4. Bölüm

1905 Words
Ben neyin içine düştüm böyle diye aklımdan geçirirken, karşımda uzatılan eli öpmek için eğilmiştim ki.. yüzüme inen tokatla öylece kalakaldım. "Ben bu kadını istemiyorum... Ben bu kadını istemiyorum. Geri götürün bunu" diye bağırmaya başlayan seslerle ne yapacağımı şaşırmıştım. Yüzüme inen tokadın acısı geçmeden birde istenmeyen kadın olmuştum. Tüm bunlar bir kaç dakikanın içinde olmuştu hemde. Biraz önce deli bumu dediğim adamın gözlerimin önünde delirmiş gibi bağırmasıyla her şeyi anlamıştım. Biraz önce avluda olanların hepsi sanki bir anda yok olmuş gibiydi. Ortada bir kaç kişi vardı onlarda Miran'ı sakinleştirmeye çalışıyordu. Miran eline ne geçerse bana doğru atmaya çalışıyordu. Koluna giren dört kişi resmen zorla tutuyor gibiydi. Gülsüm anne ağlayarak oğluna yalvarıyordu. "Oğlum tamam bi sakinleş sonra konuşuruz. Hani kabul etmiştin? Tamam geri göndereceğiz" diyerek merdivenlerden yukarı zorla çıkartmışlardı. Avlunun ortasında öylece ne yapacağımı bilmeden kalakaldım. "Bu daha iyi günlerin Ezo hanım.. Sen beni değil de o deli kardeşimi seçtiğin anda başına gelecek her şeyi hak ettin." diyen sese doğru baktığımda karşımda zevkten dört köşe olmuş bir halde beni izleyen Şerwan ağa duruyordu. Bu halimle bile ezik durmamak için kafamı kaldırıp cevap verdim. "Ben daha fazlasını kabul ederek geldim bu eve. Merak etme bir tokatla yıkılmam" dediğim de kesinlikle böyle bir cevabı beklemiyordu. "Bak sana son bir kıyak, o odanın içine girmeden hala bir şansın var. Kabul et beni kurtarayım seni o delinin elinden." dediğin de hiç düşünmeden cevap verdim. "Sana evet demektense, o odanın içinde ölmeye razıyım. Hem sen nasıl bir adamsın ki yengene böyle bir teklifte bulunuyorsun" dediğim de eliyle çenemi sıkmaya başladı. Zorla gözlerimizi hızalayıp "Bundan sonra sen bana yalvaracaksın, Şerwan beni koynuna al diye. O zamana kadar sana o deliyle kolaylıklar diliyorum yenge" diyerek çenemi bırakıp arkasına bakmadan gitti pislik. Çenemi o kadar açıtmıştı ki sanki kırılmış gibi acıyordu. "Yenge annem seni çağırıyor, hadi gidelim" diyerek Narin'in arkasından yürümeye başladım. Geldiğimden beri sürekli birinin arkasından gidiyordum, hadi hayırlısı bakalım ilk kimden tekmeyi yicem diye düşünmeye gerek yok sanırım. Tekme olmasada tokatı yemiştim şimdiden. Narin'le birlikte tekrar merdivenleri çıkmış ve bu kezde başka bir odaya girmiştik. Burası oturma odasıydı sanırım. Gülsüm anne bir koltuğa oturmuş düşünceli bir şekilde bana bakıyordu. "Gel kızım seninle konuşmam gereken şeyler var. Daha doğrusu bilmen gereken şeyler var" diyerek eliyle yanını göstererek oturmamı istedi. Yanına oturup sessizce dinlemeye başladım. "Miran 23 yaşına kadar gayet sağlıklı hiç bir sıkıntısı olmayan biriydi. Aklı da gayet yerindeydi, öyle ki okulunu bile dereceyle bitirmişdi. Uluslar arası ilişkiler okumuştu, okulu bitirip gelince babası tutturdu tüm işleri sana bırakacağım, ağalık da sana kalsın evlendirelim önce sonrada işlerin başına geç diye. Ama Miran tüm bunları kabul etmek istemiyordu, onun kendi hayalleri vardı. Ama babasının zoruyla işlerin başına geçti. Tabi bu duruma en çok sinirlenene kişi Şerwan'dı. Ona göre büyük çocuk oydu ve ağanın o olması gerekiyordu. Benim oğlumun hiç öyle ağalık da falan gözü yoktu. Ama babası Amed ağa Şerwan'ın ağalık yapamayacağını düşündüğü için Miran'ı ağa ilan etti. Zaten ne olduysa ondan sonra oldu. Belki altı ay, belkide daha kısa bir zaman sonra Miran'da değişiklikler olmaya başladı. Sakin altın gibi kalbi olan oğlum gitmiş, yerine asabi sürekli sinirlenen biri gelmişti. Sonra bir gün evden çıkıp gitti, babası ile kavga etmişti. O günden sonra nereye baktıksak bulamadık. Tam altı ay sonra jandarma bulup getirdi. Kurbanlar kestik oğlum bulundu diye, ama o günden sonra anladık ki Miran eski Miran değil. Kafa gitmiş hiç bir şey hatırlamıyor, ilk başlarda bizi bile hatırlamıyordu. Beş senedir götürmediğim doktor kalmadı. Hiç bir çaresini bulamadık, neden böyle bir anda aklı gitti bilmiyorum. Bazen bir bakıyorsun sanki eski Miran gelmiş. Bizi hatırlıyor, sohbet ediyor kendini sorguluyor neden böyle oldum diye, sonra bir bakıyorsun yine kafa gitmiş. Ezo benim oğlum deli değil, ama neden böyle davranıyor, neden böyle oldu inan bilmiyorum. Her gece Allaha dua ediyorum oğlum eski haline dönsün diye. Sana tüm bunları anlatıyorum ki kimle evlendiğini iyi bil diye. Aslın da seninle ilk gün konuşmaya gelecektim, ama Amed ağam izin vermedi. Kıza oğlumun deli olduğunu söyledim oda kabul etti. Boşver kafasını karıştırma, belki de oğlana iyi gelir. Kim bilir belki kızı görünce gitmiş aklı başına gelir, dediği için gelemedim. Bak kızım benim oğlum deli değil, ama akıllıda hiç değil. Şimdi senden oğluma karılık yapmanı isteyemem. Ama bu eve onun karısı olarak geldin bunu sakın unutma. Ona göre davran, oğlumun aklı yerinde olmayabilir ama çok şükür benim ki yerinde." dediğin de hem oğlunun hakkında bilgi vermiş, hemde anladığım kadarıyla beni alttan, alttan tehtit etmişti. Belki kendince haklıydı sonuçta beni tanımıyordu değil mi? "Oğlunuz kabul ettiği sürece ben ona kadınlık yapmaya hazırım, tüm bunları bilerek kabul ettim ben bu evliliği. Hastalığına gelince bana daha çok bilgi vermeniz gerekiyor ki bende ona göre davranayım. Kullandığı ilaçlar varmı, yada benim yapmam yada yapmamam gereken şeyler var mı?" dediğim de Gülsüm anne her şeyi tek, tek anlatmıştı. Miran bütün gününü odasında geçiriyormuş, yemeğini çoğunlukla odasında tek başına yiyormuş. Kalabalık ortamları hiç sevmiyormuş, özellikle kalabalık ortamlarda kafası daha karışıp insanlara saldırıyormuş. Zaten bu yüzden adı deliye çıkmış. Bazı zamanlarda krize giriyormuş ve sadece abisi yani Şerwan sakinleştiriyormuş. Ondan başka kimse sakinleştiremiyor dediğin de şaşırmıştım. Oysaki ondan hiç öyle bir etki alamamıştım. Şerwan daha çok insanı sinirden öldürür gibi gelmişti. İlaçlarını bile ya Şerwan içiriyormuş, yada Züleyha içiriyor demişti. Bu ikisinden başka kimsenin elinden içmiyormuş. Bütün işlerini Züleyha yapıyor o sana her şeyi anlatır demişti. Nikahtan sonra da küçük çaplı bir kriz geçirmiş ve Şerwan sakinleştirmiş. Şimdi uyuyor diyerek beni Miran'ın odasına gerirmişti. Oda dediğime bakmayın, bildiğin iki artı bir evdi. Oturma odası, yatak odası, kocaman bir banyosu, giyinme odası yetmezmiş gibi birde çalışma odası vardı. Bunların oda anlayışla benimkisi kesinlikle çok farklıydı. "Bak kızım senden tek istediğim şey o Perçem karısından ve gelinlerinden uzak durman. Hatta Şerwan'dan da uzak kalman. Ne kendin bulaş, nede beni onlara bulaştır. Ben biliyorum şimdi onlar sürekli senin açığını arayacak, seninle uğraşacak. Kendini ezdir demiyorum, ben asla böyle bir şeye izin vermem zaten, ama ne olur ne derlerse desinler karşılık verme" diyerek beni bu deliyle bir başıma bırakıp gitmişti. Ben şimdi ne yapacaktım? İlaçlarını aldı sabaha kadar uyanmaz desede, ya uyanıp bana saldırırsa ne olacaktı, beni kim kurtaracaktı? Yatağın yanına gelerek uyuyan adama baktım, bu nasıl bir şeydi böyle. Yıllar önce karşılaştığım adamın gayet aklı başındaydı. Acaba ne olmuştuda böyle kafayı sıyırmıştı. Neden doktorlar bir çaresini bulamamışlardı? Yada o altı ay kaybolup gittiğinde nereye gitmişti acaba? Aklımda milyon tane soruyla öylece uyuyan adamı izliyordum. Ben bu evliliği kabul ettiğimde deliyle evleneceğim derken asla böyle bir deli beklemiyordum. İnsan yüzüne bakınca bu nasıl deli demekten geri kalmıyordu. Küçüklüğümden beri deli denildiğinde aklıma hep tipsiz, saçı sakalı bir birine girmiş dişleri dökülmüş, göbekli birini hayal ediyordum. Asla aklıma böyle bir doksan, kara kaş, kara göz esmer yakışıklı, hatta fazla yakışıklı bir deli hayal etmemiştim. Bunu deli yapan hayat bize neler yapmazdı ki? Demekki yüce Rabbım bir yerden alıp, diğer yerlere yüklenmiş. Allahım sanırım bende kafayı yemiştim. Bir delinin karşısına geçmiş düşündüğüm şeylere bak. Oturma odasına geçip koltuğun üzerine uzandım, belkide bundan sonra benim yatağım burasıydı. Şimdi Amerika'da işimin başında olmam gerektiği saatlerde ben uzanmış geleceğimi karartmakla meşguldüm. Artık kararacak bir gelecek kaldıysa tabi, daha ne kadar karartabilirdim ki? Bir geri zekalının bencilliği yüzünden başımıza ne işler gelmişti. Ah Ciwan ah!! annemin dediği gibi, sidikliğine taşlar dizilsin emi. Hepsi senin yüzünden asla affetmeyeceğim seni. Ne zaman uyudum hiç bilmiyorum ama kulağıma gelen sesle uyanmaya çalışıyordum. "Heyy uyan!! sen kimsin benim odam da ne işin var?" hem sesleniyor, hemde uyandırmak için kolumu sarsıyordu. Gözlerimi açtığım gibi hemen oturur vaziyete geldim. "Sen beni hatırlamıyor musun?" diye salak bir soru sormuş olsam da cevap almak umuduyla yüzüne bakıyordum. "Hatırlasam sormam, salak mısın sen?" dediğin de bir kez daha şüpheye düştüm. Böyle mantıklı konuşan bir deli nasıl oluyordu. Ağzımı açıp cevap vereceğim sırada alacaklı gibi kapıya vurulmuş ve cevap dahi vermemize izin verilmeden içeri girilmişti. "Ooo günaydın gelin hanım uyanmışsınız? Sizden ses çıkmayınca biz gelelim dedik." diyerek içeri giren kadını ilk kez görüyordum. Hiç bir şekilde izin istemeden odaya girdiği yetmezmiş gibi birde yatağın yanına giderek üzerindeki pikeyi açıp "Hani nerede çarşaf, bu çarşaf tertemiz? Yoksa sen bakire değil miydin? Tabi böyle ecnebi yerlerde yaşayan kızı gelin diye alırsan olacağı buydu?" diyerek ortalığı karıştırmaya çalışan kadının karşısında tabiki de sessiz kalmayacaktım. "Siz kim oluyorsunuz da bana böyle saçma ithamlar da bulunuyorsunuz? Ağzınızdan çıkanları kulağınız duysun. Haddinizi ..." demiş devamını getiremeden Gülsüm anne odaya girdi. "Perçem haddini bil çık odadan. Çok merak ediyorsan ben sana çarşafı göstereyim. Sabah Ezo bana verdi." diyerek kadının kolundan tutarak odadan çıkardı. Gerçekten bu kadın benden çarşaf göstermemimi beklemişti. Bu kadının Miran'ın durumundan haberi yokmuydu acaba? Ne yani gerçekten gerdeğe falan girdiğimizimi düşündü? Hayır birde Gülsüm anne çarşafı bana verdi dedi. Ben hangi ara, hangi çarşafı vermiştim ki? Ben tüm bunların cevabını düşünürken gözüm Miran'ı buldu. Koskaca adam kanepenin arkasına saklanmış ve "Git, git, gelme, gelme" diye bir şeyler sayıklamaya başlamasıydı. Yanına korkarak yaklaştım "Miran iyi misin?" diye sorsam da hiç bir şekilde tepki vermiyor sadece aynı şeyleri söyleyip duruyordu. Kapı bir kez daha çalınca bu kez "Gel" diye bağırdım. Elinde kahvaltı tepsisiyle bir kadın içeri girdi. Miran'ı yerde görünce hemen yanına oturup ona bir şeyler söyledi. Ne söylediğini kesinlikle anlamasam da Miran ellerini yüzünden çekip sağa, sola bakmaya başladı. Göz, göze gelsekte sanki yokmuşum gibi davranarak ayağa kalktı. "Züleyha benim kahvaltımı getirdin mi?" dediğin de kadın "Getirdim ağam getirdim. Bak masaya koydum, ilaçların da burada" diyerek Miran'ın koluna girerek masaya oturup birlikte yemeye başladılar. Bende öylece onları izliyordum. ..... Bu eve geleli tam bir ay olmuştu ve ben neredeyse bu iki göz odadan dışarı çıkmıyordum. Sadece yemek saatlerinde çıkıyor bir kaç lokma yemek, bolca laf yiyerek odaya geri dönüyordum. Geldiğim gün kocaman gözüken bu oda gün geçtikçe küçülüyordu sanki. Sanki üzerime, üzerime geliyor ve nefes alamıyor gibi hissetmeye başlamıştım bile. Miran'ın gerçekten de bir aklı, diğerini tutmuyordu. Tam yedi kez beni sürükleyerek odadan çıkartıp, seni görmek istemiyorum diye kovmuştu. Her seferinde canımın acısından çok onun haline üzülmem de benim salaklığımdı sanırım. Bir insan nasıl bu hala geliyordu anlamıyordum. Kaç kez evlendiğimizi anlatmış olsam da ertesi sabah senin odamda ne işin var diyerek uyandırıyordu. Aslında sabahları sakin uyanıyor ama sonra bir şeyler olup ruh hali değişiyor gibiydi. Yada gecenin bir vakti uyanıp bağırarak ortalığı bir birine katıyordu. Kriz anlarında gerçekten de bir tek Şerwan sakinleştirebiliyordu. Nasıl yapıyordu bilmiyorum ama onun yanında sakinleşip uykuya dalıyordu. Tüm bunlarla nasıl başa çıkacağımı gerçekten de bilmiyordum. Sabah Gülsüm anne bugün için annemlere gideceğimi söyleyince sanırım mutluluktan uçacak gibiydim. Geldiğim günden beri hepsiyle konuşsam da bir tek babamla konuşmamıştım. Babam bana küsmüştü, ben kimseye bir şey olmasın diye uğraşırken babam çocuk gibi küsmüş konuşmamıştı benimle. Yeminle ne Ciwan nede kaçırdığı kızın canı umurumda değildi, benim tek korkum abim ve babama bir şey olmasıydı. Hazırlanmış konaktan çıkacağım sıra Gülsüm anne gelmiş ve dışarıdaki arabalarda ailem için hediyeler hazırladığını söylemişti. Hiç gerek yok desem de "Bunların çok önceden yapılması gerekiyordu, kusura bakmasınlar biz geç kaldık" diyerek ısrar edince mecburen kabul etmiştim. Anneme geleceğimi haber verdiğim için resmen kapıda karşılamıştı, birde arabadan inen paketleri görünce beni bırakıp onları içeri almakla uğraşınca hiç beklemeden içeri girdim. Babam her zamanki gibi köşesine oturmuş elinde doksan dokuzluk tesbihi ile zikir çekiyordu. "Babam..." diyerek boynuna atıldığım da "Kızım..." diyen sesiyle gözlerim doldu. Bir insanın sesi bu kadar mı dokunurdu? Sadece kızım demesiyle sanki binlerce güzel kelime söylemiş gibiydi. Akşama kadar kalmış ve babamın gönlünü almıştım. Miran'ı sorduğun da şaşırmıştım. Aslın da babam Miran'ı daha önceden tanıyormuş, yani delirmeden önce. Tabi babam da herkes gibi neden delirdiğini merak etmiş. Ama kimse neden delirdiğini bilmiyor. Bana kalırsa delimi ondan bile emin değilim. Sanki çok farklı şeyler var ama bende bilmiyorum şimdilik..
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD