25

1209 Words
‘’Günaydın Şeker!’’ Gözlerimi açtığımda duyduğum ilk sözdü ve acıma rağmen yüzümde bir gülümseme oluşmuştu. Kesinlikle kafama aldığım darbelerden deliriyordum. Düşmanım vardı karşımda bu gülümseme nedendi? ‘’İpek nasıl? Durumu fark etmiş mi?’’ diyerek aklımdaki düşünceleri uzaklaştırdım. ‘’Hayır. Sadece eğlenceli bir oyun oynadığını düşünüyor.’’ Oturduğu yerde öne doğru eğilmiş kolları dizine dayanmıştı. ‘’Yaraların nasıl oldu?’’ Sorusuyla birkaç saniye gözlerimi kapattım. Sırtımdaki acıyı şu an bile hissediyordum. Yanık izini anlamış mıdır? Öyle olsaydı doğrudan sorardı muhtemelen. ‘’Hangisi?’’ dedim tebessüm ederek. Al işte yine yüzümde gülümseme oluşmuştu. Neden engel olamıyordum kendime? ‘’Bacağın ve sırtın?’’ Benim aksime o ciddiydi. ‘’Düştüğüm bir anda bacağıma demir saplandı. Sırtıma da tahtayla vurmuştu ama sanırım üzerinde çiviler vardı. Aksi halde bu kadar zarar veremezdi. O an dikkat edemedim.’’ ‘’Teşekkür ederim.’’ Sesi fazla minnet doluydu. ‘’Ben sadece işimi yaptım. Sonuçta bunun için maaş alıyorum.’’ ‘’Dinlen, kendini toparla.’’ Oturduğu yerden kalkıp öylece odadan çıkıp gitti. Bu da bir tuhaftı. Bir samimi davranıyordu bir buz gibi soğuk. Hangi tavrına göre hareket edeceğimi şaşırıyordum sonra. Geceyi hastane yatağında geçirdim. Sabah yapılan pansumandan sonra doktor hemen taburcu etmek istemese de ben kalmayacağımı net bir dille söylemiştim. Sırtımdaki yaranın toparlamasının uzun süreceğinin farkındaydım ama burada bekleyemezdim. Hastaneden çıkarken Selim Bey ile dışarıda karşılaştık. Sanırım yanıma geliyordu. ‘’Ahsen, bu kadar erken taburcu mu oldun? Doktor en az bir hafta kalması gerekiyor demişti.’’ ‘’Gerek yok. Evde kendime bakabilirim.’’ dedim. ‘’Gel hadi eve bırakayım.’’ Teklifini kabul edip arabasına bindim. Apartmanın önünde arabayı durdurduğunda yüzüme attığı bakışları sıkıntılıydı. ‘’Bir şey mi oldu?’’ diyerek sordum. ‘’Okan Bey,’’ sözlerinin ardından bir süre daha sessiz kaldı. ‘’İşine son verdi.’’ Duyduğum doğru muydu? Kendimi onun yüzünden defalarca ölümün kıyısına götürmüştüm ve beni kovuyor muydu? Kovması umrumda değildi ama ya intikamım? O aileye yakın olmam gerekiyordu. Bu şekilde uzak kalamazdım. ‘’İyi de neden?’’ ‘’İşinde gerçekten iyisin ama çok fazla tehlikeye girdin. Bence daha güvenli bir iş bulmalısın.’’ Yüzüne attığım bakışla bile öldürebilirdim. Öfkem kabardıkça kabarıyordu. Arabadan indiğimde ‘’Hepinizin canı cehenneme. Siktir git evimin önünden.’’ diyerek kapıyı tekme atarak kapattım. Tekmemin gücüyle birazcık içeri çökmüştü. Gaza basıp gittiğinde avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Eve çıkmak yerine bir taksiye binip Ümit’in evine geldim. Şansıma evdeydi. Beni gördüğünde gözlerini devirdi. ‘’Hadi ama Ahsen bu kaçıncı?’’ ‘’İşten kovduldum.’’ dedim doğrudan. Salona geçip koltuğa kendimi bıraktım. Bir an boş bulunup arkaya yaslandığımda acıyla geri çekildim. ‘’Gerizekalılar, bir insan işinde iyi diye kovulur mu? Keşke bıraksaydım da o çocuğu kaçırsalardı!’’ ‘’Sakin ol da neler olduğunu en başından anlat.’’ Karşıma oturduğunda olan biteni tek tek anlattım. Çaresizlikten ağlamaya başlamıştım. O aileye tekrar nasıl yaklaşacaktım? ‘’Sıkma canını başka bir yol buluruz.’’ ‘’Hangi yolu bulacağız?’’ dediğimde kolları bedenime sarıldı. Destek olmaya çalışıyordu. ‘’Önceliğin iyileşmek. Yaran tekrar toparlayana kadar burada kal. Pansumanlarını düzenli yapalım. Bu zaman içerisinde de buluruz bir yol. Ayrıca sana anlatacaklarım var.’’ ‘’Ne?’’ dedim merakla. ‘’Son yaptığın eylem Hamit Kılıçhan’ı delirtti ama sabaha doğru şirketin önünde iki drone belirmiş. İkisinin de taşıdığı bir pankart varmış ve üzerinde Leyl-ü Nehar yazıyormuş.’’ ‘’Ciddi misin?’’ Ağlamam bir anda son bulmuştu. Bunu kim yapardı ki? ‘’Evet. Muhtemelen yapanlar kimliklerini gizli tutmak için drone kullandı çünkü korumalar anında yok etmiş. Her şey çok gizli tutuluyor ve öğrenmem zor oldu. Ahsen, kimliğin insanlar arasında yayılıyor ve bu aileden canı yananlar hareketlenmeye başladı. Sen minik bir kar topu yuvarladın ve o çığa dönüşmek üzere.’’ ‘’İyi de adam çok güçlü. Olanın izlerini anında kapatıyor.’’ ‘’Bir kişinin, beş kişinin ya da on kişinin evet izlerini kolayca kapatır ama yüzlerce kişi aynı anda hareket ederse oluşan ayak izlerini yok edene kadar fark edilir. Şimdi üzülme zamanı değil. Aileye yaklaşamasan bile savaşı bırakmayacağız.’’ ‘’Bırakmayacağız.’’ dedim kendimden emin. Ailemin intikamını ya alacaktım ya da bu yolda ölecektim. Vazgeçme gibi bir seçeneğim yoktu. Asla olamazdı da. ~~~~ Ümit sırtıma pansumanı yaptıktan sonra sargı bezini sarıyordu. Hastaneden çıkalı bir hafta olmuştu ve yaram kapanmaya başlamıştı ama hala iyileşmesi için zamana ihtiyacım vardı. Telefonum çaldığında Taha’nın aradığını gördüm. Beni neden arıyordu ki? ‘’Ne var?’’ diyerek telefona cevap verdim. ‘’Uu, çok sert oldu.’’ dedi telefonun diğer ucundan sesi. ‘’Sadece seni merak etmiştim. Bir haftadır geçmiş olsun diyebilmek için ara ara evine uğruyorum ama yoksun. Taşınmış olabileceğini düşündüğüm için de aramak istedim.’’ ‘’Artık çalışanınız olmadığıma göre merak etmeni gerektiren bir durum da yok. Gerçi senin merakının sebebi ben değilim babama olan hayranlığın O da aile mezarlığında toprağın altında. Git söylemek istediklerini mezarına söyle.’’ Telefonu suratına kapattım. Hiç biriyle konuşmak istemiyordum. Gereksiz saygı kurallarına da girmekle uğraşamazdım. ‘’Adamı telefonda dövdün.’’ diyen Ümit gülüyordu. ‘’Hak etti. Neyse pansuman bitsin de şirkete gidip orada kalan eşyalarımı alayım. Belki biraz da etrafı dağıtıp sinirimi çıkarırım.’’ Sargı bezinin ucunu flaster ile sabitledi. ‘’Pansumanın bitti ve ortalığı çok karıştırma. Azıcık olabilir ama çok kesinlikle olmaz.’’ ‘’Anlaştık ortak.’’ dedim keyifle ve tişörtümü giydim. Üzerimde her zamanki gibi bir tayt vardı. Rahatlığı seviyordum. Hava biraz serin olduğu için de tişörtün üzerine bir ceket aldım ve evden çıktım. Artık işim olmadığından kalan paramı idareli kullanmam gerekiyordu. Elveda taksi, hoş geldin dolmuş! Şirkete geldiğimde oyalanmadan odaya girdim. İçerisi boştu. Dolapta yedekte sakladığım bir kaç parça kıyafetim vardı. Odanın içinde bulduğum mavi renkli bir mağaza poşetine koydum. Odadan çıktığımda Taha ve Okan şirkete giriyordu. Göz göze geldiğimizde gözlerimi kaçırdım ve çıkışa yöneldim. Yanında geçerken kolumdan tutup durdurdu. ‘’Bu ne öfke Şeker?’’ dediğinde kolumu tutan elini sertçe tutup çekerek parmaklarını geri kıvırdım. Acıyla dudaklarından bir ses çıktı. Eski iş arkadaşlarım olan korumaları araya girip girmemeye karar verememişlerdi. Sonuçta yabancı değildim ama patronlarının canını yakıyordum. ‘’Şeker değil Ahsen. Ayrıca sen kim oluyorsun da bana elini sürüyorsun!’’ Elini bıraktığımda parmaklarındaki acıyı gidermek için hareket ettirip duruyordu. Etrafımızdaki çalışanların garip bakışları üzerimize çevrilmişti. Okan, ‘’Al merak ediyordun işte. Gayet iyi.’’ dedi Taha’ya bakarak. ‘’Ben onu telefondaki konuşmasından anlamıştım zaten.’’ ‘’Keşke o gün dayak yemek yerine bütün takıları Yüksel’in adamlarına teslim etseydim. Hiçbirine değmezmişsin.’’ Konuşurken Okan’ın gözünün içine bakıyordum. ‘’Ama kendine koruma ordusu tutsan iyi edersin çünkü seneye fuar zamanı geldiğinde bütün emeğin Yüksel Keskin’in eline geçmiş olacak. Sonuçta şu an işsizim ve hazırda bekleyen iş teklifini kabul etmeyi düşünüyorum. Sonrasında da patronum ne emrederse onu yaparım aynı zamanında sana yaptığım gibi.’’ Bakışları değişmişti. Kıskançlık, öfke, hayal kırıklığı… Tam olarak hangi duyguydu ayırt edemiyordum ama canını sıktığımı biliyordum ki bu da bana yeterdi. Yüksel’in teklifini kabul etmezdim. Benim hedefim farklıydı yine de bunu bilmesine gerek yoktu. Yanından geçerken bilerek omzuna çarpıp geçtim. Bugüne kadar işten çıkardığı insanlara benzemezdim. Canımı sıkanın canını sıkardım. Zaten kovması bile saçmaydı. Tek bir hatam yoktu ama yine de kovmuştu. Şirketten uzaklaştığımda bir çocuk parkındaki banka oturdum. Sakinleşmeye çalışırken oyun oynayan çocuklardan biri yanıma geldi. Yüzünü gördüğüm an kardeşim gibi özel bir çocuk olduğunu anlamıştım. ‘’Saçların çok güzel.’’ dediğinde gülümsüyordu. Örgülü siyah saçlarını okşadım. En fazla on yaşında olmalıydı. ‘’Senin de saçların çok güzel.’’ Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Kardeşimi çok özlemiştim. Ona sarılmayı, birlikte gülmeyi, oyun oynamayı ve arada yaptığımız masum kavgaları. Hepsini geri istiyordum ama gelmiyordu. Yanımdan koşarak uzaklaştığında kendimi daha fazla tutamadım ve yaşlar gözlerimden akmaya başladı. Eski hayatımı istiyordum. Ailemi yanımda istiyordum. Hamit Kılıçhan’ın acı çekmesini istiyordum. Bütün ailesini kaybetsin ve onların acısını hissetsin istiyordum. Bana bu acıyı yaşatanların hiçbirine karşı merhametim yoktu. Ölmeden cehennemi yaşayacaklardı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD