2

1294 Words
Mahalleden çıkmadan Asaf’ı gördüm. Mahallemizin neşesiydi. Deli demek istemiyordum sadece zekası bizimle aynı değildi. Zararsızdı. Kendi halindeydi. ‘’Piştt, Pembeli.’’ dediğinde güldüm. Saçlarımın rengi çok hoşuna gidiyordu. ‘’Ne haber Asaf?’’ derken cebimdeki çikolatayı çıkarıp attığımda yere düşmeden yakaladı. Ona çikolata vermemi çok seviyordu. ‘’Evlencen mi benle?’’ Sözleriyle kahkaha attım. ‘’Daha çok gencim ama söz evlenmek istersem seninle evleneceğim.’’ ‘’Evlenirsek başlık parası on tane çikolata isterim.’’ deyince başparmağımı havaya kaldırdım. ‘’Tamamdır. Şimdi işe gidip çalışayım ki o çikolataları alacak parayı kazanayım.’’ Ben el sallarken o öpücük atıyordu. Okula geldiğimde sırt çantamı dolabıma koydum. Diğer hocalar da gelmiş ders için hazırlanıyorlardı. Ayağımdaki ayakkabıları okulda kullandığım ayakkabılarla değiştim ve rahat edebilmek için tişörtümü çıkarıp yerine crop giydim. O esnada yeni başlayan iki hocanın konuşmasını duydum. ‘’Varoşlar okulu da güzel temizliyorlar.’’ Varoş dedikleri benim öğrencilerimdi. ‘’Öyle öyle yerlere baksana parıldıyor.’’ Akif ve İkram’ın olduğu yere gittim. Varoş diyen Akif’e tekmeyi savurduğum gibi yere düşürdüm ve aynı anda İkram’ın kolunu tutup kıvırarak dolaba dayadım. Birine ayağımla bastırıyordum diğerini elimle tutuyordum. Kurtulmak için hamle yaptılar ama engelledim. ‘’Benim çocuklarım hakkında bir daha böyle konuşursanız önce o çenenizi kırarım sonra bütün kemiklerinizi.’’ Eylem tutup geri çekti. ‘’Ahsen, yapma.’’ ‘’Kimse çocuklarıma dil uzatamaz.’’ Sesim öfkeliydi. Akif ile İkram oldukları yerde toparlandılar. ‘’Kusura bakma.’’ diyen Akif’di. Daha fazla konuşmadan arkamı dönüp odadan çıktım. Ders yapacağım salona ilerledim. İçeri girdiğimde öğrencilerin bir kısmı ayağa kalkarken bir kısmı oturduğu yerde yayılmış geyik muhabbeti yapmaya devam ediyordu. Oturanların olduğu yere gidip ellerim arkamda bağlı bekledim. Umurlarında bile değildi. ‘’Kalkın ayağa!’’ diye bağırdım. ‘’Her şeyden önce saygıyı öğrenin.’’ Ayaklarına vurduğumda somurtarak kalktılar. Aile zoruyla gelince olacağı buydu işte. ‘’Şeker gibi kadınsın hiç yakışıyor mu bu sinir?’’ diyen Ozan’ı tuttuğum gibi yere yapıştırdım. Ayağımla sırtına bastırmıştım. Şu an derse girdiğim grup on altı ve on yedi yaşlarındaki gençlerdi. Ergenlik dönemi babalarının paralarıyla birleşince böyle şımarık oluyorlardı. ‘’Önce saygıyı öğreneceksin!’’ diye bağırdım bir kez daha. ‘’Sizler de on tur koşun da biraz ısının.’’ Hepsi söylene söylene koşmaya başladığında Ozan hala ayağımın altında yerdeydi. ‘’Babama söyleyeceğim.’’ dediğinde kahkaha attım. ‘’Ulan, babana sığınmadan kendin ol.’’ Tutup yerden kaldırdım. ‘’Yirmi tur başla hadi.’’ diyerek itekledim. Koşmaya başladığında ellerimi birbirine vurarak bağırdım. ‘’Hadi hadi hadi. Canlanın biraz. Kış uykusuna yatmış kaplumbağa gibi ne bu uyuşukluk?’’ Nefes nefese on tur sonunda durduklarında Ozan hala koşuyordu. ‘’Ozan sen de geç yerine.’’ deyince koşmayı bırakıp arkadaşlarının arasına geldi. ‘’Bugün hook kick hareketini göstereceğim beni iyi izleyin ve hareketi tek defada anlayın.’’ Tekme hareketini gösterdiğimde ‘’Şimdi deneyin.’’ dedim. Hepsi olduğu yerde çırpınıp duruyordu. Tek tek yanlarına gidip yaptıkları yanlışları düzelttim. Bir saate yakın aynı hareketi çalıştırdım. Bazıları tam bir felaketti, bazıları ise kolayca kavramıştı. Yapamayanlara sabırla tekrar tekrar gösterdim. ‘’İkişerli eşleşin ve karşılıklı yapın.’’ dedim. Söylediğime eksiksiz uydular. Ders bitimine kadar aralıksız çalıştılar. Ders bittiğinde onlar giderken ben de yarım saatlik molama çıktım. Odada ayaklarımı sandalyeye uzatmış kahvemi içerken Mehmet Bey içeri girdi. Öğrencilerime söylenip duruyordum ama dediğimi yap yaptığımı yapma işte ayaklarımı sandalyeden indirme gereği duymadım çünkü geliş nedenini biliyordum. ‘’Ahsen, Ozan Çelik’in babası aradı.’’ ‘’Ee!’’ dedim umursamazca. ‘’Bu konuda seninle kaç kez konuşmam gerekiyor? Şu çocuklara düzgün davran.’’ ‘’Mehmet Bey, o salona girdiğim an söz hakkı bendedir. Saygısızlık yaparlarsa derslerini veririm. Ayrıca hiçbirine zarar vermiyorum ki buraya geliyorlarsa gerektiğinde zarar göreceklerini bilmeleri gerekir. Tahtada dört işlem anlatmıyoruz sonuçta. Tekme, yumruk birbirleriyle dövüştürüyoruz.’’ Bıkmış halde derin bir iç çekti. ‘’Aynı baban gibisin.’’ dediğinde kenardaki sandalyeye oturdu. ‘’Onunla aynı yerde çalıştığımız dönem öğrencilerinin suyunu sıkardı. Şimdi sen de öyle yapıyorsun.’’ ‘’Ama iş arkadaşı olmanıza rağmen siz hiç babam gibi değilsiniz.’’ dedim rahatlıkla. ‘’Ondaki cömertlik sizde yok. Para diye ölüyorsunuz.’’ Yüzündeki her mimik ayrı oynuyordu yine de karşılık vermedi çünkü haklı olduğumu biliyordu. Mehmet Bey’i çocukluğumdan az çok hatırlıyordum ama hiç anım yoktu. Nasıl biri olduğunu altında çalışmaya başlayınca öğrenmiştim. Kahvemden son yudumu içip oturduğum yerden kalktım. ‘’Dersime geç kalmayayım.’’ Pembe saçlarımı düzelttim ve dinlenme odasından çıktım. Şimdiki dersim benimle aynı yaş grubuydu ve bu da sarkıntılık yapan erkekler demekti. İçeri girdiğimde üzerimdeki bakışlara aldırış etmemeye çalıştım. Fazla muhabbete girmeden yapacakları hareketi gösterdim. Aralarında dolaşıp yanlışlarını düzeltmeye devam ediyordum. Kız öğrencilerimin haklarını vermem gerekirdi. Azimliydiler çünkü öğrenecekleri her hareketin kendilerini güçlendirdiklerini biliyorlardı ama erkeklerin yarısı azimliyken yarısı işe yaramazdı. Ekrem’in arkasında durup ayağına ayağımla vurdum. ‘’Biraz daha aç ayağını.’’ dediğimde kolunu tuttum. ‘’Doğru açıda olsun.’’ Kolunu tutan elimi tutup kendine çekti. ‘’Uzak durarak anlatma anlamıyorum Şeker.’’ dediğinde gözlerimi devirdim. ‘’Yakından anlatayım o zaman.’’ Kolunu kavradığım gibi kendime çekip omzumdan geriye yere savurdum. Bütün gözler üzerimize dönmüştü. ‘’Burası sarkıntılık edip kız tavlayacağınız yer değil. Ayağınızı denk alın yoksa gözünüzü hastanede açarsınız.’’ ‘’Bir de kadınlarla güzel konuşun derler.’’ diyen Ekrem’e sert bir bakış attım. ‘’O çeneni kapa kalk ve derse odaklan.’’ Bir şekilde bütün dersler bitmişti ve akşam ders için benim güzel çocuklarım gelmişti. Hepsine yapacakları yeni hareketi gösterdim. Çalışmaya başladıklarında azimleri karşısında mutlu oluyordum. Bazen yaşlarının verdiği enerjiyle dersten kopuyorlardı, ilgileri başka yöne kayıyordu ama yine de çalışkanlardı çünkü bunun onlar için bir çıkış kapısı olabileceğini biliyorlardı. Özellikle geçen yıl altın madalya kazanan Ekin’in onlarla konuşmasını sağlamıştım ve babamın onu yoksul mahallesinden nasıl çekip çıkardığını anlatınca hepsi derslere daha sıkı sarılmıştı. Ders bittiğinde temizliğe başlamak üzereyken Emine yanıma geldi. ‘’Şeker Hocam, size bir sürprizimiz var.’’ dediğinde gülümsedim. ‘’Merak ettim şimdi. Ne sürprizi?’’ dedim. Artık bu Şeker ismine ben bile alışmıştım. Çocuklardan biri üzerinde mumları yanan pastayla içeri girdiğinde hepsi bir anda ‘’Şeker Hoca!’’ diye hep yaptıkları gibi tezahürata başladılar. Pasta önüme geldiğinde kahkaha attım. Şeker hamurundan yapılmış bir pasta vardı ve şeker şeklindeydi. ‘’Bugün bizleri bu okula getirmenizin yıldönümü.’’ dediklerinde kahkaham sevgi dolu tebessüme dönüştü. O mahalleye gidip aileleriyle tek tek konuşup evlatlarını bana emanet etmelerini istemiştim. Zorluklarla dolu hayatlarına bir dokunuş yapabilmeyi dilemiştim ki burada derslere başladıktan sonra okuldaki öğretmenleri hepsinin derslerinin bir anda iyiye gitmeye başladıklarını, daha disiplinli öğrenci haline geldiklerini söylemişti. ‘’Ağlatacaksınız beni.’’ dolan gözlerimi hızlıca sildim. ‘’Hep beraber üfleyelim.’’ dediğimde mumları beraber söndürdük. Kollarımı iki yana açınca hepsi birden minik civcivler gibi sokuldular. Hepsini tek defada saracak kadar büyük kollarım yoktu ama hepsine sevgi verecek kadar büyük bir kalbim vardı. Pastamızı yiyerek biraz eğlendik. Sonra hep beraber temizliği yaptık. Yollarımızın ayrıldığı yerde hepsiyle uzun uzun sarılıp öyle vedalaştık. ‘’Haftaya görüşürüz.’’ dediğimde el sallayıp uzaklaştım. Saat iyice ilerlediği için market, mağaza ne varsa kapanmıştı ama şansıma bir büfe açıktı ve Nefes için küçük bir toka bulabilmiştim. Mahalleye girdiğimde bir kalabalık gördüm ama ne olduğunu anlayamadım. Eve doğru ilerlemeye devam ettim. Ev görüş alanıma girdiğinde adımlarım durdu. Gözlerim kocaman açılmıştı. ‘’Nefes!’’ diye bağırarak koşmaya çalıştım. ‘’Dede, babaanne.’’ diye attığım çığlıkları herkes duymuştu. Evi saran alevler her yeri aydınlatıyordu. Engel olmaya çalışan herkesi bir şekilde geçtim ve eve doğru koştum. Kapıya tekmeyi bastığım an açıldı. İçeri girdiğimde mutfağın penceresindeki karartıyı gördüm ama anında pencerede kayboldu. Ne olduğunu anlayamamıştım. Salona girdiğimde üçünü de içeride buldum. Yerde öylece yatıyorlardı. Yanlarına yaklaştığımda alevlerin sıcaklığı her yanı sarmıştı. Dumandan öksürüp duruyordum. Nefes’e uzandım ama hareket etmiyordu. Ayağa kaldırmaya çalıştığımda karnından akan kanı gördüm. Aklım beni terk etmişti. Bakışlarım babaannemle dedeme çevrildi. Yerde gördüğüm gerçekten kan mıydı? Alevler o kadar çoktu ki? Dumandan başım dönmeye başlamıştı. Nefes’i kucakladığımda kapıya gitmeye çalışırken mutfaktaki tüpün patlamasıyla havaya savruldum. Kardeşim bir yana ben bir yana düştüm. Hissettiğim acıyla dişlerimi sıktım. Ayağa kalkmaya çalışırken sırtıma tavandan yanan bir parça düşünce acıyla tekrar yere düştüm. ‘’Nefes!’’ derken kardeşime elim uzandı ama tamamen hareketsizdi. Dumandan yavaş yavaş bilincim kapanmaya başlamıştı. Sırtımdaki yanıcı sıcaklık dayanamayacağım kadar çoktu. İçeri giren birilerini fark ettim. ‘’Yaşıyor.’’ diye bir ses duydum. Bunun Nefes için söylenmiş olmasını diledim ama emin değildim. Bedenime uzanan elleri hissettim. Bilincim kapanırken dudaklarımdan son kez ‘’Nefes!’’ ismi çıktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD