-6-

3865 Words
Koşarak içeri giren Rümeysa bir o tarafa bir bu tarafa bakınarak ilerlerken, durup geri dönerek danışmana sormayı düşünmüştü ki, gördüğü kişiyle vazgeçip koşar adım ilerlemeye devam etti. "Sibel teyze." diye nefes nefese seslendiğinde kendinden yana gelen genç kadına kucak açtı Sibel. Endişesi, yüzündeki makyajla kapatmaya çalıştığı çizgilerini ortaya çıkarırken hafif buruşuk, parlak ojeli elleri titriyordu. Ne söylenebilirdi ki? Bir anne ne kadar telaşlıysa, o kadar telaşlıydı işte. "Nerede? İyi mi?" diye düzene sokmaya çalıştığı solukları arasından soruyordu Rümeysa ama öyle büyük bir korkuyla, öyle bir aceleyle gelmişti ki kuruyan boğazı kelimelerini yarıda bırakıyordu. "İyi, daha iyi." diye onayladı Sibel hanım. Sima şu zamana kadar kendisini hiç bu kadar korkutmamıştı. Bir kez... Lisedeyken bir kez, okulun voleybol takımındayken, maçta kolunun üzerine düşüp sakatlanmıştı. Zaten o günden sonra da salona gidip hoca eşliğinde yaptığı spor haricinde, spor hayatı bitmişti. O günden sonra daha çok annesinin ısrarıyla sosyeteye katılım için giyim kuşamıyla ilgilenmiş, hatta bir ara kısa bir mankenlik deneyimi bile yaşamıştı. Ama şimdi kendi istediği mesleği yapıyor, annesine ergenliğinden çok daha fazla karşı çıkıyordu. "Nasıl olmuş?" diye sordu Rümeysa bu kez. Ellerini tuttuğu kadını oturması için bir köşeye çekerken Miraç çıkagelmişti. "Mezarlıkta bayılmış. Hoşgeldin bu arada." Başıyla onaylayan Rümeysa, yapışık ikizi gibi Miraç'ın yanından ayrılmayan Figen'e de başıyla selam vermekle yetinip yeniden Sibel hanıma dönmüştü. Sahte gülümseyişiyle karşılık veren Figen de önüne döndüğünde, elini gayet farkında olarak Miraç'ın koluna attı. Genç adamı bu garip sahiplenişi Rümeysa'nın gözünden kaçmamıştı. Aklınca kıskandırmaya mı çalışıyordu? İyi de niye? Kimi kimden kıskandırıyordu ki? Gözlerini bir an için kapatıp sabır dilercesine aldığı solukla Sibel'e döndüğünde telefonu çalan Miraç: "Buna bakmam lazım." diyerek yanlarından ayrılmıştı. Ayakta tek başına kalan Figen kayınvalidesinin diğer yanına oturup bacak bacak üstüne atarak onunda koluna girdiğinde duyulur bir şekilde burnundan soludu Rümeysa. Bu aptal yarış ya da her neyse, ona katılmayacaktı. Sima'nın uyanmasını bekledikleri dakikalarda Figen de Miraç'la dışarı çıkmış, Sibel hanım ile Rümeysa koridorda tek başlarına kalmışlardı. "Biraz oturmaz mısın? Yorgun görünüyorsun." diye volta atmakta olan kadına seslendi Rümeysa. Elini sallayarak: "Yok yok, böyle daha iyiyim. Oturdukça zaman geçmiyor." diyen Sibel hanım bir iki kez daha uzun koridorda gidip gelmiş, en nihayetinde kızı yaşındaki genç kadının karşısına geçip aklındakini sormuştu. "Rümeysa, sen bilirsin." "Neyi?" diye onun gibi ayaklandı Rümeysa. Yan yana küçük adımlar eşliğinde pencere önüne ilerlermeye başladıklarında: "Sima'yı getiren adam, kim o?" diye sordu Sibel hanım. "Sima'yı getiren adam, derken?" "İrice bir adam, uzaktan şöyle bir gördüm ama, çıkaramadım." Anlamayan bakışlarla bakıyordu Rümeysa. İyilik yapmış öylesine bir adamın ne diye sözünü ediyorlardı ki? "Telefon alıp geldiğimizde gidiyordu. Hıh!" derken güldü Sibel hanım. "Pek gitmiş sayılmaz gerçi ama." "Burada mı?" diye şaşkınca sordu Rümeysa. "Benim aklıma takılan da o ya, ne diye hâlâ burada? Bana bak..." diye kendinden yana bir adım atıp söyleyeceklerinin duyulmasını istemiyormuş gibi fısıltıyla konuştu. "Sima'nın aşığı falan mı yoksa? Şayet öyleyse..." derken gayet sesinin çıktığınca keyiflice konuşmaya başlamıştı bu kez. "...asi kızımın alnından öpeceğim. Turnayı gözünden vurmayı başarmış bu kez. Biraz ürkütücü ama..." diye devam ederken, Rümeysa kırpıştırdığı gözleriyle yaslandığı duvardan doğrulup: "Tam olarak, kimden, bahsediyoruz Sibel teyze?" diye sorduğunda uzun koridorun öteki ucunda, tüm siniriyle oturduğu yerde dizini titreten, saçları önüne düşüp yüzünü kapatmış olan adamı işaret etti Sibel. "Bak orada, geldiğimden beri öylece kıpırdamadan taş kesmiş gibi oturuyor. Hayır ne yanımıza geliyor, ne de gidiyor." Sibel kendince haklı gibi konuşmasını sürdürürken, Rümeysa'nın gözlerini kısarak baktığı adamı tanıması pek vaktini almamıştı. Çatık kaşları aniden düzelirken gerilen yüzüyle omuzlarını dikleştirip: "Ne alaka ya?" diye sorarak hızlanan adımlarını koca adamdan yana atmaya başladı. Gerisinde kalan Sibel: "Eski sevgilisi fa..." diye konuşurken Rümeysa onu duymaktan çok uzaktı. Mesafeden kaynaklanmıyordu bu, kafasında çakan şimşeklerden ötürüydü. Öfkeyle adımladığı koridoru birkaç saniye içinde bitirerek sessizce oturan adamın karşısına dikildiğinde, önünde durmuş ayakları görebiliyordu Ejder. "Ne işin var senin burada?" diye sinirle sordu Rümeysa. Öfkeyle alıp verdiği solukları göğsünü indirip kaldırıyor, sıktığı yumrukları avuç içlerini acıtsa da önemsemiyordu. Ayaklarından aldığı bakışlarını genç kadının gözlerine diken Ejder yerinden aheste aheste kalktığında yüzündeki ifadesizlikle bakınmaya devam etmekteydi. Bu kadın, ona bu soruyu soracak en son kişi bile değilken, hiç kimsenin soramayacağı fikrinin gerçekliği duvar gibi aralarındaydı. Şmdilik bunu bilmemesi ise umrunda bile değildi. Kimse ona böylesi bir soru soramazdı. O nerede, ben orada! "Ne yaptın ona?" diye sordu bu kez. "Ne dedin de bu halde hı?" Cevap vermiyordu Ejder. Cevap vermeye değer sorular sormuyordu çünkü. "Senin yüzünden hayatı yeterince mahvoldu zaten, uzak dur ondan." Duyduğu son birkaç kelimeyle güler gibi oldu Ejder. Eli geniş çehresindeki sakallarına giderken etrafı süzdüğü gözleri Rümeysa'yı bulmuştu. "Uzak durmak mı?" diye sorarken gülüşünü sürdürüyordu. Daha makul bir şey isteyemez miydi? Bir anda kesilen gülüşü ile genç kadından yana attığı adımıyla onu geri püskürtmüş, tüm heybetiyle korku salmaya hazır bir şekilde o iki kelimeyi söylemişti. "Çok geç." ... İnanamıyordu. Duyduklarına da, ultrason cihazında gördüklerine de. Asi kızı sevinçle döktüğü gözyaşlarının arasında gülerek bir ekrana bir kendilerine bakarken bir uykudan uyanıyormuşçasına başını iki yana salladı. Bu yaşta torun sahibi olacağına mı yansaydı, yoksa güzeller güzeli kızının kısmetlerine kör olacağına mı? Oysaki istese kimlerden kimlerden çocuk sahibi olabilirdi. O ise gitmiş en olmayacak, en vasıfsız adamın çocuğunu taşır olmuştu. "Cinsiyetini ne zaman öğreniriz?" diye sordu kızı kadar sevinçli olan Rümeysa. "Ne yazık ki daha zaman var." diye gülümseyen doktorla iki arkadaş yeniden neşeyle bakışmaya başlamışlar, Sibel hanım da yeniden göz devirir olmuştu. Birazdan doktorun yanından çıktıklarında hâlâ sessizliğini koruyordu Sibel hanım. Sima'nın ise uzun zamandır ilk kez yüzü böylesine gülüyordu ve nereden, kim tarafından getirildiği aklından uçup gitmişti. "Düşünsene kız olduğunu, ay pembiş pembiş giydiririz ya." diye gülen Rümeysa arkadaşının mutluluğunun ortağı olmaya devam ederken çıkagelen çiftle bir adım geride kaldı. "Abla." diye genç kadına sıkı sıkı sarıldı Miraç. Böylesi bir haberi o da beklemiyordu ama onu yargılayacak değildi. Figen'in bakışları ise çok başkaydı. Haberi aldığından beri uğradığı şoktan kurtulamıyordu gibiydi. O hep Sima'yı söylenen sertliğinin yanı sıra dokunulmaz, kendine dokundurtmaz bilirdi. Ama şimdi görüyordu ki, nikahsızının çocuğunu taşımaktan fazlasıyla memnundu. "Tebrik ederim." derken olabildiğince gerçekçi bir gülümseyiş takınıp kollarına atıldı. Bu noktada numara yaptığı tek fark edenin kendisi olup olmadığı düşünen Rümeysa bir iç çekişle kaşlarını kaldırıp indirdiğinde bu tavrını gören Miraç'ın sesi duyuldu. "E hadi madem, eve gidelim artık." "Hıhı." diyerek görümcesinden ayrılıp aynı yapmacık ifadeyle -hatta çok daha belirginiyle- Rümeysa'ya dönen Figen: "Araban var mıydı, bırakalım istersen yol üstünde seni." demiş, beklenmeyen bir şekilde sevdiceğinin tepkisiyle karşılaşmıştı. "Hayır, gereği yok, akşam yemeğini hep birlikte yeriz." Miraç'ın bu sözüne karşı gelemese de garipseyen bakışlarını üzerinden çekmedi Figen. Rümeysa ile yeni bir bakışma yaşarken başını doğrulttu. Bir an önce Miraç'a söz geçirebilmesi, bu kadını ondan uzak tutması gerekiyordu. "İstersen Talat'ı da ara, o da gelsin." diye Rümeysa gibi ablasının diğer koluna girerek önden önden yürüdü Miraç. Müstakbel kayınvalidesi ile arkada kalan Figen ise yeni bir şaşkınlığın ardından anneanne olma yolunda genç sayılabilecek kadının koluna girip, onun gibi yüzündeki sinirle çıkışa yöneldi. ... Güzel haberle geçen güzel bir akşam son saatlerini yaşarken arkadaşını uğurlayan Sima kapıda durmuş, dışarıda gölgesi olmaya and içmiş gibi kapısından ayrılmayan arabayı görmeden gülüyordu. Bu gün hayatının en güzel günlerinden biri olabilirdi. Her şey bitti dediği an bir mucize olmuş, belki de hayat kendisine yeni bir şans vermişti. O ise bunu çok çok iyi değerlendireceği konusunda kendisini daha şimdiden şartlandırıyordu. Bu şansı da kaybetmeyecekti. "Hadi bir daha öpeyim gel." diye giderayak tekrardan sarıldı Rümeysa. O kadar mutluydu ki, bir arkadaş bir arkadaş için anca bu kadar mutluluk duyabilirdi. "Yarın ara beni kesin." diye ayrıldığında, başıyla onayladı Sima. "Zaten ertesi gün nişan." "Aynen, çaktırmamaya çalışıyorum ama çok heyecanlıyım." diye fısıldayarak elini ağzına kapatıp gülerek, kendisine seslenen nişanlısını daha fazla bekletmemek için hızla koşturmaya başladı Rümeysa. Durup durup el sallayışlarıyla kapıya çıktığında Talat diğerlerine karşı söylendi. "Teklifim hala geçerli, istersen ben bırakabilirim." Sözleri orta yereydi ama gözlerini genç kadından ayırmıyordu. "Yok kardeşim sağol, ben bırakırım." diye direksiyona geçmeden hemen önce devam etti Miraç. Figen yandan bir gülümseyiş atıp topuklarını tıklatarak yan koltuğa geçtiğinde bir iç çekişle Miraç'a döndü Talat. "Sizde gidin dinlenin, koşturma başladı nasılsa." Vedalaşıp Talat'ın son kez Figen'den yana bakması ve Figen'inde göz devirişiyle iki çiftin de arabası çalışmış, sakin sokak birazdan yine sakinleşmişti. "Bunlar nasıl b*k lan?" diye kendini tutamayıp söylendi Erdi. Sessizce yan koltukta oturmuş çatık kaşlarıyla sokaktan çıkmakta olan araçları izleyen Ejder, nasıl bir b*k olduklarını fark edebiliyordu. Bir de kendisine mi kötü diyorlardı? "Ortada bir s*k dönüyor da birader, bilmem ne?" diye tekrardan konuştu Erdi. "Hatunu süzüşünü gördün mü damat efendinin?" diye güldüğünde dudağının kenarı yukarı kalktı Ejder'in. Kendisini bir kez daha tebrik etti. Hiç yoktan, sevdasını gizli yaşayacak biri değildi. Kesinlikle değildi. "Yarın erken çıkabilirim." diyerek telefonunu alıp gelen bildirimlere bakındı Sima. Annesinin delici bakışlarının henüz farkında değildi. "Elbiseye uygun düz bir ayakkabı bakarım hem." derken hala telefon ekranında olan gözleri annesinin çıkışmasıyla onu bulmuştu. "Ne düz ayakkabısı, o nereden çıktı şimdi? O elbiseyi düz ayakkabı kaldırır mı sence?" diyerek sinirle üzerine atlayacakmış gibi söyleniyordu Sibel hanım. Zaten hastaneden geldiklerinden beri bir tuhaftı. İkide bir Sima'ya bakmak yerine karnına bakıp göz deviriyor, onay bekleyen sözleri geçiştiriyordu. "Ne demek nereden çıktı?" diye başını şaşırmış şekilde iki yana sallayarak telefonunu kapatarak annesine odaklandı Sima. "Hamileyim anne, dikkat etmem gerekiyor? "Birincisi, henüz çok erken, ikincisi, şu lafı tekrarlayıp sinirimi bozma." diye oturduğu yerden kalktı Sibel hanım. Annesinin sözlerine karşılık bir an için sessiz kalan Sima üzerindeki şaşkınlığı atarak konuştu. "Niyeymiş? Niye bu kadar sinir oluyorsun ki?" diye ellerini iki yana açıp sorarken yüzüne kondurduğu sahte bir gülümseyişle konuşmasını sürdürdü. Belli ki Sibel hanım takılacak yer arıyordu. Ama karşısındakinin kendi kızı olduğunu unutmuş gibi bir hali vardı. "Ahaha..." Gülmeye başladı Sima. Dudaklarından da, yüzünden de Sibel hanım misali sahtelik akıyordu. "Yani seni bilmesem, bu habere sevinmediğini, üstüne bir de sinirlendiğini düşüneceğim anne." "En azından bunun farkındasın, ha canım kızım." diye kollarını göğsünde birleştirerek kızının düşüncelerinin haklılığını gösterdi Sibel. Sahi, anne-kız ne zamandan beri kavga etmiyorlardı? "Sen istesen de istemesen de, kabullensen de kabullenmesen de ben hamileyim anne. Ve bu çocuğu doğuracağım." diyerek olayı uzatmadan gitmek üzere arkasını döndü Sima. Fakat Sibel hanım o kadar kolay yakasını bırakmayacaktı. "A tabii, git git. Git, babası bir baltaya sap olamamış o çocuğu doğur." demesiyle geri döndü Sima. "İki gün sonra da babam nerede dediğinde, bir halta yaramayı zaten beceremiyordu, gitti bir de kendini salak gibi öldürttü dersin." "Anne!" "Suç bende ama, suç bende. Ne diye görüşmenize müsaade ettiysem." "Deli oluyorsun dimi?" diye annesi gibi gürlemeye başladı Sima. "Sırf senin istediğin gibi biriyle birlikte olmadım diye çıldırıyorsun. O pek beğendiğin suratsız, burnu beş karış yukarıda olan, önüne düşse eğilip almayacak adamları reddediyorum diye deliriyorsun." "Benim bulduğum adamların en azından ne halt oldukları belliydi." derken kızının sesini bastırmaya çalışıyordu Sibel hanım. "Tabii canım, çok belliydi." diye ellerini kaldırıp güldü Sima. İkiside birbirini dinlemekten çok uzak bir halde bağırıp çağırıyorken, Sibel hanım kızının sesini hiç tahmin etmeyeceği o sözlerle kesti. "Hepsinin her limanda bir sevgilisi, her şehirde bir metresi..." "Ama sen gittin, en olmadık, en pespaye, en vasıfsız olanını bulup evleneceğim diye direttin. O da yetmedi, bir de herifin altına girdin. Bak şimdi ne haldesin?" diyerek karnını gösterdiğinde, yutkunarak dolan gözlerini umursamadan gardını indirmeden sordu Sima: "Ne haldeymişim?" "İçin onun suyuyla dolu, ama o yanında yok. Neden? Çünkü gizli saklı işleri yüzünden kendini geberttirdi." Kısa bir sessizlikten sonra gözlerini kırpıştıran kızını görmemezlikten gelerek devam etti: "Kim babalık yapacak bu çocuğa, hı? O seninleyken kim el üstünde tutacak seni? "Ben çocuğumu kendim büyütürüm." diye cevap verdi Sima. Sesi çatallaşmış, dolan gözleri istemsiz akmaya başlamışken başını eğmiyordu. "Şimdi bana kızıyorsun ama..." diye biraz olsun sakinleşti Sibel hanım. Şimdi onun da sesi titremekteydi. "İzin veremem. Güzelliğini de, gençliğini de heba etmene izin veremem. Onca kişi peşinden koştururken, kendini böyle gereksiz bir neden yüzünden feda etmene izin veremem." Fısıltıdan farksız çıkan sesiyle söylendi Sima. Bu konu için, son sözüydü. "İznine ihtiyacım yok!" ... İki gün sonrasıydı. Nişan gecesi... Koca villanın bahçesi mor ve altın sarısı ağırlıklı örtüler ile onlara eşlik eden beyaz güllerle bezeliydi. İki gün evvelki kavgaya rağmen kendisine dönüp dönüp gülümsemesini işaret eden annesiyle bir kez daha göz göze gelip önüne döndü Sima. Annesinin sözünü dinliyor, yeterince açık olan aralarına yeni bir mesafe ekmek yerine önce ona, sonra tüm davetlilere sanki gelin kendisiymiş gibi mutluluk pozları kesiyordu. Eli arada bir karnına gitmesine rağmen bu hareketini en aza indirgeme çalışmalarının kendi gelinleri de farkındaydı. Fazlasıyla parlak kırmızı elbisesiyle bir köşede durmuş atıştırmalıkların tadına bakarken, elbisenin yırtmacından çıkardığı uzun bacağıyla karşısındaki adamlara göz ziyafeti yaşattığının farkında olarak görümcesine bakınırken kendi sözde nişanlısının sesini duydu. "Makyajını tazeliyorsun sanıyordum." diyerek genç kadının yanındaki yerini alarak onun gibi bakışlarını yeterince ilgi odağı olan ablasına çevirmişti. Bazılarının etrafında gezinmesine artık bir şey diyemiyordu. Ablası güzel bir kadındı ve çevresinde her daim erkekler olmuştu. Fakat Figen, onunla aynı düşüncede değil gibiydi. "Ee, babası kimmiş?" diye sordu Sima ve yanındaki birkaç yabancı ilgidâr adama göz süzerek. Genç kadının bu sorusuyla yüzüne bir tokat yemiş gibi hisseden Miraç hızla bakışlarını ona odaklarken sorunun saçmalığını düşünüyordu. "Ne?" diye sordu önce. Gözlerini kırpıştırırken, Figen kırdığı pot, yaptığı hata ya da her neyse... Onun farkına varmış olacak ki duruşunu düzeltip genç adamın kravatını düzeltirken sözlerine de anlam kattı. "Yani, hayatında biri var mı, manasında.. Yoksa düşündüğümüz gibi Metin'in..." "Tabii ki Metin'in." diye köpürdüğü belli bir şekilde çıkıştı Miraç. Figen'in patavatsızlıklarını ondan daha iyi kimse bilemezdi ama bu kadar olacağını hiç düşünmediğine bahse girebilirdi. "Aksi düşünülemez bile." derken Figen o çok anlayışlı ifadesini takınıp devam etti: "Herhalde yani aşkım, sen neyi kast ettiğimi çok iyi biliyorsun." Sakinleşmiş gibi görünen Miraç başıyla onaylarken bakışlarını yeniden ablasından yana çevirmişti. "Sadece öyle bir aklıma geldi. Dedim acaba, sonunda acısı dindi de, normal yaşantısına geri mi döndü? Gerçek aşkı tekrardan mı buldu falan?" Sessiz kaldı Miraç. Ablasının kararlarına annesine karşın her zaman saygılı olmuştu. Buna da sakin kalacaktı. Ona ne yapması gerektiğini söyleyemezdi ama... Emin misin Sima? Emindi. Bu çocuğu dünyaya getirecekti ve gerekirse tek başına bile yapmaya hazırdı. Ortak olduğu sohbet eşliğinde yüzü gülerken eli yeniden gayri ihtiyari karnına gittiğinde, son anda dokunmaktan vazgeçip saçlarına götürdü. Çok uzun olmayan dalgalı saçlarını geriye atarak yapılan espriye gülerken, kapıdan tüm ihtişamı ve insanların üzerine saldığı korku ile merak duygusunun harmanıyla giren kişiyi görebiliyordu. Dudaklarındaki gülüş silinirken, gözlerindeki parıltı da beraberinde söndü. Kalbi hızla atmaya başladığında ise sıkı elbisesi yüzünden taşacakmış gibi görünen göğüsleri -ki bu konuda Figen ile kimse yarışamazdı- hızla inip kalkıyordu. Eli bu sefer göğsündeki yanık izine yol aldı. Daha yarasına dokunmadan yanında biten kişi onu bir köşeye çekerek kulağına fısıldamaya başlamıştı. "Sima, yemin ederim benimle bir ilgisi yok." Arkadaşının sözlerine tepkisiz kalan Sima ileride, kendisiyle tokalaşmak için an kollayan orta yaşlı adamlara tebessüm eşliğinde garip, ürkütücü bakışlar atan adama bakıyordu. Nefesi kesilmiş gibi hissetmişti ama şimdi de alabildiği o koca soluklar genzini kurutuyordu. "Sima." diye kendini ispatlamak için konuşan arkadaşı onu omuzlarından tutup kendine çevirerek: "Sana yemin ederim ki..." diyerek devam etti. "Hiçbir ilgim yok, gerçekten. Hatta emin ol senin kadar şok geçiriyo..." diye konuşurken ağır çekime aldığı konuşması gittikçe yavaşlayıp durduğunda nedenini görmek için arkasını döndü Sima. Rümeysa'nın babası Fatih bey tüm ilgisini Ejder'den yana odaklamış, yapabildiği tüm enerjisiyle onunla konuşuyor, onu komik olmayan ama öyle zannettiği sohbetine ortak etmeye çalışıyordu. Sima kendisi kadar şaşkın olan arkadaşının, artık gerçekten de şaşkınlığını kabullenerek derin soluklar aldı. Koca adamın üzerinden alamadığı bakışları onunkiyle karşılaştığında soluğunu farkında olmadan tutarak dolan gözlerini kırpıştırarak kaçırdı. "Sen burada kal." diye babasının kendisini çağırmasına gülümseyerek el sallayan Rümeysa, gitmeden evvel arkadaşına söylenmesini sürdürdü. "İstersen odama çık, gidene kadar yatar dinlenirsin. Sakin ol tamam mı, geliyorum hemen." diye yanından ayrıldığında koca adamın bakışlarıyla karşılaşmıştı. Babası ile ondan yana ilerlerken ürkütücü adamın gözlerini kırpmadan bakındığını fark etti. Fakat bu bakışların menzili kesinlikle kendisi değildi. Omzunun üzerinden geride kalan arkadaşına baktığında onun da adamdan yana bakındığını gördü. Dev adamın aksine korku ve endişe barındırsada... ... Saatler ilerliyordu ve annesinin saçlarını düzeltmesinden henüz kurtulmuş olan Sima, bir kenarda durmuş gelen maillere göz gezdirirken kendisine doğru adımlayan dev adımların sahibini bilmiyordu. Telefonunu çantasına koyup başını kaldırdığında birkaç adım ötesinde duran adamı gördü. Göğüsleri yeniden telaşlıca inip kalkmaya başladığında öfkeli bakışlarını bahçenin ilerisine yöneltti. Sakin olmalıydı. Korkulacak bir şey yoktu. Onunla tekrardan -her ne kadar son karşılaşmada bayılmış olsa da- yüz yüze gelebilirdi. Derin nefesler eşliğinde büyük olan bahçeye göz atıyor, sanki kilometrelerce öteye bakıyormuş gibi davranıyordu. Öte yandan kendilerini izleyen arkadaşı babasına imalı, rahatsız bakışlar atarak konuşmaktaydı. "Senin davetlin sanırım baba." "Evet, Ejder beyi davet etmemek olmazdı." "Ejder bey mi?" diye hayretle kaldırdığı kaşlarının altındaki bakışlarını babasına diken Rümeysa, adamın bu lafına göz devirirken söylenerek attığı ilk adımında durdurulmuştu. "Ejder bey arkadaşımdan uzak dursa iyi olacak." "Hişş, sakın." diye kolunu tutan babasına yeni bir şaşkınlıkla baktı. "Bir kadının yanına gittiği görülmüş şey değildir. Belli ki onunla ilgileniyor." "Sima bu tarz şeyleri hoş bulmaz baba." "Eğer şimdi konuşmalarını bölersen, Ejder de senin hareketini hoş bulmayacak." "Ama..." "Aması maması yok, emin ol sinirlensin istemeyiz." diye zorla kızının gidişini engelleyerek onu dansa kaldırmıştı Fatih bey. Huzursuzluk çıkmasını asla istemezdi. Ejder gibilerini bilirdi. Ejder'i ise, çok iyi bilirdi. Şuan bahçede onunla boy ölçüşecek kimse yoktur ve, sinirlenecek olursa... Sima ise önünde bir duvar misali duran adam yüzünden hiçbir şeyi göremiyordu. Buna rağmen karşısındaki adam yerine herhangi bir yere bakmayı uygun görürken hiç beklenmeyen bir şey oldu. "Acıyor mu?" diye sorarak elinin tersini genç kadının elbiseden taşan göğsünün üzerindeki yanık izine sürttü Ejder. Ani bir çıkışla elini itekleyen Sima neye uğradığını anlamadan bir adım geriledi. Sanki tenine ateşten alınmış bir kor değişmiş gibiydi. Tüğleri baştan aşağı diken diken olurken korkuyla verdiği nefesi dışında her şeye sağır oldu. Ejder'in dokunuşuyla birlikte gözlerinin önünde canlandı her şey. Kanlar içindeki Metin... Titreyen kanlı elleri... Bağırışlar... Kirlenmiş gelinlik... Yabancı bir bedene sapladığı bıçak... Ve aynı bıçağın kendi göğsünde açtığı yara... "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye çıkıştı hışımla. Gözleri nihayet koca adama dikmiş, nefretle soluyarak hesap sorabilecek duruma gelmişti. Bu öylesine, yalnızca kendisi için bir soru değildi. Her şeyi soruyordu aslında. Tek bir soruyla, yaptığı tüm şeyleri... "Nasıl dokunursun bana?" diye fısıltı halini alan sesiyle çıkışırken, gözleri kimsenin bu olayı görmediğinden emin olmak adına etrafı tarar olmuştu. İşte bu soru, tamamiyle kendisi içindi. Kendine tam olarak gelmemişti belki ama yalpalamayacaktı. Bir yerlere tutunma isteği ile gerilen ellerini yumruk yaparak bakışlarını yere sabitledi. Birkaç düzensiz soluğun sonrasında gözleri tekrardan Ejder'i bulduğunda sözleri onu daha çok öfkelendiriyordu. "Sadece merak ediyorum." diyerek öne doğru bir adım atarak Sima'nın açtığı mesafeyi kapattı Ejder. Yeni bir adım daha attığında gözleri yanık izinden çok inip kalkan göğüslerini dikizliyordu. Kendi solukları da düzensizleşmeye başladığı an yutkunma hissiyle bakışlarını genç kadının gözlerine dikti. Üzerindeki elbise bedenini öylesine sarıyordu ki tüm hatları ortadaydı. Ve korkulan gerçek şu ki, Ejder'in yine avuç içleri karıncalanıyordu. "Sanki, biraz fazla göz önünde ha?" diye sorarken bakmaktan çekinmediği göğüslerini işaret etti. Aldığı derin bir solukla şişen göğüslerini sıkıca saran elbisesinin, omuz detaylarını çekiştirdi Sima. Böylesine korkutucu bakışların odağı olmak kesinlikle isteyeceği bir şey değildi ve bu adam kara gözlerini arsızca üzerinde gezdiriyordu. "Seni ilgilendirmez." dediği an güldü Ejder. "Elbette ilgilendirmez ama, göz zevki diye bir şey var değil mi?" derken hâlâ gülüyordu. Fakat bir sonraki cümlesiyle birlikte parmakları önündeki manzaraya uzanmak için yeniden harekete geçmiş ve gülüşü donuklaşarak suratı ciddi bir hal almıştı. "Buradaki dünya kadar adamın bu çirkin şeyi görmesini istemeyiz." Çirkin şeyden kastı yanık izi olmalıydı. Lakin öyle değildi. Ve bizzat yakından gördükleri, hiç de çirkin değildi. Öyle ki bu çirkin beyaz tenin üzerinde gözünü bile kırpmadan sabahlayabilirdi. "İyi ya, gözlerine birer bıçak sokarsın olur biter." diyerek kendisinden yana yeni bir beklentiyle uzanan eli savuşturan Sima, gitmek üzere bir atakta bulunmuştu ki durduruldu. "Hem, kırmızılara sarınman hoş mu? Bu gün arkadaşının günü sanıyordum? Oysa sen daha çok dikkat çekiyorsun." Söylenen bu sözlere sağır olmayı tercih eden Sima tutulan kolunu çekiştirmeye başlayarak kurtulmaya çalışıyordu ama bu güçlü adam karşısında pek bir etkisi yok gibiydi. Onu iteklemek daha çok... Duvarı iteklemek!? "Bırak!" diye sıktığı dişlerinin arasından söylendiğinde bu asi kadının kokusunu alabiliyordu Ejder. Şömine başında çiçeklerle dolu bir küvete girmiş gibi hissederken yutkunarak gözlerini açtı. "Fazla kırmızısın." diyerek dekoltesi fazlasıyla açık olan kıyafetini süzdü. "Fazla ortadasın." "Bakmazsan görmezsin." diye bu kez var gücüyle çektiği kolunu garip bir şekilde kurtarabildiğinde bu, dudaklarına dikkat kesilen Ejder'in boşluğundan faydalanışıydı. Daracık elbisesi içinde attığı zoraki adımlarla eve yürüdüğünde ardında kalan adam kıstığı bakışlarıyla gidişini izledi. Gözleri kalçası ile oradan oraya savrulan saçları arasında gidip gelirken bıyıklarını düzelterek peşine takıldı. Bu gece bir şekilde bitecekti. Neden bunu daha güzel bir hale getirmiyordu? Uzak kalıp geceyi daha fazla kendisine zehir edeceğine, öfkesinin ateşinde ısınmayı yeğlerdi. Hatta bunun için yeni bir yaraya bile göğüs germeye hazırdı. Sima ise yanılmış olduğunun farkında bir şekilde elleri arasında sıkmakta olduğu bardaktaki suya bakıyordu. Gerçekten sakinleşmek için o suyu içmesinin yeterli olmayacağı kesindi. Belki kafasından aşağı dökerse daha iyi hissedebilirdi. En azından tepesine çıkan siniri vücudundan buharlar çıkarmazdı. Su dolu bardağı dudaklarına götürdüğünde boş mutfakta tezgahtan yana durmuş, kendisine yaklaşan ayak seslerini duyabiliyordu. Islanan dudaklarını dişleyerek omzu üzerinden bakındı. Tam da ensesinde alıp verilen soluklar, garipsenecek bu yakınlığın yegane şahidiydi. Henüz... Burnundan soluyarak elindeki bardağı bıraktı. Arkasına dönmek, onunla göz göze, daracık bir mesafede olmak istemiyordu. Ama daha fazla bu şekilde bekleyemezdi. Omuzlarını dikleştirip dönmeye karar verdiğinde koluna dokunan parmaklarla huzursuzca kıpırdandı. "Benden kaçıyor musun?" diye soran adamdan yana döndüğünde, göz hizasında bulunan şey, bıyıklarının kapattığı dudaklarıydı. Kısa boylu olmadığı için şanslıydı. Öyle olsaydı, şimdi ayağındaki topuklular bile kendisini kurtaramayacaktı. Ama uzun boyunun ve zorla giymiş olduğu ayakkabılarının sayesinde, şimdi bu oldukça uzun olan adamın önünde etkisiz görünmüyordu. Bunun da rahatlığıyla bakışlarını dudaklarından alıp kendisini izleyen gözlerine dikti. "Senden midem bulanıyor?" diye tiksinerek söylendi. "Ve evet, insanlar katillerden kaçar. Özellikle kocasının kati..." "Senin bir kocan yok." diye sözünü kesen tok sesin sahibine şuh bir tavırla cevap verdi: "Öldürdüğün için olabilir mi?" "Hayır." diyerek kendinden emin, umarsızca söylendi Ejder. Henüz duyduğu cümle değil de, söyleniş tarzı kafasını karıştırmıştı. Gözlerini kesinlikle önündeki dudaklardan ayıramaz hale geldiğinde devam etti: "Demek istediğim, o senin kocan değildi." "Hıh!" diye bir ses çıkardı Sima. "Gerçekten mide bulandırıyorsun." derken bu kez daha rahattı. Korktuğu gibi olmamış, ona karşılık verebilmişti. Ama tekrardan durdurulması uzun sürmedi. Sıkıca tutulan kolu öyle bir çekilmişti ki yerine mıhlanması yalnızca bir saniye sürdü. Böylesi bir adamdan yarım kalan işini tamamlanması beklenirdi. Belki de öyle yapmayı planladığı için her yerde karşısına çıkıyordu. "Gidebilirsin demedim." diyen kart sesiyle konuşup kolunu sıktığında sessizce bekledi Sima. Onunla değil konuşmak karşı karşıya kalmak bile istemiyordu. "Senden izin alacağımı..." "Benden izin alacaksın." diye kesin bir dille sesini kestiği genç kadının diğer bileğini de kavramıştı. Usulca, fark ettirmeden yaptığı bu hareket Sima'nın dikkatini çekmezken, o daha çok söyledikleriyle ilgileniyordu. Ne demekti bu şimdi? Neden ondan izin alması gerekecekti? O kimdi? Hangi vasıfla... "Sen kimsin ki ben senden izin ala..." diye tutulan bilekleriyle olduğu yerde hareketsiz bekleyerek yeniden konuşmak istediğinde yeniden sözleri yarım kalmıştı. "Ben senin bu günün, yarının, geleceğinim." "Sen benim hiç..." Bu seferki farklıydı. Bu sefer sözlerini kesen, bıyıkları batan sert dudakların, kendi dudaklarına kapanışıydı. Bileklerinden tutulan elleri önündeki bedene dayanırken tuttuğu nefesiyle, aralanıp kendi dudaklarını çeken dudakların şaşkınlığı altındaydı. Gözleri dolarak görüşünü bulanıklaştırdığında karşısındaki adam gözlerini çoktan kapatmış, kendini anın güzelliğine bırakmıştı. Dokunmadan duramayacağını biliyordu. Bir kadına yenileceğini hiç düşünmemişti ama, yeniliyordu da işte. Lakin ilk kez bir yenilgi bu kadar hoş, bu kadar tatlı ve böylesine kusursuzdu. Tuttuğu bileklerden birini bıraktığı eli ince beli sararken, birazdan diğeri de genç kadının ensesini kavramış, onu iyice kendisine bastırmıştı. Sert dudakların kendininkilere yaptığı baskı ile nefessiz kalan Sima hissettiği acıyla girdiği şoktan kurtuldu. Geriye çekileceği pek bir yer olmasa da topladığı tüm gücüyle kendisini sarmalayan adamı itekleyerek başını çekmiş, dudaklarının kurtarmasının şerefiyle okkalı bir tokadı iri adamın yanağına indirmişti. Şimdi mi? Ölümü nefes kadar yakınındaydı. Ve yaptığından zerre pişmanlık duymayarak, doyumsuzca gözlerine bakınıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD