ÖZGÜRLÜK

1261 Words
Valizimi hazırlarken içimde hem bir heyecan hem de hafif bir hüzün vardı. İstanbul’a gidiyordum; hayalini kurduğum üniversiteye, Boğaziçi Ekonomi’ye adım atmak üzereydim. Ancak ailemi arkamda bırakmak her ne kadar yeni bir başlangıç olsa da zordu. Annemin elini çantama götürüp sürekli bir şeyler eklemek için telaşlanması, babamın ise sessizce kenarda durup arada bir göz ucuyla bana bakması beni duygulandırıyordu. Evin içinde hafif bir gerginlik vardı. Annem, sararmış mutfak perdesini düzelterek bir yandan "Bir şeye ihtiyacın olursa hemen haber et." derken, diğer yandan o kadar sıkı sarılıyordu ki neredeyse gitmemi istemediğini hissediyordum. Babam ise sessiz, ama gözlerinde büyük bir gurur vardı. "Kızımız, okumaya gidiyor Melek’im. Savaşa değil." dediğinde, ona bakıp gülümsedim. Babam hep böyleydi, sessiz ama kuvvetli. Küçük kardeşim Emir’de gideceğim için üzgündü. Onu kollarıma alık kokusunu derin derin içime çektim veda etmek her zaman zordu. Ama üstesinden gelmeliydim. Annem, "Valizine yeterince giysi koydun mu?" diye sorarken, gözleri nemlenmeye başlamıştı bile. İçimde bir ağırlık hissettim ama onları rahatlatmam gerekiyordu. "Merak etme anne, her şeyim tam. Herşey çok güzel olacak." dedim. Babam ise valizimi arabaya yüklerken, “Hadi bakalım kızım, İstanbul seni bekler.” dedi. Yola çıktık. Araba sessizdi, ama dışarıda rüzgar hafif hafif esiyordu. İzmir'den İstanbul’a doğru ilerlerken yollar boş ve dingindi, fakat içimde büyük bir fırtına vardı. Hayatımın yeni bir dönemi başlıyordu. Babam arabayı sürerken arada bana bakıyor, derin derin nefes alıyordu. Gözlerinde hafif bir endişe ama aynı zamanda büyük bir gurur vardı. İstanbul’a vardığımızda, babamla okula yakın bir eve baktık. Gösterişli ya da lüks bir ev değil, ama benim için fazlasıyla yeterliydi. Küçük, sade bir evdi. Dış cephesi krem renginde, pencerelerinin kenarına sardunyalar yerleştirilmiş, sevimli bir daire. İstanbul’un karmaşık ve hareketli sokaklarına inat, bu sokak oldukça sakin ve huzurlu görünüyordu. Babam, “Kızım burası tam sana göre. Ne diyorsun?,” dediğinde başımı salladım ve “oldukça güzel babacım.” dedim. Elbette ki burası sadece bir vitrin olacaktı, Babamlar İzmirden gelirse diye burayı tutacaktım ama aslında kendime ait başka bir ev satın almak istiyordum. Babamın yanında oynamam gereken rolü oynayarak, buraya taşınmayı kabul ettim. Ev eşyalarını yerleştirirken babam, "Eşyalarını iyice kontrol et, eksik bir şey olmasın. Ben buradayken halledelim." dedi. O kadar ince düşünceliydi ki gözlerim doldu. Kayıt işlemlerini tamamlayıp Boğaziçi’nin büyük kapısından dışarı adım attığımızda, babam bana bakıp "Seninle gurur duyuyorum, Elif. Ne yaparsan yap, hep arkandayım," dedi. O an, içimdeki tüm belirsizlikler bir anlığına kayboldu. Önceki hayatımda onsuz geçirdiğim her bir güne lanet ettim. Benim babam evimizin direğiydi ve onun yalpalaması bizim yıkılmamızla sonuçlanmıştı. Yaşadığım o kabus dolu günlerin hesabını elbet soracaktım. Bu geçen bir yılda yılmadan usanmadan çalışmamın yegane sebebi buydu. Fakat yetmezdi. Daha da büyümem ve kimsenin dokunamayacağı bir pozisyona gelmem gerekiyordu. Kayıt işlemleri de tamamlandıktan sonra babam, "Artık dönsem iyi olacak." dedi. İçimde garip bir boşluk oluştu. O an, annemi ve kardeşimi düşündüm. Babam beni bırakıp İzmir’e dönecekti ve ben artık kendi ayaklarımın üzerinde duracaktım. Babama sarıldım. “Babam, seni seviyorum” dedim, boğazım düğümlenirken. O da bana sıkıca sarıldı ve “Ben de seni, kızım. Buralarda iyi bak kendine. Ne olursa olsun, daima yanındayız. Beni en az günde bir defa ara olur mu kızım?” dedi. “Ararım.” dedim gözlerim yaşlı. Babam ayrıldıktan sonra eve döndüm. O küçük, sade evde yalnız kaldım. Artık hayatımda yeni bir sayfa açılmıştı. Yalnızdım, ama özgürdüm. Elimde büyük bir güç vardı; hem bilgi hem de maddi anlamda. Her şeyin kontrolü artık bende olacaktı. Babam gittikten sonra okula yakın, bana ait bir eve sahip olmanın zamanı gelmişti. Önceden planladığım gibi, İstanbul’un güvenlikli ve düzenli bir yerinde, Boğaziçi Üniversitesi'ne kolayca ulaşabileceğim bir ev arıyordum. İlk adım, doğru emlakçıları araştırmak oldu. Hızlıca birkaç bağlantı kurdum ve görüşmelere başladım. İstanbul’un hızla yükselen emlak piyasasında, özellikle üniversiteye yakın bölgelerde ev fiyatları oldukça yüksekti, bu yüzden iyi bir yatırım yapmam gerektiğini biliyordum. Bir hafta içinde, tam istediğim gibi bir ev buldum. Etiler'de, üniversiteye oldukça yakın, yeni yapılmış bir site içinde 2+1 daireydi. Güvenlikli bir sitedeydi; etrafı ağaçlarla çevrili, sessiz ve sakin bir ortamı vardı. İstanbul’un hareketliliğine rağmen burada kendimi huzurlu hissedecektim. Evin fiyatı 600.000 TL idi, ama pazarlık yaparak fiyatı 570.000 TL’ye düşürdüm. Elimde kalan kazançla bu evi almak hem güvenliğim hem de yatırım açısından mükemmel bir seçenekti. Emlak işlemleri, Bu işleri yapmak için vekalet verdiğim avukatım sayesinde hızlıca tamamlandı. Evet artık bir avukatım vardı. Tapu işlemlerinden sonra evi teslim almak sadece birkaç gün sürdü. Her şeyin hızlı ilerlemesi beni heyecanlandırıyordu; yeni hayatımın temellerini atıyordum. Eve ilk adım attığımda içim huzur doldu. Ferah, geniş pencereli bir salon beni karşıladı. Güneş ışığı odaya bolca giriyordu, adeta içimi aydınlatıyordu. Salonun zeminleri parkeden yapılmıştı, duvarlar beyaz ve sade, ama bir o kadar şıktı. Pencerelerin önü genişti ve dışarıya baktığımda şehir manzarasını görebiliyordum. Şehrin hareketi tam uzaktan bir tablo gibiydi. Mutfak ise modern, ankastre setli, açık planlıydı. Geniş bir tezgahı ve modern dolapları vardı. Üniversiteye giderken hızlıca kahvaltı hazırlamak için idealdi. Ayrıca, olmayan arkadaşlarımı davet edip akşam yemekleri düzenlemek için de oldukça uygun bir yerdi. Yatak odası ise huzur doluydu. Beyaz mobilyalarla sade bir şekilde dekore edecektim. Rahat ve geniş bir yatak, yanında şık bir komodin, kitaplarımı koyabileceğim bir köşe kitaplığı ve ince, zarif perdeler ile odayı tamamlayacaktım. İkinci oda ise çalışma odası olacaktı. Ders çalışmak, yatırımlarımı planlamak ve sakin kalmak için bir alana ihtiyacım vardı. Buraya geniş bir çalışma masası, rahat bir sandalye ve birkaç raf yerleştirmeyi planlıyordum. Kitaplarımı ve evraklarımı bu odada saklayacaktım. Bu yeni ev, İstanbul’daki yeni hayatımın temellerini oluşturuyordu. Hem üniversite hayatım hem de geleceğimle ilgili yapacağım yatırımlar burada şekillenecekti. Sonunda o büyük gün geldi. Boğaziçi Üniversitesi’nin kapılarından içeri adım atacağım ilk gün… Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Sabah erkenden kalkıp kendime çeki düzen verdim. Elbette ki bu yeni hayatımın ilk adımıydı ve en iyi şekilde görünmek istiyordum. İçimde büyük bir heyecan vardı; bu sadece bir okul değildi, benim geleceğimdi. Üniversiteye başlayacağım gün İstanbul'un meşhur trafiğiyle karşılaştığımda bir şeyin farkına vardım: Ehliyet almam gerekiyordu. İstanbul gibi büyük bir şehirde, özellikle de Boğaziçi'ne giden yolları düşündüğümde, toplu taşıma ile her gün okula gitmek tam anlamıyla bir kabus olurdu. Kendi arabamla hareket edebilmek büyük bir komfordu. Trafik uzun süre vakit kaybetmeme sebep olsa da, arabamla en azından istediğim saatte yola çıkabilecek ve dilediğim gibi hareket edebilecektim. Sonunda otobüsten inip Boğaziçi'nin yemyeşil kampüsüne adım attım. Bu adım, sanki yıllardır beklediğim o büyük ana ulaşmak gibiydi. Etrafımda onlarca öğrenci, herkes benim gibi heyecanlıydı. Kampüsün geniş ağaçlarının altında yürürken fakülteye doğru adımlarımı hızlandırdım. İçimdeki heyecan dalga dalga büyüyordu. Fakültenin kapısından girerken, bir an için etrafıma bakınırken kontrolümü kaybettim. Önümde yürüyen biriyle çarpıştım ve yere düştüm. O an her şey o kadar hızlı gelişti ki ne olduğunu anlayamadan kendimi yerde buldum. Canım biraz acımıştı ama çok daha önemli bir şey fark ettim; çarpıştığım kişi... gözlerim ona kaydığında donakaldım. Adam… Yaklaşık 1.85 boylarında, geniş omuzlu, kısa siyah saçları olan ve koyu kahverengi gözleriyle derin bir bakışa sahip biriydi. Otuzlu yaşlarında karizmatik bir yüze sahip olan adamın aurası seni içineçekiyordu. Sanki bir film sahnesinden fırlamış gibiydi. Gözleri o kadar etkileyiciydi ki, bir an için zaman durmuş gibiydi. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu ve kelimeler boğazımda düğümlenmişti. O an her şey bir yana, dilim tutulmuş gibiydi. Yüzündeki hafif şaşkınlıkla bana doğru eğildi, "İyi misiniz?" diye sordu. Sesindeki egzotik tını kulaklarımda bir bahar esintisi gibi geldi geçti. Sanki hipnotize olmuş gibi sadece ona bakıyor, kımıldayamıyordum. O kadar yakışıklıydı ki, gözlerimi ondan alamıyordum. Saniyeler geçiyordu ama ben sadece ona bakıyordum, sözlerim dilimde düğümlenmişti. İçimde bir ses, "Kendine gel Elif, bir şey söyle!" diye bağırıyordu, ama ben sadece gözlerinin derinliğine bakarak kalakalmıştım… Sonunda kendime geldiğimde “Evet iyiyim.” dedim Adamın uzattığı eli tutup kalkarken. Adam “Kusura bakma küçük hanım.” deyip arkasına bile bakmadan uzaklaştı. Bense onun uzaklaşmasını izlerken az önce ne yaşadığımı idrak etmeye çalışıyordum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD