Gözlerimi açtığımda hissettiğim tek şey acıydı. Sırtım alevler içinde yanıyordu. Dudaklarımdan acıma karışmış çıkan iniltiler vardı. İçeride adım sesleri duydum sonrasında kolumda bir acı hissettim ve uykuya doğru çekildim.
Gözlerimi bu kaçıncı açışımdı bilmiyordum ama hep aynı şey oluyordu. Yakıcı acıyı hissediyordum sonra kolumda bir sızı oluşuyordu ve tekrar uyuyordum ama bu defa acı yok denecek kadar azdı. Nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum. Zihnim biraz pusluydu.
Yatakta yan yatıyordum ve belden üstüm çıplaktı. Daha doğrusu kıyafet yoktu ama sırtımı içine alan bir sargı bezi her tarafımı kapatmıştı.Yangının anıları zihnime doldukça dudaklarımdan çıkan feryatla yattığım yerden kalkmaya çalıştım. ‘’Nefes!’’ diye delirmiş halde bağırıyordum.
Yataktan kalktığımda sırtımdaki acıyı görmezden geldim. Kapı açıldığında içeri giren adamla göz göze geldik. ‘’Ahsen!’’ diyerek yanıma geldi ve kolları arasına aldı.
Kim olduğunu bilmiyordum. Tanımıyordum. ‘’Kardeşim nerede? Babaannem, dedem nerede? Onları görmek istiyorum.’’ dediğimde eli saçlarımda teselli vermek için geziniyordu.
‘’Üzgünüm, çok üzgünüm.’’ dedi. Sesi titremişti.
Attığım çığlıkla bütün gücüm bedenimden çekildi. Benim şekerlerim neredeydi? Bana teselli veren bu adam kimdi?
Feryatlarım susmuyordu. Kardeşimi istiyordum. Şekerlerimi istiyordum. Delirmiş haldeydim. Attığım çığlıklar ağlamalarıma karışıyordu. Üzerimdeki sargı bezini paramparça ederken sırtımdaki ağrı artmaya başlamıştı. Odaya giren iki kişiyi gördüm. Yabancı beni zapt etmeye çalışırken gelenlerden biri bacaklarıma bastırdı ve diğeri bacağımın üst tarafına elindeki iğneyi sapladı.
Gözlerimi açtığımda yine yatakta yatıyordum. Sırtımı saran sargı yenilenmişti. Yabancı yanımda bekliyordu. Ayıldığımı görünce hemen olduğu yerde kıpırdandı. Eli yüzüme uzandı. ‘’Nasılsın? Çok ağrın var mı?’’ Son sözleriyle bakışları sırtıma doğru kaymıştı. Yaptıkları iğne neydi bilmiyordum ama uyuşmuş gibiydim. Algılarım biraz tuhaftı. Şu an kalbimdeki acıyı hissediyordum ama ağlayamıyordum.
‘’Neredeyim?’’ Konuşmakta zorlanmıştım. ‘’Sen kimsin?’’
‘’Hastanedesin. Önce kendini topla sonra konuşacağız.’’
Tekrar kapı açıldığında içeri giren hemşireyi gördüm. Elindeki malzemelerle yanıma geldi. ‘’Sırtınızdaki yanık için pansumanı yenilemem gerekiyor.’’ dediğinde yanımdaki yabancı hemen oturmama yardım etti. Ben ise hala uyuşmuş halde biraz tepkisizdim.
Sargıları açarken sırtımdaki acıyla dudaklarımdan bir inleme çıktı. ‘’Yanık yarası henüz çok yeni Elif Hanım. Bir süre ilaçlara rağmen sızısını hissedeceksiniz.’’ Kullandığı isimle kaşlarım çatıldı ama yabancı hemşireye fark ettirmeden parmağını dudaklarına götürüp sessiz kalmam için bir işaret yaptı.
Bu adam kimdi? Benden ne istiyordu? Neden hastane gibi resmi bir yerde adımı farklı biliyorlardı? Zaten beynim uyuşmuş gibiydi. Acımı bile şu an istediğim gibi yaşayamıyordum.
‘’Çok tuhaf hissediyorum.’’
Hemşire yeni sargıyı sararken cevap verdi. ‘’Kriz geçirince sakinleştirici yapmıştık onun etkisinden. Bir kaç saate geçecektir.’’
‘’Buradan gitmek istiyorum.’’ dedim. ‘’Ailemin benden başka kimsesi yok.’’
‘’Sen merak etme kuzen.’’ dedi yabancı. ‘’Ben onları aradım. Yanında olduğumu söyledim.’’
Bakışlarım keskinleşti. Aramış mıydı? Yaşıyorlar mıydı? Ama kriz geçirmeden önce üzgünüm demişti? Zaten mantıklı düşünemiyordum. Ayrıca neden bana kuzen diyordu? Şu hayatta babaannem ve dedem dışında bir tek amcam vardı ama vefasızın tekiydi ve dedem kendi çocuğu olmasına rağmen yok saymıştı. Yurtdışında yaşıyordu sadece iki kızı vardı ve hiç biriyle görüşmüyorduk.
Amcamı en son yedi yaşındayken görmüştüm. Muhtemelen beni hatırlamazdı. Nefes’imden haberi bile olduğunu sanmıyordum. Babam öldüğünde kardeşi olmasına rağmen bir kez bile aramamıştı.
Düşüncelerimden hemşirenin sesi çekip çıkardı. ‘’Doktor Hanım iki saat sonra kontrol için gelecek. Kendisiyle görüşürsünüz.’’ İşini bitirip odadan çıktı.
Bakışlarım yabancıya çevrilmişti. ‘’Sen kimsin? Ailem nerede?’’ dediğimde odanın içinde sağa sola yürümeye başladı. ‘’Bana burada neler döndüğünü anlat.’’ Sesime istediğim sertliği verememiştim.
‘’Ailen için üzgünüm.’’ Bakışları üzerimde sabitlendi. Gözleri gerçekten üzgünmüş gibi bakıyordu. ‘’Senden haberim olduğunda neyse ki hastaneye kaydın yapılana kadar yetiştim de sahte bir kimlikle kaydını yaptırdım.’’
‘’Anlayamıyorum.’’ dedim. Ailem için ağlamak istiyordum ama lanet ilaç öylece uyuşturmuştu ve kalbimdeki acıyla sessizce baş etmeye çalışıyordum.
‘’Ahsen, yaşadıkların için üzgünüm. Sen kendine gelene kadar yangının üzerinden beş gün geçti ve bu zamanda ailenin cenaze işlemlerini uzaktan bir akrabalarıymış gibi hallettim. Onları son kez görmek isteyeceğini tahmin edebiliyorum ama bunları senin için yaptığımı bil.’’
Üst üste yaşadığım şoklarla iyice afallamıştım. Yattığım yerden kalktım. ‘’Burada ne dönüyor bilmiyorum ama benden uzak dur.’’ dedim ve odadaki dolaba ilerledim. Tabi ki boştu. Ne bekliyordum ki! Yangında yanan giysilerimi mi? Altımda sadece bir hastane pijaması vardı.
Yabancının sandalyenin üzerinde asılı duran yağmurluğunu görünce düşünmeden alıp üzerime geçirdim. Ayaklarım çıplaktı ama umrumda değildi. Odadan fırlarcasına çıktım. ‘’Dur!’’ diye arkamdan geldi ama duymazdan geldim.
Hemşireler gördüğünde engel olmaya çalıştılar ama avazım çıktığı kadar bağırdım. ‘’Uzak durun benden. Burada olmak istemiyorum.’’
Hemşire gitmek istiyorsam ölüm dahil tüm riskleri aldığımı kabul eden bir evrak imzalamam gerektiğini anlatıp duruyordu. ‘’Ver şu lanet evrağı.’’ dediğimde getirdiklerini imzaladım.
Yabancının bağırışlarını duymazdan gelerek hastaneden çıktım ve gördüğüm ilk taksiye bindim. Ellerim yağmurluğun ceplerine uzandı neyse ki para vardı. Biraz hırsızlık gibi olmuştu ama umrumda değildi. Evimin adresini verdiğimde gözyaşlarım akmaya başlamıştı. İlacın etkisi sanırım geçmişti.
Taksi yanan evin önünde durduğunda ücretini ödeyip indim. Yürüdükçe çıplak ayaklarıma yerdeki kalıntılar batıyordu ama ruhumun acısının yanında koca bir hiçti.
Yıkık dökük, yanmış, harabe eve girdiğimde ağır bir yanık kokusu nefeslerimle ciğerlerime doldu. Salona adım attığımda yerde yanmış madalyaları gördüm. Benim ve babamın madalyalarıydı. Duvarda süslediği raf yanınca yere düşmüşlerdi. Erimişlerdi, yanmışlardı ama bazıları sadece isten kararmıştı. Kararmış olanları topladım. Gözyaşlarım durmadan akıyordu. Hıçkırıklarım bedenimi sarsıyordu. Şekerlerimin yatak odasına girdiğimde eşyalar öylece kül olmuştu. Yerde duran albüme uzandım. Bütün fotoğraflar yanmıştı ama içinde bir tanesi sağlamdı. Nefes’imin doğum gününde çekilmişti. Annemle babam ölmeden bir ay önceydi. Kardeşimin yanında ben vardım. Bizim yanımızda annem ve babam onların yanında da babaannem ve dedem duruyordu.
Fotoğrafı defalarca öptüm. Üzerine sinen is kokusuna rağmen sanki onların kokularını içime çekmiştim. Gözyaşlarım zaten durmuyordu. Kardeşimin odasına girdiğimde bulduğum tek şey toka kutusuydu. Demir olduğu için sadece dışı kararmıştı ama tokalar içinde sağlamdı. Gözyaşlarım artarken tokaların üzerine birkaç damla yaş düştü.
Kendi odamda zaten hiçbir şey kalmamıştı. Tamamen yanmıştı. Mutfağa geçtiğimde yarısı erimiş buzdolabını gördüm. Kapısı aralıktı. Elimi uzattığımda içinden yiyecekler yere döküldü. Hepsini babaanneme kolaylık olsun diye saatlerce uğraşıp yapmıştım.
Daha fazla dayanamayıp yere çöktüm ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Nefes almakta zorlanıyordum. Omzuma sarılan kolun sahibine baktım ve başımı göğsüne dayayıp daha çok ağladım. Doktorlar verdikleri raporla halt yemişti. Asaf gördüğüm birçok insandan daha insandı. Bebekmişim gibi ağlarken omzumu pışpışlayıp duruyordu.
‘’O adam geldi. Ben gördüm. Eve girdi sonra yangın çıktı, sen eve geldin o pencereden kaçtı.’’ dediğinde aklıma gördüğüm karartı geldi. Başımı göğsünden kaldırdım.
‘’Sen birini mi gördün?’’ dedim.
Başını aşağı yukarı salladı. ‘’Herkes gitti. Mahalleyi herkes terk etti ama Asaf burada. Terk edecek evim yok ki gideyim. Ben hep burada, sen de burada. Ben gördüm. Ağlama.’’ dediğinde yanaklarımdaki yaşları sildi.
Allah’ım neler oluyordu? Acımdan sağlıklı düşünemiyordum. O anları hatırlıyordum ama panikten dolayı hiçbir şeye dikkat etmemiştim. Kan görmüştüm ama yaralanmış olabilirlerdi. Bilmiyordum işte. Hiçbir şey bilmiyordum.
Ben ağlamaya devam ederken yine o yabancı geldi. Burada olduğumu nereden biliyordu? Önümde diz çöktü. ‘’Hadi gel buradan gidelim.’’ dedi.
‘’Defol.’’ diye bağırdığımda karşımdaki tehdit oluşturuyormuş gibi Asaf’ın omuzları kabardı.
‘’Ailenin mezarına gitmek ister misin?’’ diyerek yüzüme bakmaya devam etti.
Bu adam benden ne istiyordu bilmiyordum ama teklifini mecbur kabul ettim. Nerede olduklarını bile bilmiyordum.
Yanmış evden çıktığımda kucağımda madalyalarım, kardeşimin tokaları ve kalan tek fotoğrafımız vardı. Dışarıda duran arabayı gördüm. Hızlıca gidip arabanın bagajını açtı ve elindeki ayakkabıyı getirip önüme bıraktı. ‘’Ayak numaranı bilmiyorum ama eve gidene kadar idare et.’’
Eve? Hangi eve? Ayağıma giydiğim de bir numara büyük gelmişti ama sorun değildi. Neden bana yardım ediyordu? ‘’Neden?’’ dediğimde hafifçe tebessüm etti.
‘’Hepsini anlatacağım ama sonra ayaküstü konuşulacak şeyler değil.’’
Arabasının kapısını açtığında yavaşça oturdum. Asaf arkamdan bana bakıyordu. ‘’Pembeli.’’ dediğinde gözyaşlarımın arasında yüzüne baktım. İşaret parmağıyla gökyüzünü gösterdi. ‘’Onlar orada, cennette. Sen şimdi burdasın ama birgün oraya yanlarına gideceksin.’’
Boştaki elim kalbimin üzerine gittinde o da elini kalbinin üzerine koydu. Araba hareket ettiğinde birbirimizden uzaklaştık.
Şehir mezarlığına geldiğimizde kucağımdakileri arabada bırakıp dışarı çıktım. Yabancının yönlendirmesiyle yan yana duran beş mezarın olduğu yere geldik. Gerçekten annem ve babamın yanına mı defnedilmişlerdi? Bu yabancı kimdi?
Nefes’imin mezarının yanında diz çöktüğümde yine hıçkırıklara boğulmuştum. ‘’Özür dilerim.’’ dedim ağlamalarımın arasında. ‘’Eve geç gelmeseydim sizi kurtarabilirdim. Ne olur beni affedin.’’
Ağlamalarım o kadar şiddetlenmişti ki kendimden geçmiştim. ‘’Ahsen, kendine yüklenme bu kadar.’’
Omzuma konan eli geri ittim. ‘’Benim yüzümden.’’ dedim. ‘’Baba kızını affet. Emanetlerini koruyamadım.’’
Ağlamaktan tamamen nefesim kesilmişti. Yabancının ‘’Ahsen!’’ diyen sesi duyduğum son ses oldu.
Keskin kokuyu duyumsadığımda arabanın koltuğunda yatıyordum. Yabancı eline döktüğü kolonyayı koklatıp duruyordu. Yattığım yerden doğrulduğumda gözyaşlarım yine akmaya başlamıştı.
‘’Ahsen, eve gidelim. Biraz dinlen. Kendini harap ettin.’’
Cevap vermemi beklemeden arabanın kapısını kapatıp şoför koltuğuna geçti ve yola çıktı. Bir kez daha ‘’Neden?’’ diye sordum.
‘’Anlatacağım sabret.’’ dedi.
Daha fazla sormadım. Sessiz kaldım. Araba trafikte ilerledi sonra bir apartmanın önünde durdu. Yabancı tek kelime etmeden torpido gözünden bir poşet çıkarıp ailemden kalan eşyaları içine özenle koydu. ‘’Hadi gel eve çıkalım.’’ diyerek poşetle birlikte arabadan indi.
Ardından indiğimde sessizce takip ettim. Söylediklerini neden yaptığımı bilmiyordum. Acıdan tamamen uyuşmuş haldeydim. Mantığım terk edeli çok olmuştu.
Apartman dairesine girdiğimizde hızlıca odaya gidip geri geldi. Elinde kıyafetler vardı. “Büyük geleceklerdir ama yenilerini alana kadar idare et.”
Yabancıya dikkatle baktım. Saçları, sakalları uzundu. Hatta saçları neredeyse beline geliyordu. Sakalları ise göğsüne kadar iniyordu. Bıyıkları da uzundu, sakallarıyla birleşiyordu. Gözleri yeşildi, otuz yaşlarında olmalıydı ama sakallarından daha yaşlı duruyordu. Gerçi bakışlarında da bir yorgunluk vardı.
Ben kısa boylu değildim. 1.70 boyum vardı ama o benden uzundu.
Elindekileri alıp gösterdiği odaya geçtim. Üzerimi değişirken sırtımdaki ağrıyı hissediyordum. Kenarda duran dolabın kapağında bir boy aynası vardı. Sırtıma baktım. Sargı bezi kanla karışık kremin sarı rengine boyanmıştı. Sanırım derin bir yanık yarasıydı.
Yangının izleri hâlâ üzerimdeydi. Pembe saçlarım is lekesiyle kararmıştı. Hastane yatağında yatarken yıkamalarını beklemiyordum zaten ama belli ki vücudum temizlenmişti.
Kıyafetler üzerime oldukça büyük olmuştu ama idare etmekten başka çarem yoktu. Odadan çıktığımda ev sahibini mutfakta görünce yanına gittim. Eliyle yemek masasını işaret etti. “Otursana.”
Sandalyeye oturduğumda üzerimdeki ağırlık altında eziliyordum. Ölümün kasveti her yanımı sarmıştı. Gözlerimden akan yaşları hızlıca sildim ama durmuyorlardı. Başımı masaya dayadığımda yine hıçkırıklara boğuldum.
Omzuma bir el kondu. “Ahsen, kim olduğumu merak ediyorsun biliyorum ama sen kendini toparlayana kadar hiçbir şey anlatmayacağım. Benden sana zarar gelmez. Burada kal. Birkaç gün dinlen. Yaralarına da iyileşmesi için zaman tanı. Mantıklı düşünmeye başladığında söz her şeyi anlatacağım.”
“Çok canım yanıyor.” dedim.
“Biliyorum. Aileni bir gecede kaybettin, dayanması çok zor ama hayat be Ahsen hayat her şeye rağmen akıyor işte.”
“Akmasın dursun olduğu yerde.” derken ağlamanın etkisiyle iç çektim. Zaten annemi babamı bir kazada kaybetmiştim. Ailemin geri kalanı da yine böyle bir kazada ölmek zorunda mıydı? Yalnızlık bana yazılmış bir kader miydi?
“İnan bana bunun bir yolu olsaydı zamanı yedi yıl öncesinde dondururdum.” Sesi en az benimki kadar acılı çıkmıştı.
Ne diye bana yardım ediyordu ki? Beni nereden tanıyordu? Bu yabancı gerçekten kimdi?