OKAN…
Arabada oturup dövüşmesini izlemek zevkliydi de yaralanması o zevki bitirmişti. Adamları hallettiğimde diğer korumalarım da gelmişti. Hepsi etrafıma toplanıp arabaya götürmeye çalıştılar ama ellerinden kurtuldum. “İyiyim ben, geri çekilin!” dedim. “Diğer adamları paketleyin geldikleri yere gönderin.” Ahsen’in yattığı yere ilerledim.
Kendinde değildi. Yarasından akan kan yağan yağmura karışıyordu. “Okan Bey arabaya dönün. Biz ilgileniriz.” diyen Selim’e öfkeyle baktım ve boynundaki kravatı çekip aldım.
Ahsen’in belinden dolayıp yaranın üzerinden bağladım ve yerdeki bedenini kucaklayıp kaldırdım. “Arabanın kapısını açın.” dediğimde Selim konuşmaya devam ediyordu.
“Okan Bey, lütfen bırakın biz halledelim. Önce sizi güvenle şirkete ya da eve götürelim.”
“Başlatma şimdi Okan Bey'ine.” diyerek bağırdım. “Bu kız tek başına beş kişiyle dövüşürken siz neredeydiniz ki şimdi ilgileneceksiniz?”
Arabaya ilerlediğimde sessiz kalıp kapıyı açtı. Arka koltuğa yatırıp emniyet kemerini bağladım ve ben de oturdum. Başını dizime yatırdım. “Bizim hastanelerden birine sür.” dediğimde araç hareket etti.
Pembe saçları yağmurla ıslanmış başına yapışmıştı. Yüzündeki kanlara çamur bulaşmıştı.
Kıyafetleri zaten hem kanla hem çamurla boyanmış hatta yer yer yırtılmıştı. Bu kadar uzun süre beş kişiye dayanabileceğine ihtimal vermemiştim ama dayanmıştı. Hatta fazla iyiydi. Yaralanmasa hepsinin hakkından gelirdi.
Araba durduğunda daha ben kapıyı açmadan içeriden çalışanlar çıkıp gelmişti. Arabayı tanıyorlardı tabi.
Doğrudan benimle ilgilenmeye başlamışlardı. “Beni bırakın. Arabadakine bakın.” dediğimde emrime uydular ve Ahsen’e yöneldiler.
Arabadan çıkartılıp hastaneye alınırken ardından gittim. Bir yandan da Taha’yı arıyordum. Telefonu açtığında “Selim’i ara. Olayın haberlere çıkmasını engelle.” dedim.
“Ne olayı?” diye sordu.
“Selim’i ara.” Telefonu kapattım.
Özel odada beklerken hemşirelerden biri gelmiş elimdeki yaralara pansuman yapıyordu. “Durumu nasıl?”
“Doktorlarımız ilgileniyor. Ayrıntılı durumunu bilmiyorum Efendim.” dedi.
“Doktorlardan biriyle görüşmek istiyorum.”
“İletirim Okan Bey.” Pansumanı bitirip yanımdan gitti.
Yaklaşık yarım saat sonra doktorlardan biri yanıma geldi. “Ahsen nasıl?” diyerek doğrudan sordum.
“Hayati tehlikesi yok ama çok hırpalanmış. Yarasıda çok derin değildi. Gereken müdahaleyi yaptık yan odada şu an.”
“Kayıt yapmayın. Gizli tutun. Kimsenin haberi olmasın.” deyince başıyla onayladı.
Doktor çıktığı an Taha içeri girdi. “Neler olmuş öyle!” dediğinde sadece başımı salladım. Ellerimi görmüştü. “Siz iyi misiniz? Dövüşmek zorunda kalmışsınız.”
“İyiyim. Hafif sıyrıklar bir şey yok.”
“Korumanız işe başlayalı daha üç gün olmuştu. Şimdi bir de yenisini bulacağız. İnsan kaynakları korumalarla kovalayacak beni.”
Sözlerine gülmeden edemedim. “Yeni birini istemiyorum. Ahsen iyileşince işine devam etsin.” Yüzüme bakışları şaşkınlık doluydu. Bu normalde yaptığım bir şey değildi. Yara aldıysa işten kovardım. Kendisini koruyamayan beni nasıl korusun derdim ama Ahsen’e haksızlık yapmaya gerek yoktu. Beş kişiyle gayet iyi baş etmişti. Hakkını vermem gerekirdi.
“Emin misiniz?”
“Evet. Taha, kız beş kişiyle tek başına dövüştü. Birisi çakısını çıkarıp yaralamasaydı muhtemelen hepsini etkisiz hâle getirirdi. Gözlerinde korku görmedim. Yere her düştüğünde geri kalkıp tekrar saldırdı.”
“Siz öyle istiyorsanız bize uymak düşer. Haber işini hallettim. Ortalık toparlandı. Adamları patronlarına geri gönderdik.”
“Tamam. O fuar olana kadar ve takılar sergilenene kadar Yüksel rahat durmayacak. Adam takmış kafaya koleksiyonumu istiyor.” dedim. İki aydır sıkıştırıp duruyordu şerefsiz. Yeni koleksiyonumu tamamen kendisine istiyordu. Kılıçhan markası adına değilde Keskin markası adına çıkarma niyetindeydi.
Yani kısaca koleksiyonunu ver ben yapmışım gibi üreteyim diyordu. Bir yıldır üzerinde çalışıyordum. Emeğimi kimsenin eline vermeyecektim. Teklif ettiği para umrumda da değildi.
“Eve geçeceğim. Sekretere söyle bugün, yarın tüm programları iptal etsin. Ahsen ile de ilgilenin korumamı en kısa zamanda yanımda istiyorum.” Ayağa kalkıp kapıya ilerlerken ardımdan “Tamam Okan Bey.” diyen sesi duyuldu.
Gitmeden önce yan odaya geçtim. Ahsen hastane yatağında yatıyordu. Kendinde değildi. Baygın mıydı uyuyor muydu anlayamamıştım.
Yüzünde aldığı darbelere bağlı şişlikler vardı. Kolları örtünün dışındaydı ve morluklar parlıyordu. Yüzündeki ifade fazla huzursuzdu.
Yanına gidip üzerindeki örtüyü kollarını içeride kalacak şekilde örttüm. Odadan çıkmak üzereyken doktor içeri girdi.
“En iyi şekilde ilgilenmenizi istiyorum.” dedim.
“Siz merak etmeyin Okan Bey.”
Başımla onaylayıp odadan ayrıldım. Dışarıda bekleyen arabaya bindiğimde eve doğru yola çıktık. Arabada bana eşlik eden Selim’di. “Özür dilerim Okan Bey. Sizi daha iyi korumamız gerekirdi.” dediğinde gülmemek için kendimi tuttum. Ahsen zaten koruyabileceği en iyi şekilde korumuştu.
“Diğer korumalardan zarar gören oldu mu?” diye sordum.
“Hayır Efendim. Onlarda yolu kapatanlarla biraz kavgaya tutuşmuşlar ama ufak tefek sıyrıklar dışında zarar yok.”
“İyi. Ahsen’e iyileşene kadar izin ver. Sıkboğaz etme. Sonrasında yanımda istiyorum.”
“Anlaşıldı Okan Bey.”
Arabadan indim ve eve girdim. Odaya çıktığımda üzerimdeki kirlenmiş kıyafetlerden kurtulup duş aldım. Üzerimdeki bornozla yatağa uzandım ve telefonla uğraşmaya başladım.
İnternet arama motoruna ‘Arınç Şeker’ yazıp arattım. Kızını bu şekilde yetiştiren babayı merak etmiştim.
Hakkında birçok haber vardı. Adam söyledikleri gibi efsaneydi. Kazandığı madalyalar ve özellikle kenar mahallelerden bulup yetiştirdiği çocukların ülkeye altın madalya getiren milli sporcu olarak büyümeleri çok konuşulmuştu.
Birçok haberde Ahsen ile çekilmiş fotoğrafları da vardı. Yaşı küçüktü, saçları da uzundu ve pembe değil siyahtı. Piercing falan yoktu ama makyajı yaşına rağmen yüzündeydi.
Yarışlarda kazandığı madalyalarla poz vermişti. Haber başlıklarında Efsane babanın efsane kızı birincilikten vazgeçmiyor türünde şeyler yazılmıştı. Haklarında olumsuz bir tane bile yorum yoktu. Dosyasında kardeşi olduğu yazıyordu. O babasının izinden gitmemiş miydi?
Geçmiş haberleri karıştırmaya devam ederken kardeşiyle ilgili bir habere denk geldim. Down sendromlu olduğunu yazıyordu. Ahsen için zor olmuş olmalıydı. Bütün ailesini beklenmedik zamanlarda kaybetmişti. Etkinlikte çocuklarla nasıl ilgilendiğini görmüştüm. Kardeşine bağlı olmalıydı.
Haberlere bakmaya devam ederken kaza haberlerini gördüm. Bir sitede videosu vardı. Açıp izlemeye başladım. Araba ters dönmüştü ve ezilmişti. İçinden çıkarılan babası ve annesi siyah renkli ceset torbasına konulurken Ahsen müdahale edilerek ambulansa alınıyordu. Her yeri kan içindeydi. Kendinde değildi.
Video bu kadardı ama görüntüler kötüydü. Yazanlara göre o zaman on beş yaşındaymış. Bir çocuğun teknolojiyle içli dışlı olduğu yaşlardı o yaşlar. Bu videoyu ve yayınlamış fotoğrafları görmemesi imkansızdı. Güçlü bir karakteri olmasa asla altından kalkamazdı. Haberlerde yangınla ilgili bir şey bulamamıştım. Kimsenin dikkatini çekmemişti belli ki.
Telefonu kapattım ve olduğum yerde yan dönerek yatmaya devam ettim. Bugün hiçbir şey yapmak istemiyordum. Üzerimi giyecek gücü bile bulamıyordum bu yüzden bornozla yatmaya devam ediyordum.
Tembel tembel yatarken telefonum çaldı. Kardeşim görüntülü arıyordu. Olduğum yerde doğrulup sırtımı yatak başlığına dayadım ve çağrıyı cevapladım. Ekranda görünen sevimli suratla yüzümde bir gülümseme belirdi. ‘’Dayıcığım.’’ dediğinde kalbim sevgisiyle doldu.
‘’Minik şirinim, nasılsın?’’
‘’İyiyim, annemle yanına gelecekmişiz. Gelirken Mino’yu getirmek istiyorum ama izin vermiyor.’’
Mino dediği büyük oyuncak ayısıydı ki boyu büyük insan boyundaydı. Uçağa alıp buraya zaten getiremezdi. ‘’Mino uçağa binmeyi sevmiyormuş. Bana öyle söyledi. Onun yerine sen gelince buradan başka oyuncak alırız. Olmaz mı?’’
‘’Tamam olur.’’ dediğinde telefonu bırakıp koşarak kaçtı. Sonrasında Özlem ekrana girdi.
‘’Bir saattir dil döküyorum kabul etmiyordu senin bir sözüne tamam diyor ya sinir oluyorum.’’
‘’Yeğenim beni dinler.’’ dedim keyifle. ‘’Enişte Bey’de sizinle geliyor mu?’’
‘’İşlerini ayarlayamadı ama biz geri dönmeden önce gelip bir hafta falan kalacak.’’
‘’Hala mutlu musun?’’ diye sordum. Bu soruyu her konuştuğumuzda sorardım. On sekizine girdiği gibi evleneceğim diye tutturmuştu. Henüz yaşı küçük olduğu için ben pek istememiştim. Babam onay verince de karşı çıkmamıştım. Birgün pişman olmasını istemezdim ama olursa da onu her şekilde destekleyeceğimi biliyordu.
‘’Hala çok mutluyum ağabeyciğim.’’ derken gülüyordu.
‘’Öyle olsun bakalım.’’ dedim ben de gülerek. Vedalaştıktan sonra telefonu kapattım ve olduğum yerde yatmaya devam ettim.
Gözümü açtığımda saat sabahın beşiydi. Olduğum gibi uyuyakalmıştım. Üzerimdeki bornozun bağı açılmış çıplak kalmıştım. Kalkıp giyinme odasına geçtim ve üzerimi giydim.
Sabah koşusu için dışarı çıktığımda neden bilmiyorum gözlerim pembe saçları aradı ama yoktu. Koşmaya başladığımda yine tektim ama garip biçimde yalnız hissetmiştim. Yolun yarısında koşmayı bıraktım. ‘’Kafayı mı yedin oğlum? Kız işe başlayalı üç gün olmuş ne diye düşünüp duruyorsun?’’
Tekrar koşmaya başladım. Normalden daha hızlı koşuyordum. Yol bittiğinde nefes nefese kalmıştım. Eve dönerken düşüncelerimi toparlamaya çalışıyordum.
Eve dönünce çalışma odama kapandım. Saatlerce çizim yaptım. Çalışan kahve getirdiğinde ‘’Aynur Hanım, dışarıdaki korumalara söyleyin bugünlük izinliler.’’ dedim. Zaten evi koruyanlar ayrıydı. Dışarı da çıkmayacaktım. Boşuna beklemelerine gerek yoktu. Ahsen olmadığı için hiçbiri izin yapamayacaktı ve günlük rutinimden dolayı uykusuz kaldıklarını biliyordum.
‘’Peki Okan Bey.’’ diyerek yanımdan ayrıldı.
Bütün gün odadan çıkmadan çizimlerle uğraştım. Koleksiyonu sonunda tamamlamıştım.
Taslakları yapacak olan ustaya gönderdim ve tableti kapatarak arkama yaslandım. Üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi hissediyordum ama hâlâ fuara zaman vardı ve bu sürede Yüksel’in durmayacağını da biliyordum.
Kendi tasarımcısı işi bırakıp gidince yapışmıştı yakama. Yeni birini bulsa da bu yılki fuara yetişemeyeceğini biliyordu da yapmaya çalıştığının etik yanı yoktu.
Tamamen can sıkıntısından tableti elime alıp düşünmeden çizmeye başladım. Kafam dağılsın diye telefondan da müzik açmıştım. Yaptığım çizimi bitirince üzerindeki minik taşları kırmızıyla renklendirdim.
Tam olarak ne yaptığımı çizimi bitirince fark etmiştim. Çize çize bir piercing mi çizmiştim? Bugüne kadar yaptığım bir takı çeşidi değildi. Yine de alçakgönüllü davranmayacaktım çünkü güzel olmuştu. Halka şeklindeydi ama burnun üst kısmına denk gelen yerde minik bir yıldız figürü fardı. Yıldızın içi çok küçük kırmızı taşlarla süslenmişti.
Çizimi takı olarak somut hale getiren Levent’e gönderip altına not düştüm; Tek üretim. Taşlar parlak olsun. Bana gönder.
Bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum ama neyse çok da düşünmeye gerek yoktu. Her şeyin bir sebebi mi olmalıydı? Bence olmamalıydı.
Günü bitirmek için hazırdım.