Hayatta bazı cesaretlere deli cesareti derlerdi. Onca nefretin, onca acının üzerine bu içimdeki karşı konulmaz gereksiz korkunun yanında İstanbul’a gelmiştim. Uçaktan hostes İstanbul için inişe geçtiğimizi belirten anonsundan bu yana kalbimin ritmini kontrol edemiyordum. Eve gelişim, annem ile babama yaptığım sürpriz ve babamın beni neredeyse pataklarcasına sevmesinin ardından odamda büyüdüğüm yatağın üzerine uzanmış ve gülümsemiştim. Ve İstanbul’a ineli üç gün olmuştu. İstanbul’da olduğumu Annem ve babamdan başka kimse bilmiyordu ve hiç kimseye söylememeleri için söz verdirmiştim. Böylelikle baskına gelen olmayacak ve hayatımın en güzel günlerini geçirdiğim evimin tadını çıkarmaya çalışacaktım. Herkesin düğün günü beni görmesi, birçok sorunun engeli olurdu. Zaten düğünden hemen sonra geri döneceğimden bu pek önemli olmayacaktı.
Her şey nasılda aynıydı. Huzur, mutluluk sıcaklık aynıydı. Her ne kadar annem ile babamın uzaklığı dikkat çekse de onlarla olmak, özlediğim her şeyi yapmak ayrı bir huzurdu. Yıllardır yattığım ve huzurunu unuttuğum bu güzel yatağımın, her bir yanında ayrı ayrı anılarımın olduğu mükemmel evimin huzurunu tatmak tarif edilemezdi. Paris’te gerçekleşen düğün tamda istediğim merakı ve ilgiyi kazandırmıştı. Birçok önde gelen kişilerden randevu almıştım. Hatta birkaçı kesinlikle katılacakları davetler için elbise siparişi vermişti. Henüz randevuya gelmemiş olmamalarına rağmen elbise modelleri göndermişlerdi. Buda planladığım reklamın fazlasıyla işe yaradığını gösteriyordu. Bol dinlenmeli geçen üç günün sonunda bugün o büyük gündü. Yani düğün günüydü. Hazırlanmam için sadece dört saatim vardı. Çok şık olmak gibi bir planım yoktu ama bu gece kardeşim denecek kadar çok sevdiğim arkadaşım evleniyordu. Öyle alelade bir tarzda katılamazdım. Onun için bu geceye özel parlament mavisi bir elbise dikmiştim. Fazlasıyla güzel ve gösterişliydi. Aslında tek gösterişi sırt detayıydı ama o bile yetiyordu. Annem ve ailenin diğer ana kraliçelerinin tek görevi vardı oda İpek’in yanında olmaktı. İpek her birine Hande teyzemin emanetiydi. Onlar görevlerini en güzelinden yapmayı istiyorlardı. Bunu başardıklarından da emindim. Elimdeki kahve bardağındaki son yudumu da aldım. Son zamanlarda kahve içemem de fazlasıyla artmıştı. Üstelik son dört yıldır sigara alışkanlığımda oluşmuştu. Annem ve babam sigara içişime hala şahit olmamıştı. Gerçi olduklarında bu durum karşısında olumlu olmayacakları ve güzel şeyler olmayacağını bildiğimden sadece odamın balkonunda içiyordum. Anlamasınlar diye de karanfil çiğniyordum. Kötü bir durum ve taktir beklemiyordum. Fakat bırakmamam için fazlasıyla nedenim varmış gibi hissediyordum. Elimdeki kupayı masaya bıraktım ve hazırlanmak için odama doğru çıkarken babam ile göz göze geldim. Babam derin bir nefes aldı ve bana yaklaşarak tüm şefkat yüklü bakışı eşliğinde derin bir nefes aldı ve
“Her gün o minik farenin ağzını burnunu dağıtacağımı söylüyorum ama onunla karşılaştığım anda bakışlarındaki hüzün her ne düşünüyorsam kaybolmasını sağlıyor. Senin gözlerindeki hüznü görmemekte neredeyse aptallık olur. Bu kadar yıkıcı ne yaşadığınızı sormak istiyorum prensesim” Diye sorduğunda gözlerim doldu ve ona sıkıca sarıldım. Babama anlatmam ve bu yükten kurtulmam gerekirdi. O benim babamdı. Acımı kederimi, mutluluğumu anlatmam gerekiyordu ama bunu anlatamazdım. Daha o gecenin kabusunun kim olduğunu bile bilmiyordum. O günden sonra onunla bir kere bile karşılaşmamıştım. Taner her türlü araştırmayı yapmıştı fakat bulamamıştı. O gecenin sabahında Aslı’da ortadan kaybolmuştu. Onu da sorguya çekememiştik. Her geçen gün öfkem artsa da kimseye saldıramamıştım. Şimdi onca zamanın üstüne babama da anlatamazdım. Hem anlatsam da oda inanmazdı. Nasıl ispat edecektim ki? O gece yaşananları, Savaş’ın beni aldatması ve tüm bu olanlara kimse inanmazdı. Onun için kollarından biraz uzaklaşıp,
“Her aşk mutlu bitecek diye bir kural yok. Bizimki de mutsuz bitti. Sadece bu kadar sorularına cevap olur mu bilmiyorum ama canım çok yandı. Bu kadarını bil yeter. Savaş’ında canı yanmıştır eminim ama bu aşkın defterini yaktık biz. Yeni bir defter için ise ikimizde hevesli değiliz. Hem çoktan birini bulup yoluna devam etmiştir.” Dediğimde şok olmuş bakışlar eşliğinde bana bakan babam, yine aynı şaşkınlık dolu sesi eşliğinde
“Rüya gerçekten bu sen misin? Savaş’tan yani hani şu tüm çocukluğunun birlikte geçirdiğin minik fareden bahsediyorsun. Savaş bildiğin yaralı aslan gibi geziyor ortalıkta. Kime, ne zaman saldıracağını ise kestiremiyoruz. Sen karşıma geçmiş bir başkasından falan bahsediyorsun. Her ikiniz aslında aranızdaki aşkı ne kadar küçümsediğinizi fark edemeyecek kadar birbirinizden nefret ediyorsunuz. Tamam, bir şey olmuş ve aşkınızı nefrete teslim etmişsiniz anladım. Fakat bu nefretin nedeni ne?” diye sorunca yutkundum. Anlatamazdım işte. Bunu artık anlayıp, sorularına bir son verse diye dua ederken saatime baktım. Düğün için hazırlanmam gereken zamanın daraldığını fark ettim ve babamı oyalayan bir öpücüğü yanağına bırakarak,
“Sen annem ile arandaki gerginlikten bahsetmeyi dene bence” dedim. Pes eden baba yüzümdeki eğlenceli tavra şaşkınlıkla bakarak derin bir nefes aldı ve
“Annen ruhunu fazlasıyla işe kaptırdı. Onun için kendine gelmesi gerekiyor.” Dediğinde duyduklarıma şaşırarak gözlerine baktım. Babam bu hak-lime sırıtarak baktığında algıladığım şey ile daha büyük bir şoka girdim. Ne yani ortada bir oyun mu vardı? Annem yersiz yere mi o kadar üzgündü. Kadının hayat enerjisi kaybolmuştu resmen ve bu düşüncelerimden hızla sıyrıldım. Kaşlarımı çatarak babama baktım. Tüm şaşkınlık tonunu takınan sesim eşliğinde,
“Ne yani bir oyun öyle mi?” diye sordum. Bu karda rahat ve umursamaz oluşuna şaşırmamak elde değildi. Böyle bir oyun veya böylesi bir kurguya neden gerek duyduğunu bilmiyorum ama babam bu tavrıma gülümseyerek baktı ve
“Ben annenden ayrıldıysam kesin ölmüşümdür prensesim” diyerek verdiği karşılıkla ise bu sefer babama hayran hayran baktım. Gerçekten onların aşkı kadar büyük bir aşk dilediğim zamanlar olduğu için kendime kızdım. Babam gibisi her zaman dünyaya gelmezdi. Geldiyse de beni bulmamıştı. Nadir aşklardandı babamın aşkı. Onca yılın ardından bile anneme aşkla bakıyordu. Ve annemi işi ile bile paylaşamıyordu. Üstelik aşklarına renk katmak için oyun kurgulayacak kadar annemi seviyordu. Babama gülümsedim ve
“Ben hazırlansam iyi olacak birkaç saat erken gidersem belki beni dövmelerini engellerim” dediğimde gülümseyen babam bana alaycı ve uyarıcı bir bakış atarak,
“Bu gece tüm oyunlara hazırlıklı olsan iyi edersin. Öncelikle kimse geldiğini bilmiyor. Onun için ilk önce karşılamadaki sevinç çığlıkları ve sarılmalara karşı bir önlem al ve” dedikten sonra birkaç saniye sustu ve ardından
“Evet kimse geldiğini bilmiyor. Annen ile özellikle dikkat ettik fakat Savaş geldiğini ilk günden itibaren biliyor. Bildiğini söylemedi, seni de sormadı ama geldiğin akşam sen odanın terasında sigara içerken, çiçekliğin oradan seni izliyordu.” Dediğinde gözlerim kocaman oldu. Babam gözlerime sert bir şekilde bakarak
“Gerçekten sigara kullandığını anlamayacağımı falan mı sanıyordun?” diye sordu ve gözlerimi kaçırdığımda ise elini bana doğru doğrultarak,
“Hayatta ne yaşarsan yaşa içki, alkol, uyuşturucu senin kaçış yolun olmasın. Bu üçü sana sadece zarar verir dediğimi hatırlıyorum. Bunların içine sigarada dahildi.” dediğinde ise hızla gülümseyerek,
“Sadece günde birkaç tane ve en kısa zamanda bırakıyorum” dedim ve babamın tek kelime etmesine izin vermeden hızla odama kaçtım. Odamın kapısını kapattığım esnada sırtımı kapıya yasladım ve derin bir nefes aldım. Burada olduğumu biliyordu. Döndüğümü biliyordu. Babam ve annem söylemediyse nereden bilebilirdi? Taner söylemiş olmazdı. Öğrenebileceği başka kimsede yoktu. Kafamı bunu düşünmeye yordum fakat hiç kimse aklıma gelmedi. Düşünmekle daha fazla zaman harcamadan hızla duşa girdim. Kalbimin atışını durdurmak istesem de başaramadım.
Savaş Yılmaz
Bazen çözemediğim şeylerin aklımda dolanması, tüm güzellikleri almasını sadece seyretmek üstelik bunun için hiçbir şey yapamamak kendimi öldürmek istemek kadar berbat bir duyguydu. Ne kadar acıydı. Bir hüzün dalgası gelmiş ve tüm mutluluğumu alıp bana da bunu sadece seyrettirmişti. Kalbimin atma sebebi, nefesim, günümün güneşi tam karşımdaydı. Ama ona dı-okunamıyor, sarılamıyordum. Bu uzaklığın bu acının nedenini, bu saçma ayrılığa harcanan bu kadar uzun zamana lanet okuyordum. Mutlu değildi. Onun da canı acıyordu ve nedendi bunu çözemiyordum. Sabaha kadar uyumadığım yataktan kalktım ve içimdeki sıkıntıyı atmasını ümit ederek nefesimi bıraktım. Tam üç gündür onu çıktığı balkondan gezdiği bahçeden seyrediyordum. Bunca acıya neyin neden olduğunu avazım çıktığı kadar bağırarak sormamak için kendimi zor tutuyordum. Aklımdan geçenleri kaybetmek için uğraşıyor ve düğün için hazırlanmaya karar veriyordum ki birden açılan odamın kapısı ile derin bir nefes aldım. Gelen tabiî ki Melek’ti. Lanet olsun hiç pes etmiyordu. Cevabını bilmediğim birçok soruyu sormaktan hiç ama hiç vazgeçmiyordu. Gözlerimi kapalı tutarak,
“Bilmiyorum” diye cevapladım. Melek duraksadı ve biraz çırlak çıkan ses tonuyla ki bu gerçekten sorun olduğu anlamına geliyordu.
“Neyi?” diye sorunca pes etmiş bir şekilde yataktan kalktım ve banyoya doğru ilerlerken yüzüne yaklaştım ve
“Ne soracaksan onu” diye söylenip, yanından geçtim. Melek ise sabrımın sınırını zorlarcasına
“Rüya hala geleceğim diye aramadı. İpek çok üzülüyor” diye söylenince hala onun geldiğimi bilmediklerini fark ettim. Rüya sürpriz yapmayı severdi ve bu onu mutlu ederdi. Onun için biraz olsun mutlu olacaksa açık vermemeye çabaladım. Melek ile göz göze gelerek,
“Kolundan tutup getirmemi beklemiyorsunuz herhalde” diye söylendim. Melek ise
“Harika olacağından eminim ama” dedi ve artık taşan sabrım eşliğinde
“Neden artık saygı duyup pes etmiyorsunuz. Sen annem ya herkes aynı şeyi yıllardır soruyorsunuz. Bitti! Bitti! Anlıyor musun? Nedenini sorup durma Allah kahretsin o siktiğinin nedenini bende bilmiyorum. Rahat bırakın artık beni!” diye bağırdığımda korkudan iki adım geri giden Melek ile göz göze geldim. Bana tam bir şey diyeceği esnada içeriye giren babam
“Melek” diye seslendi ve melek bir anda duraksayarak kapıya baktığında çatılmış kaşlarla ona bakan babam ile yutkundu. Babam elleri cebinde ağır adımlarla odaya girdi ve
“Kendi hayatında aldığın kararlar için nasıl saygı bekleyip açıklama yapmadan uzaklaşmak istediysen, onların kararlarına da saygı duymalısın. Bu konuyu konuştuk.” Dediğinde Melek
“Çok üzülüyor” dediğinde babam net çıkan sesi ile
“Mert’inde üzüldüğü dönemler vardı ve savaş nerede olduğunu bildiği halde söylememişti. Senin kararına saygı duyduğu için. Bu konu kapanıyor ve bir daha didiklememenizi istiyorum. Onlar yetişkin ve kazanılacak bir şey varsa eminim karşı koyamayacaklardır. Şimdi gidip arkadaşına yardım etsen iyi olacak.” dediğinde bir kez daha babamın varlığına dua ettim. Bazen tam kurtarılması gerek zamanda karşında oluyordu. Nefes almanı sağlıyordu. Bana gülümsemiş ve tek kelime sormadan sadece
“Uzun bir gece olacak bence hazırlanmaya başlasan iyi edersin demiş ve ben yalnız bırakmıştı. Bende duşumu almış, takım elbisemi giymiştim. Düğüne hazırdım ve ev sahibi sayılırdım. Onun için derin bir nefes alarak odamdan çıkıp hazırlıkların yapıldığı alt kata inmiştim. Bu gece göz göze gelinecekti. Bu gece uzaktan baktığım kadınım gözlerimin içine bakacaktı. İşte o zaman anlayacaktım hala bir aşk var mı yok mu diye düşündüm ve tam merdivenin sonuna geldiğimde çalan telefonuma baktım. Arayan Nazlı belasıydı. Şu kızı benim başıma bela eden annem ve Merve teyzeme ne söylesem azdı. Kız resmen işkenceydi. Onun için telefonu açtım ve
“Bugün düğünde olacağımı söylemiştim. Sende rahatsız etmemek için tüm notları almıştın” diye söylendiğimde telefonun diğer ucunda bir sessizlik oluştu. Ardından
“Burada bir kız var. İsmi Aslı’ymış senin Fransa’dan arkadaşınmış. Burada olmadığını söylüyorum ama seninle konuşmak için gerçekten sabrımı zorluyor. Konuşacak mısın?” diye sorunca dişlerimi sıktım. Her ne olduysa Rüya bu kızın bana olan samimiyetini kıskandığı için olmuştu. Onu görmek dahi istemiyordum onun için
“Sabrını tutmasan iyi olur” dediğimde kahkaha atan Nazlı
“18. Kattayız” diye karşılık verdi. Sırıttım ve
“O zaman pencerelerden uzak dur” dedim ve telefonu kapattım. Nazlı ona gereken cevabı verirdi. Umarım bir daha da beni aramaz, görmeye gelmezdi.
Rüya Albayrak
Aynada son halime bakıp gülümsedim. Yıllar olmuştu bu şekilde bir hazırlık yapmayalı, en son ne zaman abiye kıyafet giyme heyecanım olmuştu. Sanırım Melek ve Mert’in düğünüydü. Aklıma gelenlerle yutkundum. O düğündeki halimiz bambaşkaydı. Ve bu gece neler olacaktı. Derin bir nefes aldım ve hemen ensemde topladığım saçlarıma şöyle bir baktım. Elbisemin dekoltesi gerçekten muazzamdı. Makyajımda son zamanlarda yaptığımın en iyisiydi. Çantamı aldım ve telefonumu kontrol ettim. İpek’ten kuaför merasiminin fotoğrafları ve inceden inceden sitem ettiği birçok mesaj vardı. Her birine ayrı ayrı gülümsedim. Her ne kadar hazır olsam da onu kesinlikle yalnız bırakmayacaktım. Merdivenlerden yavaş adımlarla indim ve babamın çaldığı ıslık sesi ile gülümsedim. Babam çaldığı ıslığın ardından
“Bu gece birilerini dövmesem çok ama çok iyi olacak” dediğinde ise yanağına bir öpücük bıraktım ve
“Emin ol gerek olmayacaktır” diyerek verdiğim karşılığa garip bir bakış attı. Söylediğim şeyi nereye yorduğunu anladım ve aynı hızla
“A hayır hayır onu kastetmedim” dediğimde ise sırıtması daha da büyüdü. Gerçekten her kelimeyi veya her anı oraya yormaya daha ne kadar devam edeceklerdi. Bu durumun sona ermesi adına evden hızla çıktım. Babam birkaç saat daha geç gelecekti. Henüz hazırlıklar devam ederken ayakaltında dolanmak istemiyordu. Ya da anneme uyguladığı oyunu devam ettiriyordu. Gerçi kendi deyimi ile bozmamak için savaşıyordu. Aslında annem için seviniyordum. Babam onu o kadar fazla seviyordu ki bu yaşta bile onun için savaşıyordu. Kerem amcamların evine gelmem neredeyse bir saatimi almıştı. Dışarısı fazla sıcak ve gereksiz bir trafik vardı. Arabanın içinde klima olsa da bulatıcı bir hava vardı. Tabi üzerimde biraz da düğünün heyecanı vardı. Arabayı park ettiğim girişte derin bir nefes alarak arabadan indim. Karşılaştığım Zafer abi ile gülümsedim. Zafer abi şaşkınlıkla yükselen sesi eşliğinde
“Ay deli kız gelemeyeceksin sanıyordum” dediğinde ona sarılarak,
“Hala hayatta kalmak istiyorum. İpek beni Fransa’da bulur ve canıma okurdu.” Diyerek karşılık verdim ve kahkaha attığımda oda benimle kahkaha atmıştı. Ardından bana gülümseyerek,
“Herkes içerde. Harika bir sürpriz olacağı kesin” dediğinde ise tedirginlikle
“Kuaför hala burada değil mi? Bu hengâmede saçım başım dağılacak sanırım” dediğimde ise Zafer abi
“Sen iste yeter ki ben gittiği yerden getiririm o gıcığı” dediğinde gülümseyerek içeriye doğru yürüdüm. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki nefes dahi alamıyordum. Yıllardır tanıdığım dostlarım ve aile dostlarımızdı. Bu heyecan ölmeme sebep olacak kadar büyük olamazdı. Onun için bir an duraksadım ve derin bir nefes aldıktan sonra daha sakin bir şekilde yürümeye devam ettim. Kapının oraya geldiğimde ise kapıyı çaldım. Birkaç saniye içinde açılan kapıdan girerken ilk karşılaştığım kişi Mert oldu. Mert şaşkın bakışlar eşliğinde
“Hadi canım” derken arkası bana dönük olan Doruk bir anda döndü ve gözlerini kocaman açarak,
“Valla geldi. Kız terzi bozuntusu nerelerdesin sen?” diye haykırırken kahkaha atmadan edemedim. Ardından bana sıkıca sarılan Doruk’a sarıldım. Gözlerimi sıkıca yumdum. Gerçekten ne kadarda özlemiştim. Onları ve bana takılmalarını, dostluklarını onların yanında olduğumda hissettiğim bu büyük huzuru ve güveni. İçime işleyen bu sıcaklıkla gözlerim dolarken hızla beni kucaklayan Mert oldu. Mert,
“Seni gerçekten pataklamamız gerekiyor neredesin sen?” diye sorduğunda ise ona şirince gülümsedim. Kesinlikle beni şakadan da olsa pataklayamazdı. Onun için
“Hadi ama çok da uzağınızda değildim. Siz gelseydiniz” diyerek sitem ettim. Ardından Doruk’a dönerek
“Terzi bozuntusu dediğin bu kızın Paris’te bir moda evi var” dedim. Tabi ki Doruk yine umursamaz bir tavırla
“Elbise dikmiyor musun? Bitti işte” dediğinde ise çantamla kafasına vurmak istedim. Fakat Doruk biraz kısık ve artık dayanamaz bir sesle
“Her ne ise küçük cadaloz. Geldiğin iyi oldu. Gerçekten şu anneni üstümüzden bir alsan Valla canımdan bezdirdi” dediğinde ise gür bir kahkaha atmıştım. Kim annemin istediği bir şeyi yapmaktan alı koymuştu ki ben yapabilecektim. Onun için alaycı bir tavırla
“O konuya kesinlikle karışmıyorum” dedim ve parmağım ile yukarıyı işaret ederek,
“Kızlar yukarıda mı?” diye sordum. Mert biraz dikkat etmemi belirten bir ses tonu ile
“Herkes yukarıda “dedi ve ben bu cevapla duraksadım. Bu demek oluyor ki Savaş yukarıdaydı. İçimde gümbürdemeye başlayan kalbimi ise
“Hayır, az önce ön bahçeye geçti” diyerek durduran ses ise Melek Ertürk’e aitti. Bir an yerimde döndüm ve karşılaştığım maviliklerin tüm bedenimi ürpertmesine izin verdim. Melek adı gibi melek kalpli bir kızdı fakat şu anda kesinlikle melek gibi bakmıyordu. Beni defalarca aramış olmasına rağmen ona bir açıklama yapmamıştım. Hatta çoğu kez aramalarını görmezden gelmiştim. En sonunda oda aramaktan vazgeçmişti. Bu bakışlarda ise birçok sorusunun olduğunu fakat bunları sormanın zamanı olmadığının işaretiydi. Bu iyiydi. En azından bugün bana dokunmayacaktı. Düğünden birkaç gün sonra da buralarda olmayacaktım. Melek ile birkaç dakikalık bakışmamızın ardından gülümsemiş ve
“Sanırım sende beni gördüğüne sevinenlerdensin” diye sorduğumda pes etmiş gibi bir nefes verdi ve aynı hızla merdivenlerden inmeye başlayarak
“Gel buraya” diye bağırıyordu. Bana öyle bir sarıldı ki resmen nefessiz kalmıştım. Birkaç dakikalık sarsıcı sarılmanın ardından gerçekten darmadağın olmuştum. Saçım topladığım şekilden çok uzaktı artık. Onun için saçımı işaret ederek,
“Umarım kuaför buradadır. Bu saçı eski haline getirmem zor olacaktır.” Dediğimde gülümseyen Melek ile gelin odasına doğru çıkmaya başladık. O arada kulağıma
“Sadece bugün için seni rahat bırakıyorum. Yarın ilk işim sana kahvaltıya gelmek olacak. Her ne yaşandıysa bana bir bir anlatman gerekiyor” dediğinde sadece sessiz kalmıştım. Gelin odasının kapısını açtık ve neredeyse kuaför ile kavga etmek üzere olan İpek ile göz göze geldiğimde şaşkınlıktan birkaç saniye bana öylece bakmasını izledim. Ardından öfkeyle bana doğru gelirken
“Gelinliğini düşün!” diye bağırdım ve anında durmasını izlerken neredeyse kahkaha atacaktım. Gerekten çok güzel bir gelin olmuştu. Ve birkaç saniyenin ardından ağlayan bir gelin olmuştu. Tabi ki bu gözyaşları benim boynumaydı. Onun da birçok tehdit savurmasının ardından aynada kendimle göz göze geldim. O kadar özenmiştim ama şu anda o özendiğim saçım ve makyajımdan eser yoktu. Kuaför benim yanıma gelerek
“Üzülme o saç bu kıyafete uymamıştı zaten” dediğinde gözlerimi kocaman açarak
“Bence çok güzeldi” dedim. Kuaför ise kendinden emin bir tavırla
“Otur şuraya ben sana güzelin ne olduğunu göstereyim” dediğinde ise başka bir seçeneğimin olmadığını fark edip kendimi deneyimli kuaförün parmaklarına bıraktım.