Neyse ki geceyi kabussuz geçirmiştim. Uyandığımda Okan odada yoktu! Koruması olarak ondan önce uyanıp işimin başına geçmem gerekmiyor muydu? Kim bilir nereye gitmişti!
Üzerimi değişip makyajımı yaptığımda kapı açıldı ve Okan içeri girdi. Üzerinde spor kıyafetleri vardı ve ter içindeydi. Kesin erkenden uyanıp otelin spor salonuna inmişti.
“Günaydın.” dediğinde yüzünde bir gülümseme oluşmuştu.
“Günaydın. Kusura bakmayın uyuyakalmışım.” dedim resmi bir dille.
“İlk defa kabuslar olmadan uyuduğunu görünce uyandırmak istemedim.” Banyoya girdiğinde içeriden suyun sesi yükseldi.
Bu şekilde odada durmak rahatsız edici gelmişti ben de dışarı çıktım.
Özgür ile Mert kapı önünde nöbetteydi.
“Uyanmışsın.” dedi Mert dalga geçerek. “Bu torpil nereden?”
Ona Özgür eşlik etti. “Nereden olduğu belli değil mi?”
“Kapatsanıza çenenizi.” dedim. “Sanki meraklıyım burada olmaya.”
“Kızma.” diyerek Mert cevap verdi. “Eleştirmek bize düşmez. Sadece samimiyetine güvenip biraz takılıyoruz o kadar.”
“Kızıyorum ama ciddi olmadığınızı bildiğim için bir şey söylemiyorum yoksa alırdım ifadenizi.”
“İnanırız.” diyen Özgür ile üçümüz de gülmeye başladık.
Oda servisi geldiğinde çocuklar içeri almadan yiyecekleri kontrol ettiler. “Neyse işimin başına döneyim.” diyerek odaya girdim. Okan banyodan çıkmış pencereden dışarıyı seyrediyordu.
Kenardaki masaya kahvaltısı hazırlandığında bir süre daha olduğu yerde bekledi sonra masaya ilerledi. “Orada öyle bekleyecek misin?” dedi. “Gelsene kahvaltıya.”
Yemek yemeye hiçbir zaman hayır demezdim. Karşısına geçip oturduğumda beraber yemeye başladık.
“Bugün fuar alanından çıkınca bir şeyler yapalım mı?” dediğinde hemen “Hayır.” dedim.
“Of, ne zor kadınsın be Şeker. Taşa bu kadar dil döksem yeşerip çiçek açardı.”
Sözlerine gülmemek için kendimi tutuyordum. “Sen neden taktın bana bu kadar? Narin gibi kadınlar bir bakışınla kucağına atlar. Gitsene onlara.”
“Emin misin?” derken bakışları keskinleşti. “Kıskanmayacak mısın?”
“Kıskanılacak neyin var da kıskanayım!”
Cevap vermedi ama kıs kıs gülüyordu.
Kahvaltıdan sonra fuardaki hazırlıklara bakmaya gelmiştik. Alan çok büyüktü ve katılacak olan firmalar kendilerine ayrılmış alanı hazırlıyorlardı.
Kılıçhan markası için ayrılmış alan oldukça büyüktü ve cam dolaplara takılar yerleştirilmeye başlanmıştı. Narin yine Okan’ın peşinde dolanıp duruyordu ve diğeri de bu ilgiye karşılık veriyordu. Beni delirtmek için yaptığını biliyordum ama umrumda değildi.
Kıskanmıyordum…
Kıskanmıyordum…
Kıskanmıyordum…
Lanet olsun fazlasıyla kıskanıyordum!
Paşam beğenmediği yerleri değiştirtmiş son halinden memnun fuar alanından ayrılmaya karar vermişti.
Arabaya binecekken Narin yine yanımızdaydı. “Okan Bey başka planınız yoksa öğle yemeğine davet etmeme izin verin.” dediğinde daha fazla dayanamadım.
“Okan Bey’in acil planları vardı ve hemen yola çıkmazsa geç kalacak.” diyerek Okan’ı kolundan iterek arabaya oturttum. Boyu yetişemeyeceğim kadar uzun olmasa bunu omzuna bastırarak yapardım. Pis uyuz fazlasıyla eğleniyordu ama umrumda değildi. Bana yine sağdan soldan gelmeye başlamışlardı.
Narin’in bakışları tuhaflaşmıştı. Şoför de tuvalete gidecek zamanı bulmuştu zaten. Okan’ın tarafındaki kapıyı sertçe kapatıp şoför koltuğuna oturdum. Sevgili koruma arkadaşlarım bıyık altından gülüp duruyorlardı.
Gaza bastığımda hepsini arkamda bıraktım. Arabanın içine bir kahkaha sesi yayıldı. “Haklısın hiç kıskanmıyormuşsun.”
“Sus.” dedim. “Sen umrumda değilsin ama Narin’e acıdım ondan.” Daha ne kadar saçmalayabilirdim acaba?
Okan tek kelime etmedi ben de arabayı sürmeye devam ettim. Nereye gittiğimi bilmiyordum ki zaten bu şehri tanımıyordum. İlk defa geldiğim bir yerdi.
Bir süre sonra gözüme bir kilise tabelası ilişti. “Sen seversin öyle yerleri götüreyim mi gezmek için?” dediğimde gülerek “Tamam.” dedi. “Ahsen, rolleri mi değiştik? Sanki ben kadınım da sen erkeksin. Ne bu tavırlar? Attın arabaya istediğin yere götürüyorsun. Namusuma mı göz diktin yoksa?”
Sözleriyle frene sertçe bastım ve koltukta geriye dönüp öfkeyle yüzüne baktım. “Yok Ahsen.” diye bağırdım. “Bana gelip seviyorum deyip başka kadınlara bakamazsın. Seni döverek öldürürüm sonra da bir lağım çukuruna atarım. Benim tepemi attırma.”
Hala gülüyordu pis uyuz. “Hayallerimin kadını. Yumruğunu vurdu mu titretiyor evi. İstediğin yere sür hatunum emrine amadeyim.”
Öfkeyle burnum kırışmıştı yine. Önüme dönüp sürmeye devam ettim. Kiliseyi bulayım derken kaybolmuştum da belli etmiyordum arkadakine. Yollar iyice kötüleşmişti. Araba takur tukur zor ilerliyordu.
“Kayboldun değil mi?” dedi.
“Kes sesini!”
Elinde telefonu vardı. “Telefonda çekmiyor.” dediği anda bir ses geldi ve araba durdu.
Ne olduğunu anlamak için indiğimde eğilip arabanın altına baktım. Yolun ortasında ucu dışarıda bir kaya parçası vardı ve arabanın altını almıştı. Ardımdan Okan’da inip aynı benim gibi baktı ve geri doğruldu.
“Bravo Ahsen bir dağ başında mahsur kalmadığımız kalmıştı.”
Cevap vermedim. Telefonlar çekmiyordu. Gelirken çok fazla yola sapmıştım ve nerede olduğumuzu bilmiyorduk. Arabayı çıkarma imkanımız da yoktu.
“Senin yüzünden.” dediğimde alaycı bir ses çıkardı.
“Kıskançlık yapan bendim sanki.”
“Bilerek kadına öyle davrandın.” diye geri bağırdım.
“Sen de kıskanmam diye inatlaşmasaydın.”
“Hadi be çekemem seni.” Arkamı dönüp yürümeye başladım.
Ardımdan yetişip kolunu omzuma attı. “Yola beraber çıktık beraber tamamlayacağız.” Karşı koymadım yürümeye devam ettik.
Saatlerce yürüdük. Hava kararmaya başlamıştı da biz iyice kaybolmuştuk. Yorgunca yol kenarındaki bir kayaya oturdum. “Çok acıktım ve yoruldum.” dedim bitmiş bir halde.
“Yüzünden belli acıktığın.” dedi. O da yorulmuştu ama belli etmemeye çalışıyordu. “Geceyi geçirecek bir yer bulalım. Böyle dağ başında açıkta kalamayız.”
Elini uzattığında tutup ayağa kalktım ve yürümeye devam ettim. Etraf gittikçe karanlığa bürünüyordu. Sokak lambası falan da yoktu. Zaten dağ başında ne işi vardı lambanın.
Soluklanmak için durduğumda ayağıma tırmanan büyük örümceği görünce çığlık atarak ayağımı sallamaya başladım. Dengemi sağlayamayınca düşmemek için Okan’a tutundum ama o da benim hareketlerimle ayakta duramadı ve birlikte yere düştük. Ben yerde yatıyordum o üstümde.
Göz göze geldiğimizde “Kalk ulan kızın üstünden!” diye kaba bir ses duyduk ve o an da tüfeklerini üzerimize doğrultmuş üç adamı gördük. Okan bir bana bakıyordu bir adamlara. Adamlardan biri bir adım yaklaştı ve tüfeğin ucuyla üstümdekini dürttü. “Kalk kızın üstünden.”
Okan üzerimden kalkarken adamlardan bir diğeri gelip beni yerden kaldırdı. “Bitmiyor sizin gibi şerefsizler.” derken tüfeklerin ucu hala Okan’ın üzerindeydi. “Son duanı et.”
“Yanlış anladınız.” diye savunmaya çalıştı ama adam bağırmaya devam ediyordu.
“Nesini yanlış anlayacağız? Kızı kaçırıp getirmişsin buraya. Sonrada ırzına… Tövbe tövbe. Son duanı et.” diye bağırdığında ateş etmeye hazırdı.
“Durun.” dedim. Okan’ı dinlemeye niyetleri yoktu. “Beni kaçırmadı. Biz… Biz birlikte kaçtık.” Ben ne söylemiştim böyle! Yolda kaldık desem olmaz mıydı sanki? Tüfekleri gerçekten ateşleyeceklerdi. Aklıma gelen dilimden çıkmıştı işte.
Hem Okan’ın hem adamların bakışları bu defa bana çevrildi. Adamlardan biri konuştu. “Bacım, bu adamdan korkup yalan söyleme. Sana zarar vermesine izin vermeyiz.”
“Yalan söylemiyorum.” Bakışlarım konuşan adamın üzerindeydi. “Kaçarken arabamız bozuldu sonra yolda kaybolduk.” İnanmaları için Okan’a doğru yürüyüp elini tuttum. “Öyle değil mi Sevgilim?” dediğimde yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirdi.
“Ya öyle.”
Adamlar tüfeklerini geri indirdi. “Baştan söylesinize. Valla vuracaktık kardeş seni.”
“Fark ettim.” Dişlerinin arasından konuşmuştu.
Adamlardan iri yarı olanı öne çıktı. “Gece vakti buralarda ayılar olur. Biz de avdan dönüyorduk. Hadi köye gidelim. Sabah gündüz gözüyle arabanızı bulur bakarız.”
Okan ile birbirimize bir bakış atıp yürümeye başladık. Şu an başka çaremiz yoktu. Yolu tek başımıza bulamazdık.
Uzun süre yine yol gittik sonra köyün ışıkları göründü. Bozuk yollarda ilerleyip ahşap evlerin arasında yürüdük ve evlerden birine girdik. Adamların ikisiyle aynı eve girmiştik biri kendi evine gitmişti.
Anladığım kadarıyla iki kardeş aynı evde yaşıyordu ve ikisinin de eşleri çocukları falan hepsi bir aradaydı.
“Rahat olun.” diyen adamlardan biri eliyle oturmamız için koltuğu gösterdi ki koltukta değildi. Üzerine minder konulmuş ayaklı tahtalardı.
Sessizce oturduğumuzda aralarındaki konuşmalardan az çok kimin kim olduğunu anlamıştım. Büyük olan Hasan küçük olan Hüseyin'di. Yaşları kırk elli civarıydı. Toplamda beş çocuk vardı. En küçüğü yedi yaşında en büyüğü on altı yaşındaydı. Kadınların giyimi biraz tuhaf gelmişti. Bol elbiseleri vardı ve başlarındaki eşarpları boğazlarıyla birlikte ağızlarını da kapatmıştı.
Hasan karısına doğru seslendi. “Suna, Asuman'ı gönder Kemal'i alsın getirsin.” dedi. Kadın başıyla onaylayıp salondan çıktı.
Hüseyin'in karısı hızlıca ortaya bir yer sofrası kurmuş yemekle donatmıştı. “Buyurun karnınızı doyurun.” diyen Hasan ile yere oturduk. Fazlasıyla acıkmıştık. Karnımız doyduğunda eve bir adam daha geldi. “Biz nereye düştük böyle?” diye Okan’a fısıldadım.
Aynı şekilde fısıldayarak cevap verdi. “Sabaha kadar ayak uydur. Kafamıza sıktırtmadan dönelim geri.”
“Gel Kemal Hocam gel. Sana bir işimiz düştü.” diyen Hasan ile Kemal elini göğsüne koyarak selam verdi ve yere Hasan ile Hüseyin’in karşısına oturdu.
“Hayır olsun Hasan kardeş.” dediğinde adam bizi gösterdi.
“Bu iki kaçağı dağ yolunda bulduk. Evlenmek için kaçmışlar yollarını kaybetmişler. Eh nasıl bulduğumuzu da biz biliyoruz. Gerekeni yapalım da günahını atalım.” dediğinde biz Okan ile her şeye yabancı kalmış ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk.
Kemal dediği adam bana baktı. “Doğru mu kızım? Kendi rızanla mı kaçtın?”
Okan’ı zor durumda bırakmamak için “Evet.” dedim. Adamların tipleri biraz gözümü korkutmuştu yalan söyledim de diyemiyordum bu yüzden. Sakalları falan yüzlerini öyle bir kapatmıştı ki fazla ürkütücüydüler.
“Hasan sen Hüseyin ile şahitliğini yap o zaman.” dedi Kemal ve Okan ile karşımıza oturdu. Kadınlardan biri elinde bir eşarp gelip saçlarımı, boynumu tamamen kapatacak şekilde örttü. Şu an tam olarak ne oluyordu? Hüseyin’de Okan’ın başına namaz kılarken kullandıkları dantel işlemeli bir fes taktı. İbadet mi edecektik ne yapacaktık?
Kemal konuşmaya başladığında ikimize de ismimizi baba ismini falan sordu. “Nikahı kıyalım o zaman.” dediğinde şaşkınlıkla “Ne nikahı?” dedim.
Hüseyin araya girdi. “İmam nikahınızı kıyacağız.”
“Şehre gidince resmi nikahı kıyardık.” dedi Okan onunda sesinde bir şaşkınlık vardı.
Hasan resmen gürledi. “Hükümet nikahını yine kıyarsınız önemli olan Allah katındaki nikah. Büyük sözü dinleyin.”
Bu işten kurtuluş var mıydı? Of sıkışıp kalmıştık burada. “Mehir olarak 250 gram altın yeter mi kızım?” diyen hocaya baktım.
Yanımdaki kulağıma fısıldadı. “Mehir ne?”
“Yüz görümlüğü gibi düşün.” diye geri fısıldadım. Şimdi birde mehirin ne olduğunu anlatamazdım. Madem başım belaya bunun yüzünden girmişti. “500 gram de hocam.” dedim.
“500 gram bu güzelliğe az olur hocam 750 gram de.” diyen Okan’a baktım. Keyfi yerine gelmiş gibiydi.
Resmen nikah kıyıyorduk. Hoca dualar okuyup durdu. Sonra bana baktı. “Okan’ı kocalığa kabul ettin mi?” dediğinde derin bir nefes aldım. Dayan Ahsen yoksa ya bu adamlar çiğ çiğ yer ya da dışarıdaki ayılar. Adamları hallederdim de ayıları halledemezdim işte. “Ettim.” dedim mecburiyetten.
“Okan’ı kocalığa kabul ettin mi?”
Yine “Ettim.” dedim.
“Okan’ı kocalığa kabul ettin mi?” diye üçüncü kez sorunca bıkkınlıkla yine “Ettim.” dedim.
Bu defa Okan’a döndü. “Ahsen’i karılığa kabul ettin mi?”
“Ettim.” dedi O da. Aynı soruyu toplamda üç kez sordu. Sonra şahitlere derken nikahı kıymayı bitirdi.
Tövbe estağfurullah şimdi bu adamla resmi olmasa da dinen evlenmiş miydim? Kilise diye yola çıkmış imam nikahıyla günü bitirmiştik. Şu an sinirlenmem gerekmiyor muydu? Kalbim neden yine hızlanmış pır pır kanat çırpıyordu.
Hoca gidince saat geç olduğu için odalardan birinde yer yatağı yapıp yalnız bırakmışlardı. “İnanmıyorum.” dedim yatağa kendimi bırakırken. “Biz ne yaşadık böyle?”
Okan’da gelip yanıma oturdu. “Gerdek gecemiz yer yatağında olsun istemezdim ama nasip işte.” dediğinde yumruğumu geriye savurup karnına sertçe vurdum.
“Düzgün konuş.”
“Kaçtık diyen sendin. Şimdi bana söylenme. Ayrıca o arabaya bindirip beni kaçıran da sendin.”
“Komik mi?” dedim gülen suratına sinirle. Zaten telefonda çekmiyordu kimseye haber verememiştik.
Yatağa sırt üstü yattı. “Ahsen.” dediğinde “Efendim.” dedim.
“Biz evlendik farkında mısın?”
Yanına aynı onun gibi sırtüstü yattım. “Fazlasıyla farkındayım da şimdi ne yapacağız?”
“Uyuyacağız çünkü yorulduk. Sonrasına geri dönünce bakarız.”
Yatağa girdiğinde yanına çekip koluna yatırınca engel olmadım. Sadece geri dönene kadar onun mutluluğunu yaşamak istiyordum çünkü bu fuar bitince ve geri döndüğümüzde ben yine intikamımın peşine düşecektim.
Bir kolu başımın altındayken diğer kolu bedenime sarılmıştı. Sırtım göğsüne dayanmıştı ve sert kaslarının verdiği sıcaklık her yanıma yayılıyordu. “Şeker.” dediğinde yine “Efendim!” dedim.
“Seni çok seviyorum ve dile getirmesen de senin de beni sevdiğini biliyorum. Benim güzel karım.” dediğinde sessiz kaldım ama yüzümde bir tebessüm belirmişti.