Telefonu kapattığımda Ümit’e baktım. Neyse ki çat kapı gelmek yerine aramıştı. ‘’Okan geliyormuş. Hemen toz ol.’’ dediğimde oturduğu yerden kalktı ve kara çarşafı giymeye başladı.
‘’Kek yiyecektim ama.’’ dedi sitemle.
‘’Başka zaman yine yaparım.’’ Kek henüz fırındaydı ve pişmemişti.
Ümit gittiğinde öten fırından keki çıkardım. Gelmek zorunda mıydı? Zaten yaptığından dolayı yüzüne bakmak istemiyordum. Ne diye öpmüştü ki? Hadi ben sarhoştum, ne yaptığımın farkında değildim ama o bilerek yapmıştı.
Balkona çıkıp sakinleşmeye çalıştım. Sürekli kendime o senin düşmanın diyordum ama düşmanlık yapacağı hiçbir hareketine denk gelmemiştim.
Uyuz bir de yeğenine adımı Şeker diye söylemişti. Bir gün gerçekten yüzünün ortasına geçirecektim yumruğu anlamıyordu.
Ümit’in söyledikleri de canımı sıkmıştı. Hamit Kılıçhan adamlarını hapisten çıkarmıştı. Olayın üzerini öylece kapatmıştı. Fazla güçlüydü ama elbet bulacaktım bir açığını.
Apartmanın önünde duran iki arabaya baktım. Birine korumalar vardı diğerinde Okan ve yeğeni. Apartmana girdiklerinde çok geçmeden kapının zili çaldı.
Kapıyı açtığımda dayı yeğen karşımdaydı. İçeri davet ettim. İpek tatlı bir kızdı ve fazla konuşkandı. Bazen ailesinin kim olduğu aklıma geldiği için öfkeyle doluyordum ama bunu hemen yok ediyordum çünkü henüz beş yaşındaydı ve ailedeki en masum kişi oydu.
İstediğine uyup yere ayaklarımı iki yana açarak oturdum. O da tam karşıma oturdu. Fazlasıyla mutlu görünüyordu. ‘’Dayıcığım bak nasıl oturduk?’’
‘’Görüyorum Prenses.’’ dedi Okan. Yeğenine fazla düşkündü. Hareketlerinden açıkça belli ediyordu.
‘’Sen de mi bale yapıyorsun? Bunu yapmayı öyle mi öğrendin?’’
Sözleriyle güldüm. ‘’Hayır, bale yapmayı bilmiyorum. Ben aslında bir süper kahramanım ve gece uyuyan çocukların şekerlerini yiyen kötü hayaletleri kovalıyorum. Bu hareketi bu yüzden öğrendim.’’
‘’Gerçekten mi?’’ Gözlerinde bir ışıltı oluşmuştu. Başımla onayladım. ‘’Peki, bunu yapmayı da öğrendin mi?’’ diyerek ayağa kalktı ve balerinlerin yaptığı gibi parmak uçlarında havaya kalktı.
‘’Hayır, bunu yapamam.’’ dedim.
‘’Ben sana öğretirim.’’ Elini uzattı.
Elini tutup ayaklarımı toparlayarak kalktım. ‘’Senin yaptığını yapamam ama.’’
‘’Çok kolay ki parmaklarının ucuna basıp öyle ayakta duracaksın.’’ Sözleriyle güldüm. Çocuklar gerçekten her şeyi çok kolay öğreniyordu. ‘’Hadi sen de yap.’’ deyince yapamayacağıma ikna olması için hafifçe havalandım.
‘’Bak senin gibi olmuyor.’’
‘’Beni öğretmenim tutmuştu öyle öğrenmiştim. Seni de dayım tutsun.’’ deyince Okan ile göz göze geldik. Bu aşırı bir istek olmuştu.
‘’Bence vazgeçelim.’’ dedim ama diretmeye devam etti. Okan’ın elinden tutup oturduğu yerden çekmeye başladı.
Okan en sonunda kalkıp yanıma geldi. ‘’Emir büyük yerden.’’ diyerek arkama doğru bir adım kaydı. Elleri belime konduğunda sıcaklığı bedenime yayıldı.
Kolayca tutup havaya kaldırdığında yere sadece parmaklarım temas ediyordu. İpek ise alkışlayıp duruyordu. Dengemi daha fazla sağlayamadım ve geriye Okan’ın göğsüne doğru düştüm. Kolları bedenime dolanıp tamamen yere düşmeme engel olmuştu. ‘’Düşmene asla izin vermem Şeker.’’ diye kulağıma fısıldamıştı ama sanki bu düşmek kelimesini şu an yaşadığım düşmek için kullanmamıştı.
Kalbim neden böyle hızlı çarpmaya başlamıştı? Kokusu iyice başımı döndürüyordu. Olduğum kollarda kalmıştım. Öptüğü zaman olduğu gibi hareket edemiyordum. Kendimi zor da olsa toparlayıp uzaklaştım. ‘’Kek yapmıştım yer misiniz?’’ diyerek cevap vermelerini beklemeden mutfağa adımladım.
Keki dilimleyip tabaklara aldım. İçine Okan’ın aldığı çikolatalardan kırıp atmıştım. Ümit burada olduğu için hazır demlenmiş çayım vardı. İpek için de meyve suyu hazırladım. Hepsini salona götürdüğümde zigon sehpayı çekip üzerine yerleştirdim.
Ufaklık çoktan koşarak gelmiş keki yemeye başlamıştı. ‘’Çikolatalı.’’ dediğinde Okan’ın yüzüme attığı bakışa göz devirdim.
‘’Güvenilir mi?’’
‘’Sana sormalı.’’ dedim tersleyerek. Sözlerimle gülmeye başladı. Kekten büyük bir lokmayı ağzıma teptim ve öfkeyle çiğnedim.
‘’Şeker abla, sen neden küpeyi burnuna takıyorsun?’’
Güzel soruydu da piercingin ne olduğunu anlatsam anlar mıydı? ‘’Hoşuma gidiyor.’’ dedim en basit haliyle.
‘’Ben de istiyorum.’’ diye tutturdu. Fazla inatçıydı. Söylediğinin aksine ikna olmuyordu.
‘’Benim kadar büyüdüğünde yaptırabilirsin ama henüz çok küçüksün.’’ dedim. Bir süre daha ağlamaya devam etti ama Okan ikna etmenin yolunu bulmuştu.
‘’Dayıcığım yarın oyuncak almaya gittiğimizde Şeker abla da bizimle gelse olur mu?’’
Okan yeğeninin burnuna hafifçe dokundu. ‘’Sen evine dönene kadar Şeker ablan hep yanında olacak.’’
Söyledikleriyle bakışlarım bakışlarına çevrildi. Hep yanında olacak ne demekti? Çocuk bakıcılığı yapacak değildim herhalde! İpek gayet mutlu bir halde kekine daldığında sessizce konuştu. ‘’Kardeşim gidene kadar beni değil yeğenimi koruyacaksın. Erkek korumaları peşine takmaktansa güvendiği birinin yanında olmasını tercih ederim.’’
Bu Hamit Kılıçhan’ın evine girebileceğim anlamına geliyorsa çocuk bakıcılığı yapmaya da razıydım. ‘’Tamam.’’ dedim uysal bir çalışan olup.
‘’Kek istiyorum.’’ diyen İpek’e gülümseyip biten tabağını aldım ve mutfaktan tekrar kek alıp geri döndüm. Okan ile benim de biten çaylarımızı yeniledim. Keki bittiğinde verdiğim peluş oyuncaklarla oynamaya daldı. Ev sahibinin eşyaları arasında bulmuştum. Kendi çocuğundan ya da torunundan kalmış olmalıydı. Bir yerden sonra da oynadığı yerde uyuyakalmıştı.
Okan yeğenine gülümseyerek bakıyordu. ‘’Yol yorgunu iyi dayandı bu saate kadar.’’
‘’Çocuklar fazla enerji dolular.’’ O yeğenini yerden kaldırırken ben de odaya gidip bir örtü getirdim.
Koltuğun üzerinde bedeni minicik kalmıştı. Örtüyü örttüğümde boşalan bardaklara uzandım. ‘’Çay?’’ diye sorduğumda ‘’Olur.’’ dedi. Birer bardak daha doldurup geri geldim.
‘’Çocuklarla iyi anlaşıyorsun.’’
‘’Kardeşim durumundan dolayı zor bir çocuktu. Ailemi de kaybedince bir şekilde iletişim kurmayı öğrenmiştim. Bu yüzden İpek ile anlaşmak çok kolay geliyor.’’
Bakışları fazla anlayışlıydı. Sanki ailem için hissettiğim acıyı benimle birlikte o da hissediyordu. ‘’Yarın tam olarak nerede olmam gerekiyor?’’ diyerek sordum.
‘’İpek’in yanında ol. Kardeşimi iyi tanıyorum. Evde durmaz sürekli bir yerlerde gezer ve arkadaşlarıyla muhabbete daldı mı dünya yansa umurunda olmaz. Babamın işleri büyük bu yüzden arada saldırılar falan oluyor ama Kara ailesinin de babamdan aşağı kalır yanı yok. İki dünür yılanın inine çomak sokup işleri karıştırmayı severler.’’
‘’Tamam. Benim için sorun yok. İş iştir.’’ dedim gülümseyerek.
‘’Fazla mesaiye saymayacak mısın?’’ derken sesi keyifliydi.
Bakışlarım bir anlığına uyuyan İpek’e kaydı. ‘’Bence sizinle olduğundan daha az çalışacağım. En azından yeni patronum erken uyuyor.’’
‘’Öyle mi?’’ dedi.
‘’Öyle.’’ derken burun kıvırmıştım.
Çayından kalan son yudumu içti. ‘’Akşam saati rahatsız ettik kusura bakma ve teşekkür ederim.’’ Oturduğu yerden kalkıp İpek’e yaklaştı.
‘’Önemli değil.’’ Ceketini çıkartıp yeğeninin üzerindeki örtünün yerine örttü. ‘’Kalabilirdi.’’ dedim.
‘’Eve kadar idare etsin.’’ Minik bedeni kucaklayarak kaldırdı. Önden gidip dış kapıyı açtım. Ayakkabılarını giydiğinde yerden İpek’in ayakkabılarını alarak eline verdim.
‘’Görüşürüz Şeker.’’ dediğinde ‘’Mecbur.’’ diyerek karşılık verdim. Yüzünde gülümsemesi arkasını dönüp gitti.
~~~~
Sabah almaya gelen araba Hamit Kılıçhan’ın evine bırakmıştı. Sanırım Okan önceden bilgi vermişti çünkü hiçbiri neden geldiğimi sormamıştı. Bahçede beklerken baş düşmanım evden çıkıyordu. Güçlü korumaları etrafında barikat oluşturmuştu. Arabasına binip gittiğinde olduğum tarafa hiç bakmamıştı.
Öğlene doğru İpek ile annesi evden çıktı. Özlem fazla şık giyinmişti. Takıları çok göz alıcıydı. Ben koyu göz makyajı yapardım, ruj sürerdim ama onun makyajı yaşını olduğundan fazla göstermişti.
‘’Araba nerede kaldı?’’ diye söylenmeye başladığında şoförlerden biri arabayı getirdi.
Hızlı adımlarla yanlarına yaklaştım. ‘’Merhaba Efendim, Okan Bey İpek Hanım için size eşlik etmemi söylemişti.’’ dedim. Beş yaşındaki çocuğa da Hanım demiştim ya paranın gücü böyle bir şeydi işte.
‘’İyi.’’ dedi ve kızıyla beraber arabaya bindi. İpek annesinin aksine sıcakkanlıydı ve gülerek el sallıyordu ama karşılık veremedim. Sadece arabanın ön tarafına geçip oturmakla yetindim.
Yola çıktığımızda sürekli telefonda birileriyle konuşuyordu. En sonunda büyük bir alışveriş merkezinde durduk. Geldiğimiz yer normal vatandaşların pek geldiği bir yer değildi. İçerideki mağazalar oldukça lüks markalara aitti ve daha çok zenginlerin uğrak yeriydi.
Restoranların olduğu kata çıktığımızda kendi yaşlarında birkaç kadınla buluştu. Restorana girip yemek yemeye başladıklarında dışarıda bekliyordum.
İpek yemeğini bitirince kızını alıp yanıma geldi. ‘’İpek’i havuza götür. Oynasın.’’ dedi emir dolu sesiyle.
Sakin kalmaya çalışarak yanıma koşarak gelen İpek’in elini tuttum ve olduğumuz katın diğer ucundaki kum havuzuna doğru ilerledik.
‘’Bugün bana arkadaş mı olacaksın?’’ dedi sevgi dolu sesiyle.
‘’Evet tabi sen de istersen.’’ dedim.
‘’İsterim. Zaten burada hiç arkadaşım yok. Dayım da işe gitti çok sıkılıyorum.’’
Kum havuzunda başka çocuklarda vardı. Arkadaş edinme konusunda hiç zorlanmıyordu. Sadece beş dakika içinde diğer çocukları etkisi altına almış bir oyun kurmuş gülerek oynuyordu.
Havuzun cam duvarının hemen dışında bekliyordum ve olası tehditlere karşı tetikteydim. Okan’ı korumak başkaydı ama bir çocuğu korumak tamamen farklı bir boyuttu.
Özlem sanırım yemekten sonra alışveriş için gitmişti. Aradan dört saat geçmişti ama hâlâ görünürde yoktu. Bir insan kızını neden bu kadar uzun süre tek bırakırdı ki? Tabi bir de en son sabah kahvaltı yapmıştım ve neredeyse akşam olmuştu hâlâ yemek yememiştim. Açlığı seven biri değildim. Okan’ın arkasından dedikodusunu yapıyorduk ama kesinlikle çalışanlarını düşünen bir patrondu.
Aradan bir saat daha geçmişti ki kulaklarını çınlattığım patronumun geldiğini gördüm. İpek dayısını görünce havuzdan çıkıp koşarak yanına gitti. ‘’Prenses.’’ dedi yeğenini kucağına alırken.
‘’Oynamaktan sıkılmıştım. Annem de gelmedi.’’
Oldukları yere doğru adımladım. Okan’ın bakışları bana çevrildi. ‘’Yemek yedin mi?’’ Sorduğu ilk soru bu muydu? Sebep? Ben cevap verene kadar yine o konuştu. ‘’Kardeşim ve düşüncesizlikleri. Prenses, söz verdiğim oyuncağı almadan önce hep beraber akşam yemeğini yiyelim mi? Ben çok acıktım.’’
‘’Tamam ama dondurma da istiyorum.’’
‘’Tamam anlaştık.’’ Restoranların olduğu tarafa yürüdüğünde takip ettim.
Restorana onlarla girmek istememiştim. Okan ile tekken rahattım evet ama böyle bir yerde koruması olarak aynı masaya oturup yemek yemezdim.
Okan içeri girmediğimi fark ettiğinde geri döndü. ‘’Gelsene.’’
‘’Hayır, burada bekleyeceğim.’’
‘’Ah be Şeker.’’ diyerek uzanıp elimi tuttu ve yürüyerek yanında çekiştirmeye başladı.
Elimi sıkıca tutmuştu ama canımı acıtmıyordu. Sıcaklığı yine her hücreme yayılmaya başlamıştı. Başımın dönmesi zaten açlıktandı. Başka sebebi kesinlikle olamazdı.
Masalardan birinin yanında durduğumuzda sandalyeyi çekip omzumdan bastırarak oturttu. Kendisi de İpek ile karşıma oturdu.
Siparişleri verirken karışmamıştım. Hepsini o seçmişti. Sadece İpek patates kızartması istiyorum diye diretince menüye onu da ekletmişti. ‘’İpek, sen Şeker ablanla kal hemen geliyorum.’’
Restoranın boş bir köşesine geçip telefonunu çıkardı. Kiminle konuştuğunu bilmiyordum ama bir yerden sonra sesini duymaya başladım. ‘’Gerçekten mi? Kızını burada bırakıp gittin mi?’’
Kardeşiyle mi konuşuyordu? Kadın gerçekten kızını almadan mı gitmişti? ‘’Ne demek acil işim vardı? Yanında koruma olması kızını bırakabileceğin anlamına gelmiyor. Beş yaşında daha beş.’’ Sinirini olduğum yerden bile hissetmiştim. ‘’Bunun hesabını eve geldiğimde vereceksin ve umarım geçerli bir sebebin vardır.’’
‘’Tuvalete gidelim.’’ diyen İpek ile dikkatim dağıldı.
‘’Tamam.’’ İpek sandalyesinden indiğinde gelip elimi tutmuştu. Okan bizi görünce elimle ilerideki tuvaletin olduğu yeri gösterdim. Sadece başını salladı. Hala kardeşine kızmakla meşguldü.
İpek tek başıma yapabiliyorum dediği için dışarıda beklemiştim. Sadece ellerini yıkaması için kucağıma almam gerekmişti çünkü lavabolar onun için çok yüksekti. Masaya geri döndüğümüzde Okan bizi bekliyordu. Yüzünden sinirini hala anlayabiliyordum ama kendini tutmayı başarıyordu.
Yemekler gelince hep beraber yemeye başladık. Farkında olmasam da açlık gücümü almıştı ve yemek iyi gelmişti.
‘’Şimdi daha iyi görünüyorsun.’’
Yüzüne anlamsız bir bakış attım. ‘’Anlayamadım.’’
‘’Geldiğimde yüzünün rengi çok soluktu. Evimde kaldığın dönem fark etmiştim. Acıktığın zaman yüzündeki canlılık bir anda soluyor.’’
O yüzden mi geldiğinde sorduğu ilk şey yemek yiyip yemediğim olmuştu? Neden böyle bir ayrıntıya dikkat etmişti ki? Açlığı sevmediğimi beni tanıyan herkes bilirdi ama Okan’ın anlaması biraz garipti.
Ben sessiz kaldım o da daha fazla üstelemedi. Yemeklerimiz bittiğinde hesabı ödedi ve oyuncak satan mağazaya geldik. İpek oyuncaklar arasında koşturup duruyor hangisini alacağına karar veremiyordu.
En sonunda kucağında havuç tutan bir tavşanda karar kılmıştı ki boyu benim kadardı. Oyuncakçıdan çıktığımızda İstediği dondurmayı da aldırmıştı. ‘’İster misin?’’ diyen Okan’a başımı olumsuz yönde salladım.
‘’Nefret ederim.’’
‘’Dondurmadan mı?’’ Biraz şaşırmıştı.
‘’Evet, çok soğuk ve ben tadını alana kadar eriyip gidiyor. Bu yüzden sevmiyorum.’’
‘’Garip bir yaklaşım.’’
Omuz silkip geçtim. Alışveriş merkezinden çıktığımızda diğer çocuklar dışarıda bekliyordu. Okan, İpek konusunda fazla hassastı. Arabaya bindiğimizde eve doğru yola çıktık.