x 3 x "TUTSAK"

1580 Words
Ayakları kendisini taşımaktan çok uzakken vücudu zangır, zangır titriyor ve lanet ettiği geceyi bir kez daha yaşıyordu. Titrek ellerini yumruk yaparak sıktı. Tırnakları etine tamamen geçmiş acısı beyin hücrelerinde hissediyordu. Bu acı, tarif edilen acı değildi. Sağlıklı düşünmesi ve ayakta kalabilmesini sağlan büyük bir faktördü. Gözleri dolmaya başlayacağı sırada vücudunu öyle kontrol etti ki; tek bir yaş gözüne dahi dolamadı. İşte en sevdiği özelliği de buydu. Vücudu istemediği sürece, kendi iradesi dışında tepki vermezdi. Ağlamaması gerekiyorsa, onu bu dünyadaki hiçbir neden ağlatamazdı. Ta ki; o geceye kadar... O gece ağlamıştı. Her nefes alışında, kulaklarında uğultu hissetmiş ve ölüme bir adım yaklaştığı için şükretmişti. Bedenine dokunan ellerin, ruhu tenine o denli yabancı gelmişti ki; fiziksel acı yapılsa belki de bu kadar ıstırap veremezdi. Hele de bedenine sahip olan kişi yıllarca hoşlandığı, çocuk ise... Tanımadığı veya hafızasının en dip köşelerinde dahi hatırlayamayacağı bir yüz ya da yabancı bunu kendisine yapmış olsa belki olanları hazmetmek bir nebze olsun daha kolay olurdu. Ama değildi. O dokunuşlar son birkaç yıldır uzaktan hoşlandığı çocuğa aitti. Hayatta en büyük darbeleri değer verdiğimiz, sevdiğimiz insanlardan alırdık. Ya da biz öyle sanıyorduk. Acımız, güvenimizin yerle bir olmasından kaynaklıydı. Demirkan ve odanın herhangi yerinde bulunan kendisiyle aynı yaşta diğer iki genci umursamayarak, adımlarını iğrendiği yüzün sahibine doğru attı. Yönünü değiştirdi ve sağ açısına düşen, komodine bir adım yaklaşarak üzerinde duran büyük vazoyu eline aldı. Tiksindiği yüze dönerek, büyük ve şaşaalı vazoyu fırlattığında, karşısındaki çevik hareketlerle ne yapacağını algılamış ve yarım metre kadar sola çekilmesiyle büyük vazo kapıda paramparça olarak yerlere saçıldı. Öfkesi ve siniri ne kadar zapt edilmez gözükse de, aslında sakindi. Yapmak istediği; arka cebinde bulunan çakıyı çıkartarak, midesinin tam üzerinde büyük bir oyuk açmaktı. Daha önce yapmadığı hamle değildi ve bir kez daha bu hisle yanıp tutuşuyordu. Adımları kendisinden yedi-sekiz santim uzun olan, o iğrenç yüzün sahibine yürüdü. Ayaklarının rotası şaşmaz ve algılanamaz derecede sağlamdı. Diğer kızlar gibi değildi, tehlikeden kaçmaz ya da yürümezdi. O tehlikeye doğru koşardı. Yaşadıkları yerde hayatta kalabilmenin ilk kuralı; ayakta kalmaktı. Dik dur ve kimseye asla zaaf besleme. Zaaf besleyerek ve taviz vererek yaptığı en büyük hata, şuan yanı başında tam karşısında yalın gerçeğiyle duruyordu. Zeytine andıran siyaha kaçık kahverengi göz irislerini, nefretle karşısındaki yüze tuttu. Ve tehlikeye koşmayı bırakarak, büyük ve güçlü bir adım daha attı. Aralarında en fazla 20 santim vardı ve bu midenin bir kez daha kalkmasına sebep oldu. İğreniyordu. Her hücresinden, her zerresinden. Tiksinmesi, tarif edilemez boyuttaydı. "Allah, senin belanı versin. Sana yemin ediyorum, tek hareketinde.. Seni deşerim. Ve inan bana bu sefer deştiğim yer karnın değil, kaburganın altındaki kalbin olur." Adımları iğrendiği yüzün sahibinden çok uzaklaşarak, uzun koridoru buldu. Peşindeki adımların kime ait olduğunu tahmin etmek zor değildi. "Adal sen n'aptığını sanıyorsun?" dedi Demirkan, peşinden yetiştiğinde. "Sen karışma." "Bir daha Doruk'a tek bir nesne bile fırlatmayacaksın." Adımları durdu ve öfkeyle kardeşinin yüzüne baktı. Çenesindeki gamze öfkeden kasılmış, çatık alnında iki tane hafif çizgi belirginleşmişti. "Canımın istediğini yaparım ve sen karışamazsın. Sen nasıl evde konuşurken bunu söylemezsin Demirkan!" "Aranızın iyi olduğunu sanıyordum." "6 ayda fazla şey kaçırmışsın! Böyle bir detayı atladığına inanamıyorum! Hadi söyle. Bu çocuk soktu seni bu işin içine değil mi?" "Hayır! Bu işe bulaşmamızın tek nedeni; Selim. Hapiste tanıştık dedim ya!" "O halde Doruk bu işin neresinden dâhil oldu? Söylesene!" "Hapishanede telefon buldum ve onu aradım. Mahalleden kovulmuş, iş aradığını söyledi. Bizimde 4. Bir adama ihtiyacımız vardı. Durumu anlattım. Olaya bodoslama atlayıp, kabul etti." "İyi halt ettin!" "Adal aranızda ne geçti? Söyle yoksa gidip ağzını yüzünü dağıtırım o çocuğun!" Demirkan'a durumdan bahsetmesi, Doruk'un tabutunu hazırlamaya başlamakla eş değer bir seçenek olurdu. Olanları anlattığı anda, Doruk'un sağ kalma ihtimali yüzde sıfırları zorlardı. Bileği kuvvetli olsa da, Demirkan'da onun gibi bu işin içinde büyümüştü. Güçlerinin sabitleneceği düşüncesi, oldukça tehlikeliydi. Aynı oranda güç gösterisinin sonucu; ikisinin de ağzı yüzü dağılmış olurdu. Kafasından düşünceleri attı. Demirkan'a bundan bahsetmek hiç sağlıklı değildi. Elini tekrar kana bulayıp, hapishane yolları tekrar kendisine gözükürdü ve bu sefer çıkışı 6 aylık kısa süreden çok uzak olurdu. "Aramızda bir şey yok. Tipine uyuzum." "Bak emin misin?" "Evet." "O zaman burada kalmaması için bir sebep yok?" "Burada kalmasını istemiyorum." "Bir sebep sunmazsan burada kalacak." Sözcükler dudaklarına dizildi fakat hiç biri sesli olarak dışarı çıkmadı. Kendini ifade etmekte zorluk çekiyordu. Elleri ve kolları bedeninden habersiz havaya kalkmış, sanki olayı vücudu açıklamak ister gibiydi. Nefes alıp dudaklarını kapattı ve düşüncelerini toplayarak, söylemeyi bir kez daha denedi lakin başarısız bir girişimdi. "Bak sebebi yok ama o çocuk burada kalmayacak. Çünkü ben istemiyorum." "Üzgünüm Adal. Sırf sen istedin diye Doruk buradan gitmeyecek. Ona ihtiyacımız var. Yeri geldiğinde mantık çerçevesi arasında hareket ediyor. Zekâsını ve düşüncelerini zapt edebiliyor ve soğukkanlı. Zora sıkıştığımızda, onun zekâsına ihtiyacımız var." İki elini havaya kaldırdı ve dudaklarını hafif araladı. Gözleri kavganın verdiği öfkeyle açılmış, kaşları da eşlik ederek derdini anlatmak isterce yukarı kalkmıştı. "Ne mantık çerçevesinde hareket ediyor ama?" Bakışları ve öfkeli yüzü geldiği yöne döndü. Kapıya yaslanmış, gözlerinin içine bakan Doruk'la buluştuğunda, midesindeki bulantı gün yüzüne çıktı. Acı tat boğazını ve ağzını yaktı. Refleks olarak bulunduğu noktadan, kendi odasının hemen yanındaki banyoya yöneldi. Adımları sadece hızla ilerlerken, bir eliyle kusmamak için ağzını sımsıkı kapattı. Boşta olan eliyle banyo kapısını açtı ve içeri girerek, tuvaleti büyük banyoda zorlukla buldu. Eğildiği ve saçlarını geride tutmaya çalıştı. Midesindeki bütün pisliklerin vücudunu terk etmesiyle oluşan, rahatlıkla derin nefes aldı. Gözyaşları bilinmezlik içinde gözlerinden taşıyor, ne hissettiğini bilemeyecek kadar düşünceleri boştu. Sağ tarafında duvara monte edilmiş peçetelikten, bir tane aldı ve ağzını temizledi. Klozete atarak, sifonu çektiğinde, su sesi sessiz ortamı delip geçmişti. Hıçkırığı dudaklarında patladı. Sırtını banyo duvarına verirken, buz gibi taşın tam üzerinde oturuyordu. Dizlerini kendisine çekerek, başını gömdü. Ellerini karnına götürerek sımsıkı tuttu. Bulantısı o kadar ıstırap vericiydi ki; hıçkırışlarına engel olmadı. O gece olanlara engel olamadığı gibi vücudunda oluşan şiddetli sarsıntıyı engelleyemiyordu. O geceden, düşüncelerine tükenmez kalemle yazılmış anıdan ve hatırlatan her nesneden nefret ediyordu. Karnındaki bebekten de. İstemsizce karnına giden ellerini fark ettiğinde, tiksinerek hızla çekti. Bu et parçası da, o iğrenç geceden mirastı. Anne adayları hamilelik başlangıcında güzel şeyler hissederdi. Onun düşünceleri ise bunlardan çok uzaktı. Karnında günden güne büyüyen bebekten iğreniyordu. Doruk bedenine zorla sahip olmuş, hiç yaşamadığı acıları yaşatmıştı. Gece yatağında kâbuslar görerek sıçrıyor, gerçekte yaşandığı yetmezmiş gibi birde defalarca kâbuslarına bu iğrenç anı misafir oluyordu. Bu beden ona ait olmaktan çok uzaktı. Artık bedenine kendisiyle beraber iki kişi daha sahipti. Doruk ve ondan parça olan bir bebek... Durumu ne kadar iğrenç ve kusma isteği bir his olarak ifade etse de, hamile olduğunu öğrendiği andan itibaren her kâbus gördüğünde, korktuğun da ve güçsüz hissettiğinde elini istemsizce karnının üzerinde buluyordu. Tiksindiği parçadan güç alıyor olması adil değildi. En kısa zamanda karnındakinden kurtulacaktı. Daha fazla vücuduna, düşüncelerine ve şefkat duygusuna sahip olmadan. Elleri siyah fayans duvarı bulduğunda, destek alarak kalktı. Bulantısı bir nebze azalmış, vücudunun gerginliği azdı. Ölü beden misali güçsüzce lavaboyu buldu. Musluğu açtı ve ağzındaki acımsı tattan kurtulmak için su götürerek çalkaladı. Kenarda duran beyaz havlu daha önce hiç kullanılmamış olduğunu bağırıyordu. Güzelce elini ve ağzını kuruladı. Uzun saçlarını arkaya atarken, gözyaşlarını temizledi ve yüzüne çeki düzen verdi. Kapı kulpunu aşağı indirdi ve adımları hemen uzun koridora düştü. Göz irisleri anbean hala kapıya yaslanmış, dikili olan ve aynı zaman durduğu yerde oldukça rahat görünen Doruk'a takıldı. Uzaktan kendisini büyük bir ciddiyetle izliyor. Göz bebekleri yüzünden başka hiçbir yere kaçırmıyordu. Çenesindeki hafif kasıntı, yüz hatlarını oldukça güçlü ve bir o kadarda anlamsızlık ifadesi büründürmüştü. Kahverengi gözler kısa süre için daha kendisine bakındı ve saniyeler geçmeden dayandığı kapıdan hareketlendi. Gözlerinin yönü kendisinden çok başka yere çevrilirken, bulduğu yerin tam zıt yönüne doğru ağır adımlarla yürüdü. Ayakkabıları kahverengi ahşap zeminde kulağı dolduran, tınısı oldukça pes bir ses ortaya çıkartıyordu. Ses duvarla ve büyük evle buluşmasıyla yankı yaparak kendisine kadar geliyordu. Ev bir an için gözüne daha ürpertici ve daha büyük geldi. Doruk'un adımları uzun koridordaki son kapıyı bulduğunda, kolu aşağı indirerek içeri girdi ve ardından sessiz kapattı. Gözleri birbiriyle bir kez daha buluşmamış ve aralarında şimşek kıvılcımları çakmamıştı. Yine de kahverengi göz bebeklerinin içinde uyandırdığı his vücudunu ürpertiyordu. Keskin bakışları ve kahverengiliğin de kaybolmaya sebep olan uçsuz bucaksız gözleri vardı. Gözlerini ancak böyle tarif edebilirdi; uçsuz bucaksız... Yakından bakma fırsatı olduğu eski zamanlarda, gözlerindeki anlam öylesine derindi ki; insanı okyanusun ortasında yapayalnızmış hissine kaptırıyordu. Onun gözleri dünyaydı. Başı ve sonu görünemez. Bazen ıssız ve karanlık orman misali umutsuz, bazense minik ufacık umut ışığı. Sevinci tam anlamda hiçbir zaman gözlerinde görünemezdi. Öfkesi aksineydi. Onun kahverengiliklerinde öfke varsa, iliklerinize kadar titretirdi. Göz irisleri en uç noktaları oynardı. O yüzden kahverengiliklerinde minicik ışık gördüğünüzde, onların utkunu olmamak imkânsızdı. Eğer Doruk Tekand size şefkatli gözlerle bir kere bakmışsa, artık kahverengilerinin hapishanesine hoş geldiniz yazısı kalbinize açılan kapı olurdu. Lakin gözlerinde şefkat bulunan bakışı yakalamak, her şahsiyetin başarabileceği iş değildi. Çünkü Doruk daha çok ifadesiz görünmeyi tercih ederdi. Gözlerinde şefkati görmüş olan tek kız olduğuna neredeyse yemin edebilirdi. Banyo kapısını kapatırken, adımları odasına ulaştı. Kahverengi kapıyı açtığında, kırmızı ve siyah tonlarında döşenmiş odasına girdi. Kapıyı kapattı ve anahtarı çevirerek kilitlemeyi unutmadı. Kırmızı baş kısmı bulunan yuvarlak yatağın üstüne, siyah nevresim odayla olan bütün uyumunu koruyordu. Adımları yatağın önünde durdu ve büyük yuvarlak yatağın baş kısmana kadar emekleyerek sırtını verdi. Yatak başının hemen gerisinde boydan boya cam pencere vardı. Dışarı, zifiri karanlık, etrafa sis çökmüştü. Odasını aydınlatan beyaz sokak lambası, yine de eşyalarını ve renkleri seçmesine yardımcı oluyordu. Arka cebinden telefonunu çıkarttı ve ekranına iki kere dokundu. Saat 22:15'ti. Koridordan odasına ulaşan tıkırtı sesleri, düşüncelerini 10 dakika kadar öncesine taşıdı. Neredeyse 15 dakika kadar banyoda kalmıştı. Doruk'un orada dikiliyor olması tesadüf olamazdı. Çıkana kadar kendisini beklemişti. Keskin bakışları daha yeni kavrıyordu. İyi olup olmadığını kontrol etmişti. Yaptığı karakterine çok uzak bir hareketti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD