3 - " Sessiz çığlık "

1390 Words
Günümüz... Leyla/Çakır Çakır, tüm o iğrenç sözlerini yüzüme tükürür gibi söyleyip çekip gitmişti. Hangi cehenneme gittiği umurumda bile değildi. Tek bildiğim, üç aydır yaşadığım güzel ve romantik aşkın tam bir yalan olduğuydu. Yaşadığım bu yalan hayata mı yanayım, yoksa acı çektirerek benimle ilişkiye giren adama kanmama mı? Çakır’ın beni ölü gibi bırakıp gittiği yatakta, resmen ölüden farksız olarak uzanmış ve beyaz tavana dalmıştım. Elimle boğazımı tutarak acıyla öskürmeye başladım. Bir az daha sıkca ölürdüm her halde. Bu bir şaka olmalıydı. Kamera şakası. Çünkü aklım, bu duyduklarımı hiçbir şekilde kabullenemiyordu. Yaşadıklarımın etkisinden çıkamamışken, bir de bana söyledikleri? Neden iğrenç biriymişim gibi hakaret etmişti ki bana? Bilmiyor muydu abimin suçsuz olduğunu? Onun hiçbir suçu yoktu. O, sadece olayın içine istemsiz olarak çekilmişti. Ve en acısı, ben bu şerefsiz ikiyüzlü adama aşık olmuştum. Onun da bana aşık olduğunu sanmış ve her sözüne inanmıştım. Hiç aklıma bir kere bile ondan şüphe etmek gelmemişti. Gözlerimi sahte aşkıyla o kadar kapamıştı ki, gerçekleri görememiştim. Şimdi ise, acı gerçekle baş başa kalmıştım. “Pavyon güzeli,” ha? Öyle dedi bana, değil mi? Demek benimle ilgili bazı bilgilere bile sahipmiş. Ama yanlış bilgilere. Ben o namussuz yerde namusumla çalışmıştım. Eğer öyle olsaydı, bakireliğimi Çakır’a teslim etmezdim ki. Ama şimdi, tüm bu yaşananlardan sonra geriye kalan tek şey, onun kirli oyunları ve benim kırık kalbim ve kirlenmiş vücudum oldu. Gözlerim dolarken, içimdeki boşluk büyüyordu; sevgiyle dolan kalbim, nefret ve hayal kırıklığıyla kaplanmıştı. Sonunda, ağlamayı bırakıp bu cennet gibi görünen cehennemden gitme kararı aldım. Tabii, öncesinde kendime gelmem ve üzerime bir şeyler giymem gerekiyordu. Bana hayatı zehir edeceğini söylemişti. Ama onun kirli oyunlarına asla dahil olmayacaktım. Belki hayatımın başlarındayım; 20 yaş çok da büyük bir yaş değil. Ama abimle çok zor günler atlattık biz. Şimdi aşık oldum diye her cefasına katlanacak değildim. Yatakta uzanmış kalmışken, doğrulmaya çalıştım. Sırtım adeta yatağa yapışmış gibiydi, kalkamayacak kadar yorgundum. Ayaklarımı yere koyup yürümek istedim, ama kasıklarımda hissettiğim ağrı bana engel oldu. “Şerefsiz pislik,” diye kendi kendime mırıldandım. Hayatımda ilk defa aşık olmuş ve tüm benliğimle teslim olmuştum. Ama onun niyeti beni kirli bir bez gibi kullanıp atmakmış. Oysa ben bu kir yuvasında temiz kalmayı başarmıştım. Kendi doğrularımla, kendi gururumla... Ama o, bu gururu yerle bir etmişti. Bir de bize otel odasında kral dairesini tutmuştu. İnsan olmadıktan sonra, kral dairesi tutsan ne yazar? Şimdi bu lüks oda, bana bir zindandan farksız görünüyordu. Gözlerimdeki yaşlar kurumuştu ama içimdeki acı büyüyordu. Çakır’ın yüzüne nasıl bakmış, ona nasıl güvenmiş olabilirdim? Tüm bunların bir oyun olduğunu kabullenmek zor geliyordu. Ama gerçek buydu ve onu asla affetmeyecektim. Yaşadıklarımı kabullenemiyordum. Onun sevgisine inanmıştım, ona güvenmiştim. Ama şimdi anlıyordum ki, Çakır'ın sevgisi kirli, sahte ve acımasızdı. Beni sadece kullanmak için sevmişti, ruhumu ve bedenimi kirletmek için... Onun günahkar olduğunu biliyordum, ama bu gerçekle yüzleşmek o kadar zor ki. Tüm suç onda, tüm bu acıyı bana yaşatan o. Ona olan nefretim her geçen an daha da artıyordu. Ölen gerçekten de onun kardeşi olabilirdi. Ama bunda abimin hiçbir suçu yoktu. Yanlış zamanda, yanlış yerde bulunmuştu sadece. Eğer bir şey yapmış olsaydı, bana mutlaka söylerdi. Bizim aramızda hiçbir sır yoktu, her şeyi birbirimize anlatırdık. Başıma tüm bunlar geliyorsa, belki de abime söylemediğim için yaşanmıştı. Eğer ona anlatsaydım, bana mutlaka akıl verirdi. Ama artık tüm bunlar için çok geçti. Geçmişteki bu hatamın bedelini ağır ödüyordum, ama daha fazla burada kalmak sadece canımı acıtıyordu. Oturduğum yataktan kalktım, bu çukurdan çıkmam gerekiyordu. Bu odada her an daha fazla kalmak, yaşadıklarımızı ve Çakır’ı düşündükçe midemi bulandırıyordu. Onun yüzünden, kardeşini kaybettiği için yaşadığı acıyı anlayabiliyordum, ama bu bana yaptığı şeyi asla haklı çıkarmazdı. Abimi suçlamak kolayına gelmişti, çünkü gerçekte kendi öfkesini ve acısını başka birine yıkmak istiyordu. Ama bunu yaparken beni harcamıştı. Bu yerden uzaklaşmalı, nefes alabileceğim bir yere gitmeliydim. Çakır’ın beni bu hale getirmesine izin veremezdim. Onunla yaşadığım her anın, her sözün yalan olduğunu bilmek beni yıkıyordu zaten. Ama şimdi, burada kalıp kendimi bu acının içinde daha fazla kaybedemezdim. Yataktan kalktım, ayaklarım hala titriyordu ama artık bu çukurdan çıkmak için kararlıydım. Geçmişin ağırlığını geride bırakmak zorundaydım, yoksa bu ağırlık beni daha da derine çekip boğacaktı. Sabah giymek için birkaç kıyafet getirmiştim odaya. Ne düğün ama! Külkedisinin çöplüğüne dönme vakti gelmişti de geçiyordu. Ağrılarıma aldırmadan hemen bir pantolon ve gömlek giydim, üzerine de kot ceketimi geçirdim. Hava tam soğumasa da dışarısı sıcak değildi; üşümek istemiyordum. Odadan dışarı başımı çıkardım. Kimse yoktu. Gecenin bir yarısı kim olabilirdi ki zaten? Aşağıda birkaç çalışan vardı, ama onlara aldırış etmeden kendimi dışarı attım. Olmayan şansım yaver gitmişti; kapıda bir taksi bekliyordu. Hiç düşünmeden bindim ve kendi evime gitmek istedim. Yanımda her zaman nakit para bulundururdum, bu konuda kimseye güvenemezdim. Kısa bir süre sonra taksi binanın önünde durdu, ücreti ödeyip merdivenleri birer birer çıkmaya başladım. Her adımda gözyaşlarıma boğuluyordum. Nasıl da aptal olmuştum, aptallığıma ağlıyordum bir nevi. Abimle beni babam bile sevmemişti, elalemin oğlu neden sevsin ki? Değil mi? O yüzden düpedüz bir salaktım. Merdivenlerin sonuna ulaştığımda, hayal kırıklığı içimde büyüyordu. O an, sadece fiziksel olarak değil, ruhen de ne kadar tükenmiş olduğumu hissettim. Kapıya ulaştım, anahtarı titreyen ellerimle kilide sokup çevirdim ve içeri girdim. Kapıyı arkamdan kilitledim, ama içimdeki güvensizlik hissi, kapının kilidiyle birlikte kapanmadı. Evin içinde adımlarım yankılanırken, her köşe bana yalnızlığımı, kandırılmamı ve aptallığımı hatırlatıyordu. O kadar safmışım ki, bir adamın beni gerçekten sevebileceğine inanmıştım. Ama gerçek, hayal ettiğimden çok daha acıydı. Şimdi bu boş evde, içimdeki hayal kırıklığıyla baş başa kalmıştım. Kalbim, kırık dökük halde, her attığım adımda biraz daha ağırlaşıyordu. İçerideki sessizlik, yaşadığım bu büyük ihaneti daha da belirgin hale getiriyordu. Kendi evime gelmiş olabilirdim, ama artık hiçbir yer bana ait gibi gelmiyordu. ***** Sabahı bir iki saat uyuyarak geçirmiştim. Ne kadar uyumaya çalışsam da uyku bana haram olmuş, uzak bir yerlere kaçıp gitmişti. Gözlerimi açtığımda terden sırılsıklam olduğumu fark ettim. Hemen banyoya gidip ılık suyla yıkandım, ama su bile içimdeki pislik kirlenme duygusunu temizleyemiyordu. Bornozumu giyinip yatak odama geldim. Aynanın karşısına geçip üzerimden bornozu çıkardım, ama gördüğüm manzara karşısında dehşete düştüm. Karşımda hunharca kullanılmış bir beden vardı. Boğazımda Çakır’ın bıraktığı el izleri hala belirgindi. Sanki bana bu acıyı hatırlatmak için o izleri bırakmayı özellikle seçmişti. Bacaklarımdaki morlukları hiç saymıyorum bile. Sevdiğin adam tarafından böyle zorbalığa maruz kalmak, insanı gerçekten de tarifsiz bir acı içinde bırakıyormuş. Bu görüntüye daha fazla dayanamayıp boğazlı bir gömlek ve pantolon giydim. Kimsenin beni bu halde görmesini, bana acımasını istemiyordum. Kahvaltımı da yapıp eski hayatıma dönmek, Çakır'ı geride bırakmak istiyordum. Ama tam o sırada kapım çalındı. İçimde bir an için onun geldiğini düşündüm, ama kapı deliğinden baktığımda karşımda Atakan’ı görmemle rahatladım. Atakan benim kapı komşumdu, aynı zamanda üniversiteden de arkadaşımdı. Aramızda iyi bir dostluk vardı, ama daha ötesi asla olmamıştı. Zaten onun bir sevgilisi vardı. Daha fazla düşünmeden kapıyı açtım. "Günaydın uykucu şirin," dedi, gülümseyerek. "Günaydın Atakan," diye karşılık verdim, ama gülümsemem yarım kaldı. Aynı yaştaydık diye adıyla sesleniyordum. "İçeri buyur etmeyecek misin?" diye sordu, hafif bir şaşkınlıkla. "Ah, unuttum. Geç, geç," dedim, onu içeriye davet ederek. Birlikte mutfağa geçtik ve ona da bir bardak çay koydum. "Dün okulda yoktun. Hastalandın mı diye geldim. Akşam da gelmiştim ama kapıya çıkan olmadı," dedi. Evet, o saatlerde aşık olduğum adam tarafından işkence görmekle meşguldüm. Düşüncelerimi içimde bastırıp yüzüme sahte bir tebessüm yerleştirdim. "Çalıştığım yerde dün iş fazlaydı. O yüzden sabah erken gidip akşam geç geldim," diye yalan söyledim. "Anladım. Ama okulunu aksatma. Hukuk okumak öyle kolay değildir. Daha ilk yıldan kalırsın yoksa. Demedi deme," dedi. Anladım dercesine başımı aşağı yukarı salladım, ama düşüncelerim çoktan başka yerlere gitmişti. Hukuk okuyordum da kendimi hiç koruyamamıştım. Kahvaltıdan sonra bulaşıkları yıkamaya başladım. Derken kapı bir kez daha çaldı ve Atakan, "Ben bakarım," diyerek kapıya yöneldi. Yıkadıklarım zaten bir iki şeydi. Hemen elimi kurulayıp gelenin kim olduğunu görmek için kapıya doğru ilerledim. Kapıya vardığımda gördüğüm manzara karşısında donakaldım. O lanet olası adam, Çakır, karşımda duruyordu. Neden gelmişti ki şimdi? Zaten intikamını almamış mıydı? Gözleri Atakan’ın üzerindeydi, ama beni görünce hemen bana yukarıdan aşağıya baktı. Bakışı bile midemi bulandırmaya yetiyordu. "Neden geldin?" dedim, düz bir sesle. "Neden buradasın?" diye sordu, hiç beklemeden. "Neden?" diye tekrarladım, ama sesimdeki tını bambaşkaydı artık. "Leyla" dedi. Gözlerinde öfkeyi görebiliyordum. "Ne, Çakır? Ne?" diyerek konuşmayı uzatmadan sinirle sordum. İkimiz de şifreli gibi konuşuyorduk ve Atakan, anlamayan gözlerle ikimizin arasında gidip geliyordu. Sonunda Atakan, "Arkadaşınla beni tanıştırmayacak mısın, Leyla?" diye sordu. Bu soruyu bekliyormuş gibi davranan Çakır, bir adımda yanıma gelip elini belime sardı. "Ben Leyla’nın kocası Çakır Bozdoğan. Tanıştığımıza memnun oldum," dedi ve belimdeki elini daha da sıkarak canımı acıtmaya çalıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD