HUZUR

1586 Words
Timur'un gidişinden sonra öyle heyecanlıydım ki o gece neredeyse hiç uyuyamadım. Gözlerimi kapattığım anda, aklıma Timur’un gözleri, dokunuşları, hatta o çekici gülümsemesi geliyordu. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim; sanki içimde kelebekler uçuşuyor, kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Ama bu heyecanın içinde bir karmaşa da vardı. Sabah uyandığımda uykusuzluktan gözlerim şişmiş olsa da, aynadaki yansımama bakıp içimden gülümsedim. Evet, bu yepyeni bir gündü, ve dün gece asosyal olmayacağıma dair kendime verdiğim sözü tutacaktım. Okula vardığımda her zamanki gibi kalabalıktı, insanlar sağa sola koşturuyor, koridorlarda gülüşmeler yankılanıyordu. Ama bu sefer her zamanki Elif değildim. Kendime arkadaş edinme sözü vermiştim ve adımlarımı bu kararlılıkla atıyordum. Boynumdaki kolyeyi sıkıca avucuma aldım; Ali'nin bana verdiği o değerli hediyeyi, hayatımın ne kadar değiştiğini hatırlayarak kavradım. Geçmişe takılıp kalmamalıydım, bugünü yaşamalıydım. Bir sınıfın önünden geçerken yerde bir cüzdan fark ettim. Eğilip aldım ve çevreme baktım. Gözlerim, ders notlarına gömülmüş tatlı bir kıza takıldı. Cüzdanın sahibi olabileceğini düşündüm ve ona doğru yaklaştım. "Affedersin, bu cüzdan senin mi? Yerde buldum, sana ait olabilir diye düşündüm." dedim nazikçe. Kız başını kaldırıp şaşkınlıkla baktı, sonra cüzdanına uzandı ve yüzünde minnettar bir gülümseme belirdi. "Ah, evet! Çok teşekkür ederim. Her zamanki sakarlığım işte. Sen olmasan kim bilir ne zaman fark ederdim," dedi, hafif utangaç ama sıcak bir ifadeyle. "Rica ederim, bu gibi şeyler sık olur. Ben de fazlasıyla sakarım aslında," dedim, bizden çıkan gülüşmeler koridora yayıldı. Elimi uzatarak, "Ben Elif," dedim. "Ben de Sevda. Tanıştığımıza çok memnun oldum!" dedi, sıcacık bir gülümsemeyle elimi sıkarak. İçimde bir rahatlama hissettim. Sevda o kadar tatlı biriydi ki, hemen kaynaşabileceğimizi anladım. Sohbetimiz koyulaştıkça, onun ne kadar sıcakkanlı ve samimi olduğunu fark ettim. İlk defa uzun zamandır biriyle bu kadar içten bir bağ kuruyordum. Kendimi daha iyi hissediyordum. O anda, bu okulun sadece derslerden ve kitaplardan ibaret olmadığını fark ettim. Belki de bu dört yıl, hayatımın en güzel dostluklarına da gebeydi. İçimdeki yalnızlık hissi bir nebze de olsa hafifledi. Dersin sonuna doğru çalan telefonumun titreşimi beni daldığım derin düşüncelerden çıkardı. Ekranda numarasını tanımadığım birinden gelen mesaj vardı. Merakla açtım. “Dersin bitince seni almaya geleceğim.” Mesajı okuduktan sonra olduğum yerde durakladım. Kimseye telefon numaramı vermemiştim. “Kimsiniz?” diye mesaj attığımda bir tahminim vardı aslında. “Timur Soydan ben.” Mesaj Timur’dan mıydı? Bana böyle bir cümle kuracak kadar tanışıklığımız vardı ama yine de bu kadar gizemli bir şekilde mesaj atması tuhaftı. Onun ismini gördüğüm andan itibaren içimden bir heyecan dalgası geçti. Bu, onun her zamanki kendinden emin tavrına uygun bir hareketti. Ders biter bitmez, telefonumu çantama koyup kapıya yöneldim. Günün tüm yorgunluğu bir anda üzerimden kalkmış gibiydi. Kampüs çıkışında etrafa bakınarak Timur'u aramaya başladım. Kalabalığın içinde gözlerim onun karizmatik ve kendinden emin duruşunu arıyordu. Ve onu hemen fark ettim; koyu gri renkli, vücuduna tam oturan, şık bir takım elbise giymiş siyah jeepin kaputuna yaslanarak kollarını bağlamış, bir ayağını tekere yaslamıştı. Siyah saçları geriye doğru düzgünce taranmış, belirgin çenesi ve güçlü yüz hatları ışığın vurduğu yerde daha da keskinleşmişti. Timur, etrafındaki insan kalabalığına rağmen dikkat çekici bir şekilde ayırt ediliyordu. Çevresine yaydığı o dokunulmazlık hissi, hemen fark edilmesini sağlıyordu. Gözlerinde derin bir bilgelik ve gizem vardı; sanki her şeyi gören ama çok az şey paylaşan biriydi.Ve dışarı adımımı attığımda, onu hemen fark ettim. Her zamanki karizmasıyla, sanki çevresindeki kalabalığın hiçbiri umrunda değilmiş gibi dikiliyordu. Yanıma geldiğinde, gözlerinde o tanıdık bakışı gördüm. “Merhaba Küçük hanım. Hazır mısın? Seni çok güzel bir yere götüreceğim.” dedi, sesinde hafif bir muziplik sezdim. Öğrenci işlerinden numaramı bulması çok da zor olmamış olmalıydı; beni şaşırtmak için bu küçük oyunu oynamıştı belliki. “Tabii, nereye gidiyoruz?” diye sordum hafif bir tebessümle. Aslında nereye gideceğimizi bile önemsemiyordum. Yanında olmak, o an için yetiyordu. “Gittiğimizde göreceksin.” dedi, gözlerinde efsunlu bir ışıltıyla. Bu kadar doğal ve rahat sorması beni hem rahatlatıyor hem de şaşırtıyordu. Yüzüne bakarken kalbim hafif bir heyecanla çarpıyordu, ama aynı zamanda onun yanındayken kendimi anlamsız bir şekilde güvende hissediyordum. Bu his, onun çekiciliğini daha da artırıyordu. “Peki madem öyle diyorsun. Ama şimdiden söyleyeyim memnun kalmazsam söylerim ona göre!” dedim. Gözleriyle hafif bir onay işareti verdiğinde onunla birlikte yürümeye başladım. Jeepin kapısını açıp binmeme yardım etti. Ben ne kadar kısa olmasanda benim için binmesi kolay bir araç değildi. En son “Galiba arabayı değiştirmem gerekecek.” diye mırıldanıyordu. O da araca bindiğinde nihayet yola koyulmuştuk. Jeep, İstanbul’un akşam trafiğinde sessizce süzülürken, onun yanında olmak bana şaşırtıcı bir huzur veriyordu. Gözüm, arada bir yan koltuktaki yüz hatlarına kayıyor; karanlıkta parlayan keskin çene çizgisi ve hafifçe aralanmış dudakları dikkatimi çekiyordu. Gözleri yolda, ama ifadesinde onu izlediğimi bilmenin verdiği küstah bir tebessüm vardı. Sessizliği bozmadan ilerlerken, yollar giderek daha sessizleşti. Şehrin ışıkları geride kalmaya başlarken, araç yavaş yavaş deniz kıyısına doğru yöneldi. Gökyüzü akşamın koyu lacivertiyle örtülmüş, ufuktaki sokak lambaları bir bir azalmıştı. Yol kenarındaki ağaçlar daha sıklaşıyor, dalların arasından denizin dalgalı yüzeyi hafifçe parlıyordu. Arabadan, denizin tuzlu kokusu ve çam ağaçlarının kokusu meltem esintisiyle içeri doluyordu. “Beni nereye götürdüğünü hâlâ söylemeyecek misin?” dedim, hafif bir gülümsemeyle.Timur, göz ucuyla bana bakıp dudaklarında o tanıdık, muzip gülümsemeyi belirdi. "Sürprizi bozmak istemem," dedi hafif bir kahkahayla. "Ama emin ol, memnun kalacaksın." Kısa bir süre sonra, deniz kenarına inen dar bir yola girdik ve ağaçların arasındaki bir açıklıkta park ettik. Araçtan inince, burnuma kızarmış balık ve taze otların kokusu doldu. Etrafta birkaç küçük masa ve üzerlerine serilmiş mavi beyaz kareli örtüler vardı. Şimdi önümde, ağaçların içine gizlenmiş küçük bir balıkçı meyhanesi duruyordu. Rustik yapısıyla ve sıcak aydınlatmasıyla burası, şehir hayatının karmaşasından uzak, adeta bir sığınak gibiydi. Timur göz ucuyla bana bakıp hafif bir tebessümle başını salladı. “Burası, benim gizli mekanım. Sessiz, huzurlu, ama bir o kadar da canlı. Hayatın keşmekeşinden uzak bir yer. Bu gece, sana da bu huzuru tattırmak istedim.” dedi. Sesindeki sıcaklık, beni rahatlatıyor ama bir yandan da neyle karşılaşacağımın merakını artırıyordu. Timur araçtan inip benim için kapıyı açtığında elini uzattı. “Burası eski dostum Ahmet abinin yeri. Yani çekinmene gerek yok. ” dedi. Gözlerindeki derinlik ve samimiyetle, elini tutup beraberce içeri yürüdük. Mekana girdiğimizde, etrafa ahşap kokusu ve hafif bir kömür ateşi kokusu yayılıyordu. Duvarlarda balık ağları, eski teknelere ait parçalar ve birkaç tane tarihi balıkçı feneri asılıydı. Mekan, küçük ama oldukça sıcaktı. Masaların üzerinde çiçeklerle dolu vazolar vardı, arka planda çalan eski bir Türk sanat müziğiyle eseriyle birlikte kendimi bambaşka bir zamana ışınlanmış gibi hissettim. Mekanın sonunda duran adam, Timur’u görünce hemen yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Boyu uzun, saçları griye çalan, geniş omuzlu bir adamdı. Yanımıza geldiğinde, kalın ve tok bir sesle Timur’a seslendi. “Timur! Oğlum, hoş geldin! Bunca zaman sonra seni görmek ne güzel bir sürpriz!” dedi adam, kocaman elleriyle Timur’un omzuna vurup sıkıca sarıldı. Gözlerinde yılların verdiği bir samimiyet vardı, gülüşünde ise tarifsiz bir sıcaklık. “Ahmet Abi, seni görmek her zamanki gibi büyük bir keyif,” diye karşılık verdi Timur. Sonra bana dönerek, “Ahmet Abi, bu Elif. Çok değerli bir arkadaşım,” dedi. Ahmet Abi bana doğru bakıp, gözlerinde sevgi dolu bir ifadeyle elini uzattı. “Elif haa! Bu kerata buraya ilk defa bir kızla geliyor. Seni burada gördüğüme Timurdan daha çok sevinmiş olabilirim. Malum adam tohuma kaçmak üzere.” dedi. Elini sıkarken, bana gösterdiği bu sıcak karşılama yanaklarımın kızarmasına sebep olmuştu. “Tanıştığımıza memnun oldum Ahmet Bey” diyebildim sadece, hafifçe gülümseyerek. “Ahmet Abi, kızı utandırma yaa! Geldiğime pişman edeceksin” dedi Timur,yalandan kızar gibi. “Yalan mı oğlum karta kaçmadın mı sen? Neyse bugün en taze levrek var. Sizin için en güzel yeri hazırlattım. Siz geçin bizim çocuklar masayı donatacaklar.” dedi Ahmet Abi, gözlerindeki mutlulukla. Bizim için deniz kenarındaki masalardan birini ayırmıştı, manzarası en güzel olanı. Masanın üzeri mavi beyaz bir örtüyle kaplanmış, üstünde eski tip bir gaz lambası ve çiçeklerle süslenmişti. Ahmet Abi bizi yerleştirirken, gözlerinde hala genç bir adamın heyecanı vardı. Masaya oturup Timur’la birlikte manzaraya bakarken, gözüm Ahmet Abiye takıldı. Ne kadar yaş almış olsa da, içinde taşıdığı gençlik coşkusu her halinden belli oluyordu. Garsonlar mezelere el atarken, Ahmet Abi bize meyhanesinin hikayesini anlatmaya başladı. Mekanı elli yıl önce babasından devraldığını, buranın sadece bir mekan değil, bir yuva olduğunu söyledi. Eski anılardan, balıkçı dostlarından bahsederken gözlerinde parlayan anılar, burayı ne kadar sevdiğini anlatıyordu. Arada sırada göz ucuyla Timur’a bakıyordum. O da Ahmet Abiyi dikkatle dinliyor, geçmişe dair küçük bir gülümsemeyle başını sallıyordu. Bu mekanın Timur için de bir anlam taşıdığı her halinden belliydi. Masamızda mezeler, ara sıcaklar ve sonunda levrekler yerini aldığında, Ahmet Abi yanımıza gelip bir kadeh rakı kaldırarak bize eşlik etti. “Bu akşamın tadını çıkarın çocuklar. Bu mekan, yıllardır ne fırtınalar atlattı. Yeri geldi kahkahalarla doldu taştı. Yeri geldi gama kedere boğuldu. Ama bunlar her defasında dostlarla birlikte geçirilen zamanlardı. Sefalar getirdiniz çocuklar. Sağlığınıza…” dedi ve kadehinden son bir yudum alıp adımlarla mekanın diğer köşesine ilerledi. Timur’un gözlerine baktığımda, gözlerinde gizemli bir hüzünle karışık bir derinlik gördüm. Ahmet Abinin sözleri, onu da derinden etkilemiş gibiydi. “Ahmet Abiyle dostluğumuz eskiye dayanır.” dedi sessizce, sanki bir sır paylaşır gibi. “Bu mekanda geçen çok anım var. Ahmet Abi, bu meyhaneyi ayakta tutmak için çok şeyden feda etti. Şimdi burada seninle oturmak, bana tüm o yılları hatırlatıyor.” Onun yanında olmak, tüm bu anıların bir parçası olmak sanki beni daha da ona bağlıyordu. Ahmet Abinin geçmişe dair anlattıkları, mekanın atmosferi ve Timur’un derin bakışları… Her şey beni içine çekiyordu. O an, burada, bu deniz kıyısındaki eski meyhanede, dünyanın geri kalanından uzak, sadece ikimizin olduğu bir yerde olduğumuzu hissettim. Bu akşam, Ahmet Abinin söylediği gibi, dostlarla geçirilen bir akşamdı. İçimi kaplayan huzur ve mutlulukla, bu anı sonsuza kadar hatırlayacağımı biliyordum. Ahmet Abinin hikayeleriyle, Timur’un gözlerindeki derinlikle ve denizin sesiyle bu akşam, unutulmaz bir geceye dönüşmüştü.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD