YIKILIŞ

3293 Words
Sadece bir saat içinde saat tam 21.00’ı gösterirken Taner’in dairesinin bulunduğu sokağa taksi ile giriş yapmıştım. Taner yıllardır Fransa’da yaşıyordu. Babasının bir sigorta şirketi vardı ve annesi kendine güvenen güçlü bir Fransız iş kadınıydı. Fazlasıyla bağlantıları ve yoğun bir iş dünyası vardı. bu yüzden annesi ve babası ayrılmıştı. Bu Taner için önemli değildi. Onlardan çok konuşmaz, hatta onlar ile ilgili soruları bile yanıtlamazdı. Bu bilgileri de gecen sene bir kız arkadaşından öğrenmiştik. Kendisinin bu bilgileri araştırmasına sinirlenmiş ve onunla ayrılmıştı. Bizim için gerçekten garip bir durum olsa da onun hayatı olduğu için saygı duymak zorundaydık. Çünkü Taner’in rahatsız etmeyen, güven dolu iyi bir arkadaşlığı vardı. Savaş onunla gerçekten sıkı arkadaş olmuştu ve aralarından neredeyse su sızmıyordu. Taner’in hayatında hiçbir zaman önemli bir yere sahip olan sevgilisi olmamıştı. Birkaç yıl önce yaşadığı bir kalp acısı olduğunu duymuştum ama konunun ne olduğunu bilmiyordum. Savaş “Boş ver bilmesen daha iyi” demiş anlatmamıştı. Bende üstelememiştim. Anlatarak yeniden hatırlamak istemediği bir geçmişi vardı. Fakat her ne yaşadıysa onu kadınlardan soğutmuştu. Aşka inanmıyordu. Aşka değer vermiyordu. Hayatına ona aşık olacak veya aşık olabileceği statüde bir kızı kesinlikle almıyordu. Hatta bunu, “Ben bir kıza değer veriyorsam kesinlikle arkadaşımdır. Eğer bir kız benim yatağımdaysa asla hayatımda değildir.” Diyerek ayrıldığı bir kıza söylediğinde net bir şekilde anlamıştım. Taner’in geçen sene aralarına katılan Ateş adında bir arkadaşları vardı. İşte onu hiç sevmiyordum. Gerçekten pislik herifin tekiydi. Bana yaklaşımını ve benimle konuşmasından hiç hoşlanıyordum. Benimle göz göze geldiğinde kalbime karanlık bir korku yerleşiyordu. Sesini duyduğum her an kalbimdeki korku daha da büyüyordu. Ondan he türlü kötülüğün gelebileceğini hissediyordum. Onun için mümkün olduğu kadar uzak duruyor, bulunduğu ortamlara girmemek için türlü bahaneler uydururdum. Taksi apartmanın önünde durduğunda ücreti ödedim ve taksiden inip binaya girdim. Apartmanın kapısından içeriye attığım ilk adımda bedenimden gecen bir ürperti ile duraksadım. Bu ürperti derin bir nefes alma ihtiyacına büründüğünde kalbim deli gibi atmaya başladı. Kalbime yerleşen korku beni geri döndürme hissini içime işlerken bacaklarım anlamadığım bir şekilde titremeye başlamıştı. Neden böyle olduğunu anlamıyordum ama sanki içimde bir şeyler beni buradan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Zor olsa da titreyen bacaklarım ile gelen asansöre bindim. Kapanan kapıların yarattığı gerginlikle 4. Kat düğmesine bastım ve yukarıya doğru hareket eden asansörün içinde koca bir karanlığa çekildiğimi hissettim. Birkaç saniye içerisinde 4. Kata gelen asansörün kapısı açıldı. Nefesim fazlasıyla daralıyordu. Kendimi sakinleştirmek adına derin bir nefes aldım ve bu ruh halimi bastırmaya çabaladım. Asansör ve daire arasındaki koridorda adım adım ilerliyordum. Bu apartman her zaman sessizdi. Sanki kimse yaşamıyormuş gibiydi. Sanki her an bir köşesinden elinde bıçak ile birisi çıkacak ve seni öldürecekmiş izlenimi yaratırdı. Buraya ne zaman gelsem bir şekilde ürperirdim. Fakat daha önce buraya Savaş yanımda olmadan hiç gelmemiştim. O yüzden bu kadar ürperdiğimi hiç hatırlamıyordum. Adımlarım kapının hemen dibinde son bulduğunda elimin titremesine rağmen kapıyı çaldım. Sadece birkaç saniye içinde kapı açıldı ve kapıyı açan kişi kapının arkasında kaldı. İçimdeki minik prenses ‘hayır Rüya girme!’ diye bağırırken sessizlik çoğaldı. Gözlerimi içimdeki prensese diktim ve “ İçeride olan Savaş korkma! Onun olduğu yerde sana zarar verilemez” diye söylendim içimden ve gülümseyip elimle kapıyı iterek içeriye yöneldim. Çok sessiz ve karanlıktı. Tedirgin bir sesle “Savaş?” diye seslendim. Her hangi bir karşılık gelmeyince içeriye doğru birkaç adım attım ve ardımdan kapı bir anda kapandı. Kapının kapanmasıyla dışarıdan sızan ışıkta kaybolmuş oldu. Her yer zifiri karanlığa gömülürken içimdeki korkuyla çığlık atmak istedim. Tamda o an ağzıma kapanan bir el ile gözlerim kocaman oldu. İçimdeki prenses gözleri dolu bir şekilde “Burada Savaş yok” diye fısıldadı ve benim kalbim korkuya teslim oldu. Güçlü ve sert bir şekilde göğsüm duvara çarpınca gözlerimi acıyla sıkıca yumdum. Canım yanmıştı. Canım gerçekten yanmıştı. Neler olduğunu anlamak için zamanım yoktu ve hızla çırpınmaya başladım. Bedenime bariyer olan beden öylesine büyüktü ki kurtulamıyordum. Bir an o güçlü kollar tarafından sabitlendim ve hızla alıp verdiğim nefesim sayesinde burnuma tıraş losyonu gibi kokan pis bir koku geldi. Bu Savaş değildi. Savaş bu şekilde kokmazdı. O tarcın ve deniz kokusu karışımı bir büyüye sahipti. İçime çekince huzur veren bir kokusu vardı. Ve bir yere girdiğinde onun geldiğini anlamak için bakmam gerekmiyordu. Kokusu ondan önce ulaşırdı ve onu ele verirdi. Duvara yaslı bir şekilde kıpırdayamazken bir el bacaklarımda ve kalçamda dolanıyordu. Ensemin hemen üzerinden yayılan nefesi mide bulandırıcıydı. Avazım çıktığı kadar bağırıyordum ama ağzım eli ile kapalı olduğundan bağırışım boğulma sesi gibi çıkıyordu. Korku bedenimi ele geçirmişti ki kalbim neredeyse çatlayacak kadar hızlı atıyordu. Aklımdan deli şeyler geçiyordu. Başıma gelebilecek kötü şeyler sıralanıyordu zihnimde. O anda kalçalarıma değen sertlikle tüm sahneler durdu. Gözlerim kocaman oldu. Bunun seçeneğin gerçekleşmesine izin veremezdim. Kesinlikle bana bunu yapamazdı. Hızla çırpınmaya başladım ve elinden kurtulmaya çalıştım. Beni öyle sıkı tutmuştu ki neredeyse milim oynayamıyordum. Ensemde hissettim dudaklar ile midem öyle bulandı ki bir anda öğürmeye başladım. O an eli biraz gevşemişti ki o ele dişlerimi geçirip var gücüm ile ısırdım. Öyle sert ısırdım ki kanadığından kesinlikle emindim. Çünkü ağzımda kan tadı belirmişti. Kollarını benden çeken pislik heriften hızla kaçarken bu seferde kolları belime dolanıp beni kendine sert bir şekilde çarptı ve beni kendine döndürdü. Pes edip teslim olamazdım. Bir hamle daha gösterip bu sefer tırnaklarımı yüzüne geçirdim. Hayvan gibi böğürmesi karanlığı inlettiği anda suratıma o kadar sert bir tokat yedim ki bir anda kendimi kaçmak için koştuğum kapının dibinde buldum. Dudağımın kanadığından emindim. Hatta çenem kırılmış bile olabilirdi. Yerimden kalkmaya çabaladım. Başım dönüyordu ve zor bela ayağa kalktığımda iğrenç herif tek kelime etmeden yine benimle burun buruna geldi. Onu göremesem de iğren kokan bir nefesi olduğunu hissediyordum. Midemi bulandırıyordu. Genizden çıkan kalın hatta mekanik bir sesle “Bu gece ne yaparsan yap tadına bakacağım. Zevkten bayılana kadar seni sert bir şekilde becereceğimden emin olabilirsin.” Dediğinde ise dişlerimi sıktım. İçimde her saniye daha da yükselen korku nefes almamı sıklaştırsa da beni sırtımı yasladığım kapı ile arasına alan pisliğin kim olduğunu anlamak için yüzüne bakmaya çabaladım. Fakat o kadar karanlıktı ki onun yüzünü seçemiyordum. Sesi ise garip bir ses değiştirici ile örtülmüş olduğundan seçemiyordum. Kim olduğunu anlamam imkânsızdı. Fakat eli enseme yerleşen pislik o garip sesi eşliğinde “İstersen kendini bana bırak ve bu gecenin zevkini benimle paylaş” dediği anda nereden geldiğini bilmediğim bir cesaret ile dizimi hayâlarına geçirdim. O kadar sert vurmuştum ki dizim bile bu kadar ağrıdıysa onun çektiği acıyı düşünemiyordum. Can acısı ile iki büklüm oldu ve ben gelişi güzel sert bir tokat atıp onu ileriye doğru ittim. Bir saniye bile beklemeden arkamdaki kapıyı hızla açtım ve kendimi dışarıya atıp asansöre doğru koştum. O anda içeriden gelen “Lanet olsun “diye söylenen ses ile bir an duraksasam. Bu sesi bir yerden tanıyordum. Bu sefer kendi sesi yankılanmıştı odada ve hayatımın sonuna kadar unutmayacağım ses tonu hafızama kazındı. Beklemeden koşmaya devam ettim. Asansörü çağırmak ile uğraşmadım ve merdivenlerden dört katı yıldırım hızı ile inip tam kapıdan çıkacağım esnada kapıda karşılaştığım Taner ile duraksadım. Taner elindeki telefonda birine bir şeyler söylüyor ve benimle göz göze geldiğinde şaşkın bakışları eşliğinde telefonu kulağından uzaklaştırdı. Bakışları gibi şaşkınlığını yansıtan sesi ile “Rüya?” diye seslenirken gözlerim yüzümde bedenimde dolandı ve anladığı şey ile gözleri korkuyla doldu. O an bana yaklaştı ve ben hızla ondan birkaç adım geri gidip “Bana dokunma!” diye bağırdım. Kimsenin bana dokunmasını istemiyordum. Bedenim zangır zangır titriyordu ve nefesim kesilir gibi oluyordu. Bunu gören Taner, ellerini tamam dercesine havaya kaldırıp “Tamam dokunmuyorum.” Dedi ve benden bir adım uzaklaşarak, “Ne oldu? “ diye sorduğu anda öfkeyle gözlerine baktım ve yüksek çıkan ses tonum eşliğinde “Evinde kim vardı?” diye bağırdım ve Taner sorduğum soru ile afallarken şaşkınca “ Aslı bir arkadaşı için anahtarı istemişti ama ben çıkarken kimse yoktu. Çıkarken notlarımı unutmuşum. Onları almaya gelmiştim.” Dediğinde ona sadece bakıyordum. Aslı, tabi ya Aslı başka kim olacaktı. Kim böyle iğrenç bir şeyi planlayabilirdi. Bana boşuna mesaj atmamıştı. Ortada Savaş’a dair bir sürpriz yoktu. Taner bana “Sadece birkaç dakika burada bekle geliyorum” dedi ve hızla merdivenlerden yukarıya doğru koşturdu. Muhtemelen kim olduğunu bulmak için evine çıkıyordu. Eğer hala oradaysa onu gebertene kadar döverdi. Tabiî ki orada beklemeyecektim oradan kaçarcasına çıktım ve kapıda şansıma bekleyen taksiye atlayıp Savaş’ın ev adresini verdim. Benim yanımda olmasına ihtiyacım vardı. Şu anda Savaş’ın o şefkatli kollarında olmam gerekiyordu. Gözlerimden süzülen yaşa bedenimdeki titremede eklenince hıçkırıklarıma engel olamamıştım. Durumu fark eden taksi şoförü beni karakola götürmek istese de ben itiraz etmiş verdiğim adrese gitmek istediğimi söylemiştim. Çünkü beni ne polis ne hastane hiç kimse iyi edemezdi. Ondan başka kimse yaramı saramazdı. Kimse de anlamazdı. Taksi olabildiğine hızlıydı. Gecenin geç saatleri olduğundan sadece 20 dakika içinde Savaş’ın dairesinin bulunduğu apartmanın önündeydim. Taksinin parasını ödedim ve apartmana neredeyse koşar adım girdim. Asansörü defalarca çağırma tuşuna basarak çağırdım ve gelen asansöre bindim. Asansörün içindeki aynadan kendime baktığımda neden taksi şoförünün beni bir karakola götürmek için bu kadar ısrar ettiğini anlayabiliyordum. Saçlarım darmadağınık, yüzümde kızarıklık ve üzerimdeki kıyafetin göğüs kısmında küçük bir yırtık vardı. Gözlerim korkudan kızarmış ve kesik kesik aldığım nefesim sanki maraton koşmuşum gibi bir izlenim veriyordu. Asansör hızla yukarı çıkarken elimle saçımı düzeltmeye ve yüzümü toparlamaya çalıştım. Ardından duran asansörden indim ve titreyen bacaklarım eşliğinde Savaş’ın kapısını çaldım. Bekledim, bekledim ve bekledim. Açan olmadı. Ardından tekrar çaldım ve yine bekledim bekledim ve bekledim açan olmadı. Anahtarı yanıma alıp almadığımdan emin değildim. Onun için çantamı kurcaladım ve çantada olan anahtara şükrettim. Titreyen ellerim ile anahtarı çevirdim ve içeriye girdim. Evin içinde sessizlik ve karanlık hâkimdi. Adım adım içerilere doğru gittiğimde masanın salonun ortasındaki L koltuğun önünde duran sehpanın üzerindeki içki şişelerini gördüm. Her yerde kıyafetler vardı. Titreyen bacaklarım eşliğinde Savaş’ın yatak odasının kapısının önüne kadar gittim ve kalbimin üzerine çöken karanlık ile derin bir nefes aldım. Kapıyı yavaşça açtım. Sonrasında sadece baktım. Gördüğüm sahne yaşadığımdan bin kat daha yaralamıştı beni. Acı sadece bedene verilen darbeler ile hissedilmezdi. Öyle olsaydı sadece yarım saat öncesine kadar yediğim tokatların acısı daha ağır basardı. Ama ihanetin tokatı canımı öyle yakmıştı ki mideme sert bir yumruk yemiş gibi hissediyordum. Kalbimin üzerindeki karanlık canımı öyle çok yakıyordu ki nefes dahi alamıyordum. İhanet her hali ile acıtırdı. Bir kadının en yıkıldığı andı. Savaş bana dünyanın en acımasız oyununu oynayan ve beklide hayatımın sonuna kadar kurtulamayacağım bir kâbusu yaşatan sürtük Aslı ile aynı yatakta uyuyordu. Benimle uyuduğu, bana sarıldığı bana aşk kelimeleri fısıldadığı bu yatakta… Bayılmamak için derin bir nefes aldım ve elimi kapıya yasladım. Bu gece yaşadıklarımı hiçbir zaman unutamayacaktım. Ama bu gecenin bedelini bir gün mutlaka ödetecektim. Bu ihanetin, bu saldırının, bu acının bir bedeli olacaktı… ………………….. O gece orada o rezaleti daha fazla kalarak izlememiş ve çıkıp evime geçmiştim. Eve girişimin sadece 10 dakika sonrasında kapım hızla çalmış ve kapının ardından Taner “Rüya! Rüya aç kapıyı! İyi misin?” diye sesleniyordu. O kapının ardında oluşumdan öylesine emindi ki kapıyı sanki kırarcasına çalarsa açacaktım. Gerçi tüm binayı ayağa kaldırmaması için kapıyı açmak zorunda kalmıştım. Kapıyı açar açmaz içeriye girmişti ve içeriye girer girmez “İnanamıyorum. Kimdi? Yüzünü gördün mü? O pislik sürtüğe bunu ödeteceğim. Gerçekten ödeteceğim” dediğinde artık yorgunluktan gözlerimi kapadım ve içimde kalan tüm nefesi bıraktım. Çenem ağrıyordu, kendimi çok pis hissediyordum. O adamın elinin değdiği her yeri yıkamam gerekiyordu. Saatlerce suyun altından çıkmamam gerekiyordu. Buların yanı sıra kalbim acıyordu. İhanetin darbesi bunlardan daha büyük hasarı vermişti. Yutkundum ve bir an önce bitmesi için bitkin bir sesle, “çok karanlıktı ve kim olduğunu anlayamadım. Bedensel olarak verdiği hasar bundan öte gidemedi. Aslında ben ona daha büyük zarar vermiş olabilirim. Ve çok yorgunum Taner.” Dedim ve Taner derin bir nefes alırken engelleyemediğim gözyaşlarım yanağımdan süzülmeye başladı. Gördüğüm sahne gözlerimin önünde belirdi ve “Bu bedenimde olanlar kalbimin aldığı yaranın yanında hiçbir şey” dedim. Bu gece bir kabustu ve hayatımın sonuna kadar bu kabusta yaşayacaktım. Bunca şeyin yalan olduğunu, onca yalanın aslında doğru olduğunu görmek nefes almamı zorlaştırmıştı. Aylarca o kız için kavga ettik ve her seferinde yok yere sorun çıkaran olmuştum. Taner söylediğim ile kaşlarını çatarak, “Savaş Nerede?” diye sordu. İşte o an iki kelimelik soru darmadağın olmamı sağlamıştı. Hıçkırıklar içerisinde sarsılan bedenimi kaslı kolları ile saran Taner’e “Aslı’nın koynunda” diyerek karşılık verdim. Bu cevabıma karşılık Taner sakin çıkan sesi eşliğinde “Buna inanmamı beklemiyorsun değil mi?” diye sordu. Bende inanmak istemiyordum. aylarca bende inanamadım ama şu halde karşılaşmak istediğim onun şefkatiydi. Fakat ihanetinin tokatıyla yıkıldım. Onun için hızla ondan uzaklaşarak öfkeli bir sesle, “Onları aynı yatakta gördüm. Oradan geliyorum Savaş’ın evinde onun yatağında birlikteler” dedim. O arada Taner öfkeyle “Ben gösteririm o fahişeye” diye bağırdı ve tam çıkacağı esnada, “Hayır, kimse bilmeyecek. Savaş’ta bilmeyecek. Bu gece burada olanları sadece ikimiz bileceğiz. Başka kimse bilmeyecek. Anladın mı?” diye söylenmiştim. Biraz süren tartışmanın ardından istemese de kabul etmişti. Telefonum ve arbede de kolyemi orada düşürmüştüm. Taner bana telefonumu getirmişti ama kolyem ortalıkta yoktu. Zaten artık pekte önemli değildi. O kolyenin yüklendiği anlam çoktan uçup gitmişti. Telefonu kurcaladığımda Aslı’nın mesajının silinmiş olduğunu gördüm. Bu beklediğim bir şeydi. Onun için kendimi toparlayıp annemi aramış ve Savaş’tan biraz uzak kalmak istediğimi şu anda İtalya’da olan Mine’nin yanına gideceğimi. Orada 10 gün kadar kalmanın kendimi toparlamama yardımcı olacağını söylemiştim. Annem buna her ne kadar karşı çıksa da tamam demek zorunda kalmıştı. Ardından Taner sabah uçuşuna bana bir bilet almış ve beni hava limanına bırakmıştı. Telefonumu kapatmıştım. Annem Mine’den bana ulaşabilirdi.. Mine Selim amcanın ortanca kızıydı. İtalya’da dil öğreniyordu. Hatta Melek bile onu aramıştı ve o benim yanında olduğumu söylememişti. Tam 10 gün boyunca ortalarda görünmemiştim. İtalya’da dinlenmiş, denize girmiş, gezmiş ve kendimi toparlamaya çalışmıştım. Yüzümdeki morluk geçmiş ve bedensel hasardan iz kalmamıştı. Fakat kalbimdeki enkaz biraz olsun toparlanmamıştı. Her ne kadar kaçmış olsam da geri dönme ve yüzleşme zamanı gelmişti. İtalya’dan öğlen saatlerinde bindiğim uçak Fransa’ya iniş yaptığında akşam olmak üzereydi. Uçaktan indiğimde hava öyle sıcaktı ki neredeyse bayılacaktım. Havalimanı çıkışında bekleyen taksilerden birine binmiş ve eve gelmiştim. Evin kapısını açtığım anda karşılaştığım kişi Savaş’tı. Perişan görünüyordu. Günlerdir uyumadığı gözlerinin altındaki morluklardan, aynaya bile bakmadığı uzamış sakalından belli oluyordu. Günlerdir duş almadığını bile düşünebilirdim. Saçları birbirine geçmiş darmadağınık görünüyordu. Fakat buna rağmen öylesi yakışıklı ve deli edecek kadar mükemmel görünüyordu. Bana yaptığı ihanetin farkında değilmiş gibi “Bebeğim” diyerek bana yaklaşmasına tiksinerek baktım. Nasıl oluyordu da bebeği bendim ama o yatakta seviştiği kız başkasıydı. Nasıl oluyordu da gözlerimin içine baka baka onca ihaneti işlemişti aşkımıza. Sert çıkan sesim eşliğinde “Bana sakın bebeğim demeye kalkma!” diye bağırdım ve ondan uzaklaştım. Duydukları ile şaşkınca bana bakışını seyrettim. Nasıl oluyordu da beni aldattığı halde neler olduğunu hatırlamaya çalışıyormuş gibi yapıyordu? Ne zamandan beridir bu kadar usta oyuncu olmuştu. Halbuki benim gözlerime bakarak yalan söylemeyi bırak, bir şeyleri bile kıvıramazdı. Sanki hiçbir şey olmamıştı ve anlamsız bir acı çekiyor gibiydi. Temkinli bir ses eşliğinde “Neler olduğunu anlatmaya ne dersin?” diye sorunca dişlerimi sıktım. ‘Tecavüze uğramaktan son anda kurtuldum ve seni başka bir sürtük ile aynı yatakta gördüm. Üstelik bana tecavüz planını yapan kişiyi de o ayarladı.’ Diye haykırmak istedim fakat sakinliğimi korumaya çabalayarak, “Belki sen doğum günümde bana aranda hiçbir şey olmadığını söylediğin ve bunun için benimle kavga ettiğin o sürtüğü neden yatağına aldığını açıklamak istersin?” diye sorduğumda ise gözleri kocaman olmuştu. Sorduğum soruya o kadar şaşırmış görünüyordu ki onları yatakta gördüğüm konusunda neredeyse şüpheye düşecektim. Ardından tekleyen ses tonu ile “Bu söylediğinde gerçeklik payı bile yok. Bebeğim o gece geç saatlere kadar içtim ve aklımda senin yanına gelmek vardı. Sonra sızdım ve sabah gözlerimi açar açmaz buraya geldim. Lanet olsun 10 gündür aklımı kaybetmiş gibi her yeri, herkesi aradım.” Dediğinde ise alaycı bir kahkaha eşliğinde “Sizi yatakta kendi gözlerimle gördüm. O gece senin evine geldim ve bana sarıldığın o yatakta, benimle seviştiğin o yatakta o sürtük ile uyuyordun. Onun için nefesini tüketme. Yalanlarını da al ve defol git hayatımdan” dedim ve elimdeki valizi odama bırakmak için yürüdüğümde Savaş kolumdan tutup beni durdurmak için çektiği esnada öfkeyle patlayarak “Sakın bana dokunma!” diye bağırdım. Öyle güçlü bağırmışım ki Savaş benden yıldırım hızı ile uzaklaşırken gözlerine nefretle bakıp “Senden nefret ediyorum! Tek bir kelimeni duymak istemiyorum.” Dedim ve konsolun üzerinde duran anahtarı ona fırlatarak “Bu senin evinin anahtarı, benim anahtarımı da bırak ve hayatımdan defol! Seni görmek istemiyorum” dediğimde Savaş hiçbir şey anlamıyormuş gibi gözlerime baktı ve “Bebeğim gerçekten bir açıklaması olmalı ben o gece kimse ile birlikte değildim. Sadece içtim ve hangi ara uyuduğumu bile hatırlamıyorum. Sabah kalktığımda yanım…” daha cümlesini bitirmeden suratına öyle bir tokat attım ki tokatın şiddeti avucumun içini yakmıştı. Savaş öfkeyle bana baktı ve “Bu ilişkiyi bitirme kararı alıyorsan böyle yalanlara başvurmana gerek yok. Gereksiz kıskançlıklarınla yapamadığını şimdi sizi yatakta gördüm paranoyası ile süsleyip 10 gün ortadan kayboluyorsun. Ne gece yanımda biri vardı nede sabahında. Beni bir daha görmek dahi istemiyorsun öyle mi? Tamam görmezsin o zaman” dedi ve gitti. Gerçekten gitti. Kaydını sildirdi ve Türkiye’ye döndü. Bu koskoca ülkede yaşadıklarımın yanı sıra birde ayrılmak için iftira atan eski sevgili olarak kaldım. Umurumda bile olmadı. Her geçen gün daha güçlendim. Her geçen gün daha yıkılmaz oldum. Aslı mı? Oda kaçtı. Savaş’ın ardından İstanbul’a dönmesi zaman almadı. Bense yoluma kaldığım yerden yalnız bir şekilde devam ettim. Kendime çok istediğim o moda evini açtım. Küçük bir terzi desem yeriydi ama kendimi oyalayacak kadar iş çıkıyordu. Zamanda o kadar hızlı geçti ki tüm yaralarım bir bir kapandı. Kalbim buz kesti. Aşk mı? Sadece komik bir duygu olarak kaldı hayatımda… 4 Yıl sonra “Rüya?” diye kulağımın içine içine cırlayan İpek’in sesi ile o kâbus anılardan sıyrıldım ve kaşlarımı çatarak, “Duyan bir kulağa her zaman ihtiyacım olacaktır” dediğimde İpek kahkaha attı ve “O zaman kesinlikle dostlara da ihtiyacın olacaktır. Onun için bir hafta sonrasında düğünüm var. Senin de tek bekâr nedimem olarak burada olman gerekiyor.” Dediğinde gülümsedim. Onu beyazlar içerisinde görmeyi gerçekten istiyordum. Onun o mutlu gününde orada olmayı, her bir karede yer almayı gerçekten çok ama çok istiyordum. Fakat Savaş orada olacaktı. 4 yıl boyunca onunla bir kere bile karşı karşıya gelmemiştim. Onu tüm hayatımdan zihniden kalbimden çıkarabilmek için bu dört yıl içinde tek kare fotoğrafın bile bakmamıştım. Evet önceki senelere oranla daha iyiydim ama hala onunla karşılaşabileceğimi, onun gözlerine bakıp güçlü kalabileceğimi, bu kalbin iyileştirdiğim yaralarının tekrar kanamayacağının garantisi yoktu. Onun için gidemezdim. Derin bir nefes aldım ve net çıkan sesimle “İpek gerçekten orada olmayı isterdim. Fakat yaşadıklarından yola çıkarak anlayışlı olmanı istiyorum. Hala üstesinden gelemediğim duygularda savrulurken orada olamam. En güzel gününde bir gerginlik olsun ve sorun çıksın istemiyorum. Hem annemin beni aratmayacağından çok ama çok eminim” dediğimde birkaç saniye sessiz kalmıştı. Ardından baya net çıkan bir ses ile “Kendini benimle kıyasladın madem o zaman sana bir itirafta bulunayım. Benim aldığım karar hayatımın en büyük hatasıydı. Onun için bence tekrar düşün. En güzel günümde yanımda olmayacaksan, benim dostum değil arkadaşım olarak kalırsın. Seçim senin. Umarım dostluğumuzu seçer ve düğünde yanımdaki yerini alırsın” dediğinde ise yutkunmuştum. Daha tek kelime etmeme izin vermeden “Evet belki kendine göre haklısın, evet katılıyorum duyguları aşamıyor ve karşılaşmak istemiyorsun. Sana bugüne kadar Savaş hakkında hiçbir şey söylemedim sormadım. Çünkü bende fazla uzaktaydım. Her neyi aşamıyorsan, bunu Savaş’ın başardığını söylemem zor. Buraya geldiğimden bu yana karşımda bambaşka biri var. Kim olduğunu bilmiyorum ama bedensel olarak sadece Savaş’a benzeyen biri olduğunu söyleyebilirim. Onun için uzatmıyorum. O Savaş Yılmaz ve sen Rüya Albayrak’sın. Bu karşılaşma olacak. Ne kadar geciktirirsen o kadar güçlü bir patlama olur onun için bence her ne olacaksa olsun. Ne kadar geciktirirsen ailenden de o kadar uzak kalıyorsun” dediğinde içimde oluşan ağlama isteğini bastırdım ve daha fazla konuşmaması için hızla “İpek şu anda kapatmam gerekiyor gerçekten. Gelmeye çalışacağım” dedim ve hızla telefonu kapattım. Kesinlikle şu anda bana sövdüğüne emindim. Fakat ne kadar istesem de onunla daha fazla konuşamazdım. Tabi ki orada olmak istiyordum, dostlarımın en mutlu günlerinde onlara destek olmak, onların mutluluklarını paylaşmak istiyordum. Fakat onunla karşılaşamazdım. Onun gözlerine bakmaya henüz hazır değildim. Onca acıyı ve kâbus dolu günleri tekrar hatırlamaya gücüm yoktu. Onca neden niçin sorularından kaçmaya hiç ama hiç gücüm yoktu…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD