışma yemeğine çık. Anlaşamazsanız tamam ama tanımadan geri çeviriyorsun.’’
‘’Evi titretir mi?’’ dedi Okan. Evi titretmek? Anlamamıştım ama sesi fazla alaycıydı.
‘’Dalga geçme.’’ diye Melda Hanım karşılık verdi. ‘’Evi titretmesini istiyorsan git koruman gibi birini bul.’’
Konu şu an neydi bilmiyordum ama neden benim üzerimden örnek veriliyordu? Bu çok rahatsız ediciydi. Hani insandım ya! Keşke öyle davransalardı! Gerçi bu aileden insanlık beklenmezdi. Kaç masumun kanı ellerindeydi?
Annesinin sözlerine oğlundan yine alaycı bir cevap geldi. ‘’Onun gibisi titretmez doğrudan başımıza yıkar.’’
‘’Sana laf yetiştirmekle uğraşamayacağım.’’ dedi annesi. ‘’Gittiğimiz yerdeki kızlara biraz iltifat et bari.’’
‘’Onlara en güzel iltifatları yapacağım sen merak etme.’’
Kızlar? İltifatlar? Allah’ım ben nereye düştüm böyle?
Yol bittiğinde büyük bir salonun önündeydik. Biz daha arabadan inmeden diğer korumalar her yanı sarmıştı ve haberciler ellerinde fotoğraf makineleri, kameralar hazırda bekliyorlardı.
Arabadan inecekken Melda Hanım’ın eli omzuma kondu. ‘’İsmini bilmiyorum ama içeridekileri korkutmadan hareket et lütfen.’’
İçeride benden korkacak kim vardı ki? Düşüncelerimi kendime saklayıp, ‘’Tabi Efendim.’’ diyerek cevap verdim.
Arabadan inip arka tarafın kapısını açtığım an haberciler etrafımızı sardılar. Diğer korumalar anne oğul için geçebilecekleri bir yol açmaya çalışıyordu. Zor bela içeri girdiğimizde balonlarla ve süslerle dolu geniş bir alan karşıladı. İçeride sayamayacağım kadar çok çocuk koşturuyordu. Ah, tabi ya annesinin kimsesiz çocuklar için kurduğu bir vakıf vardı.
Hem Okan'ı hem de annesini göz hapsinde tutmaya çalışıyordum. Çocuklarla ilgilenirken gayet sıcakkanlı görünüyorlardı ama maske takınmak kolaydı ki ben bile ailemi hatırladığımda duygularımı geri çekmeyi öğrenmiştim.
Yaklaşık bir saat boyunca sadece çocuklarla ilgilendiler. Anladığım kadarıyla vakfın kuruluş yıldönümüydü ve bunun partisini çocuklarla kutlamaya karar vermişlerdi. Güzel düşünceydi.
Bir saatin sonunda Taha’yı gördüm. Patronuna uzaktan eliyle tamam işareti yaptığında Okan’ın gür sesi içeride yayıldı. ‘’Şimdi hediye zamanı.’’
Çocuklardan mutluluk sesleri yükseldi. Gelen hediyeleri dağıtırken çocuklardan biri yanıma geldi. ‘’Açamadım. Yardım eder misin?’’ diyerek hediye paketini gösterdi.
‘’Olur.’’ dedim gülümseyerek ve açmasına yardım ettim. İçinden çıkan oyuncak arabayla koşarak arkadaşlarının yanına gitti.
Sekiz yaşlarında bir kız çocuğu gelip pantolon paçamı çekiştirince eğilerek söyleyeceklerine kulak kabarttım. “Okan ağabey dedi ki; sen kötü adamları yenen şeker prensesiymişsin. Saçların bu yüzden pembeymiş. Gerçekten prenses misin?”
Bakışlarım Okan’a kaydığında kısa bir an göz göze geldik. Umursamadan yanındaki çocukla ilgilenmeye geri döndü.
“Bilmem ki.” dediğimde eli hâlâ pantolon paçamı tutuyordu.
“Kötü adamları yenerken yaptığın bir Prenses hareketi gösterir misin?”
Prenses hareketi? Ben? Benden prenses mi olurmuş hiç? Olsa olsa şekerden evin sahibi kötü cadı olurdum.
“Üzgünüm ama yapamam.” dediğimde paçamı çekiştirmeye devam edip yüksek sesle “Yap!” diye bağırmaya başladı.
Sesine Melda Hanım yanımıza geldi. “Ezgi’ciğim ne oldu?” dediğinde bana bakışları biraz öfkeliydi.
“Okan ağabey onun kötü adamları yenen Şeker Prensesi olduğunu söyledi ama o bize prenses hareketi göstermiyor.”
Sözlerle Melda Hanım’ın öfkeli bakışları geri çekilmişti. Konuşulanları duyduğu için Okan’da yanımıza geldi ve Ezgi’nin yanında dizinin üzerine eğildi. “Ama sana bu bir sır aramızda kalacak demiştim. Şimdi herkes öğrendi.”
“Banane ben prenses hareketi görmek istiyorum.” diye bağırmaya devam etti. Onu duyan çocuklarda etrafımızı çevirdi. Aynı anda birçok ağızdan “Prenses hareketi!” diye bağırışlar yükseliyordu.
Okan diz çöktüğü yerden kalkıp fısıldayarak konuştu. “Çocuklara bir hareket göstersene.” dedi.
Aynı şekilde fısıldayarak cevap verdim. “Aynı anda hem sizi hem annenizi koruyup hem de çocuk eğlendirmemi mi istiyorsunuz? Fazla mesaiye girer.”
“Hallederiz sorun olmaz.” diyerek birkaç adım geri çekildi. “Hadi çocuklar biraz açılın da prenses hareketini yapması için alan verin Şeker Prensesi'ne.”
Sözlerle yüzüne öfkeli bir bakış attım. Fazlasıyla eğleniyordu. Annesinin gözü de üzerimdeydi. Elim kulağımdaki kulaklığa gitti ve düğmesine bastım. “Ben Ahsen, acil pantolona ihtiyacım var.” dedim özellikle Okan’ın duyacağı kadar yüksek sesle.
Karşıdan Selim Bey’in sesini duydum. “Hallediyorum. Sıkıntılı bir durum mu var?”
Tekrar düğmeye bastım ve yine yüksek sesle konuştum. “Hayır, sadece fazla mesai.”
Okan’ın yüzünde gevrek bir gülümseme belirdi. Yüzünün ortasına yumruğu savursam ne güzel olurdu ama neyse uslu bir kızdım sonuçta!
Derin bir nefes alıp pantolon paçalarımı hafifçe yukarı çektim ve sonrasında ayaklarımı tamamen iki yana açarak yere oturdum.
Pantolonun yırtılmasını bekliyordum ki beklediğim de oldu ama ayaklarım tamamen iki yana açık oturunca çocuklar bağırarak alkışlamaya başladı.
Hatta içlerinde yaptığımı yapmaya çalışıp yere pata küte düşenler vardı. Ayağa kalkarken Okan hızlı adımlarla yanıma geldi ve üzerindeki ceketi çıkarıp belime bağlayarak yırtılan yerin görünmesine engel oldu.
Bu adamı gerçekten çözemiyordum. İyi miydi yoksa kötü mü?