Biraz önce bir deliyle evlenmeyi kabul etmiştim değil mi ben? Sanırım bende de vardı biraz delilik, yoksa asla böyle bir şeyi kabul etmemem lazımdı. Ama ben ne yaptım beni üçüncü karısı yapmak isteyen adamın gözlerine bakarak deli kardeşiyle evlenmek istediğimi söyledim.
Babamın, abilerimin seslerini benden başka kimse duymuyordu, sanki onlar yokmuş gibi kararlar alınmıştı. Babamın yada abimin yüzlerine bakmak istemiyordum, eğer bakarsam vaz geçerdim. Vazgeçip onların hayatlarını tehlikeye atmak istemiyordum.
Kalabalık dağılmış ve üç gün sonra nikah olacak diye konuşulmuştu. Babamın ve abilerimin üzenlerine doğrulmuş silahlar inmiş ve yengem zılgıtlar çekerek oğluna sarılıyordu.
"Kızım asla izin vermiyorum, hadi buradan gidiyoruz" diyerek kolumdan tutan babama bu kez bırakması için yalvardım.
"Olmaz baba olmaz... Eğer gidersek buradan o adam hepinizede zarar verir. Ben size bir şey olursa dayanamam."
"Peki ben nasıl dayanacağım kızım? Benim öpmeye kıyamadığım kızımı, delinin birine nasıl vereceğim?" dediğin de ikimiz de ağlıyorduk. Abilerim, yengem gelmiş sarılıp ağlıyorduk. Hayat ne garip bir şeydi, birileri ağlarken, diğer taraf zılgıtlarla düğün hazırlığına başlıyordu. Birinin işlediği suçun cezasını bir başkası çekiyordu.
Babaannem nikah gününe kadar burada konakda kalmamızı istese de babam kabul etmemişti.
"Korkma ana kızımı kaçırmayacağım" dediğin de babaannem hiç bir tepki vermemişti. Sanırım burada kalmamızı istemesinin sebebi buymuş, babam beni kaçırır diye düşünmesi.
Evden çıkarken nasıldık, şimdi eve girerken nasıl? Bir kaç saat içinde tüm hayatım değişmiş ve ben bunu bile isteye kabul etmiştim. Hep kaçtığım korkularıma şimdi kendi ayaklarımla gelin gidiyordum.
Kendimi odama kapattım, kimseyi ikna edecek gücüm kalmamıştı. Babam hala öldürürlerse, öldürsünler sen git kendini kurtar diyordu. Ben nasıl kıyacaktım abilerime, daha birisi sevdiğine kavuşamamış, diğeri bir tane evladı olsun diye hayaller kurarken ben nasıl onlara bu kötülüğü yapardım.
3 gün sonra
Annemin getirdiği yöresel beyaz kıyafeti giyinmiş ve hazırlanmıştım. Resmi nikahımız olmayacaktı, sadece imam nikahı olacaktı. Sanırım resmi nikah kıyabilmek için rapor almaları gerekiyormuş ve bu raporu alamamışlar. Artık nasıl bir seviyedeyse hastalığı evlenmesine tıbbi olarak izin vermemişler olsa bile ben kendi isteğimle evlenmeyi kabul etmiştim.
Bu evden çıkmak hep zordu, ama hiç biri bu kadar zor olmamıştı. Babama, abilerime yengeme sarıldıkca bir yanım vaz geç desede diğer yanım sen doğru olanı yapıyorsun diyerek ikna ediyordu. Kapının önüne on belki on beş kadar araba gelmişti. Sanırım artık buradan dönüşü yoktu. Annem hem son kez sarılıyor hemde hala "Ahh safdirik kızım benim ağayı seçmek yerine deliyi seçersen böyle dul kadın gibi gidersin" dediğin de ilk kez annemden nefret etmiştim.
Dul kadın nasıl bir şeydi, neden boşanınca, yada kocası ölene dul kadın deniyordu da aynı şeyleri yaşayan erkeklere dul erkek denilmiyordu. Maden annem öyle düşünüyordu ben dul kadın olmaya razıydım, kuma olmaktansa böylesi benim için çok daha iyiydi.
Evin önüne kadar gelen elli, elli beş yaşlarında ki kadın her haliyle asaletli olduğu anlaşılıyordu, üzerindeki elbise, yürüyüşü, duruşu bile farklıydı.
"Kusura bakmayın asla böyle olmasını istemezdim, bende sizin kadar üzgünüm. Kızınız bana emenat gözünüz arkanızda kalmasın" dediğin de annem yine rahat durmamış ve "Koskaca aşiretsiniz, deli de olsa oğlunuz, benim kızım bir düğünü hak ediyordu. Hiç yakıştıramadım Gülsüm hanım." dediğin de kadın sadece mahcup bir şekilde "Çok haklısınız, kızınız her şeyi hak ediyor ama" demiş devamını getirmemişti.
"Hadi kızım gidelim" dediğin de kurbanlık koyun gibi arkasından arabaya bindim. Ben bir deliye kurban olmuştum ve başıma neler geleceğini bilmeden adım, adım ölümüme yaklaşıyordum.
Arabalar kocaman bir konağın önüne durmuş ve korumalar tarafından kapılarımız açılmıştı. Arabadan adımımı dışarı attığım anda daha konağın içine girmeden arkama bakmadan kaçmak istesem de biliyordum ki yapamayacaktım.
"Ben ne söylersem onu yap kızım, şimdi içeriği gireceğiz ve benim arkamdan sakın ayrılma. Bundan sonrada bana Gülsüm ana de olur mu" diyen kadına sadece başımı salladım tamam anlamında. Zaten başka bir seçeneğim mi vardı? Konağın içine girdiğimizde kocaman bir avlunun içinde öylece hayatı sorgulamaya başlamıştım.
"Hadi kızım yürüsene" diyen sesle kendime gelip dediği gibi nereye giderse adımlarını takip ettim resmen. Merdivenlerden yukarı çıktığımız da amcamın evi gibi buranın da her yerinde minder ve yastıkla oturma alanı vardı. "Hoş gelmişseniz" diyen adamı gördüğümde hemen tanımıştım, o gün amcamın evinde benim hayatımın içine edenlerden biriydi. "Hoş görmüşek ağam, gelinini getirmişem. İmama haber verelim de nikahlarını kıysın" dediğin de ağa elini öpmem için çoktan uzatmıştı bile. Elini öpüp alnıma koyduktan sonra. "Birazdan gelir imam, sen oğlunu hazır et. Gerisine karışma" dediğin de çıktığımız merdivenlerden tekrar indik. Bu kezde tam karşısında ki merdivenleri çıktık. Acaba bu konakta kaç tane oda vardı. Sanki konağın içine bizim ev gibi beş tane ev sığdırmışlar gibiydi.
"Ezo sen bu odada beni bekle olur mu? Ben Miran'la konuşup geleceğim. İmam gelmeden onuda hazırlayayım. İçeride ki oda banyo orada abdestini alabilirsin." diyerek çıkan kadını sevmiştim sanırım tabi şimdilik. Sonradan ne olacağını bilemezdim, kimseye güvenim yoktu. Ahh Ezom benim, hep delilerden korkan sen, şimdi bir deliyle evlenecektin. Rüyaların da bile kurtaramadın kendini, şimdi kim kurtaracaktı seni bu delinin elinden? Odanın içinde ne kadar bekledim bilmiyorum ama genç bir kız gelerek "Ezo yenge imam gelmiş, aşağıda seni bekliyorlar. Hadi birlikte gidelim" diyen kızın peşinden yürümeye başladım.
"Benim adım Narin, abimle evleneceksin. Yani ben senin en güzel ve en küçük görümcen oluyorum" diyen kız en fazla on yedi, on sekiz yaşlarında bir şeydi. Biraz önce yukarıya çıkarken boş olan avluda şimdi bir sürü kişi vardı. Yere minderler konmuş ve üzerine oturmuşlardı. Başıma kimin örttüğünü anlamadığım yemeni ile saçlarım kapatılmıştı.
"Gel kızım" diyerek koluma giren Gülsüm ana nereye çekiltirirse oraya gidiyordum. Kafam hep yerde kimseyle göz, göze gelmek istemiyordum. Gülsüm ananın gösterdiği yere oturduğum da yanıma birisi oturmuştu ama kafamı kaldırıp bakmadım bile. Herhalde evleneceğim delidir, başka kim olacaktı değil mi?
İmam önce bir şeyler söylemiş, bir şeyler anlatmıştı ama kesinlikle dinlemiyordum. Nikahımızı kıymaya başlamış ve önce deli Miran üç kez (kabul ediyorum, kabul ediyorum, kabul ediyorum ) demişti. Tabi kabul edecekti, onunda başka şansı yoktu ki. Belkide evliliğin bile ne olduğunu bilmiyordu. Sıra bana gelince bende üç kez kabul ediyorum diye tekrarlamıştım. Sanırım mehir olarak ağırlığımca altın vermişlerdi. Neyse en azından hiç bir zaman kullanmayacağım ağırlığımca altınım olmuştu. Acaba gerçekten böyle deyip veriyorlarmıydı? Bence sadece şovdu, elli yedi kilo altını kim bulacaktı bu devirde değil mi? Nikah bitince Gülsüm ananın yönlendirmesi ile herkesin elini öpmüştüm. Kimin elini öpüyordum hiç bakmamıştım bile kim elini uzattıysa öpüp geçmiştim. En son uzatılan eli öpecekken "Hayırlı olsun yavrularım" diyen Gülsüm anaya baktıktan sonra ilk kez kafamı doğrultup baktığım da elini uzatan kişiyle donup kalmıştım. Hayır bu imkansızdı, kesinlikle böyle bir şey olamazdı. Amerika ilk giderken yan tarafıma oturan ve benim senelerce platonik aşık olduğum kişiydi. Hayatım boyunca bir kez görmüş ve resmen aşık olmuştum. Allahım lütfen akrabası falan olmasın, öyle gelip gidecek birisi olsun diye dua etmeye başlamıştım. Aynı evin içinde asla olmak istemezdim.
"Kocanın elini öpmeyecek misin?" dediğin de ikinci şoku yaşamıştım. "Kocam" diye kekeledim
"Miran oğlum, evlendiğin kişi" diyen Gülsüm anaya tuhaf, tuhaf baktım. Hani deliydi oğulları?