Emlakçıyla görüşmemin üzerinden iki hafta geçmişti ve her şey planladığım gibi ilerliyordu. Arazi alımlarıyla ilgili sabırsız bir bekleyiş içindeydim. Her gün avukatım Akif Bey’den süreçle ilgili haber veriyordu.
Akif bey sonuç için beni aradığında “Merhaba Elif kızım, tüm arazileri senin istediğin şekilde aldık. Her şey hazır. Evraklar elimde, merak etme. Herhangi bir sorun çıkmadı.” dedi.
Telefonu kapattıktan sonra içimde büyük bir rahatlama ve mutluluk hissettim. Planlarım başarıyla tamamlanmıştı. Artık arkamda yaslanıp, olacakları seyretmenin zamanı gelmişti.
Kendime bir ödül vermeliydim. Bu başarıyı kutlamak için uzun zamandır gitmek istediğim şık bir restorana rezervasyon yaptırdım. Akşam yemeği için hazırlanmaya başladım. Aynaya baktığımda, bu yolculukta ne kadar yol kat ettiğimi fark ettim. Elif Yıldırım, genç yaşta büyük adımlar atmış ve geleceği şekillendirecek bir kadın olmuştu.
Göz alıcı bir elbise seçtim; siyah, zarif ve vücut hatlarını şık bir şekilde ortaya çıkaran sade bir tasarımdı. Üzerine hafif bir makyaj yaptım; dudaklarıma narin bir kırmızı ruj sürdüm ve gözlerimi hafifçe belirginleştirdim. Saçlarımı doğal dalgalar halinde bıraktım, omuzlarıma hafifçe düşen bukleler geceye eşlik edecekti. Aynadaki görüntümden memnun bir şekilde hafifçe gülümsedim.
Taksiye bindiğimde İstanbul’un hareketli gece hayatı dışarıda akıp gidiyordu. Ara sokaklardan geçerken, ışıklar ve insan kalabalıkları bana bu şehrin enerjisini bir kez daha hatırlatıyordu. Yıllardır İstanbul hayalini kurmuştum, şimdi ise tam merkezindeydim. Her şeyin kontrolü elimdeydi.
Restorana vardığımda, kapıda nazikçe karşılandım. İçerisi oldukça şık ve modern bir tarzda dizayn edilmişti. Kristal avizeler tavandan sarkıyor, masaların üzerine yerleştirilmiş mumlar hafif bir loşluk yayıyordu. Duvarlarda zarif tablolar asılıydı, şık detaylarla süslenmiş mobilyalar, sofistike bir atmosfer yaratıyordu. Burası, başarılarımı kutlamak için mükemmel bir yerdi.
Masama oturduğumda, garson kibarca menüyü uzattı. Kendime güzel bir yemek siparişi verdim; başlangıç olarak deniz mahsullü bir salata ve ana yemek olarak ızgara somon seçtim. Yanına hafif bir beyaz şarap sipariş ettim, bu anı kutlamak için idealdi.
Yemek gelirken, bu anın tadını çıkardım. Hayatımın bu noktasında her şey kontrolüm altındaydı. Şehirde yeni bir sayfa açmıştım, yatırımlarım kendi kendine büyüyecekti ve önümde parlak bir gelecek vardı.
Restoranda oturmuş, beyaz şarabımı yudumlarken Boğaz’ın göz alıcı manzarasına dalıp gitmiştim. İstanbul’un ışıkları suya yansıyor, adeta masalsı bir tablo gibi önümde uzanıyordu. Hava hafif serindi, ama içimdeki sıcaklık her şeyi dengeliyordu. Bu an, hayatımda attığım en büyük adımları düşündüğüm bir molaydı. Bu şehre geleli çok zaman olmamıştı ama sanki yıllardır burada yaşıyormuş gibi hissediyordum.
Başarıya ulaşmıştım; planlarımı adım adım gerçekleştirmiş, maddi açıdan kendimi güvenceye almıştım. Arazi yatırımlarım tamamlanmış, şimdi sadece zamanı gelene kadar beklemem gerekiyordu. Ama bu rahatlamanın ortasında, içimde bir boşluk hissi vardı. Şarabımdan bir yudum alırken, neden kendimi hâlâ bu kadar yalnız hissettiğimi düşündüm.
Boğaziçi’ne adım attığımdan beri, okulda kimseyle kaynaşamamıştım. Sınıflar kalabalık, kampüs kocamandı, ama benim için sanki insanlar birer gölge gibi geçip gidiyordu. Üniversiteye girmek, kariyer hedeflerim, para… Bunlar hayatımın merkezindeydi. Ancak bir eksik vardı: İnsanlar.
Bir an için manzaradan gözlerimi çektim ve içimdeki yalnızlığın ne kadar derin olduğunu fark ettim. Eskiden ailem, Harun ve Ali’nin hayali dışında kimsem yoktu. Onlara olan bağım bile gerçek anlamda bir sevgi değil, daha çok kaçıştı. Şimdi ise kimsem kalmamış gibiydi. Benim insanı sıcak tutacak bir dostluğa, bir sohbete ihtiyacım vardı. Birinin beni anlamasına, belki de sadece dinlemesine… Oysa şimdi kimseyle konuşamıyordum. Arkadaşlıklarım yüzeysel, selamlaşmalardan ibaretti.
O an karar verdim. Artık yalnız kalmak istemiyordum. Bu kadar yalnız olmak bana ağır geliyordu. Artık bekleme sürecindeydim; kontrol edemeyeceğim şeyler üzerine düşünmenin bir anlamı yoktu. Bundan sonra, gerçek bir üniversite öğrencisi olacaktım. Geçmişte yapmadığım her şeyi yapacaktım. Arkadaş edinecek, insanlarla kaynaşacak, sevgili yapacaktım, hayatımı sadece iş ve yatırım planlarıyla sınırlamayacaktım. Bu şehirde kendimi bulacaktım, ama bu kez yalnız olmayacaktım.
Tam o sırada, önümde bir gölge belirdi. Şarap kadehimi bıraktım ve başımı kaldırdığımda karşımdaki kişinin kim olduğunu görünce gözlerim irileşti. Onu hemen tanımıştım. Fakültenin kapısında çarpıştığım, o yakışıklı adam... Gözlerinde o günkü gibi esrarengiz bir bakış vardı. Kalbim bir an hızla atmaya başladı. Şu an burada, bu restoranda onun karşıma çıkması inanılır gibi değildi.
Hiçbir şey söylemeden masama davetsiz bir şekilde oturdu, sanki bunu yapmaya hakkı varmış gibi. Hafif bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Üzerindeki takım elbise kusursuz bir şekilde vücuduna oturmuştu. Yüzünde kendinden emin bir ifade, gözlerinde ise derin bir bilgelik vardı. Şaşkınlığımı gizlemeye çalışsam da, gözlerim istemsizce ondan ayrılmıyordu.
“Merhaba küçük hanım. Seninle kampüste kaşılaşmıştık değil mi?” dedi sesinde şakacı bir tonla. “ Tıpkı benim gibi arkadaşların seni ekmiş görünüyor. İstersen, sana eşlik edebilirim.”
O an afalladım. Ne diyeceğimi bilemedim, ama az önce kendime verdiğim sözü hatırladım. Daha sosyal olmak, insanlarla kaynaşmak istiyordum, değil mi? Belki bu beklenmedik buluşma, bu kararı uygulamam için bir fırsattı. Biraz duraksadıktan sonra gözlerine bakarak başımı salladım.
“Evet karşılaşmıştık ama ben ekilmiş değilim. Tek başıma geldim. Bu arada evet eşlik edebilirsin.” dedim, sesimde biraz şaşkınlık olsa da, bu beklenmedik teklifi kabul etmekten başka seçeneğim yokmuş gibiydi.
Timur sandalyesine yaslanarak gülümsedi, bu defa daha içten bir ifadeyle. “Senin gibi güzel bir kadının yalnız olması enteresan. Ben Timur Soydan” dedi, elini uzatarak. “Sanırım tanışma kısmını fakültede biraz hızlı geçmiştik.”
Elini sıktım, parmakları sıcak ve sertti. “Elif Yıldırım” dedim kısaca. Hâlâ şoktaydım. Bu kadar kendinden emin, karizmatik bir adamın karşıma çıkması beni delicesine heyecanlandırmıştı.
“Güzel isim…” dedi gözlerini kısarak. “Ne okuyorsun?”
“Ekonomi…” diye cevap verdim. O kadar sakin görünüyordu ki, bu rahat tavrı beni de sakinleştirdi. Artık biraz daha rahat konuşabiliyordum. “Sen? Sen de mi Boğaziçi’ndesin?”
Başını hafifçe eğerek gülümsedi. “Evet, Boğaziçi’nde öğretim görevlisiyim. Ekonomiyle ilgili değil, daha çok sosyoloji ve felsefe. Akademik dünya dışında da birçok şeyle ilgileniyorum.”
Timur’un bu sözleri beni oldukça etkilemişti. Sadece yakışıklı değil, aynı zamanda entelektüel biriydi. Bu, onun cazibesini daha da artırıyordu. Sanki her konuda konuşabilecek biri gibi görünüyordu ve bu beni ona daha da çekiyordu.
“Sosyoloji ve felsefe, ha?” dedim, biraz ilgimi çekmiş gibi. “Çok geniş bir alan. Neler üzerinde çalışıyorsun?”
O sırada garson gelip Timur’a ne içmek istediğini sordu. Timur hiç tereddüt etmeden kırmızı şarap istedi. Kendinden emin tavrıyla siparişini verirken bile onu izlemek beni etkiliyordu.
“Hayata dair her şey aslında,” dedi şarabını beklerken. “İnsanlar, toplum, ilişkiler… Özellikle insanların birbiriyle kurduğu bağlar, onların düşünce yapıları, hisleri. ”
Bir an sessizlik oldu. Gözlerim istemsizce onu inceliyordu. Gözlerinde ise tuhaf bir derinlik… İnsanı içine çekiyordu. Sanki hem çok şey bilen biri gibiydi hem de sırlarla dolu.
Şarapları geldiğinde, kadehini bana doğru kaldırdı. “Bu akşamki şansıma…” dedi hafif bir gülümsemeyle. Ben de kadehimi kaldırıp onunla tokuştururken, içimde farklı bir heyecan hissediyordum.
O akşam Timur’la her şeyden konuştuk. Sosyolojiden, hayattan, insanların arasındaki bağlardan… Onunla konuşmak kolaydı. Her cümlesi bir felsefe dersi gibi derindi ama aynı zamanda basitti. Bu beni ona daha da çekiyordu. Konuşmalar ilerledikçe, ona dair merakım daha da arttı.
Bir yandan da yalnızlığımla ilgili düşündüklerimi, verdiğim kararları hatırlıyordum. Bu adamla konuşmak bana gerçekten iyi gelmişti. Kendimi yıllardır bir boşlukta hissediyordum, ama onun yanında sanki bu boşluk biraz olsun doluyordu.
Gecenin sonunda, garson hesabı getirirken Timur şarap kadehini son kez kaldırıp bana baktı. Gözlerinde yine o tanıdık derinlik vardı. Sonra yavaşça ceketinin cebinden cüzdanını çıkarıp hesaba uzandı. “Bu gece benden olsun,” dedi hafif bir gülümsemeyle. İtiraz etmeye kalktım, ama bakışları, bu konuda tartışmanın anlamsız olduğunu hissettirdi. Kibarca başımı salladım.
Dışarı çıktığımızda İstanbul’un serin gece havası yüzüme çarptı. Bir an için türperdim. Timur’a veda edip eve yalnız dönmenin vakti gelmişti. Ancak Timur, nazikçe, “Seni evine bırakmamı ister misin?” diye sordu. İçimde bir şey ‘hayır’ dememi söylese de, bu gecenin bitmesini istemiyordum.
“Tamam,” dedim. Gözlerimde hafif bir çekingenlikle ona baktım.
Timur, uzaktan parlayan siyah Range Rover’ına doğru yürüdü. Şaşkınlıkla gözlerim arabanın lüks detaylarına takıldı. Bir öğretim görevlisi için oldukça pahalı bir tercih diye düşündüm, ama bunu dile getirmedim. Anahtarıyla arabayı açıp kapıyı benim için tuttuğunda, koltuğa oturdum ve aracın içindeki deri döşemelerin yumuşak dokusunu fark ettim.
Arabaya bindiğinde direksiyona hakim bir edayla bakışlarını bana çevirdi. “Hazır mısın?” dedi, hafif bir tebessümle. Şehirdeki yolları sessizce geçerken, ikimizin arasında yoğun bir elektrik vardı. Aramızda geçen tek konuşma evimi tarif edişim olmuştu. arabanın içi onun dışında çok sessizdi. Bu sessizlik garip bir şekilde iyi de hissettiriyordu. Gözlerim arada sırada ona kayıyordu.
Sonunda evimin önüne vardığımızda, Timur arabayı yavaşça park etti. Gözleri bir an bile benden ayrılmadı. Araçtan inmeden önce derin bir nefes aldım, ama tam kapıyı açacakken Timur’un sesiyle duraksadım.
“Elif,” dedi, sesi yumuşak ve arzu doluydu. Yavaşça bana doğru eğildi. “Bu gece gerçekten çok güzeldi. Ama daha da güzel olan şey… sensin.”
Kalbim hızla atmaya başladı, gözlerim ona kilitlendi. Ne diyeceğimi bilemedim, ama bakışları dudaklarıma kayarken, ikimizin de aklı aynı yere gitmişti. Bir an için zaman durdu, ve beklenmedik bir şekilde ikimiz de birbirimize yaklaştık. Dudaklarımız buluştuğunda içimde bir sıcaklık dalgası yayıldı, gözlerimi kapattım. O öpücük, ne kadar ani olsa da, bir o kadar da kaçınılmazdı.
Timur’un dudakları nazik dokunuşlardan daha sert ve ateşli dokunuşlara geçerken ellerim istemsizce yanaklarına gitti. Bende daha fazlasını istiyordum. ama buna hazır değildim. Öpüşmemiz ne kadar sürdü bilmiyorum ama etkisi derindi. Geri çekildiğimde, gözlerimi açtım. İkimiz de sessizce birbirimize bakıyorduk. Sonunda o konuştuğunda elleri şakağımdaki saçları okşarken “Dudaklarının tadını bir kere aldım güzelim. İnan bana bu son buluşmamız olmayacak.” dedi.
“Umarım öyle olur Timur. İyi geceler.” deyip arabadan indim ben apartmana girene kadar bekledi. Eve girip pencereden baktığımda hala oradaydı. Dudaklarımda gülümsemeyle gecenin ansızın gelen bir hediye olduğunu düşünmüştüm.