"Hayır. Lütfen."
Yuvarlak yatağın ortasında çırpınışları kapana kısılmış güvercin misali etkisiz ve işe yaramazdı.
"Hayır..."
Gözlerinin açılması, yaşamı boyunca iğreneceği geceden kurtulup gerçek hayata dönmesini sağladı. Sadece kötü bir kâbustu. Etraf kâbustaki gecenin aksine aydınlık güneş yüzüne vurup yakıyordu. Vücudu soğuğa dair his barındırmıyor, hissettiği sıcaklıkla rahatlıyordu.
Kâbustu, bir öncekilerin aynısı. Kendisini yatağın içinde rahatlatırken, dirseklerinden destek alarak yavaşça doğruldu. Uykunun verdiği rehavetle gözleri baygındı.Yatağın hemen karşısında tekli siyah deri koltuğa yayılmış cüsse, kâbuslarının sahibiydi.
Rahatlama hissi korkusu ve endişesiyle yer değiştirdi. Dün geceyi hatırladı. Başlı başına mutfağın tam ortasında düşüncelerine hâkim olmayı başaramamış sonucunun bedelini de bayılarak ödemişti.
Akşam yaşadığı sinir krizini her an tekrar geçirebilirdi. Kendi gözlerine dikilen uçsuz bucaksız kahverengilikler, oldukça sert ve bir o kadarda ifadesizdi.
Hareketlenip ürkmesinin yanında yüzün de hiç bir mimiği kımıldamadı. Vücudu aynı biçimde tepkisiz sadece gözlerinin içine bakmayı sürdürdü. Ve bedeni temas eden gözler sayesinde bir kez daha soğukluk hissiyle bütünleşti.Korkakça ellerini yatakta hareket ederek, milim daha doğruldu. Donmuş, tepki veremiyordu. Doruk karşısında hareketsizce otururken ve tamda gözlerinin içine bakarken hareketsizliği normaldi.
Kahverengiliklerini kendisinden ayırdı ve yüzünü yere eğerek, ellerini ovuşturdu. Ayık kalmaya çalışır gibi görünüyordu. Hemen ardından gözleri kendisini tekrar buldu ve sadece kenetledi.
Göz irislerin deki ifade o denli derin ve duygu yüklüydü ki, gözlerini kaçırma isteğiyle yanıp tutuştu. Kahverengiliklerini başını sağ pencereye çevirerek bir süre baktı. Konuşacağını düşündü lakin konuşmadı. Oturduğu yerden kalktı. Adımları oda kapısına ulaştı ve hemen ardından kapının kapanış sesine kasvetli oda eşlik etti.
Doruk ne kadar zamandır başucundaki koltukta oturuyordu? İşte bu soru dünyada en merak ettiği şeyler listesinde baş sıraya altın harflerle yazılırdı. Geceden beri olma düşüncesi vücudunu titretti. Öyle bile olsa gece boyu gözünü kırpmadan kendisini izlemiş olması, mide bulantısının tekrar başlangıcı oldu.
Başını öne eğdi. Ah. Eli istemsizce yine ne ara karnını üzerine gitmişti? Anneliğin ne kadar içgüdüsel durum olduğunu şimdi kavrıyordu. Elini karnından çekerek uzun saçlarını geriye attı. Doruk'la bütün gece aynı odayı solumuş olma düşüncesi bile ikinci bir travmanın başlangıcı olurdu. O yüzden yataktan kalktı ve pencereleri açtı.
Kafasındaki seslerin minik kısmını sustursa da, diğer koca kısım başının içinde at tepinmeye devam etti. Doruk'un odasında ne işi vardı? Konuşmak için gelmiş olsa, ağzını açıp tek kelime etmeden asla gitmezdi. Uyandığını görmesiyle hareketlenmiş ve odadan çıkarak gitmişti.
Dün gece şuursuzca davranmış, duygularını içinde büyüterek, önlenilmez bir kriz geçirmişti. Artık daha dikkatli olmalıydı. Karnında bir parça vardı ve ne yapacağını bilemez haldeydi. Alınacak olsa bile onun zarar görmesi kendinin zarar görmesiydi.
Serin hava odaya dolarken, gözlerini anlık kapattı ve temiz havayı teneffüs etti. Üzerinde dün akşam giydiği kıyafetleri vardı. Aslında büyük sorun içermezdi. Gece bunlarla yatmayı planlamıştı. Dolabın kapağını açtı, az ve öz olan kıyafetlerine göz gezdirdi. Ciddi anlamda kıyafeti yok denecek kadar sınırlıydı. Nakliyat işinden gelen parayla ilk bebekten kurtulacak, ikinci iş yeni ve güzel kıyafetler almak olacaktı.
Son seneydi ve üniversitenin başlamasına sayılı günleri vardı. Burstan iyi para geliyor olsa da, alınacak kitaplara anca yetiyor, elde avuçta elle tutulur bir miktar hiçbir zaman kalmazdı.
Lacivert askılı elbisesini dolaptan çıkarttı ve üzerindekilerden kurtularak giydi. Boyu tam dizlerinin üzerinde bitiyordu. Dağınık saçlarını el yordamıyla şekil verdi. Odanın kapısını açarak, banyonun bulunduğu hemen yan kapıya, yöneldi.
Demirkan'ın tarağı gözlerine çarptığında tebessüm etti. Kardeşi her ne koşulda olursa olsun saçlarına âşık bir çocuktu. Küçüklüğünden bu yana değişmeyen tek şey saçlarına olan sevgisiydi sanırım. Zaman kavramının tabiri korkunçtu.
Küçükken birlikte gittikleri o yeri unutması mümkün değildi. Okul çıkışları mahalleden yarım saat kadar uzak, meyve bahçeleri vardı. Bisikletle giderlerdi ve meyve bahçelerine varana kadar yarış yaparlardı. Bahçedeki en büyük dut ağacının altına gider, bazen saatlerce sohbet eder, bazen ders çalışırlardı.
Üniversiteyi kazanmış olmaları, birbirlerinin sayesindeydi. Kardeşlik güzel bir bağdı lakin onlar yıllar boyu sadece kardeş olmamış, aynı zamanda birbirlerinin en yakın arkadaşıydılar. Dut ağacının altında yaptığı dersleri, hatta son bir seneye kadar çalıştığı finalleri bile hatırlıyordu.
Ne olduysa şu son sene olmuş, hayatlarındaki her şey tersine dönmüş ve tren raydan çıkmıştı. Aslında iyi bile idare ettiklerini düşündü. Başı sonu uçsuz bucaksız, sorunlu bir mahallede fazla sorunsuz yaşamayı başarmışlardı.
Yani en azından öyle denebilirdi.
Pisliğin içinde büyüdükleri aşikârdı. Mahallenin pis tayfaları ve oksijen dahi bulunmayan sigara dumanı küçük odalar. Kendini hep koruyabilmişti. Devamlı arka cebinde bulundurduğu çakı, sayesinde ne tip sorunlardan dönmemişti ki? Bazen de Demirkan kendisini kurtarırdı.
Hapse girmeden 6 ay önce arkadaşları ve çevresi değişmiş, erkeklerle daha çok takılmaya başlamıştı. Yine de kendisini ekmemeye özen gösteriyordu. Çok kez tartışmışlardı. Endişelendiği ondan uzaklaşmış olması değil, Demirkan'ın halinde ve tavırlarında oluşan değişikliklerdi. Hemen arkasından hırsızlık olayı patlamıştı.
Demirkan'ın kendisinden tek sakladığı; hırsızlık olayı olmuştu. Sanırım hırsızlıktan çok kendisinden bir şeyler saklamasına kızmıştı. Elbette hırsızlık yapmasını desteklemiyordu lakin o kardeşiydi. Ondan hiçbir şey saklamazdı. Öyle büyümüşlerdi. Anneleri öldükten sonra, gözlerinin içine bakarak yemin etmişlerdi.
Şimdi sırrı olan Demirkan değildi. Karnında; vücudunun içinde minicik ama kocaman sır gizliydi. Bebek mevzusu Demirkan'ı da ilgilendiriyordu. Ne kadar kabul etmese biyolojik olarak bebeğin dayısıydı. Kendi de annesi olduğu gibi...
Demirkan'ın tarağını alarak hızlıca saçlarını taradı. Sağ elini musluğa götürerek ılık suyu açtı ve elini suya sokarak yüzüne su çarptı. Kenarda duran havluyla kuruladı.
Adımları banyo çıkışından, koridora oradan Demirkan'ın odasına ulaştı. Kapısını hafifçe tıklattı. Ses gelmediğinde, kulpu aşağı indirdi ve kafasını içeri uzattı. Odadaki siyah ağırlıklı ton çok yoğundu. Kapalı perdeler ortamdaki kasveti hat safhaya taşımış, nefes alınamaz haldeydi. En azından kendi için...
Duvarda boydan boya olan camın yanına giderek, perdeleri en dibe kadar sürüklemesiyle, içeri sızan güneşin, havasız şişeye kendiliğinden oksijenin dolmasına andırıyordu. Yatağın içine gömülü olan Demirkan'ın yanına gitti.
Kendi odasında bulunan yuvarlak yatağın aksi, kare bir yataktı. Acaba diğer odaların yatakları da farklı mıydı? Mantık içermeyen soruyu kendine sorduğuna inanamıyordu.
Demirkan'ın inanılmaz sempatik yüzü uyurken daha masumdu. Uyandırmak ve sinir krizleri geçirmesini izlemek, hobisiydi. Kardeşi sövmeye başlar, başında kahkahalarla saatlerce gülerdi. 6 ay bunu yapamamıştı ve büyük fırsat karşısında duruyordu.
Sertçe yatağın boş kısmına atladığında, Demirkan uyuduğu yerken resmen havalandı ve gözleri fal taşı gibi açıldı. Korkmuş bakışları kendisini gördüğünde, rahatlama hissiyle derin nefes aldı. Gözleri lazer misali bulunduğu yeri taradı. Nerede olduğunu kavrayamamış gibi duruyordu.
Demirkan'ın sevimli haline dayanamayarak, kahkahası bütün köşkü doldurdu. Kardeşi yarı çıplak yattığı yerden doğruldu ve kaşlarını çattı. Alnında oluşan tek çizgi, ciddiliğinin öne çıkması adına en büyük faktördü.
"Adal, yemin ediyorum seni pataklarım. Bir yıl büyüksün demem, yapıştırırım ağzının ortasına. Hayvan gibi ne zıplıyorsun yatağıma. İnsan yatıyor, burada. İnsan. 6 aydır hapiste yatıyorum ben. İnsan bir acır kardeşini ilk günden böyle saçma uyandırmaya. "
Adal'ın tatlı kıkırtısının tonu artarak, büyüdü. Kısılmış gözleriyle Demirkan'a baktı. Makinalı tüfek gibi anbean durmadan konuşmuştu. Bakışları o kadar tatlıydı ki; yanaklarından sıkıp öpmek istedi. Neticede kardeşiydi.
Demirkan'ın sinirli bakışları üzerinden ayrılmazken, yastığını aldı ve sertçe Adal'ın kafasına geçirdi. Düzelttiği uzun saçlarının birbirine girmesini umursamadan, kahkahasını sürdürdü.
"Sussana kızım, daha da sinirimi bozuyorsun."
Kahkahası gittikçe güçleniyor, gülmekten katılıyordu. Yastığı gülmesinin arasında zorlukla, tuttu ve Demirkan'ın yüzüne yapıştırdı. Bu hareketi onu daha da sinirlendirdi ve yastığı tutarak odanın diğer ucuna fırlattı.
"Saçlarımı bozuyorsun Adal."
Bir anlık gülmesini kesti ve ciddileşmeye çalıştı. Ne kadar dudakları büzülmüyor olsa da çenesinde belirginleşen hoş gamzesi içten içe güldüğünün göstergesiydi.
"Dur bakayım? Bence uyurken bozulmuştur onlar."
"Saçlar bozulmasın diye dikkatli yatıyoruz biz burada. Sen gel yastık vur."
Ciddiliğini koruyarak, Demirkan'a bakmayı sürdürdü ve gözlerini saçlarına kaydırdı. Ciddiliği kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu.
"Bakayım. İyi de senin saçların bozulmamış ki."
"Cidden mi?"
"Evet."
Ellerini havaya kaldırdı ve Demirkan'ın saçlarının arasına parmaklarını daldırarak sertçe karıştı.
"Şimdi mükemmel görünüyor. Gerçekten, çok tarz."
Eliyle onay işareti yaptığında, göz kırptı. Kendisini ciddi durabilmek için o denli zorluyordu ki, dayanamadı ve kahkahasını bir kez daha patlattı.
Demirkan'ın öfkeli bakışları bir miktar eksilmiş, gülmesiyle siniri yok olup gidiyordu. Oda gülümsediğinde, kendisini kolundan yakaladı.
"Gel buraya."
Kolunu kurtarmaya çalıştı lakin başaramadı. Kardeşi olsa da erkek gücüydü. Haddinden fazla büyük yatağa zorla kendisini yatırırken, engel olamadı. Ellerini karın bölgesine götürerek, gıdıklamasıyla kahkahaları delicesine arttı. Artık gülme sırası kardeşindeydi. Kendisine bakarak deli gibi oda gülerken, ağzının içinde konuştu.
"Nasılmış Adal Hanım? Bir daha saçlarımı karıştıracak mısın?"
"Evet."
Demirkan daha güçlü gıdıkladığın da, kıpkırmızı kesildi.
"Anlamadım?"
"Evet, diyorum."
"Duyamıyorum?"
Gıdıklanma hissi vücudunda dayanılmaz bir hal aldı. Karnındaki et parçası, tekrar mide bulantısı yaptığında, pes etmek zorunda kaldı. Demirkan pes edene kadar durmaz, kendisini gıdıklarsa ortaya tatsız bir görüntü doğardı.
"Hayır, tamam. Pes."
Kıkırdaması aniden durdu. Mide bulantısı daha bariz, hissediyor. Ağzına kadar ulaşan o iğrenç tadı hissetmemek için algılarını kapattı. Demirkan'ın gülümseyen gözleri, kendisine baktığında hüzünlendi. Belki o olsaydı başına bunların hiç biri gelmeyecekti.
Yine de böyle düşünüp, bütün suçu bir nedene dayandırmak saçmalığın ötesiydi. Doruk, kendisine tecavüz ettiğinde ne yapabilirdi? Çığlıklarını kimse duymamıştı. Bağırışlarını ya da gözyaşlarını...
Sadece soğuk ellerin sahibi şahitlik etmişti çırpınışlarına. Gözlerindeki o düz ifade ve milim kıpırdamayan yüz hatları acımasızlığın beden bulmuş haliydi. Yalvarması, bulunduğu mekândaki cansız nesnelerin bile ona acıdığını düşündürür konumdaydı. İçinden koparcasına yalvarmıştı. Fakat karşısındaki yüzün en ufak mimikleri dahi kasılmamıştı.
Kötülük kelimesini kıskandıracak türden, cani olduğunu biliyordu ama kahverengilikler onu uçurumun tam kenarına sürüklemişti. Ayağına kelepçe takılmış misali, her gün biraz daha çekilmişti. Merak bir insanın hayatında başına gelebileceği belki en kötüsüydü. Belki de en iyi umuttu. Lakin merakı artık onun en büyük cehennemiydi.
Arı kovanına ısrarla çomak sokmasının bedelini o kadar ağır ödemişti ki; hayatı uçurumun üstündeki ince ipte yürümek kadar zorlaşmıştı.
Yorgunluk bütün bedenini ve düşüncelerini eline geçirmiş, dik durmak zordu.
Sağ gözünden akan bir damla yaşın yanaklarına ulaştığını hissettiğinde, tebessüm etti. Demirkan'ın yüzü solmuş, ciddi biçimde elini çenesinden tutarak kavramış ve kendisine çevirmişti.
"Adal sen neden ağlıyorsun?"
"Bir daha beni bırakma."
Diğer elini havaya kaldırarak onaylamaz biçimde salladı.
"Yo, yo. Sen bunun için ağlamazsın. Ne oldu? Hemen söyle."
"Hayır, gerçekten yok. Sadece bir daha beni bırakma."
Yanağından akan yaşı temizledi. Demirkan'ın yüzü kasılmış, gözleri parlıyordu.
"Seni bir daha bırakmayacağım. Söz veriyorum."
Kollarını boynuna dolayarak, kardeşini kendine çekti ve yüzünü boynuna gömdü. Gözlerini kapatarak derin nefes aldı.
Sarılmak bütün acıları dindirir, güç verirdi. Onun acısı neden dinmiyordu? Belki de yanlış kişiye sarılmasından dolayıydı. Canını acıtan Demirkan değildi. Güçlü hissetse de, içinde derinlerinde hissettiği midesinin ortasına tam olarak oturmuş acı geçmiyordu.