Banyodan çıktığımda Okan kendi odasına geçmişti ve tekrar yanıma gelmedi. Yaklaşık bir saat sonra üzerini değişmiş halde dışarı çıktı. Kot pantolon ve tişört giymişti. Üzerine de spor bir ceket almıştı. Lanet adam her haliyle yakışıklıydı.
Odadan çıkarken yüzüme bakmadı ama mecbur arkasından takip ettim. Diğerleri dışarıda bekliyordu.
“Beş dakika içinde üzerinizdeki kıyafetleri değişmiş olun. Bugün yanımdaki kimseyi iş kıyafetiyle görmek istemiyorum.” dediğinde hepsi kendilerine ayrılan odalara ilerledi.
Çıkışa yöneldiğinde arkasından yürümeye devam ettim. Telefonunu çıkarıp birini aradı.
“Geliyor musun tek mi takılacaksın?” Konuşmasının ardından kahkaha attı. “Deniz’i arıyorum. Hazır buraya gelmişken görüşelim.”
Telefonu kapattığında başka birini aradı. “Deniz’ciğim nasılsın?” Konuşurken sesini mi inceltmişti? Bir de gülüyordu. Kimdi bu Deniz? Bana yine geliyorlardı sağdan soldan.
“Fuara gelmiştim. Seni de göreyim dedim.” Bir süre susup karşı tarafı dinledi. “Ayıpsın bebeğim sen iste.” dediğinde kahkaha atıyordu.
Telefonu cebine koyduğunda sakin kalmak için uğraşıyordum. Bir de bebeğim demişti! Arabaya binerken ayağını içeri çekene kadar kapısını kapatıp sıkıştırdım. Acıyla inlediğinde kapıyı geri açtım. “Özür dilerim Okan Bey fark edemedim.” dedim üzülmüş gibi yaparken.
“Kırdın ayağımı be Şeker. Yine niye delirdin?”
“Sadece görünmez kaza.” dedim ama inanmayan bakışları üzerimdeydi.
Arabanın önüne geçip oturduğumda Taha’da gelip patronunun yanına oturdu. Hep beraber yola çıktığımızda Okan’ın verdiği bir adrese geldik. İçeri girdiğimizde etrafa bakındım. Osmanlı temalı bir restorandı. Çalışan garsonlar da buna uygun giyinmişti. Başlarında kırmızı fesleri bile vardı.
Bir adam yanına geldi. Ellili yaşlarda falan olmalıydı. “Kimleri görüyorum?” Okan’a elini uzatınca kabaca tokalaştılar. Sonrasında Taha ile tokalaştı. “Kaçaklar iki yıldır yoktunuz ortalarda.” dediğinde Taha gülerek konuştu.
“Aman ustam bunu biliyorsun tam işkolik fuardan fuara anca geliyoruz işte.”
“Buna da şükür ne diyelim. Siz geçin masaya şimdi donatırız güzelce.”
Okan adama gülerek konuştu. “Ustam biz Deniz’i bekleyeceğiz. O gelene kadar sen bizim çocuklara bak. Aç kalmasınlar.” Başı korumalarına çevrildi. “Beklemeyin ayakta geçin bir masaya. Şeker sen de korumam olarak bana eşlik et.” dedi imalı imalı.
“Emriniz olur Okan Bey.” dedim gözlerimi devirerek.
Taha ile masalardan birine ilerlediğinde arkasından gittim. Onlar oturduğunda ayakta bekliyordum. “Ahsen otursana.” dediğinde gözlerimi gözlerine diktim.
“İşimi yapıyorum Okan Bey.”
Elimi tutup yanına çektiğinde bank şeklindeki sandalyeye yanına düşercesine oturdum. “Böyle de işini yapabilirsin.”
Taha ile sohbetine devam ederken sessizdim. Aklım hala Deniz denilen kadındaydı. Gelseydi de görseydik nasıl biriydi.
“Vay bebeklerim.” diye kalın bir ses duydum. Başımı arka tarafa çevirdiğimde Okan’ın yaşlarında bir adam vardı. Yüzü pürüzsüzdü, kasları Okan’ı da sollamıştı. Hatta tamamen omuzdan ibaretti.
Hem Okan hem de Taha oturduğu yerden kalktı ve sırayla sıkıca sarıldılar. “Hayırsızlar iş olmasa yüzünüzü görmeyeceğiz.”
“Sanki sen geliyorsun bizim oralara da bize laf atıyorsun.” dedi Okan.
Tekrar yanıma oturduğunda Taha yabancıyla birlikte karşımıza oturmuştu.
İlk geldiğimizde karşılayan adam yanımıza geldi. “Deniz'im!” dediğinde yabancıyla tokalaştılar. Deniz bu muydu? Ben kadın sanmıştım! Okan’ın ayağını da boş yere sıkıştırmıştım arabanın kapısına.
“Ustam nasılsın?”
“İyiyim valla sizleri bir arada gördüm daha iyi oldum. Her zamanki gibi donatıyorum masayı.”
“Donat ustam.” dedi Deniz.
Adamın bakışları bana yöneldi. “Bu Hanım kızımıza ne getireyim?”
“Aynısından getir.” diyerek Okan araya girdi. “Yemek yemeyi bilenlerden.”
“Tamamdır o zaman.” Adam gittiğinde çok geçmeden masayı çeşitli mezelerle donattılar. Bir de bakır bardaklarda köpüğü üstünde ayran gelmişti. Ekmek olarak lavaş vardı. En son hepimizin önüne yuvarlak güveç kaplarda et geldi ki cızır cızır kendi yağı içinde hala kaynıyordu. Gördüğüm güzellikle ağzımın suyu akmıştı.
Ağzıma bir lokma aldığımda oluşan tatla yüzümde bir tebessüm oluştu. Mükemmeldi.
“Bu misafirimiz kim?” dedi Deniz bana bakarken. “Gerçi bir yerden yüzün tanıdık geliyor ama çıkaramadım.”
“Babasını kesin tanırsın.” Taha yine başlamıştı hayran konuşmasına.
“Kim?” diyen Deniz’e ben cevap verdim.
“Arınç Şeker.”
“Hadi be.” dedi elini masaya vururken. “Yemin ederim diyorum bir yerden biliyorum yüzün çok tanıdık diye. Sen Ahsen’sin.” Babam tamam ama beni nereden tanıyordu?
“Evet de tanışmış mıydık?”
“Arınç hocamın kazasından iki yıl önce okulunda öğrencisiydim. Seni oradan hatırlıyorum. Bizden yaş olarak alt gruptaydın.” O omuzların sebebi şimdi anlaşılmıştı. “Malum olaydan sonra çok üzülmüştüm. Cenazesi bugüne kadar katıldığım en kalabalık cenazeydi.”
“Çevresinde sevilirdi.” dediğimde sesim biraz buruk çıkmıştı.
“Sevilirdi ama derslerde canımıza okurdu. Temposuna alışana kadar ilk iki ay kaslarımın ağrısından yerimden kımıldayamamıştım. Yemek yemek için kaşığı bile zor tutuyordum.”
Sözlerine güldüm. “Sen bir de bana sor. O derslere evde de devam ederdik. Benim kızım en güçlü kadın olacak diye Azrail gibi çökerdi üstüme.”
“Başarmışta.” dedi Okan. “Tek başına herkese yetiyorsun.”
“Sahi sen bizimkilerle ne alaka?” Deniz bir bana bakıyordu bir arkadaşlarına.
Okan kolunu omzuma atıp kendine çekti. “Özel korumam.” dediğinde kolunu omzumdan ittim.
“Hayır babanın özel korumasıyım. Sen beni kovdun unuttun mu?”
“Yok artık.” dedi Deniz arkadaşına bakarken. “Kardeş anladık herkesi kovmakla meşhursun da Ahsen Şeker’i de kovmazsın be.”
“Öyle gerekiyordu öyle oldu.” derken gayet rahattı.
“Neyse sen boş ver Okan’ı iş lazım olursa bana gel. Kendi spor salonum var. Arınç hocamın kızı için her daim boş kadrom bulunur.”
“Teşekkür ederim. Aklımda tutarım.” dedim ve önümdeki sıcak ete geri döndüm.
Üç arkadaş keyifli bir sohbete dalmışlardı. Anladığım kadarıyla üniversitede tanışmışlardı ama Deniz spor akademisinde okumuştu.
Önümdeki et bittiğinde diğerleri de bitirmişti. Deniz “Söylüyorum birer tane daha.” dediğinde ikisi onaylayınca şaşkınlıkla Okan’a baktım.
“Sen yemek yer miydin?”
“Yerine göre.” dedi keyifle.
İkinci porsiyonlar geldiğinde öncekini yememiş gibi hepsini yemiştim. Tadı efsaneydi.
Olduğumuz yerde saatlerce oturduk. Sohbetleri koyuydu ve sürekli gülüyorlardı. Deniz’in rahat konuşmalarıyla sohbete fazlasıyla dahil olmuştum.
“Bir gün Arınç hoca derse gelecek ama bir önceki ders öyle bir pestilimizi çıkarmıştı ki hareket edemiyorduk. Bizim çocuklarla ne yapalım diye düşündük durduk. En son tuvalete gidip bir tane mum bulup yaktık.Yangın dedektörüne dumanı tuttuk. Alarm ötmeye başladığında herkes kaçmıştı dışarıya. Ders iptal oldu diye sevindik de sonra gerçekleri öğrenince beş katı çıkardı acısını.”
“O siz miydiniz?” dedim gülerek. “Bütün gece evde ‘O işe yaramaz hergeleleri bacaklarından tavana asmak lazım.’ diye burnundan solumuştu.”
Biz Deniz ile gülerken Okan masanın altından dizimi tutup hafifçe sıktı. Sonrasında kulağıma fısıldadı. “Sana yapma demiştim.”
Kendi arkadaşından mı kıskanmıştı? Dizimi elinin altından çektim ve aynı şekilde fısıldadım. “Kapa çeneni yoksa ben kapatmasını bilirim.”
“Okan, Ahsen'e geri dönmeden bir günlük izin versene Arınç hocamın kızını biraz gezdireyim.”
Tam adamına söylemişti. Okan’ın öfkelenmeye başladığının farkındaydım.
“İşlerin durumuna göre bakarız.” diyerek konuyu geçiştirdi.
“Patronumdur diye övemeyeceğim mesai saatleri işkence gibi.” dedim çayımdan bir yudum içerken.
“Okan üniversitedeyken de aynıydı.” Bu defa Taha konuşmuştu. “Dört yıllık üniversitede bir derste bile devamsızlık yapmamıştır.”
“Bu kadar disiplin bünyeye zarar.” Deniz konuşurken gülüyordu. “Yıllardır diyoruz da dinleyen kim.”
“Sizinki de fazla rahatlık.” dedi Okan keyifle. “Sen o spor salonunu nasıl batırmadın hala şaşıyorum.”
“İşi bileceksin işe gitmeyeceksin demişler.”
Son bardak çaylarımız da bitince gitmek için kalktık. Deniz ile vedalaştığımızda akşama kadar müze müze, sergi sergi dolaştık durduk.
Okan tam böyle kültürlü işlerin adamıydı işte. En sonunda otele döndüğümüzde yorulmuş bir haldeydim.
Yüzümdeki makyajı temizlemek için banyoya gittiğimde Okan’da ardımdan geldi. “Çıksana dışarı!” dedim sertçe.
“Alt tarafı makyajını sileceksin sanki banyo ediyorsunda çık diyorsun.” Sözleriyle vuracakken geri çekildi.
Elindeki küçük çantayı lavabonun üst tarafındaki rafa koyup fermuarını açtı. Lavaboyla arasına sıkışıp kalmıştım. “Boyun zaten kısa ayna ikimizi de içine alıyor. Yokmuşum gibi davran.” derken fazla rahattı.
“Ben kısa değilim sen fazla uzunsun.” Makyaj temizleme pamuğunu alıp üzerine solüsyonu döktüm ve gözlerimi silmeye başladım.
“Allah vergisi yapabileceğim bir şey yok.” O küçük çantasından bir krem çıkarmış yüzüne sürüyordu. Aynadan yüzüne garip garip bakıyordum. “Ne oldu?” diye sordu bakışlarıma karşılık.
“Ne yaptığını anlamaya çalışıyorum.”
“Yüz bakımı yapıyorum. Neden bu kadar garipsedin?”
Erkekler yüzünü yıkamakla yetinmez miydi? Neden biz kadınlar gibi bakım yapıyordu ki? Gerçi ben hiç yapmazdım. Makyajımı silerdim, yüzümü yıkardım biterdi. Bu işte bir terslik vardı sanki!
“Bir erkekten beklenecek bir şey değil de ondan.”
Kremi çantasına geri bırakıp küçük bir şişe çıkardı. Üzerindeki yazıdan anladığım kadarıyla vitamindi ve onu sürüyordu. Makyajımı silmeye çalışıyordum ama şaşkınlıktan hala çıkamamıştım.
Ben gözümün birini bitirene kadar o işini bitirmişti. Bir anda belimden tutup kendine çevirdi ve elimden pamuğu çekerek aldı. Makyajı üzerinde gözüme uzanarak yavaşça silmeye başladı.
“Bakım yapmanın kadını erkeği olmaz. Ben senin yaptığın işe cinsiyetçi bir bakışla bakmıyorsam sen de aynısını yapmayı dene.”
Ellerimle lavabonun kenarına tutunmuştum. Çok yakınımdaydı ve kokusunu içime çektikçe mantığım gitmeye başlamıştı.
“Olur.” dedim kısaca. Gözümü silmeyi bitirdiğinde yeni bir makyaj temizleme pamuğu aldı ve solüsyondan döküp dudaklarımdaki ruja uzandı. Dokunuşları çok nazikti.
Karşı koyamadım bütün makyajımı silmesine izin verdim. Bitirdiğinde kendi kremini alıp yüzüme sürmeye başladı. “Yüzünde oluşacak kırışıklıklar öfkeden değil gülmekten oluşsun.” dedi.
“İltifat mıydı bu şimdi?” dedim sitemle.
“Sadece küçük bir tavsiye.” Son olarak o vitamin şişesini aldı ve kremin üzerine onu da sürdü. Parmakları sertti ama dokunuşları yumuşaktı. “İşte şimdi daha güzel oldu.”
“Teşekkür ederim.” diyerek makyaj çantamı aldım ve yanından hızlıca geçip odaya döndüm. Aksi halde kalbim beni istemeyeceğim bir yola sokacaktı.