1
Tekmeyi savurduğum an sırtüstü yere yapıştı. Dudaklarından acıyla çıkan ‘Ah.’ sesiyle bağırdım. ‘’Böyle mi koruyacaksın kendini?’’ Yakasından tuttum ve sürükleyerek duvara dayadım. ‘’Şu an seni gecenin bir vakti ıssız bir sokak köşesinde sıkıştırdım ve istediğimi yaparım. Nasıl kurtulacaksın elimden?’’
Yakasını tutan elimi itmeye çalışırken ayağıma çelme takmaya çalıştı ama dizine attığım tekme ile bir kez daha acıyla ‘Ah!’ diye inledi. Tuttuğum yakasından yere savurdum. ‘’O dikkatinizi biraz anlattıklarıma verin. Hepinizin aklı beş karış havada. Ergen popolarınızı tekmelemeden bir şeyler öğrenin ki biraz da siz bana tekme atın.’’
Öğrencilerime karşı biraz acımasızdım özellikle de kızlara karşı ama bunu yapmazsam burayı sadece vakit geçirmek için geldikleri bir yer olarak görürlerdi. Oysa bunun yerine kendilerini korumayı öğrenmelerini istiyordum. Diğer hocalar gibi gelip anlatacağımı anlatıp gidebilirdim yine de yapmıyordum. Bu dünya kadınlar için acımasızdı o zaman biz güçlü olacaktık.
‘’Kalkın ayağa.’’ dediğimde hepsi oturduğu yerden kalktı. ‘’İkişerli eşleşin ve size öğrettiğim tekme hareketine çalışın. Güçsüz olan olursa kum torbası niyetine üzerinde ben çalışırım.’’
Bu spor okulunu zamanında babam işletiyordu. Sanırım en acımasız davrandığı öğrencisi bendim ama bundan asla şikâyetçi olmazdım. Şu an yirmi beş yaşımda olmama rağmen tekvando, judo ve karate de siyah kuşak sahibiydim. Ailemi on beş yaşımda trafik kazasında kaybedince arkalarında güçlü bir kız çocuğu bırakmışlardı.
Üniversiteyi bitirince de zamanında babamın işlettiği bu yerde hocalık yapmaya başlamıştım. Yeni sahibi burayı sadece zengin çocuklarının gelebilecekleri pahalı bir yer olarak işletiyordu ama babam onun aksine haftanın iki gününü şehrin yoksul kesimlerinden topladığı çocukları ücretsiz eğitirdi ve içlerinde ülkeye altın madalya getiren milli sporcu olanlar bile vardı. O kadar çok çocuğun hayatına dokunmuştu ki ölüp bizden gitse de ardında bıraktığı manevi evlatları beni ve kardeşimi yalnız bırakmamıştı.
Burada işe başlayınca sahibiyle anlaşmıştım ve diğer hocalara göre maaşımı daha az almama karşılık dersler bitince haftanın iki günü aynı babamın yaptığı gibi yoksul kesimden çocuklara ücretsiz ders veriyordum.
Gerçi çocuklar sonrasında buranın temizliğini yapmak zorunda kalıyorlardı çünkü Mehmet Bey sadece maaşımı az vermekle yetinmeyip temizlik için çalışana da böylece para vermemenin yolunu bulmuştu ama benim güzel çocuklarım bundan şikâyetçi değildi. Hepsi öyle mahallelerde yaşıyor ve insan yerine konmuyorlardı ki gözlerinde birer kurtarıcı melektim ve ne dersem onu severek yapıyorlardı. Derslerde acımasız olmamda umurlarında değildi.
Yanından geçtiğim öğrencimin ensesine bir şaplak attım. ‘’O bacak ne öyle yeni gelin gibi korka korka açıyorsun. Tamamen kaldırıp savur.’’
Sözlerime bir gülme sesi yükseldi. Tamam, yaptığım tanım komik olabilirdi ama yaptığı tam olarak buydu.
Tekme atmayı bırakmış telefonuna bakan öğrencimin elinden telefonu çektim. Ekrana baktığımda sevgilisine mesaj yazıyordu. ‘Şeker Hoca canımıza okuyor!’
Dizine arkadan tekmeyi bastığım gibi yere düştü. ‘’Şeker hocan birazdan seni bir güzel okuyacak. Soyadıma aldanmayın zehir gibiyimdir.’’ Bütün öğrencilerim soyadımla dalga geçiyordu. Zaten bir insan neden kendine Şeker diye soy isim alırdı ki? Büyük, büyük, oldukça büyük dedelerimi çok güzel anıyordum bu konuda. ‘’On beş yaşındasın daha on beş! Bu yaşta sevgili yapmakla uğraşacağına ders çalış.’’
Düştüğü yerden kalkarken telefonu eline bıraktım. ‘’Kaldır ortadan ders bitene kadar görmeyeyim.’’
Ders bitene kadar üstlerinde Azrail gibi dolaştım. Ders bittiğinde temizliği yapmalarına yardım ettim ve okuldan çıktık. Hep beraber yürürken biranda ‘’Şeker Hoca oley!’’ diye tezahürat yapıp el çırpmaya başladılar.
‘’Ulan bacaksızlar, sizin yüzünüzden adım Şeker Hoca diye kaldı.’’ diye bir sitem yolladım.
‘’Ama öylesiniz.’’ dedi Aysun. ‘’İstediğiniz kadar bağırıp, kızın kalbiniz şeker gibi.’’
Öteden Rıfkı’nın sesi duyuldu. ‘’Hocam ders verdiğiniz zengin züppelerine bizden daha beterini yapıyorsunuzdur umarım.’’
‘’Öğrencilerim arasında ayrım yapmam. Size neyse onlara da o. Ayrıca düzgün konuş.’’ dedim ama pek doğru değildi. Onların hepsi baba parasına güvenip fazla arsızca davranıyorlardı ben de canlarına okumak yerine doğrudan tükürüyordum. Sonrada aileleri şikâyete geliyordu ve Mehmet Bey’den bir sürü azar işitiyordum ama işten atamıyordu çünkü en kalifiyeli çalışanı bendim ve babamın ismi buraya birçok müşteri çekiyordu.
Arınç Şeker; unutulmaz efsanevi dövüş sanatları ustası. Birçok madalyanın sahibi, ülkeye altın madalya getiren milli sporcuları keşfeden ilk adam. Ve o sporcuların yetiştiği Yenilmez Spor Okulu.
Mehmet Bey okulun reklamlarını bile benim üzerimden yapardı. Ahsen Şeker, Arınç Şeker’in kendi elleriyle yetiştirdiği kızı diyerek bulduğu müşterilerin haddi hesabı yoktu. Hayır, hepsi de ben hocaları olduğum için çocuklarını kursa yazdırıyordu sonra da sert davranıyorum diye kızıyorlardı. Babam ders başladığı an bana benim onlara davrandığımdan daha beter davranırdı yine de gıkım çıkmazdı.
‘’Yarın akşam görüşürüz.’’ diyerek çocuklardan ayrıldım ve kendi evime giden yola yöneldim.
Yol üstünde markete uğrayıp birçok şey aldım. Bu gece biraz mutfak mesaisi yapacaktım. Kıyamıyordum tonton babaanneme. O yaşına rağmen evde yemek, temizlik asla durmuyordu. Ben de bir sürü yiyecek hazır edip buzluğu dolduruyordum. Çıkarıp yapması kolay oluyordu. Tabi Nefes için olmazsa olmaz renkli bir toka aldım. Eve giderken toka almayı unutursam içeri almamak için kapıyı kilitliyordu. Birkaç kez işten geç çıktığım için açık yer bulamamıştım ve kapıda kalmıştım.
Down sendromluydu, henüz on beş yaşındaydı, sevgi doluydu ve dünyalar güzeliydi Nefes’im. Ailemden bana kalan kıymetlimdi.
Kaza olduğunda arabada annem, babam ve ben vardık. Kardeşim o zaman beş yaşındaydı ve gece babaannemle kalmak istediği için yanımızda değildi. Hatırladığım tek şey yağmurda üzerimize gelen arabanın ışıklarıydı. Gözlerimi açtığımda aradan üç gün geçmişti ve hastanedeydim. Annem ile babamın yerine bulduğum tek şey mezarları olmuştu. Kardeşimle bir anda ailesiz kalmıştık ama şanslıydık ki dedem ile babaannem vardı.
Eve geldiğimde Nefes kapıda belirdi. Elini uzatmış bekliyordu. Tokayı gösterip yanağımı uzattığımda kocaman bir öpücük aldım ve tokayı eline koydum. Rengini kırmızı almıştım. ‘’Dede bak.’’ diye koşarak salona gitti. ‘’Saçıma taksana.’’
Elimdekileri mutfağa bırakıp salona geçtiğimde dedemi tokayı takmak için Nefes’in saçını örerken buldum. Seksen yaşında yirmi yaşındaki delikanlılara taş çıkarırdı.
Patik ören babaannemin yanaklarını sıktım. ‘’Ne haber güzellik?’’
Elimi vurarak itti. ‘’Kaç yaşına gelmişiz güzellik mi kalmış?’’
‘’Sen söyle dede, babaannem dünya güzelinden daha güzel değil mi?’’
Dedem ördüğü saça tokayı takıp babaanneme baktı. ‘’O benim kalbimin güzeli.’’
‘’Yaşından da utanmıyor.’’ diyen babaannem mutfağa kaçıp gitti biz ise arkasından gülüyorduk.
‘’Abla, hani ders çalışacaktık!’’ diyen kardeşimle oturduğum yerden kalktım ve birlikte odaya geçtik.
Ellerine bandaj sarıp karşısında geçtim ve avuçlarımı açtım. ‘’Başla bakalım güçlü yumruk.’’ dediğimde yüzünde bir gülümseme oluştu ve avuçlarıma yumruk atmaya başladı. Vuruşları sert değildi ama acıyor gibi arada tepki veriyordum.
Bir saate yakın oyalandıktan sonra babaannemin çağırmasıyla odadan çıktık. Yemeği hazırlamıştı. Masaya hep beraber oturup yemeğe başladık.
‘’Ablam beni çok yordu. Uykum var.’’ diyen kardeşimle gülümsedim. Ben yeter dedikçe o devam edelim demişti ama yine suçlu ben olmuştum. Zaten elindeki bardağı düşürüp kırsa ona bile ablam düşürdüğü için kırıldı diyordu. Asla üzerine suç almayı sevmiyordu. Beni kendine günah keçisi seçmişti.
Yemeğini bitirmeden kalkıp gitti. Birkaç dakika sonra içeriden ‘’Abla!’’ diye bağırma sesi geldi. Yemeğimi bırakıp yanına gittim. Üzerini değişmek için yardım istiyordu. İstese çok güzel yapabiliyordu ama nazlanmak hoşuna gidiyordu.
Kıyafetlerini pijamalarıyla değiştim. Yatağa yatınca üzerini örttüm. Çok geçmeden uyumuştu. Işığı söndürüp gece lambasını yaktım. Karanlıktan korkuyordu. Yemek masasına geri döndüğümde hızlıca yiyip bitirdim ve masayı toplayıp bulaşıkları hallettim. Babaannem ve dedem yattıktan sonra malzemeleri hazırlayıp salona geri döndüm.
Börek sarıp, içli köfte yapacaktım ve buzluğa atacaktım. Zaman kalırsa biraz da sarma saracaktım. Televizyonda bulduğum filmi izlerken bir yandan da içli köfteleri yapıyordum. Bir iki saat sonra dedem odasından çıkıp evin içinde dolaşmaya başladı. Belli ki uyku tutmamıştı.
‘’Hayırdır delikanlı?’’ dediğimde gelip yanıma oturdu.
‘’Uyku tutmadı. Öyle geziniyordum.’’
‘’Sen kolay kolay kafaya bir şey takmazsın. Ne oldu?’’ Elimdeki içli köfteyi kapatıp tepsiye bıraktım.
‘’Orhan amcanlarda evi boşalttı bugün.’’
Orhan amca dediği mahalleden komşumuzdu. Bu ay mahalleden taşınan beşinci kişiydi. ‘’Bunlar bir yerden piyango mu tutturdu bir bir gidiyorlar?’’ Zaten hepsinin kaldıkları ev gecekonduydu. Bu mahallede evinin tapusu olan tek kişi dedemdi.
‘’Babaannen duymasın da bugün birileri yanıma geldi. Sanırım onunla ilgisi var.’’
‘’Dede taksite mi bağladık sözleri? Peşin anlatsana.’’
Biraz daha bana doğru yaklaştı. ‘’Bugün iki tane adam geldi evi satın almak istedi. Teklif ettikleri fiyatla iki tane lüks ev alınır. Neden istediklerini sordum bu mahalleye bir şey inşa edilecekmiş ama ayrıntı vermediler. Satmıyorum dedim çevirdim geri. Bence taşınanların bununla ilgisi var. Zaten hiçbirinin tapusu yok. Verdikleri paraya sessizce çıkıp gitmişlerdir.’’
‘’O kadar çok para veriyorlarsa neden satmıyorsun?’’ diye sordum. Zaten eski evdi. Sobalıydı. Zor oluyordu.
‘’Ben oğlumu bu evde büyüttüm. Her yerde anıları var. Evi satarsam burası yıkılacak. İşte o zaman Arınç’ım tamamen ölür.’’
Sözlerine sessiz kaldım. Benim babamla anılarım bir büyüdüğüm evdeydi bir de çalıştığım okulda. Büyüdüğüm ev kira olduğu için kazadan sonra boşaltıp dedemlerin yanına taşınmak zorunda kalmıştım geriye sadece okul kalmıştı.
‘’Boş ver dede. Tencerede pişirip kapağında yiyoruz ama kimseye muhtaç değiliz çok şükür.’’
Konuyu öylece kapattık. Evin tapusu dedemde olduğu sürece kimse gelip zorla çıkın diyemezdi.
‘’Ben yatayım sen de çok uykusuz kalma.’’ diyerek yanağımı okşayıp gitti.
İki saat daha elimdekilerle uğraştım ve sonrasında yaptıklarımı buzluğa koyup, bulaşıklarını yıkadım.
Banyoya girip yüzümdeki makyajı silip yatmak için hazırlandım.
~~~~
Sabah üzerimdeki ağırlıkla gözlerimi açtım. ‘’Ezdin be ablacığım.’’ dediğimde kıkır kıkır gülüyordu. Üzerime atlayarak uyandırmaktan zevk alıyordu.
‘’Babaannem yumurtalı ekmek yaptı.’’ diyerek üzerimden yere zıpladı ve koşarak odadan çıktı.
Yüzümü yıkayıp ayıldıktan sonra kahvaltı masasına oturdum. Geç kalmamak için hızlıca karnımı doyurup odaya döndüm ve hazırlanmaya başladım. Aynanın karşısında makyajımı yapıyordum. Gözlerime siyah far sürmeye bayılıyordum. Ela gözlerim o siyahlığın içinde parıldıyordu. Kırmızı ruj vazgeçilmezimdi ki dudaklarım dolgundu ve güzel duruyordu. Burnumdaki top piercingi halka olanıyla değiştim. Saçlarım pixie denilen saç modeliydi yani kısaydı, boyu kulaklarımın üst kısmında bitiyordu. Pembe röfleliydi. Kendimce bir tarzım vardı işte.
Her daim spor giyinirdim. Özellikle üzerimdeki pantolon tekme atmamı zorlaştıracaksa dolabımda işi olmazdı. Topuklu özel gün dışında giymezdim. Gerektiğinde hızlıca yürüyüp, koşabilmeliydim.
Evden çıkmadan babaannemi, dedemi ve kardeşimi bolca öptüm. ‘’Akşama görüşürüz Şekerler.’’ diyerek o muhteşem soy ismimize bir gönderme yaptım ve yanlarından ayrıldım.