RENKÇAL

2455 Words
Fransa’da bugün günlerden perşembeydi. Havalar ısınmaya başlasa bile yine de haftada birkaç kere yağmur yağıyordu. Buda her zaman şemsiye elimizde gezmemizi gerektiriyordu. Fransa’da hatta özellikle Paris’teysen yağmur yağarken taksiye binmenin bir lütuf olduğunu bilmen gerekiyordu. Bugün hala başlayamadığımız bir elbisenin provası vardı. Siparişi veren ve bir türlü nasıl olacağına karar veremeyen arkadaşım Bella’ydı. Bella benim burada tanıştığım ve kısa sürede iyi arkadaş olduğum Paris’in önde gelen iş adamlarından birinin tek ve fazlasıyla şımarık olan kızıydı. Onun için tasarlayıp dikeceğim elbiseyi yine en az babası kadar namlı bir iş adamının kızı olan Julia’nın düğününde giyecekti. Bu da benim yüksek sosyete tarafından keşfedilmemi sağlayacaktı. Bella herkes tarafından takip edilen bir kızdı. Ne giydiği ne taktığı, nerede takıldığı kiminle yattığına varıncaya kadar takip edilirdi. Genelde de onun alışveriş yaptığı her yer ablukaya alınırdı. Onun için güzel bir tasarım elbise ile o düğüne gitmesi demek, benim yüksek sosyeteden birçok müşteriyi kapmam anlamına geliyordu. Moda evine girdiğimde tamamen yağmurdan ıslanmış bir şekilde sırılsıklamdım. Yağmur damlaları saçlarımdan şapır şapır damlıyordu. Tüm makyajımın yüzümden aktığına kesinlikle emindim. Tatiana adında bir Rus yardımcım vardı. Her zaman ne olursa olsun benden önce gelir ve moda evini açardı. Kahve hazırlar ve ortalığı toparlardı. Yine gelmişti ve moda evi mükemmel bir kahve kokusu içinde kalmıştı. Bella şaşırılacak şekilde çoktan gelmiş ve keyifli bir şekilde elindeki dergilere bakıyordu. Beni gördüğünde ise gözleri kocaman oldu. Hızla yerinden kalkacağı esnada onu elimle durdurup “Bana sadece birkaç dakika ver olur mu? Ondan sonra hemen başlayabiliriz.” Dediğimde tamam dercesine gülümsedi ve “Bugün tamamıyla seninim tüm gün boş ve en güzel kıyafet için ne istersen yapmaya hazırım” dediğinde ona sert bir şekilde baktım. Bella gerçekten kıpır kıpır bir kızdı. Ölçü alırken yerinde kesinlikle durmuyordu. Buda ölçü almamı zorlaştırıyordu. Onun için ona sert bir şekilde bakarak, “Sadece ölçü alırken sabit durmayı başarabilsen gerçekten çok süper olur” dediğimde ise yaramaz bir çocuk gibi dudaklarını büzdü ve bende hızlı adımlarla giyinme odama geçtim. Üzerimdeki ıslak çamaşırları çıkardım. Burada yedek kıyafetler bulundurduğum için çok memnundum. Bu gibi durumlarda bana çok faydası dokunuyordu. Hızla yedek elbiselerimden birini giydim. Saçımı kuruladım ve tamamen suratıma yayılmış olan makyajımı toparlayıp Bella’nın yanına geçtim. Tatiana bana da bir kahve getirdiğinde ona minnetle teşekkür ettim ve Bella’ya bakarak “Sadece renge karar verdik ve elbiseyi tam 7 kere değiştirdin. Uzun istemiyorsun, kısa istemiyorsun. Umarım bir karar vermişsindir” dediğim anda Bella yerinde zıpladı ve “Evet, evet verdim! Uzun istiyorum derin dekolteli, sırt dekoltesi de derin olacak. Birde tam şurama kadar” dedi ve parmağı ile kasığının üzerini işaret edip gözlerime baktığında şirince gülümsedi ve “Buraya kadar da yırtmaç istiyorum” dediğinde derin bir nefes aldım. Elbisede kapalı tek yer kalmıyordu. Yani bir gizem kalmıyordu. Söylediklerini düşünür gibi yapıp onu süzdüm ve o kahverengi gözlerine odaklanıp alaycı çıkan bir ses tonunda “Elbisenin uzun olmasının bir gereği yok o zaman, tüm bacağın gözler önünde olacak” dediğimde Bella sinsi bir sırıtma ile “O gece bedenime vurulmasını ve bana sabaha kadar muhteşem bir seks yaşatmasını istediğim kişinin dikkatini çekmeyi umuyorum. Neredeyse iki aydır peşinde dolanıyorum ama hiçbir şekilde dikkatini çekmeyi başaramadım.” dediğinde gülümsedim. Ben gülümserken Bella aynada kendine şımarık bir gülücük atıp dudaklarını büzdü ve “Bu dudakları tam iki aydır fark etmeyen birinin olduğuna inanabiliyor musun?” diye sorduğunda ise neredeyse kahkaha atmıştım. Bella bu kahkahamın ardından bir anda “Senin o mükemmel dudakların en son ne zaman birine ait oldu? “diye sorunca kahkaham anında durmuştu. Lanet olsun bu soruyu sormak zorunda mıydı? Diye söylendim içimden ve bir an duraksadım. Bu hislerden bu mükemmel hazdan vazgeçeli tam anlamıyla dört yıl olmuştu. Sevdiğim adamın dokunuşlarını unutmaya çabalayarak tam dört yılımı geçirmiştim. Bu dört yılda ona ait olduğum geceleri, beni aşkla öpüşlerini, onun yanında uyandığım sabahları unutmuştum. Tam dört yıl olmuştu aşktan vazgeçeli, aşkı görmeyeli. Tam dört yıl olmuştu onu öpmeyeli ve o keskin kokusunu içime çekmeyeli. Bunu daha uzun yıllar sürecek olması acıydı ama onun beni öptüğü an hissettirdiği her ne varsa bir daha hissetmeyecektim. Onun için derin bir nefes aldım ve tavrımı değiştirerek, “Hadi elbisene dönelim” dediğimde beni kolumdan yakalayan Bella gözlerime tedirgin bir şekilde bakarak,   “Yanlış bir şey söyledim sanırım” diye sorduğunda ise gülümsemeye çabaladım. Yanlış değildi. Sadece duymak istemediğim, hatırlamak istemediğim bir yere dokunmuştu. Canımın acımasına son vermek için çabaladığım ve bunu başarmak için çalıştığım yere dokunmuştu. Fakat bunu bilmeden yapmıştı. Bu acıyı daha fazla deşmeden, “Sorun değil sadece kapanan bir yaranın hala sızısını yaşıyorum.” Diye söylediğimde bana üzgünce bakmaya başladı. Buna gerçekten gerek yoktu. Çoktan geçmişti sadece hüznü kalmıştı ve bunun için tekrar üzülmek istemiyordum. Bunun için ona takılarak “Hadi ama bugün seni nasıl dikkat çekilir hale getiririz onu bulalım” dedim ve hızla elbise modellerine bakmaya başladık. Tam üç saatin sonunda bir karara varmıştık. Ölçülerini almış ve biraz muhabbetin ardından elbiseyi hazırlamaya koyulmuştum. Günün geri kalanı boştu ve hemen çalışmaya başlayabilirdim. Moda evinin atölye bölümüne geçmiş ve beni rahatlatan tüm malzemelerin ve kumaşların arasında resmen kaybolmuştum. Daha hiç kullanılmamış kumaşı dikkatlice ihtiyacım olan kadar kesmiş, masanın üzerine yerleştirmiştim. Modele göre kesim yerlerini ayarlamış, kesmiş ve kaba dikimini yapmıştım. Ortaya çıkan kaba modeli dikim mankenime giydirdiğimde neredeyse yolu yarılamış olduğumu gördüm. Sadece bir hafta içinde elbiseyi tamamlanmış bir şekilde teslim etmem gerekiyordu. Fakat yarın birkaç saatlik çalışmanın ardından elbise hazır olur gibi görünüyordu. Bu hızlı çalışmama memnuniyetle gülümsedim. Ardından kolumdaki saate baktım. Saat neredeyse 00.00 olmuştu. Bu saatte taksi bulmak çok zor olmayacaktı çünkü Paris’te tüm taksiler gece nöbetine kalmış gibi olurdu. Özellikle cuma gecesi ise her yer taksi kaynardı. Çalışmalarımı toparladım. Aynada yorgunluğumun kalıntılarını toparladım ve tüm moda evinin ışıkları kapatıp sadece vitrindeki ışıkları açık bırakarak çıktım. Yoldan boş geçen bir taksiyi çevirdim ve evimin bulunduğu sokağın adını söyledim. Taksi hareket ettiğinde ise saatlerdir elime almadığım telefonumu çantamdan çıkarıp ekranına baktım. Çok sayıda arama ve mesaj vardı. Her biride İpek ve Melek’tendi. Pes etmek nedir bilmiyorlardı. Hala düğüne gelmem için ellerinden gelen baskıyı uygulamaya çalışıyorlardı. Düğün geçse bile beni İstanbul sınırlarına çekebilmek için ellerinden geleni yapacakları ve asla pes etmeyecekleri belliydi. Gecenin sessizliğinde 15 dakika gibi bir süre gittikten sonra evimin bulunduğu apartmanın önünde duran taksiye ücretini verdim. Çantamı bıraktığım yan koltuktan alıp taksiden indim. Hiçbir zaman değişmeyen sessizliğinde kendine has bir havası olan apartmanıma girdim. Hala aynı evde yaşıyordum. Biraz eskiydi, fazlasıyla tadilata mecbur bırakmıştı ve her biri için fazla masraf etmiştim. Fakat onca emeğimin ve masrafımın karşılığında küçük, şirin ve çok kullanışlı bir hale gelmişti. Evet, moda evine biraz uzaktı ama yakın zamanda araba alacaktım. O zamana kadar taksi ile idare edebiliyordum. Yorgun gecelerde benim için daha avantajlı oluyordu.  Bu evde çok fazla anım vardı ve her biri yalnız kalmamı engelliyordu. Tüm o anılar evin kapısının içeriye adım attığımda etrafımı sarıyordu. Fransa’da yaşadığım süre boyunca burada kalmaya devam edecektim. Hatta ileride bu evin tek sahibi olmak planlarım arasındaydı. Evin kapısından girdiğimde bedenime yayılan yorgunluk kendini fazlasıyla hissettirmeye başlamıştı. Üzerimdekileri çıkardım, sabahki yağmurun bıraktığı hissi yok etmek için güzel bir duş aldım. Sıcak su bedenimden süzülürken tüm yorgunluğum yavaş yavaş yerini canlılığa bıraktığını hissetmeye başlamıştım. Saatlerce bu suyun altında kalabilirdim. Saatlerce bu suyun verdiği huzuru yaşayabilirdim. Neredeyse yarım saat kaldım o suyun içine ardından çıktım ve kurulanıp üzerime askılı bir badi, rahat bir tayt geçirdim. Kendimi artık daha enerjik hissediyordum. Sanki şu evin kapısından girerken ki yorgunluğum bedenimi bitkin düşürmüyor gibiydi. Onun için yeni bir aşk serüvenine atlamak için dün aldığım kitaplardan birini elime aldım. Kitap okumak ve hala aşık olunacak erkeklerin hayal dahi olsa var oluşunu bilmek güzeldi. Güzel bir kahve yapmıştım ve hemen pencerenin kenarına yerleştirdiğim koltuğuma kuruldum. Burada çok güzel bir manzara vardı. Tamam deniz falan demeyeceğim ama tüm Paris caddesinin ışıklarını buradan seyredebilir, kendinizden geçebilirdiniz. Bazen saatlerce kendimi kaybederek bu görüntüde anılarımda kaybolurdum.  Onun için bu köşeyi kitap okuma köşesi yapmıştım. Çokta keyif verici bir köşe olmuştu. Hazırladığım kahvemden bir yudum aldım. Normalde bu saatte ve bu kadar çalışmanın ardından uyumam gerekiyordu ama gerçekten uykum yoktu. Yarın tatildi ve fazlasıyla uykuya doyabilirdim. Şimdi ise kendime bu koca yalnızlığımda vakit ayırmak istiyordum. Onun için bu aşk kitabının bana güzel bir hayal dünyası yaratmasını dileyerek kitabın ilk sayfasını açmıştım ki çalan kapı ile duraksadım. Duvardaki saate baktım. Bugün günlerden Cuma’ydı. Her Cuma eve geldikten birkaç saat sonra kapım çalardı ve kapının koluna yaprağında yapay göz yaşı olan bir adet beyaz gül bırakılırdı. Kimin bıraktığını, ne için bıraktığını bilmiyordum. Amacını da anlamıyordum. Tam üç yıldır bıkmadan usanmadan ısrarla devam eden bir ritüeldi. Defalarca kamp kurmuş, nöbet tutmuş, hatta kamera yerleştirmiştim. Fakat yine de yakaladığım sadece bir çiçekçi olmuştu. Oda ona çiçeği kimin verdiğini bilmediğini sadece kamera taktırdığımı öğrendiği için telefon ile sipariş verildiğini, karşılığında fazla para teklif ettiğini söylemişti. Hayır denmeyecek kadar çok bir para olduğu içinde çiçeği bırakmayı kabul ediyordu.  Telefon ise ankesörlü telefonmuş. Böylelikle bende kim olduğunu bulma savaşımda pes etmiştim. Zararsız platonik bir aşığımın olduğunu düşünmüş bir gün cesaretini toplayacağı ve karşıma çıkacağı günü beklemiştim. Fakat üç yıl olmuştu. Sadece güllü bırakıyor sonrada gidiyordu. Evin bir süre öncesine kadar her köşesi güller ile doluydu. Sonra kurutmaya ve kuruttuğum gülleri aldığım bir sandık tarzı kutuda biriktirmeye başlamıştım. Bu bir değerdi. Her ne kadar konuşma cesareti olmasa da bana bir değer veriyordu. O gülleri çöpe atmaya kalbim izin vermiyordu. Bu kadar zararsız ve hoş değere hakaret gibi olacağını düşünüyordum. Yerimden gülümseyerek kalktım ve birkaç adımın ardından kapının kilidini açtım ve kapı kolunu indirerek açtım. Kapının koluna bırakılmış gülü elime alıp gülümsedim. Çok taze ve güzeldi. Ardından zarif çıkarmaya çalıştığım sesimle karanlık boşluğa “Bence artık ortaya çıkmalısın.” Diye seslendim. Bu davetime rağmen yine bir ses yoktu. Derin bir nefes aldım ve tekrar etrafa bakındıktan sonra içeriye girip kapıyı kapattım. O gülü de diğer güllerimi kuruttuğum vazoya koydum ve haftaya yenisi gelene kadar orada bıraktım. Bazı insanların sevgisinin bir karşılığı olmasa bile saygısı vardı. Onun için saygı duyuyordum. Belki karşıma çıksa onu reddedecektim ama yinede bu istikrarlı, zarif ve hoş sevgisine beni layık gördüğü ve pes etmediği için ona teşekkür edebilirdim. Bekli de gerçekten teşekkür ederdim.   ………………………………  Son dikişimi de attıktan sonra elbise özenle hazırladığım benim adımı bir nebze olsun duyuracak hoş elbisem hazırdı. Artık kalan kısmına ütüş yapılabilir ve sergilenmesi için Bella’ya teslim edebilirdim. Birkaç saat içinde son prova için gelecekti. Herhangi bir aksilik olmaz ise teslimini de yapacaktım. Ondan sonra gelecek olan sonuçlara bakacaktım. Birçok siparişin hazırlığını yapmam gerekiyordu ki bunun içinde birkaç yardımcıya daha ihtiyacım olacaktı. Çok yakında Paris moda haftası başlıyordu. Bu moda haftasında bir gün kapmak ve tasarımlarımı sergilemek başarı listemde vardı. Bu sene de bu hayalime izleyici olarak katılacaktım. Fakat bir sonraki sene orada bende defile hazırlayacaktım. Tüm tasarımlarım dünyaca ünlü firmalar ve modacıların önünde boy gösterecekti. Bu gerçekten ulaşmam gereken hedeflerden birisiydi. Elbisenin artık son ütüsünü yaptığım anda içeriye giren Bella ile gülümsedim. Elimdeki elbiseyi ona gösterdim ve “Hazır!” diye bağırdım. Bella sevinçten parlayan gözleri eşliğinde çığlık atarak elbiseye koşarken onu elimle durdurdum ve tehdit vari bir ses tonunda “Sakın kırıştırayım deme!” dediğimde Bella şirince sırıtarak, “Gecenin sonunda başına her şey gelebilir” diyerek verdiği karşılığa sırıtarak “Gece boyunca üzerinde tüm ihtişamı ile dursun yeter” dedim. Bella ise gülümsedi ve hızla elbiseyi alarak kabine geçti. O anda kolumdaki saate baktım ve derin bir nefes aldım. Bugün psikolog günümdü. İki saat sonra bir saatlik bir seansım vardı. Her ay düzenli olarak gidiyordum. Bir işe yaradığını düşünmüyordum ama yine de hayatımdaki tüm acılarımı paylaştığım birinin olması güzeldi. Artık bu acıların beni boğduğunu ve benimle beraber yaşadığını hissediyordum. tek başıma yaşadığım ve sadece benim bildiğim gerçeklerin ağırlığı bir çok alanda beni engelliyordu. Yardım almak bana iyi geliyordu. ……………….. Kıyafet çok güzel olmuştu. Bella neredeyse bayılacaktı ve elbiseye gerçekten âşık olmuştu. Elbiseyi kılıfına koymuş ve ona gece için şans dileyerek uğurlamıştım. Ardından hazırlanmış ve psikoloğuma gelmiştim. Psikoloğun asistanı “Rüya Hanım sizi alalım” dediğinde derin bir nefes alarak odaya geçmiştim. Rutin bir konuşma ile seansa başlamıştık. Madam Ana bana gülümseyerek, “Evet Rüya Hanım, bu bir ay içinde farklı olan ne var?” diye sorduğunda acı bir gülümseme ile “Sanırım aynı ama sadece aile dostumuzun kızı benim neredeyse kardeşim gibi olan İpek’in haftaya düğünü var ve Türkiye’ye dönmem için neredeyse beni dostluğumuzla tehdit ediyor.” Dediğimde gülümsedi ve “Fakat siz gitmek istemiyorsunuz” diye sorduğunda sadece başımı sallayarak cevap verdim. Ardından daha yumuşak çıkan bir ses tonunda “Rüya Hanım, Savaş’tı sanırım” dedi ve ben yine başım ile onaylayınca “Ondan hayatınızın sonuna kadar kaçamazsınız. Onu hala seviyorsunuz. Bunun için her ne kadar nefret deseniz de bu bir aşk. Öyle nefret ile silinmiyor. Acınız dinmiyor ve unutamıyorsunuz. Yaşadıklarınız çok büyük ve bununla birleşince daha da büyük bir karanlığa düşüyorsunuz. Sizin neler yaşadığınızı bilmiyor, belki tamamını değil ama en azından ondan neden ayrıldığınızı bu sefer yüzüne gerçekten haykırmanız gerekiyor. Tamam size onu affedin demiyorum fakat, içinizdeki bu öfkeyi kusmaz saklarsanız yolunuza devam edemezsiniz.” Dediğinde dolan gözlerimden süzülen yaşı sildim ve “Korkuyorum” diyebildim, psikolog bana sevecen bir gülümseme gönderdi ve ardından “Korkmuyorsun. Sadece kaçıyorsun. Bu çözüm değil, onun gözlerinin içine bakıp nedenini söyle ve tüm öfkeni kus. Ondan sonra buraya en azından kaybettiğin renklerinden birini çalıp gelirsin. Tek bir renk bile hayatının güzelleşmesi için yeterli olabilir” dediğinde derin bir nefes daha aldım ve “O gün ondan ayrılmak için bahane uydurduğumu söyledi ve gitti. Şimdide buna inanmaz ve ben artık alıştığım bu düzen ve durumdan kopmak istemiyorum. Bu hale gelene kadar çok çabaladım.” Dediğimde sözümü kesen psikolog biraz sert çıkan ses tonu ile “Senin bir durumun yok. Dört yıldır nasıl yalnız kalacağını düşünmüş ve bulmuşsun. Hayatına devam etmiyorsun. Hayatını sadece ruhsuzluğa teslim ediyorsun. Söylesene bu dört yıl içinde kaç kişi ile bir randevu yemeğine çıktın? Kaç kişiye bir şans verdin? Bak çok güzel bir bayansın. Yaşadıkların hayatının sonuna kadar seninle gelemez. Bir aile kurmak senin de hakkın 26 yaşındasın ve kendine bir şans bile vermiyorsun” dediğinde yutkundum. O günden bu güne hayatıma dahil olmak isteyen insanları ya görmemiştim, yada gerçekten kibarca reddetmiştim. Bırak bir randevuyu her hangi bir kategoride olan güzel bir filme ne zaman gittiğimi bile unutmuştum. Hayatım Moda evi ve dairem arasında şekilleniyordu. O kadar fazla kitap okumaya başlamıştım ki hayal dünyalarının gerçek hayattan daha güzel olduğunu hissetmeye başlamıştım. Madam Ana nazik çıkarmaya çalıştığı sesi eşliğinde,   “Türkiye’ye dön ve o düğüne katıl. Onun gözlerine bak, gerekirse dans et, gerekirse tokat at ve içinde her ne varsa yüzüne haykır. Sonra buraya kendini bulmuş olarak geri dön” dedi ve ben sadece gözlerine baktım. Bunu yapabilir miydim? Onun gözlerine bakıp, güçlü bir duruş, güçlü bir bakış ve zafer aynı karede benim olur muydu? Peki onu gördüğümde geri dönebilir miydim? Kendimi bulma konusu ise tamamıyla muammaydı. Fakat buna ihtiyacım vardı. Ailemin yanında olmaya, dostumun en güzel gününde yanında olmaya ondan nefret etsem de onu görmeye ihtiyacım vardı. Ama korku tüm bedenimi sarıyordu. Kalbim deli gibi atıyordu… Nefesim onu görme hissi ile bile delirirken gördüğümde neler olurdu kim bilir….  
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD