Eğlence bitmeden Taha yanıma geldi elinde bir poşet vardı. “Pantolon istemişsin.” dediğinde başımla onayladım. “Melda Hanım diğer korumaları içeride istemiyor o yüzden acele et.”
Poşeti alıp koşar adım tuvaletlerin olduğu yere gittim ve üzerimi değiştim. Geri döndüğümde Taha ile Okan’ı konuşurken gördüm. Yanlarına gittiğimde konuşmayı bıraktılar. Ceketi uzattım. “Teşekkür ederim.” dediğimde sadece ceketi alıp üzerine giymekle yetindi. Tek kelime etmemiş, yüzünde bir mimik bile oynamamıştı.
Yanlarından uzaklaşıp bekleme yerime döndüm. Çocuklar ara ara yanıma gelip yaptığım hareketi onlara da öğretmemi istiyorlardı. En sonunda karşımda duran beş çocuğa baktım. “O hareketi yapınca pantolonum yırtıldı. Sizin bu güzel kıyafetlerinize kıyamam. Onun yerine başka hareket öğretmemi ister misiniz?” dedim. Hepsi hevesle başlarını salladı.
“Öncesinde söz verin bunu sadece ama sadece biri size zarar vermek isterse yapacaksınız.” Yine hevesle ‘Söz.’ dediler.
Çocuklarla ilgilenirken bir yanda da korumam gereken anne oğulu göz hapsinde tutuyordum.
Minik bacaklarıyla yapabilecekleri çok basit bir ayak hareketi gösterdim. Oldukları yerde denemeye başladılar. Çocuklarla çalışmanın bu yönünü çok seviyordum. Henüz yazılmamış bir kitap gibi oluyorlardı ve ne verirsen onu anında alıyorlardı. Onlara öğretmek büyüklere öğretmekten daha kolaydı.
Çok geçmeden diğer çocuklarda onlara katıldı. Melda Hanım ve Okan oldukları yerde durmuş bizi izliyordu. Ders vermeyi özlemiştim. Yangından sonra ilk defa eğlendiğimi hissettim ve biraz suçluluk duydum. Ailemin yasına ihanet ediyormuşum gibi geliyordu.
Etkinlik bittiğinde arabaya binmek için dışarı çıktığımız an yine gazeteciler etrafımızı sardı. Bu defa durup sorulan sorulara cevap vermeye başladılar.
Sorular genelde yıldönümü kutlamasının neden sadece çocuklarla yapıldığıyla ilgiliydi. Cevapları da Melda Hanım veriyordu.
Yarım saat sonra arabaya zor bela binmiştik. Yolda ilerlerken Melda Hanım’ın sesi yükseldi. “İsmin Ahsen’di değil mi?”
“Evet Efendim.” dedim. Gözlerim yolda olası bir tehditi arıyordu.
“Çocuklar ilk defa yanımdaki bir korumaya korkmadan yaklaştı. Seninle bundan sonra yine görüşecek gibiyiz. Özellikle oğlum işten kovarsa haberim olsun. Bu konuda çok yeteneklidir.” deyince Okan araya girdi.
“Onlar işlerini yapamıyorsa ben ne yapayım?”
“Her geleni bir hafta içinde kovarsan yapacağı işi nasıl öğrensin?” Annesi küçük oğlunu azarlayan anneye benzemişti.
“Ne ilgisi var? Yapacakları iş belli sonuçta.”
Annesi bu defa konuyu değişti. “Bize geçelim. Akşam yemeğini beraber yiyelim.”
“Tamam.” diyen Okan ile gideceğimiz yer belli olmuştu.
İkinci günden yılanın başını görecek miydim? Bu iyiydi. Düşmanımı yakından görmek istiyordum.
Büyük bir evin önünde durduğumuzda arabadan inip eve girdiler. Ben de diğerleriyle bahçede beklemeye başladım.
“Pantolon neden istedin?” diyen Saygın’a gülümsedim.
“Okan Bey çocuklara bir hareket göstermemi istedi. Ben de şpagat hereketini yaptım.”
“Pantolonu yırttın yani!” diyen Dağhan gülüyordu. Başımla onayladım.
“Koruma mıyız maskaraları mıyız belli değil.” Özgür’ün sesi biraz öfkeli çıkmıştı. “Yapmıyorum desen öylece kovarlar işten. Sanki görev tanımımızda bunlar var.”
“Böyle düşünürsek hiçbir işte çalışmamamız gerekir.” dedim. “Ders verdiğim zamanlarda öyle öğrencilerle uğraşıyordum ki bunlar masum istekler.”
Sözlerimin ardından bahçeye giren arabayla sustuk. Arabada inene baktım.
Hamit Kılıçhan sonunda gelmişti. Adam karısından daha çok korumayla geziyordu. Boyu benden uzundu. Yaşına rağmen güçlü duruyordu.
İstemsizce adım attığımı fark edince hemen ayaklarımı durdurdum. O kalın boynunu kırıp öldürmemek için kendimi zor tutuyordum.
Ailemin katiliydi. Şekerlerimin kanı ellerindeydi. Korumalarından biriyle sessizce konuşuyordu. Konuştuğu adamın yanağındaki beni olduğum yerden bile görüyordum. Biraz büyüktü.
Eve girdiğinde ardından bakıyordum. Nasıl bu kadar rahat hareket ediyordu? Hiç vicdanı sızlamıyor muydu?
Saatler geçtikçe yorgunluk başlamıştı. Bütün gün ayakta çalışırdım. Eve de çoğu zaman geç dönerdim ama hiç böyle yorgunluk hissetmemiştim. Daha çok uykusuzluktan kaynaklıydı. Saat gece yarısına yaklaşıyordu. Kim bilir eve ne zaman dönecektim de uyuyup sabahın dördünde uyanacaktım.
Neyse ki paşam sonunda evine dönmeye karar verdi! Yola çıktığımızda oturduğum yerde uyumak üzereydim ama ikinci günden bunu yaparsam işten kesin kovulurdum.
Kendi evime geldiğimde saat bir olmuştu. Üç saat sadece üç saat uyuyabilecektim ve izin günü yeni başladığım için en son bana verilecekti.
Yatağa kıyafetlerimle yattım. Başım yastığa bile değmeden uyumuştum.
Sabah alarmın sesiyle zorla ayağa kalktım. Ayılmak için duşa girdim ama duştayken bile uyuyordum. Makyajımı ilk defa yaparken zorlanmıştım. Gelen arabaya bindiğimde oturduğum yerde uyuyakalmıştım.
“Ahsen!” diyen sesle gözlerimi açtım. Mert seslenip duruyordu. “Uyan hadi. İş başı.”
“Bu mesai saatleri insanlık dışı.” diyerek arabadan indim.
“Hepimiz aynı durumdayız.” Özgür olduğu yerde gerinip duruyordu. Bugün Dağhan izinliydi. Şu an ne güzel uyuyordu!
Çalışan kahvaltılarımızı getirdiğinde iç çektim. “Patronunun özel emri değilse ne olur bize sabahları sert bir kahve getir. Ayılamıyoruz çayla.” deyince genç kız gülümsedi.
“Değiştireyim.” diyerek çayları geri götürdü ve yerine kahve getirdi.
“Teşekkür ederim.” dedim kahveyi alırken.
Kafein iyi gelmişti. Arabada da uyuduğum için daha iyi hissediyordum.
“Bugün hava durumu yağmurlu diyordu. Umarım dışarıda çok dolanmayız.” Saygın dilek diler gibi konuşuyordu da kendi söylediklerine kendi de inanmıyordu.
Her zamanki saatinde Okan yine koşu için evden çıkmıştı. “Bu adamın uykuya ihtiyacı yok mu?” dediğimde Özgür cevap verdi.
“Fazla para uyku kaçırıyor galiba.”
Kahkaha atmamak için elimle ağzımı kapatmak zorunda kaldım. Zenginin parası züğürdün çenesi işte.
Koşu yoluna geldiğimizde birkaç adım koşup geri döndü. “Gelmiyor musun Şeker?” diyerek bana baktı.
Bir avuç şekeri ağzına tıkasım var ya neyse! “Selim Bey’den kesin talimat var.” dedim. “Emirleri uyguluyorum.”
“Emirleri ben veririm Selim değil. Ayakların hareket etsin. Aileme torun veremezsem çok üzülürüm.” dedi göz kırparak ve arkasını dönüp koşmaya devam etti.
Tabi yanımdaki Mert şaşkınca yüzüme bakıyordu. Kim bilir aklına ne düşünceler gelmişti! Sakin kalmak için derin bir nefes alıp arkasından koşmaya başladım.
“Neden özel koruma? Daha önce çalıştığın işler bir kadın için daha uygun değil miydi?”
Sorusuyla dudağım kıvrıldı. “Herkes sizin gibi zengin değil. O işlerinde parası az.”
Koşması biraz yavaşladı. “Ailen farklı kazalarda ölmüş. Tek başına zor olmalı.”
Tabiki kim olduğumu araştırmıştı! Ümit’e dediğim gibi doğrular en iyi yalanlardı. Yüzümü öğrendiğim gibi duygusuz tutmaya çalıştım. “Öyle ama ben ölmedim ve babamın ismi karnımı doyurmuyor. Yaşayabilmem için paraya ihtiyacım var yani bir işe. Başvuru yaptığım yerlerden de sizin şirketiniz dönüş yaptı. Seçim yapma lüksüm yoktu.”
Daha fazla konuşmadı. Tekrar hızını artırınca uyum sağlamak zorunda kaldım.
Evine geldiğimizde işe gitmek için hazırlanmasını bekliyorduk.
“Torun falan ne iş?” diyen Mert diğerlerinin duyamayacağı şekilde konuşmuştu.
“Saçma sapan düşünceler getirme aklına.” dedim. “Farklı bir mevzudan bahsediyordu.”
“Farklı mevzu?”
Dün yaptığım konuşmadan biraz bahsedince gülmeye başlamıştı. “Bu kadar rahat konuşma işinden olursun sonra.”
“Birine bir şey söyleme Selim Bey’den yedim azarı zaten bir daha uğraşmayayım.”
“Söylemem de yalan yok aklıma farklı düşünceler gelmişti.”
Gözlerimi devirdim. “O kadar alçalmadık çok şükür.” dedim.
Okan evden çıktığında hep beraber ofise geldik ki yine arabasına ben binmiştim. Dışarıda da sağanak yağmur başlamıştı.
Fuar alanına gidilecek dendiği için de Selim Bey gelip hepimize birer şemsiye vermişti.
Ofisten çıktığımızda arabaya yürürken şemsiyeyi başına tutuyordum. Bu işler tam tersi olmuyor muydu? Erkek kadın ıslanmasın diye uğraşmaz mıydı? Neden ben Okan ıslanmasın diye cebelleşiyordum? Zaten boyu da uzundu zorlanıyordum.
Arabaya bindiğinde kapısını kapattım ve ön tarafa oturdum. Yola çıktığımızda yağmur o kadar çoktu ki silecekler baş etmiyordu.
Sağa kıvrılan yoldan döndüğümüz an kulağımda ses duydum. “Ahsen, yol kapatıldı. Farklı yola girmek zorunda kaldık.”
Düğmeye basıp cevap verdim. “Anladım. Yol çalışması mı, sorun var mı?” dediğimde şoför bir anlığına bana baktı.
Kulağımda Mert’in sesini duydum. “Bence sorun var çünkü buradaki yolda kapatıldı ve sanki birisi özellikle bize yapıyor. Tetikte ol. Gelemezsek iş sende.”
“Tamam. Değişiklik olursa bilgi verin.” dedim ve belimdeki silahı çıkararak şoföre baktım. “Ne olursa olsun gideceğimiz yere kadar durma.”
“Ne oldu?” Okan konuşunca oturduğum koltukta arkama döndüm.
“Diğer korumaların olduğu araç yol kapandığı için geride kaldı. Farklı yoldan geleceklerken o yolda kapatıldı. Tedbirli olmakta yarar var.”
Gözlerinde korku var mı diye baktım ama yoktu.
“Emin değilim ama arkamızdaki araç takip ediyor olabilir.” Şoförün sözüyle yan aynadan arka tarafa baktım. Bizimkine benzer bir araçtı.
“Sola dön!” dediğimde arabayı sol yola çevirdi araçta bizimle döndü. Tekrar yol ayrımını görünce ”Sağa dön!” dedim ve araç tekrar bizimle döndü.
“Kesinlikle takip ediyor. Önümüze geçmesine izin verme.”
“Yolu kapatıyorlar.” dediğinde yan aynadan bakışlarımı yola çevirdim. Yola barikat kuruyorlardı.
“Şu filmlerdeki gibi araba kullanmayı bilmiyorsan yer değişelim.” dedim şoföre.
“Barikatı mı yıkayım?” dedi şaşkınca.
“Evet!” diye bağırdım. “Yık ve geç yoksa bizi yıkacaklar.”
“İyi öyle olsun.” dedi ve gaza yüklendi.
“Tek başına halledebilecek misin?” diyen Okan’ın sorusu banaydı.
“Neden herkes kadın olduğum için beni zayıf görüyor?” derken sesim yüksek çıkmıştı. Telefonum çalmaya başlayınca cebimden çıkardım. Selim Bey arıyordu. Tabi kulaklık mesafeden dolayı işe yaramıyordu.
“Efendim Selim Bey!” diyerek telefonu cevapladım.
“Ahsen, ne durumdasınız? Çocukların önü kesilmiş.”
“Arkadan takip eden bir araç var.” dediğim an barikata çarptığımız için öne savruldum ama hemen dengemi sağladım. “Yolu kesmeye çalıştılar ama yıkıp geçtik.” Bakışlarım yan aynaya kaydı. “Ve hâlâ takip ediyorlar.”
“Aracın sinyalinden konumunuzu alıyorum. Destek göndermeye çalışacağım. Unutma, ne olursa olsun önceliğin Okan Bey’in güvenliği.”
“Biliyorum.” dedim ve telefonu kapattım. Ölse umrumda olmazdı ya neyse!
“Şehirden uzaklaşıyoruz.” diyen şoförle derin bir nefes aldım.
“Yolda kal ve sürmeye devam et. Nereye gittiğimiz önemli değil ama durursak o zaman bittik demektir.”
Şehirden tamamen çıktığımızda arka taraftan arabaya bir darbe geldi. “Gerçekten mi?” diyerek camı açtım ve dışarı uzandım. Lanet yağmur o kadar fazlaydı ki hedefimi tutturabilir miydim bilmiyordum.
Silahı araca doğrultup tekere nişan alarak ateş ettim ama vuramamıştım. Kesik bir çığlık atarak geri çekildim. “Yağmurda olmuyor.” dediğimde araç birden yanımıza geldi ve ateş etti.
“Kurşun geçirmez.” dedi Okan. “Rahat olun.”
“Araç kurşun geçirmez lastikler değil.” dediğim anda bir patlama sesi daha geldi. Bu kadar yakından hedefi tutturmuşlardı tabi. Şanşıma tüküreyim.
Araba durduğunda kendimi olacaklara hazırladım. Dışarı çıkacakken Okan’ın telefonu çalmaya başladı. “Bekle.” dedi bana ve çağrıyı cevapladı. “Senin işin değil mi?” konuşması rahattı.
Bir süre sessiz kaldı sonra tekrar konuştu. “Elinden geleni ardına koyma. Emeğimi asla sana teslim etmeyeceğim.” Telefonu kapattı.
Kapanan telefonun ardından diğer arabadakiler dışarı çıktı. Toplam dört kişi vardı. Şoför hala araçtaydı. “Okan Bey arabadan sakın inmeyin.” dedim ve hızlıca inip kapıyı kapattım.
Adamlarla karşı karşıya geldiğimizde ellerinde silahları vardı. Yağmur sel suyu gibi üzerimize boşanıyordu. Adamlardan biri diğerine bakarak konuştu. “Evrakları imzalatıp tapleti alacağız.”
Elimdeki silahı belime soktum. Sayıca benden fazlaydılar bu yüzden yumruklarıyla saldırsınlar istiyordum.
“Tek tek mi geleceksiniz toplu mu?” dedim yüzlerine bakarak. Yağmurdan onlarda it gibi ıslanmıştı.
“Koruması sen misin? Hiç güleceğim yoktu.” dedi adamlardan biri.
“Boş konuşma soruma cevap ver.” dediğimde.” Silahlarını bırakıp üzerime yürüdüler.
İlk gelenin savurduğu yumruktan eğilerek kaçtım ve etrafımda dönerken tekmeyi ensesine geçirdim.
Darbeyle yere savrulurken diğer taraftan gelenin yüzüne yumruğu indirdim. Sırtıma çarpan tekmeyle öne doğru yere düştüm.
Düştüğüm yerde sırtüstü dönüp üzerime gelene bir tekme daha vurdum ve hızlıca ayağa kalktım.
Yan taraftan yaklaşanın omuzlarına tutunup havaya zıpladım ve diğer taraftan yaklaşana yine tekme attım. Omuzlarına tutunduğumun yüzüne de kafayla vurdum. Lanet olsun fazla kalın kafalıydı canım yanmıştı.
Kendimi toparlamaya çalışırken yüzüme bir yumruk indi ardından karnıma biri diziyle vurdu. Kesilen nefesimle birkaç kez öksürdüm. Arabadaki şoför de inmiş dövüşe katılmıştı.
Burnumdan akan kanı silerken bir darbe daha geldi ve yere düştüm. Yumruğumu yere vurdum. ‘Sen Arınç Şeker’in kızısın. Kalk ayağa! İntikamın için güçlü olmak zorundasın!’ İç sesim gaza getirip duruyordu.
Ellerimle yerden güç alıp tekrar ayağa kalktım. Her yanımdan sular süzülüyordu. Yere düşmekten iyice çamura bulanmıştım. Adamlara döndüğümde yüzlerinde bir gülümseme vardı. “Çetin cevizmişsin.” diyen adama bakıp ağzıma dolan kanı yere tükürdüm.
“Sizi mezara gömer çıkarır bir daha gömerim.”
Koştum. Havaya sıçrayıp tekmeyi konuşanın yüzüne savurdum. Birinin atacağı yumruğu kolumla durdurdum. Tekmesi üzerime gelirken geri çekildim ve bir tekme daha attım.
Diğer ikisi aynı anda üzerime geldiler. Biraz ben yumruk yedim biraz onlar. İçlerinden biri arabaya ilerlediğinde omuzlarından tutup geri çektim. Arabanın kenarına ayağımla basıp sırtına atladım ve dirseğimle kafasına sertçe vurdum.
Darbem güçlüydü bayılıp yere düştü. Diğer dördü bana bakıyordu. Tekrar hareketlenip üstlerine yürüdüm.
Yumruklar, tekmeler altında dövüşe devam ediyorduk. Hepsiyle aynı anda baş etmek zordu ama başka çarem yoktu. Karşımdakine yumruğu geçirdiğimde yan tarafımda soğuk yağmura rağmen bir sıcaklık hissettim ve sonra gelen acı dalgasını.
Geri çekildiğimde gömleğim kırmızıya boyanmaya başlamıştı. Acının olduğu yerde bir çakı vardı. Elinde fark etmemiştim bile. Çakıyı tutup geri çektim ve beni yaralayana baktım.
Acıya aldırmadan üzerine atlayıp kasığına çakıyı sapladım. Acıyla haykırdığında adamlardan biri kollarımdan tutup geri çekti.
O esnada arabanın kapısını duydum. Okan dışarı çıkmıştı. “Arabada kalın!” dediğimde yüzüme bir yumruk indi.
“Arabada oturmanın tadı kaçtı.” diyerek beni tutana yaklaştı ve yumruğu yüzüne indirdi.
Ayağa kalkmaya çalıştım ama acıdan hareket edemedim. Zaten her yanım aldığım darbelerden ağrıyordu bir de çakının açtığı yara üzerine eklenmişti.
Çamurla kaplı yola yattığımda nefeslerim düzensizdi. Daha fazla ayakta kalamamıştım. Okan üç kişiyle tek başına dövüşüyordu ki lanet adam dövüşmeyi iyi biliyordu. Bir de bu zamana kadar arabada beklemişti!
Birinin silahını doğrulttunu gördüm. Silahım hâlâ belimdeydi. Elime aldım ve adama doğrultup ateş ettim. Dizinin üst tarafına isabet etmişti.
Okan silah sesiyle adama baktı ve kısa sürede hakkından geldi. Gelen arabaların sesini duydum sonrasında ayak sesleri yankılandı.
“Okan Bey’i koruyun.” diyen Selim Bey’di.
Ben de buradaydım ama tabi kimin umrundaydı! Bugüne kadar hep sırtım yere gelmedi diye övünürdüm. Şu anki halim sayılıyor muydu? Bu yenilgi olamazdı değil mi? Sonuçta aynı anda beş kişiye karşı savaşmıştım ve birisi çakısını çekip hile yapmıştı.
Gücüm yavaş yavaş tükeniyordu. Yağmur üzerime yağarken içine çekildiğim karanlığa doğru kendimi bıraktım.