Bölüm 8: Hiçbir Şey

2173 Words
Odadan çıkan kız kapının eşiğinde dikildi. Başını arkaya atıp havayı kokladı. Kaç kişiydiler? Annesinin tanıdık, rahatlatıcı kokusu dışında kaç koku sinmişti evine? “Önemli değil... Ne kadar çok, o kadar iyi!” dedi Canavar. Kahkahasının ardından “On beş...” dedi. Durakladı. Uzun, kırmızı dilini, ağzında sıralanmış çok sayıda dişinin üzerinden geçirirken boynunu kendinden geçercesine çevirdi. Hiç kimsenin duymadığı bir melodi dinliyor gibi, havaya kaldırdığı işaret parmağını boynuyla aynı anda çeviriyordu. “On yedi... On yedi, on yedi...” dedi kahkaha atarken. “Çok...” dedi kız. “On yedi kişiyle baş edemeyiz. Onlar bizi öldürmek için eğitilmiş insanlar.” “İnsanlar... Onlar sadece insan. Et. Kemik. Biraz da kan,” dedi Canavar. Kızın vazgeçeceğinden endişelenmişti. Yavaşça yana döndü. “Aynaya bak. Bize bak.” Wendy yavaşça yürüdü. Aynanın karşısına dikildi. Görüntüsünü incelemeye ayaklarından başladı. Tek ayağındaki botu çıkarıp doğruldu. “Ona ihtiyacımız yok,” diye onayladı canavar. Genç kız ince bacaklarını, ince belini ve göğsünü süzdü. Sonra yüzüne odaklandı. Aynada gördüğü şey kendisi değildi. Mavi gözleri neredeyse saydamlaşmış, ışıldıyordu. Teni her zamankinden çok daha beyazdı. Göz çevresi neredeyse siyahtı. Şakağından akıp yüzüne yayılmış olan kan kurumuş, yarası canavarın varlığıyla çabucak kapanmıştı. Dudakları ise tatlı vişne renginden morumsu, siyahımsı garip bir tona geçiş yapmıştı. Özel bir makyaj yapmış gibiydi. Kirpiklerini titreştiren, geriye doğru kaymasına neden olan, onu ürküten şey, bunlardan hiçbiri değildi. Gülümsemişti dudakları ve kendine ait olmayan dişleri görmüştü. Çenesini şaşkınca sağa sola oynatırken dilini fark etti. Siyahtı. Sadece dili değil, ağzının içi de tamamen simsiyahtı. Gözlerini kırpıştırırken görüntü değişti, aynadaki yansıma her zaman gördüğü o sakin, ruhsuz kıza evrildi. Nefes nefese aynadan uzaklaşıp yatağa oturdu. Ölen tilkisinin hemen yanına oturup kanla kaplı bedenini kendine çekti. Kucağına aldığı cansız bedeni ince kollarıyla sararken dişlerini alt dudağına geçirdi. Zavallının bedeni hala sıcaktı. Eğer biraz daha erken gelmiş olsaydı, beş dakika, belki de iki dakika erken gelmiş olsaydı... “Avlarımız?” dedi canavar. “Anneye geç kalmak istemeyiz.” Tilkinin ölü bedeni kucağında olduğu halde ayağa kalkan kız durakladı. Onların derdi kendisiyleydi. Annesine bir şey yapmazlardı. Yerini öğrenmek, onu yakalamak için annesini koz olarak kullanacaklardı. Canavar ne derse desin hazırlıksızdı. On yedi kişiyi tek başına yenemezdi. Düşündü. “Ne yapacağına karar veremediğinde annem olsa ne yapmamı isterdi diye düşünmeni istiyorum. Canavar ve benim söylediklerim çeliştiğinde bana güven.” Annesi böyle derdi. Ve en başından beri savaşmasını değil, yaşamasını istiyordu. “Kaçabiliyorsan kaç, kaçamıyorsan saklan, saklanamıyorsan hayatta kalmaya çalış.” “Korkak, korkak, korkak!” Canavarın çığlıklarını duymazdan geldi. Derin bir nefes aldı. Sonra etrafı dinleyip yalnız olduğundan emin oldu. Evin çevresinde onun gelmesini bekleyen kimse yoktu. Kalbini söktüklerinde teslim edecekleri kişi gelmemişti demek ki... Acele edip kalbi heba etmek istemiyorlardı. “Hayatta kalmaya çalış!” diye söylenerek bakışlarını ölü bedene çevirdi. Daha sıkı sardı kollarını. “Onu yiyelim mi? Çok açız... Azıcık yiyelim. Hala tazedir. Etleri sıcacıktır.” “Kes sesini...” dedi Wendy. Ağlaması gerektiğini biliyordu ama ruhsuz gibiydi. Üzgün hissetmiyordu. Şaşkın ya da korkmuş değildi ama içinde tarif edemediği bir boşluk, vurdumduymazlık vardı. Evet. Boşluk. En iyi tarif buydu sanırım. Tilki için yapabileceği bir şeyler olup olmadığını düşündü. Onu iyileştirebilecek bir şey yapabilir miydi? “Biz öldürürüz. Diriltmek işimiz değil.” Canavar mutsuzdu. O tilkiyi yemek istiyordu, kız ise yaşama döndürmek. “Senden adam olmaz,” diye mırıldandı Wendy. Adamla konuşmasını anımsadı birdenbire. Ondan bir şeyler dilemesini istemişti. Ne isterse istesin yerine getirebilecek gibiydi. “Ona gidemeyiz... Aptal kız, bizi yakacak!” “Yapmayacak.” Onun ilgisini çektiğini biliyordu Wendy. Bunu adamın gözlerinde görmüştü. “En azından bir süre eğlenmeden öldürmeyecek.” “Onu yiyemeyiz. Gereksiz. Adam işimize yaramaz. Kokusu da kötü.” “Kokusu?” diye mırıldandı Wendy. Beyni odalara bölünmüş gibiydi. Bir yandan annesini merak ediyor, bir yandan adamların hemen gelebileceğinden endişe ediyor, bir yandan tilkisini hayata döndürmek istiyordu. Bunları yaparken canavarı idare etmesi gerektiğinin de farkındaydı. O yokken güçsüzdü. “Pis kükürt kokusu... Yanık etler gibi...” “Adam cehennemin kendisi, nasıl kokacaktı ki?” Wendy, konuşurken yola koyulmuştu. Adamın evine kadar olan uzun yol boyunca canavarı oyalamayı kafaya koymuştu. “Lezzetli?” dedi canavar. Bulunduğu erdeki parmaklıklara yaslanmış, iki demir çubuğun arasına yasladığı yüzünü, yine yan parmaklıklardan çıkardığı elleri arasına almıştı. Simsiyah saçları bacaklarına kadar uzanıyordu. Siyah gözleri, bembeyaz bir teni vardı. Gözlerinin hemen üzerinde, kavisli güzel kaşlarını örten kakülleriyle çok ama çok güzeldi. Güzel olduğunu biliyordu. İnce uzun parmakları, uzun ama zarif tırnakları vardı. Bir seri katilin ilham perisi gibiydi. “O bir yemek değil. Yemek istemediğin birini bulduk sonunda. Onu yemeyi düşünmeden güzel şeyler yapabiliriz.” Wendy hızla yol alıyor, bu sırada tilkiye zarar vermemek için büyük bir çaba harcıyordu. Geçtiği yol, eve gelirken kullandığı yol değildi. Bu kez şehirden, insanlardan uzak kalmak için sahil şeridi boyunca, donmuş okyanusun o beyaz, muhteşem sonsuzluğu eşliğinde koşuyordu. Bir süre dalgınca düşüncelere daldı. Orman durmuş, canlılar sessizliğe gömülmüştü. Buzlara vuran sert dalgalar durulmuş, dingin bir şarkı dinler gibi aheste aheste salınıyordu. Fırtına bile sakinleşmiş gibiydi. Karanlığa rağmen ay ışığıyla etrafı aydınlatıyor, bulutlar sağa sola kaçışırken gökyüzü atmosferden giren ışıklarla renkten renge boyanıyordu. Sanki zebanilerce unutulmuş cehennemin buz tutan köşesindeydi kız. Cennete, cehenneme, arafa ve hatta tanrıya bile inanmıyordu. O hayata inanıyordu. Cehennemin ta kendisi olduğu iddia edilen adama doğru koşarken aklından geçen düşüncelere gülümsedi. Mutlu olduğu için gülümsemiyordu ama bunun farkında bile değildi. O, gerçekten gülümsemenin ne olduğunu bile bilmiyordu. Gülmeyi öğrenmişti. Etrafındakilere bakıp zamanla taklit etmeyi öğrenmişti. Ağlamayı da öğrenmeye çalışmıştı ama ağlamak biraz daha sancılı, zor bir süreçti. Onun için gerekli donanıma sahip olduğunu düşünmüyordu. Ya da aynanın karşısına geçip biraz daha çalışmalıydı... Adamın evine giden patikaya geldiğinde Canavar parmaklıktan ayrıldı. Havayı kokladı. Sonra tısladı. “Aptal kız!” diye söylendi. Sonra yeniden havayı kokladı. Bunu hızlıca birkaç kere tekrarladı. “Yemek...” dedi keyifle. Evin bahçesinde gezinen insanlar vardı. Ve içinde... “Bunları da yiyemeyeceğimizi söyleme! Birini yiyelim. Anlamazlar. Çok insan var. Yokluğunu kimse fark etmez.” Kız onu duymazdan gelerek kapıya ilerledi. Kapıya attığı her adımda canavar sessizleşti. Uzaklaştı. Kendi kabuğuna çekildi. O giderken kız da yorgunluğu ve güçsüzlüğüyle baş başa kalıyordu. Güçsüz nefesler alarak kapının hemen önünde dizleri üzerine çöktü. Adamın o güçlü varlığını görmeden önce esen rüzgarla birlikte o kokuyu aldı. Canavarın neden kayıplara karıştığını da anlamış oldu. Kükürt kokusu burnuna dolarken kuruyan dudaklarını yaladı. Bu kez sadece kükürt kokusu almıyordu. Karışık bir kokuydu. Canavar gittiğinde koku da değişti. Artık o iç bulandıran ağır koku gitmişti. Karışık koku daha netti. Çiçekler, toprak, yağmur, çimen... Farklı, tatlı, hafif ama ağız sulandırıcı bir koku vardı etrafta... Ona doğru gelmekte olan adama kucağındaki zavallı bedeni uzattı. Çıplak ayakla ve üzerinde sadece siyah bir pantolon olmasına rağmen aşırı derecede sakin ilerliyordu adam. Adımları oldukça kıvrak, kayar gibi yürüyordu. Gözleri geceden bile siyahtı. Wendy titreşen kirpiklerinin ardından onu izliyordu. Bastığı toprak çözülüyor, sanki ölü bitkiler hayata dönüyordu. İçinden geçtiği hava titreşip ısınıyor, canlanıyor gibiydi... Onunla ilgili okuduğu bazı şeylerin palavra olduğunu düşündü genç kız. Adam ölüm değil hayat getiriyordu. Kendisinin aksine... Gözlerini ondan ayırmadan tilkinin cansız, kanlı bedenini önündeki donmuş, siyah toprağa bıraktı. “Onu kurtarır mısın? Lütfen!” dedi ve yana doğru devrildi. Gözleri kapanmadan önce kapı aralandı. Adam kızı ve bıraktığı ölü hayvanı süzdü. “Öldürüp sonradan pişman mı oldun?” dedi hayvanı incelerken. “Onu yemeyi mi düşündün?” Sesi kızgın gibiydi. Wendy gözlerini araladı. Kirpiklerinin ardından adamın bronz tenini, tenine işlenmiş olan altın ve beyaz renkli dövmelere takıldı bakışları. Çıplak göğsünde, omzunda ve kollarında tane tane tane ama bütün olarak simetrik dövmeleri süzdü. Çoğunun anlamını bilmiyordu. Birkaçını internette görmüştü. Eski Mısır'a, İsrail’e ve birkaç balkan ülkesine ait eski yazıtlarda, o şekillere yer verilmişti. Demek yazılanların bir kısmı doğruydu. Rüzgâr anlamına gelen şekilden uzaklaştırdığı mavilerini adamın biçimli, güzel yüzüne çevirdi. Gülümsediğini gördü. Aklından geçen her düşünceyi duyduğunu biliyordu. Yutkunup kuruyan boğazını nemlendirirken onun sesinin hoş tınısını duymaya devam etmek için cevap verdi: “Onlar yaptı, ben değil.” Adamın tek kaşı havalandı. “Kimler?” Kızın neden ona geldiğini anlıyordu şimdi. “Korktuğun kim minik canavar? Neden bana sığınmak istiyorsun?” “Ailem... Babam ve abim...” “Demek bir ailen var? Bir baban ve abin...” dedi adam. Sonra cebinden bir kâğıt çıkarttı. Eski kâğıdın altında bir sürü isim vardı. Cebinden çıkardığı siyah kalemde ise kan kırmızısı bir mürekkep... Kağıttaki tüm yazılar o kalemle yazılmıştı. Kâğıdı kızın yanına, toprağın üzerine bırakıp kapağını açtığı kalemi onun güçsüz parmaklarının arasına sıkıştırdı. “İmzala ve dile...” Kız diğer isimlere ve imzalara baktı. Sonra kâğıdı çevirip arkasındaki imzaları süzdü. Güçsüz bir nefes aldı. Yazılar okunacak gibi değildi, kullanılan dili ise bilmiyordu. Yalnız, kâğıdı imzalarsa ne olacağını biliyordu. “Okuyamıyorum...” “İstediklerimi yapacaksın. İstediklerini yapacağım. Anlaşma bozulursa verdiğim her şeyi geri alacağım.” Genç kız bir nefes daha aldı. Adamı baştan ayağa süzdü. Adam önüne çökmüş, ilgisizce hayvanı süzüyor, nasıl öldüğünü anlamaya çalışıyordu. “Önce hayvanım...” dedi. Şeytan ile anlaşma yapılabiliyorsa pazarlık da yapılabilirdi. Adam kızı süzüp gözlerini hayvana dikti. Bir göz kırpışı kadar kısa süre sonra hayvan sızlanarak ayaklandı. Sonra Wendy'e dönüp yanağını yaladı. Genç kız hayvanın kürkünü hafifçe okşayıp hafifçe toparlandı. Soğuk zemine rahat mindere oturur gibi rahatça oturup kalemi sıkıca kavradı. “Annemi aldılar. Onu da geri istiyorum.” “Gerçek ismin... Gerçek soy ismin ve imzan.” “Annem!” Adam durdu. Gözlerini kapayıp çok kısa bir an durdu. Koyu, siyah kirpiklerini aralayıp siyah gözlerini kızınkine dikti. “Hayatta...” Wendy adama gülümsedi. “Yalan söylüyorsan?” Kâğıdın en üstünde yazan isme baktı. “İsmin hilekarlıkla, yalanla ve diğer kötü şeylerle aynı anlama geliyor çoğu insan için. Beni kandırmadığını nereden bileceğim?” Adam gözlerini tekrar kapadı. Birkaç saniye sonra araladı. Bakışları etrafta gezini kızın giderken bıraktığı telefonu buldu. Yavaşça ayaklanıp telefonu aldı ve yine kızın karşısına çöktü. “Birazdan seni arayacak.” Kendinden emindi. “Arayanın o olduğunu nereden bileceğim? Belki de bu da bir numaradır?” dedi kız. Adama nedensizce güveniyordu ama kendi hislerine güvenmiyordu. Annesinin ona tembihlediği şekilde davranmaya çalışıyordu. Adam yere oturup yanında duran tilkinin başını okşarken gökyüzüne baktı. Gökyüzü daha da aydınlanırken birkaç bulut tam tepelerinde hafif, ılık bir yağmur akıtmaya başladı. Wendy, ılık suyla birlikte üzerine bulaşan kirden, kandan, toz ve topraktan arındığını hissederken içine dolan ılık duyguyu anlamlandırmaya çalışıyordu. Yağmurdan pek hoşlanmayan tilki biraz solunda kalan büyük bir çam ağasının karaltısına sığındı. Kürkü hala kendi kanıyla kaplıydı. Ağacın altına uzanıp kürküne bulaşan kanını yalamaya koyuldu. Saniyeler uzayıp giderken telefon çalmaya başladı. Canavar tek gözünü aralayıp başını hafifçe kaldırdı. Bu bile kızın görüntüsünde epeyce değişikliğe sebep oldu. Kız telefonla konuşurken adam ondaki ani değişikliği gözlemliyor, canavarın rahatsız edici ama aynı zamanda ilgi çekici varlığını anlamaya çalışıyordu. Kızın şu anda içinde uyanan canavarın farkında olmadığını anladığında yerden kalktı. Bu kız, kuşkusuz sıkıcı hayatına bir renk katacaktı. Bu renk bal kadar tatlı da olabilirdi, kan kadar ılık da... Bunu gelecek gösterecekti. Telefonu kapatan Wendy başını kaldırıp adama boş gözlerle baktıktan sonra yüzüne inen saçlarını geriye itti. Annesi güvendeydi. Nasıl olduğunu anlamadığı bir şekilde, on tutan tüm adamlar aniden cansız bir şekilde yere düşmüştü. Onu bağlayan ipler çözülmüş, kilitli kapılar aralanmıştı. Üstelik tanımadığı bir adam, bir araçla gelip onu bu telefon kulübesine getirmişti. Ve gaipten bir ses, o, numaraları tuşlayana kadar ona kızını aramasını fısıldayıp durmuştu. Kadın şaşkın, korkmuş ama rahatlamış bir şekilde, gideceği yeri haber vereceğini söyleyerek telefonu kapamıştı. “Şimdi imza...” Genç kız suyun zarar vermediği kâğıtta yazılanlara baktı yine. Anlamıyordu. Bu canını sıkıyordu. Sonra alta inip diğer isimleri tek tek okudu... “Bu insanlar nerede?” “Evimde, evinde, nerede olmaları gerekiyorsa orada...” “Peki imzalarsam ben nerede olacağım?” “Sahibin nerede olmanı isterse orada...” dedi adam sabırla konuşuyordu. Sanki tüm zamanlara sahip gibiydi. “Bir yere gittiğimde sen de geleceksin, eve döndüğümde sen de döneceksin, bir şeyler yerken sen de yiyeceksin, uyursam sen de uyuyacak, uyanırsam sen de uyanacaksın. Nefes alırsam alıp, verirsem vereceksin. O kadar yanında... İstediğin bu değil mi?” Kelimesi kelimesine tekrar ettiği sözler, kendi dudaklarından dökülmüştü. Kararını sorgulamadan titreyen parmaklarıyla ismini yazıp, hemen yanına güzel el yazısıyla imzasını attı.   WENDYGOLDHIRSCH   Adam beklemeden kalemi ve kâğıdı aldı. Kızın ismini okuyup keyifli bir kahkaha attı. “Bu ismi seçen kişinin, güzel bir mizah anlayışı varmış.” “Annem...” Özenle katladığı kâğıdı pantolonunun cebine yerleştirdi. Kızın ne olduğunu anlamıştı. “Sanırım annen bir insan?” diye sordu. Canavarların çocukları olmazdı ama görünüşe göre onlar da doğa kanunlarını çiğnemenin bir yolunu bulmuştu. “Evet,” dedi Wendy. Her yeri acıyordu. Ama kapının önüne ilk geldiği zamandan çok daha iyi hissediyordu. “Anlaşma tamamlandı.” Kızın bileğini tutup ayağa kaldırdı. Onun tutuşuyla birlikte dizleri bükülen Wendy aniden güçsüzce yere çöktü. Adam kıza bakıp yürüyemeyeceğini anlayınca eğildi. Kızı kolayca omzuna atıp ilerlemeye devam etti. Dudaklarından dökülen ıslık keyifli bir melodiye dönüşürken ona doğru gelen hizmetkarlarından biri kapısını açtı. Kızı almak için uzandı. Adamın bir bakışıyla uzattığı eli geri çekti. Korkuyla titreyerek başını eğdi. Küçük canavardan başka herkes, onun bakışları karşısında tıpkı bu yaşlı adam gibi eğiliyordu. “Küçük canavar...” diye mırıldandı. Elini kızın kanayan ayaklarında gezdirdi. “Küçük canavarın bir banyoya ihtiyacı var,” diye mırıldandı. Kızın uyuduğunu fark edince ekledi: “Belki biraz da uykuya...” Canavarın duvar bıraktığı yazıyı görmüştü. Onu öldüreceğini söylüyordu. Gerçekten başarabilecek miydi? Ondan yardım isterken, onun dokunuşuyla bile bilincini kaybederken ona karşı durabileceğine inanıyor muydu?   ❆
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD